Superpool’dan Selva Gürdoğan ve Gregers Tang Thomsen. |
New
York MoMA’da 10 Mayıs 2015 tarihine kadar izlenebilecek “Düzensiz Büyüme:
Genişleyen Mega Kentler için Taktiksel Şehircilik” sergisi için, altı küresel
metropolde -Hong Kong, İstanbul, Lagos, Mumbai, New York ve Rio de Janeiro-
yeni mimari olanakları incelemek için, araştırmacılar ve uygulayıcılardan
oluşan disiplinlerarası ekipler bir araya geldi. Her ekip sergiden on dört ay
önce bir dizi atölye çalışması yaparak, belirli bir şehir için öneriler
geliştirdiler. İstanbul’da faaliyet gösteren uluslararası mimarlık firması
Superpool ve Paris’ten atelier d’architecture autogeree, İstanbul için
geliştirdiği önerilerle sergide yer alıyor. Sergi ile ilgili sorularımızı
Superpool’dan Selva Gürdoğan ve Gregers Tang Thomsen yanıtladı.
RÖPORTAJ:
ÜMMÜHAN KAZANÇ
ummuhankazanc@gmail.com
Sayın Gürdoğan ve Thomsen, MoMA’da yer
alan serginin tanıtım metninde bir felaket senaryosu okuyoruz: ‘2030 yılında,
dünya nüfusu şaşırtıcı bir şekilde 8 milyar olacak. Bu nüfusun üçte ikisi
şehirlerde yaşayacak. Çoğu fakir olacak. Sınırlı kaynaklar ile bu düzensiz
büyüme dünya genelinde toplumların karşılaştığı en büyük zorluklardan biri
olacak. Gelecek yıllarda, şehir yetkilileri, kent planlamacıları ve
tasarımcılar, ekonomistler ve diğerleri, önemli sosyal ve ekonomik felaketleri
önlemek için güçlerini birleştirmeleri gerekecek, bu genişleyen mega şehirleri
yaşanabilir kılmak için birlikte çalışacaklar.’ Durum gerçekten bu kadar kötü
mü yoksa hala umut var mı?
Aslında
bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyoruz ve bu yüzden soruyu sürekli gündemde
tutmamız gerekiyor. Birçok eski gelenekte dünyanın, insanın dengede olması,
dengenin bozulmaması derdi vardır... Yin-yang gibi. Çevreciler dengenin bozulma
eşiğinde olduğunu, geri dönülemeyecek bir noktaya gelinmek üzere olduğumuzu
söylüyor. Çevreci dediğimizde kuşlardan, böceklerden ibaret başka bir dünyanın
savunucuları anlaşılıyor bazen. Oysa hepimiz dünyaya verdiğimiz tahribatı
oturduğumuz yerden yani şehirlerden yapıyoruz. Hem ekolojik, hem sosyolojik
olarak dengesi bozulmak üzere olan şehirlerimiz ve bir dünyamız var. MoMA için
Paris’ten atelier d’architecture autogeree (aaa) ile beraber hazırlanan
çalışmanın da derdi, kişilerin bu konuda yapabileceklerinin bir kataloğu
aslında.
İstanbul: Post-Kentsel Dönüşüm Taktiksel Eylemler. 2014. KİTO perspektifi, (© Superpool). |
Sorularımızı detaylandırmadan önce
Superpool ve ekibini tanıtabilir miyiz? Bugüne kadar hangi sergi ve projelerde
yer aldınız?
Superpool
2006’da Gregers Tang Thomsen ve Selva Gürdoğan tarafından başlatılmış bir
mimarlık ofisi. İstanbul’u ve şehirleri anlamaya hep meraklı olduk. İlk haritalama
çalışmamız ‘Dolmuş ve Minibüs Haritası’ oldu, sonrasında ‘Mapping Istanbul /
İstanbul’u Haritalamak’ adlı bir kitap üzerinde çalıştık. Audi Urban Future
Initiative 2012’de İstanbul trafiğinin yakın geleceği üzerine bir çalışmamız
oldu. Aynı zamanda TailorCrete adlı dört sene süren ve inşaat endüstrisinde
karmaşık geometrilerin yapımında robot kullanımının arttırılmasını amaçlayan
bir araştırma projesi içinde yer aldık. Superpool’un yanı sıra Columbia
Üniversitesi Mimarlık Fakültesine ait Studio-X Istanbul’un yürütücülüğünü de
yapıyoruz.
Superpool’un bugüne kadar yer aldığı
sergilere ve katıldığı projelere baktığımız zaman, bu sergide yer alması
şaşırtıcı değil. Türkiye’den sadece siz mi davet edildiniz? Süreç nasıl
gelişti? Son sergileme aşamasına gelene kadar ekipler nasıl çalıştı?
MoMA’daki
serginin küratörü Pedro Gadanho, İstanbul Modern Müzesi’nin YAP programı için
burada olduğu zaman sanırım birkaç ekip ile görüştü. Sonrasında sergide yer
almamızı istediğini öğrendik. Çalışılan her şehir için biri yerel biri de
farklı bir şehirden iki ekip eşleştirildi. Ekolojik sürdürülebilirlik konuları
üzerine çalışan ve aktivist bir yapısı olan atelier d’architecture autogeree (aaa)’in
kurucuları Constantin Petcou, Doina Petrescu ile çalıştık. Tüm ekipler New
York, Shenzen ve Viyana’da bir araya geldi. Ancak bu aslında pek de yeterli
olmadığı için aaa ile İstanbul’da da buluştuk ve işlemek istediğimiz konularda
mutabık kalıncaya kadar konuştuk, tartıştık. Serginin kataloğunda da yer alan
ortak bir metin oluşturduk. İş bölümü sonrasında biz, Superpool’un hazırladığı
video için Memed Erdener ile beraber çalıştık. Bu da bizim için çok güzel bir
deneyim oldu.
Sergiye konu olan altı şehir de -Hong
Kong, İstanbul, Lagos, Mumbai, New York ve Rio de Janeiro- gerçekten hem nüfus
hem de kentsel gelişim açısından oldukça problemli. Tabii ki bizim ilgi
alanımız İstanbul. Sizin İstanbul için önerilerinizi hangi açıdan ele aldığınızı
öğrenebilir miyiz? Sergilenen projenizi detaylı olarak anlatabilir misiniz? TOKİ’ye
karşı KİTO (Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu) oldukça ilginç bir yaklaşım.
‘Düzensiz
Büyüme’nin genel çerçevesi kentte yoksulluğa ve gecekondulara (slum areas)
gönderme yapıyor. Ancak İstanbul’un Lagos, Mumbai ya da Rio de Janeiro gibi bir
gecekondu alanı kalmadı. İstanbul’un çoğu semti, post-gecekondu dediğimiz
yasallaştırılmış ve iyi kötü bir alt yapısı sağlanmış yerler. Yoksulluk yok
demeyeceğim ancak ‘İstanbul’da kontrolsüz bir şekilde ne büyüyor?’ diye
sorulduğunda bizce cevap, orta sınıf için tüketici bir hayat tarzı ve bu
hayatın mekansallaştığı TOKİ ve benzeri siteler. Kilometrelerce uzanan yüksek
katlı tek tek blokların olduğu bir şehir hızla büyüyor. Bu neredeyse ekmek
almak için bile alışveriş merkezine arabayla gitmeye mecbur bırakan bir yerleşim.
Bahçesi var ama domates ekmek yasak. Ev, araba ve iki çocuk ile televizyon
önünde biten bir yaşam hayali hızla alternatiflerini yok sayıyor.
Gelişmekte
olan ekonomilerin şehirleri, kendi ‘informalite’lerinden neredeyse utanır. Oysa
‘informalite’ bir yandan da kişilerin inisiyatifini kullanabilmesi demektir. Burada
üzerinde düşünülmesi gereken ince bir çizgi var.
KİTO
(Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu), TOKİ’nin bizce sembolü haline geldiği
‘ıslah edilmiş’ şehrin 20 yıl sonrasını hayal ediyor. Hayal bu ya, İstanbul’un
mahalle, yardımlaşma, sosyal girişim kültürü TOKİ koşullarında bile yeşermiş,
TOKİ sakinleri sitelerini çevreleyen o sıkıcı duvar yerine atölyeler, dükkanlar
açmışlar...
KİTO (Kolektif İşbirlikçi Toplum
Oluşumu) Projesi’nin nasıl çalıştığı konusunda daha detaylı bilgi alabilir
miyiz?
TOKİ
gelişimleri, küresel kapitalizmin içinde dünya çapında bir durumu yansıtan,
İstanbul’da egemen sınıf olarak yeni bir orta sınıfın ortaya çıkmasına paralellik
gösterir. Bizim önerimiz, bu orta sınıfın, ekolojik ve sosyal maliyetlerine
rağmen, tüketim ve rahat yaşam isteğinin düzensiz gelişmesine işaret ediyor.
Kitle
iletişim araçlarında sürekli yer alan reklam kampanyaları da Türk ailelerine
örnek oluşturacak bir rüya inşa ediyor: bir otomobil sahibi olmak ve rahat
dekore edilmiş ve en son teknolojik ev eşyalarıyla donatılmış bir apartman
dairesi sahibi olmak! Ödeyecekleri fiyat hayattan izole olmak, çalışmaya gitmek
için uzun yollar kat etmek, trafikte ve yoğun alışveriş merkezlerinde saatler
harcamak, yüksek servis ve bakım ücretleri ve uzun dönem borçluluğa rağmen bir
TOKİ dairesi, bu hayali gerçekleştirmenin ilk adımı.
Yunanistan,
İspanya, Arjantin ve küresel krizden etkilenen diğer birçok ülkede görüldüğü
gibi, bu son derece borçlu orta sınıf, bir durgunluk döneminde en savunmasız
sosyal gruptur. Derinleşen yakıt tüketimi ve kaynak kıtlığıyla, Türkiye’deki
olumlu ekonomik eğrinin aynı şekilde aşağı doğru çekmeye başlayacağını hayal
edebilirsiniz, iklim değişikliği gibi küresel dinamiklerle yaklaşan sorunları da
işin içine katmak gerek. Bu şartlar altında, mevcut tüketici yaşam tarzı
çökecek ve bugünün orta sınıfı, yarının fakiri haline gelecektir. Büyük borç,
büyüyen işsizlik, yükselen enerji, yakıt, yiyecek ve hizmet fiyatları ile karşı
karşıya kalındığı zaman, TOKİ sakinleri güçlükleri yenmek zorunda kalacak.
Bizim
önerimiz olan Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu (KİTO), bir post-kentsel
gelişim ajansı ve TOKİ komplekslerinin geleceği için alternatif bir pozitif senaryo
öneriyor. Mevcut TOKİ toplu konutlarının açık kaynak ile canlandırıldığı,
vatandaş odaklı bir dönüşüm hayal ediyoruz. KİTO farklı ölçeklerde çalışacak ve
çok katmanlı çabuk toparlanma hareketi sağlayacak. Bu iyileştirilmiş alanlarda,
ekipmanlarda, hizmetlerde ve kurumlarda bir dizi ortak üretim yapacak.
KİTO’nun
toplu etkileşim ve iletişimi, online ağ aracılığıyla kolaylaştırılacak
-KİTO’da- alternatif bir ekonomi yaratacak, yerel eylemlere değer katacak ve
insanlara yapmak, vermek, paylaşmak ve enerji, ürün, bilgi ve beceri tasarrufu
yapma konusunda yetki verecek, güçlendirecek. Motivasyonu artırmak ve daha
fazla sivil hareketi kolaylaştırmak için yeni bireysel ve kolektif profiller
ortaya çıkacak: şehri tüketmek yerine, sakinler artık güçlükleri yenerek ortak-üretim
yapacak.
Farklı
ölçeklerde farklı stratejiler ya da taktikler önerdik. Bunların bir kısmı
aaa’nin önerisiyle Avrupa’nın değişik kentlerinde uygulanmış.
Bölge
ölçeğinde yeşil ve mavi altyapı hazırlamak için kent çiftlikleri yaratılacak:
meralar, ormanlar, balıkçılık için göletler, nehirler, kanallar, güneş ve
rüzgar çiftlikleri... Toplum arazi ortaklıkları, kredi birlikleri ve yerel
kalkınma bankaları gibi ortaya çıkan bir dizi ortak kurum ve kuruluşlar,
vatandaşların bu tesisler ve hizmetler için toplu yatırımcılar, yöneticiler ve
hissedar olarak hareket etmesini sağlayacak.
Site
ölçeğinde TOKİ’nin mevcut kapalı duvarları ve çitleri, kendi kendine yeten
hizmet alanlarına dönüştürülecek. Yeni tesisler 3-D baskı yoluyla bölgenin sakinleri
tarafından inşa edilecek ve sosyal işletmeler, zaman bankaları, yerel mağazalar,
marketler, atölyeler ve yerel radyo gibi üretim, hizmet ve dağıtım faaliyetlerine
ev sahipliği yapacak.
Bu acil taktiksel kentleşme formlarının
ya da önerilerinin pratikte uygulanabilirlik şansı var mı yoksa bir ütopya mı?
Pratikte
şehir her zaman taktik geliştiriyor, hele İstanbul. Biz bu taktiklerin hepsini
‘ıslah etmeye’ çalışıyoruz toplum ve yönetim olarak.
Sergide biraz da ironik bir yaklaşım
var. Disiplinlerarası ekipler, mega kentlerde yaşanan sorunlara çözüm önerileri
sunarken, aslında mega kentlerde yaşanan sorunların başında bugüne kadar
uygulanan mimari, kentsel planlama hatalarına da gönderme yapmış oluyor. Bu
durumda; mimarların, şehir planlamacılarının potansiyel rollerindeki
değişiklikler neler olmalı?
Çok
doğru bir soru. Ekonomisini inşaat sektörü üzerine kuran yerlerde, daha fazla
inşaat ekonomik büyüme için iyidir ve bundan da mimarın ne şikayeti olabilir? Büyük
projeler yapılacaksa iyi mimarlar tarafından yapılmaları daha iyi değil midir?
Bunlar hep çelişkili sorular. Ameliyat yaparak para kazanan hastanenin hastaya
yaklaşımındaki gibi mimarın konumu da çelişkiler içeriyor. Burada genç, yeni
kurulmakta olan ofislerin daha idealist olmak için manevra kabiliyeti var. Herkes
için Mimarlık ya da Sokak Bizim gibi oluşumlar heyecan verici.
İstanbul’a daha önceki birçok projeniz
ve KİTO ile farklı açılardan baktınız. Hala bu şehirde yaşamaktan mutlu musunuz?
Evet,
galiba.
Yayınlanma
Tarihi: Ümmühan Kazanç, İstanbul Art News, Şubat 2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder