28 Nisan 2016 Perşembe

PROF. DR. HALİL AKDENİZ: “BEN TÜRK SANATINDAN ÇIKTIM”


Demokratik ülkelerde kimse kimsenin nasıl bir koleksiyon oluşturacağına karışamaz ve herhangi  bir müdahale ve yaptırımda da bulunamaz. En azından demokratik ve gelişmiş olarak kabul ettiğimiz ülkelerde bu kurumların işleyişi biçimi böyledir. Bir koleksiyonerin koleksiyonunu yabancı sanatçılar üzerine mi yoksa kendi ülkesinin sanatı üzerine yapılacağı konusunda herhangi bir yaptırım olamaz. Buna koleksiyonerler kendi özgür iradeleri ile karar verirler. Bunun dünyada tartışılmayacak örnekleri vardır. Örneğin, yakından bildiğim Köln’de Ludwig müzesinin sahibi Peter Ludwig, koleksiyonunu ağırlıklı olarak döneminin Amerikan Pop Sanatı üzerine yapmıştır. – Peter Ludwig, aynı zamanda koleksiyonerlik ve müzecilik konusunda dünyanın beş büyükleri ile ilgili yapılan bir araştırmada 1980’lerde en büyük beş koleksiyonerleri arasında yer alan dev bir koleksiyonerdir. Ve elindeki zengin koleksiyonu ile de Almanya’da olduğu kadar Almanya’nın dışında da değişik ülkelerde 9 müze açmıştır. Benim de Almanya’da Büyükelçilik Kültür Müşavirliği görevine başlar başlamaz ilk işim ve projem kendisiyle kontakt kurarak, Türkiye’de de bir çağdaş sanat müzesi açtırmaktı. Fakat görüşmelerimiz sırasında vefat etti ve projem yarım kaldı. Daha sonra da varisleri artık yurtdışında müze açma konusuna sıcak bakmadılar ve proje gerçekleşemedi. -  Almanya’nın ikinci büyük koleksiyoneri büyük inşaat sektörü sahibi Hans Grothe’dir. Grothe, Peter Ludwig’in aksine koleksiyonunu 1945 sonrası Alman sanatı ve sanatçıları üzerine oluşturmuştur. Ve Almanya’daki bir çok çağdaş sanat müzesinin sergi salonları, onun müzelere koleksiyonundan ödünç verdiği eserlerle dolup taşmaktadır.  Birbirine zıt yaklaşım içinde olan bu iki dev koleksiyonerin tavırları üzerine, ne Almanya’da bulunduğum öğrencilik yıllarımda, ne de daha sonraki görevli olduğum dönemlerde; onların niye yabancı sanatçılar ya da Alman sanatçıları üzerine koleksiyon yaptıkları konusunda herhangi bir tartışma yaşandığına tanık olmadım. Ülkemizde de DEMSA, Bozlu Art Project ve Koç Holding Sanat Koleksiyonu gibi farklı yaklaşımları ve perspektifleri olan zengin sanat koleksiyonları mevcuttur. Ve bu üç koleksiyonun da İstanbul’da kapsamlı birer müze kurma girişimleri olduğunu biliyoruz. Hatta geçtiğimiz günlerde Bozlu Art Project’in Şişli’deki tarihi Mongery binasında ağırlıklı olarak çağdaş Türk sanatından oluşan bir Sanat Müzesi açıldı. Yakında açılacak diğer iki koleksiyonun müze hazırlık çalışmalarının da devam ettiğini biliyoruz. Bütün bunlar ülkemizin kültür ve sanat ortamının zenginleşmesine, kültürel değerlerimize, sanatımıza ve sanatçılarımıza değerli destek ve saygı değer katkıları olacağı kanaatindeyim.


Ancak konu günümüzün polemik konusu olan her şeyin para odaklı kendi ülkesinin sanatını ve sanatçılarını küçümser bir tavırda ortaya çıkınca üzerinde durulması gereken çok nazik bir durum ortaya çıkmaktadır. Ülkelerin bugün uluslararası arenada kendi sanatçıları ve sanatları ile yarıştığı bir dünyada, kendi değerlerine, sanatına ve sanatçılarına sahip çıkma değer bilinci açısından üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.  Kültür ve sanat, bugün ekonomilerin, ticaretin ve politikanın da lokomotifi haline gelmiştir. Ülkeler ekonomilerinin ve ticaretlerinin hatta politikalarının önünü, sahip oldukları kültürel değerleri ve çağdaş sanat eserleri prestiji ile açmaya çalışmaktadırlar. Kültür ve sanatla bütünleşmeyen parasal zenginlikler artık pek bir işe yaramamakta; merhum Sakıp Sabancı’nın deyimiyle “Bugün uluslararası camiada para herkeste var hatta bizden daha fazlasıyla, paranızın yanında eğer kültür sanat zenginliğine sahipseniz o camiada adam hesabına alınıyorsunuz”. Bu da kanımca herhalde söylemeye çalıştığımız şeyleri çok iyi özetliyor. Daha da özele inildiğinde bunun yolunun kendi sanatınızın ve sanatçılarınızın değerini küçümsemekten değil,  onların değerini yükseltmekten ve onlara destek vermekten geçtiğidir.

Söylemek istediklerimi dünyanın değişik ülkelerindeki gözlemlerim ve bizzat tanık olduğum bazı örneklerle özetleyip bitirmek istiyorum. Sanırım 1997 ya da 1998 yılı Avrupa’da gene bir ekonomik kriz dönemiydi;  Prof. Konrad Klapheck’i Akademideki atölyesinde ziyaretim sırasında bana:  “Ekonomik kriz Avrupa’nın ve Almanya’nın sanat ortamını çok etkiledi, piyasada yaprak kıpırdamıyor, sen Türkiye’den yeni döndün durum Türkiye’de nasıl diye sormuştu. Ben de Türkiye’nin o zamanlar henüz tam olarak sanat piyasası çarkı içinde olmadığından, alış verişlerin gene eski usul geleneksel ilişkiler bağlamında sürdüğünü,  sanatçının, amatör de olsa -  sosyal çevredeki konumu ve ilişkileri iyi ise açılışlarında sokaklara kadar taşan çiçek buketleriyle dolduğu, eserlerinin nerdeyse tamamına yakınının kırmızıyla etiketlenerek satılabildiği, bunu yanında profesyonel bir sanatçının hatta çok iyi bir sanatçı da olsa, sergisinin satışsız kapanabildiği gibi biraz bizim sanat ortamımızın durumundan söz ederken dedi ki; “geçenlerde Almanya’da yaşayan bir Japon sanatçı Düsseldorf’ta bir sergi açtı ve krize rağmen sergide 19 eseri satıldı” dedi. Ben de kendimi tutamayarak Herr Profesör hani yaprak kıpırdamıyor demiştiniz” dedim. Hemen akasından ama satın alanların hepsi Japon iş adamlarıydı dedi. Bu örnek, sanırım bizdeki bugüne ilişkin kendi kültür ve sanatına sahip çıkma bilinci açısından söylemek istediklerimizi fazlasıyla ifade ediyor. 


Ben de Almanya’daki görevim sırasında Almanya’da yaşayan genç Türk sanatçıları ilgili bir dizi sanat etkinlikleri, sergiler düzenledim. Davetliler arasında hep Almanya’da yaşayan Türk İş adamlarımızı da davet ettim. Ama maalesef ellerinize sağlığın ötesinde bir satış desteğinin olduğu görülmedi. Bizden farklı olarak yine Uzak Doğu ülkesi olan Güney Kore’de gözlemlediğim diğer başka örnekler de var. Örneğin Başkent Seul’da kendi ülkelerinin insanlarının görebilmeleri, onların eğitim ve kültürel düzeylerine katkıda bulunmak üzere dünyanın başka ülkelerinden sergiler organize edip getirerek kendi halklarına sunmalarının yanı sıra yabancı ülkelerde yaşayan Koreli sanatçılara da çok geniş çaplı kataloglu sergiler düzenleyerek her türlü maddi ve manevi destek verdiklerini gözlemledim. Örneğin Seul’de çok büyük bir mekanda New York’ta yaşayan Koreli Sanatçılar sergisine rastladım, organizasyonu, tanıtımı ve kataloğu vb. her şeyiyle muhteşem bir sergiydi.  Yine aynı ülkede şahit olduğum bir başka örnek ise yine Seul’da bir Üniversiteyi ziyaretim sırasında Güzel Sanatlar Fakültelerinin mezuniyet sergileri vardı. Sergilerin bir öğrenci sergisi olmanın çok ötesinde profesyonel hazırlanmış bir sergi ve sergileme niteliği vardı. Buraya kadar yine de her şey güzel ve normal de beni şaşırtan şey, her yeni mezun olan sanatçı adayı, mezuniyetinin bitiminde açtığı ilk kişisel sergisinde eserlerinin tamamı ya da tamamına yakını satılıyormuş. Bunlar henüz piyasaya yeni atılan sanatçılar, hiçbir tanınmışlıkları yok, nasıl oluyor da eserleri satın alınıp- satılabiliyor diye sorduğumda aldığım yanıt; onların henüz meslek hayatlarının başlangıcında hem maddi hem de mesleki moral bakımından desteklenmesi gerektiği, Kore sanatının gelişmesi açısından buna ihtiyaç olduğu şeklindeydi. İki defa da Kore’de uluslararası Gwangju Bienali’nin açılışına davet edildim. Başka benzer özelliklerde olaylara orada da şahit oldum. Yine Japonya’da Tokyo’da da benzer olaylara, kendi ülkelerinin sanatına ve sanatçılarına destek bilinciyle yapılan organizasyonları oralarda da gözlemledim. Herhalde Batı’dan ve Uzakdoğu’dan verdiğim bu birkaç örnek bile bize bazı şeyleri yeterince açıklıyor diye düşünüyorum. Son olarak da şunu söyleyerek sözlerimi bitirmek istiyorum; tüm bu anlattıklarımın hepsi aslında  kendi kültür ve sanat değerlerine sahip çıkma bilinciyle ilgilidir. Her şey paraya ve kazanca odaklı düşünülemez ya da düşünülmemesi gerekir –böyle düşünenler için söylüyorum-  Parasını bu ülkeden kazanan iş adamlarımızın, koleksiyonerlerimizin, bu ülkenin sanatına sanatçısına, insanlarının eğitim, kültür ve sanatsal düzeylerinin gelişimine katkıda bulunma gibi sorumlulukları vardır, diye düşünüyorum.    

26 Nisan 2016 Salı

COURT AND COSMOS: THE GREAT AGE OF THE SELJUQS EXHIBITION AT NEW YORK METROPOLITAN MUSEUM OF ART

Bowl with Epigraphic Band and Signs of the Zodiac, Iran, Kashan, early 13th century, Stonepaste; glazed in opaque white, luster-painted,  H. 4-1/2 in. (11.3 cm); Diam. 7-1/4 in. (18.5 cm),  The Ashmolean Museum, Oxford.  Presented by Sir, Alan Barlow, 1956. (EA1956.58),  Image: ©Ashmolean Museum, University of Oxford.

One of the most productive periods in the history of the region from Iran to Anatolia (in modern Turkey) corresponds to the rule of the Seljuqs and their immediate successors, from 1038 to 1307. The Seljuqs were a Turkic dynasty of Central Asian nomadic origin that established a vast, but relatively short-lived, empire in West Asia (present-day Turkmenistan, Iran, Iraq, Syria, and Turkey). Under Seljuq rule, the exchange and synthesis of diverse traditions —including Turkmen, Perso-Arabo-Islamic, Byzantine, Armenian, Crusader, and other Christian cultures— accompanied economic prosperity, advances in science and
technology, and a great flowering of culture within the realm. Opening April 27 and runs till July 26 at New York’s Metropolitan Museum of Art, the landmark international loan exhibition Court and Cosmos: The Great Age of the Seljuqs features spectacular works of art created in the 11th through 13th century from Turkmenistan to the Mediterranean. The exhibition is made possible by the NoRuz at The Met Fund and the Iranian-American Community.


Robe, Iran, 11th–12th century, 
Silk; weft-faced compound twill, 
L. 48-7/8 in. (124 cm), 
The Sarikhani Collection (I.TXT.1021).

Approximately 270 objects—including ceramics, glass, stucco, works on paper, woodwork, textiles, and metalwork—from American, European, and Middle Eastern public and private collections are shown. Many of the institutions have never lent works from their collections before. Among the highlights are a dozen important loans from Turkmenistan—the exhibition marks the first time that Turkmenistan as an independent country has permitted an extended loan of a group of historical objects to a museum in the United States.

Under the Great Seljuqs of Iran, the middle class prospered, spurring arts patronage, technological advancements, and a market for luxury goods. In contrast, in Anatolia, Syria, and the Jazira (northwestern Iraq, northeastern Syria, and southeastern Turkey)—which were controlled by the Seljuq successor dynasties (Rum Seljuqs, Artuqids, and Zangids)—art was produced under royal patronage, and Islamic iconography was introduced to a predominantly Christian area. Furthermore, a number of artists had immigrated to the region from Iran in response to the Mongol conquest in 1220. Because patrons, consumers, and artists came from diverse cultural, religious, and artistic backgrounds, distinctive arts were produced and flourished in the western parts of the Seljuq realm.

Exhibition Overview
Arranged thematically, the exhibition opens with a display of artifacts that name the Seljuq sultans and members of the ruling elite. In Central Asia and Iran, inscriptions appeared on coins and architecture. Stucco reliefs representing royal guards, amirs, and courtiers serve to evoke the courts of the Great Seljuq rulers whose names did not appear on objects. In Anatolia, Syria, and the Jazira, names of Seljuq successor rulers and images appeared on a range of objects. Here, the famous 12th-century cloisonné dish bearing the name of Rukn al-Dawla Dawud, a leader of the Artuqids, is featured.


Plate of Rukn al-Dawla Dawud, Anatolia or Caucasus, first half of the 12th century (1114–44), Copper; gilded, cloisonné and champlevé enamel, H. 2 in. (5.1 cm); Diam. 10-5/8 in. (27 cm), Tiroler Landesmuseum Ferdinandeum, Innsbruck (K 1036), Image: © Tiroler Landesmuseen.
In the second section, the courtly environment and activities associated with the sultans and their courtiers appear on stucco reliefs, ceramics, metalwork, and other media. While depictions of the Seljuq elite on these works were not intended as actual portraits, the distinctive Central Asian facial type was a standard of beauty under Seljuq rule. The earliest extant manuscript of the Shahnama (Book of Kings) -the Persian national epic- created in Anatolia in 1217 is a highlight of this section. Additionally, the remarkable Blacas ewer, with its myriad details of life connected to the court, is prominently exhibited. The three centuries under Seljuq rule were also a period of inventions; and the many advances in science, medicine, and technology were reflected in the manuscripts, scientific instruments, and medical implements of the time. Pages from the early 13thcentury illustrated manuscript The Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices feature some of the fanciful inventions of the Muslim polymath and creative genius Ibn al-Razzaz al-Jazari, whose inventions ranged from clocks and water wheels to automata (robots). Also noteworthy is an early Islamic astrolabe. (Among the many things that could be determined by means of this complex navigational instrument was the direction of Mecca, and hence the direction of prayer.) Also on view is an intricate pharmacy box with separate compartments for musk, camphor, and other ingredients typical of the medieval pharmacopoeia.

Seljuq art abounds with depictions of real, mythological, and hybrid animals on objects large and small. Animal combat was a favorite theme in Iranian art. The double-headed eagle was adopted as the standard of the Seljuq successor states in Anatolia and the Jazira. Harpies (composite creatures having the body of a bird and the face of a human) and sphinxes (beasts with the body of a lion, face of a human, and occasionally the wings of a bird) appear frequently. The exquisite Vaso Vescovali —a lidded bowl engraved and inlaid with silver and decorated with complex astrological imagery— features eight personifications of planets on the lid along with the 12 signs of the zodiac and their associated planets on the base, within a profusion of other ornamentation.


"Design for the Automata of the Slave Girl, Serving a Glass of Wine”, folio from a Kitab fi ma'rifat al-hiyal al-handasiyya (Book of the Knowledge of Ingenious Mechanical Devices) by al-Jazari Author: Badi al-Zaman ibn al-Razzaz al-Jazari, (1136–1206), Scribe and artist: Farrukh b. 'Abd al-Latif al-Katib al-Yaquti al-Mawlawi, Syria or Iraq, dated A.H. 715/A.D. 1315, Ink, opaque watercolor, and gold on paper, 12-1/4 x 8-1/2 in. (31 x 21.5 cm), The al-Sabah Collection, Dar al-Athar al-lslamiyyah, Kuwait (LNS 17 MS).

The Seljuqs actively promoted Sunni Islam throughout their territory, building madrasas and mosques, and sponsoring the production of Qur’ans and other religious texts. A number of rare and beautifully ornamented examples of the book arts from the time of the Seljuqs are on view. In Syria, the Jazira, and Anatolia —where the majority of the local population, including some of the ruling elite, was Christian— artifacts bearing Christian iconography continued to be made. And a ritual vessel from Georgia, with a Hebrew inscription, attests to the presence of Jewish populations as well. The same artists often served various religious communities. Hence, the styles and artistic traditions of one group merged with those of another.

The sixth and final section of the exhibition focuses on the funerary arts. A variety of tomb markers, cenotaphs, funerary furniture, and patterned textiles discovered in Seljuq tombs are shown. In a proper Muslim burial, the deceased is wrapped in two or three sheets of plain white cloth; the presence of expensive textiles in a funerary context indicates that popular customs and official practice differed significantly.


Astrolabe, Muhammad b. Abi-l-Qasim b. Bakran al-Najjar al-Isfahani al-Salihani, Iran, Isfahan, dated A.H. 496/A.D. 1102–03, Brass, 7-1/4 in. (18.3 cm); Diam. 4-3/4 in. (12.2 cm), Museo Galileo: Institute and Museum of the History of, Science, Florence (1105), Image: Museo Galileo, Florence. Photograph by Franca, Principe.
The exhibition is organized by Sheila R. Canby, the Patti Cadby Birch Curator in Charge, Department of Islamic Art; Deniz Beyazit, Assistant Curator; and Martina Rugiadi, Assistant Curator. Exhibition design is by Katharina Weistroffer, Exhibition Designer; graphics are by Mortimer Lebigre, Graphic Designer; and lighting is by Clint Ross Coller and Richard Lichte, Lighting Design Managers, all of The Met’s Design Department. Video production is by Christopher Noey, General Manager of Creative Production, and media installation is by Paul Caro, Senior Manager of Media Production and Technology Services, in The Met’s Digital Department.

A lavishly illustrated catalogue appropriate for scholars and general readers alike accompanies the exhibition. Published by The Metropolitan Museum of Art and distributed by Yale University Press, the book is available in The Met Store (hardcover,
$65). The catalogue is made possible by The Andrew W. Mellon Foundation, the Doris Duke
Fund for Publications, and the Marshall and Marilyn R. Wolf Foundation. An audio tour, part of The Met’s Audio Guide program, is available for rental ($7, $6 for Members, $5 for children under 12). The Audio Guide is supported by Bloomberg Philanthropies.
Education programs include Drop-In Drawing on April 15; a Family Afternoon on July 10; exhibition tours on May 11, May 31, June 15, June 25, July 8, and July 13; an Interdisciplinary Gallery Conversation on May 26; and a scholarly symposium on June 9–11. A two-part Sunday at The Met on May 15 will focus on science and art. Sheila Canby will moderate a discussion with Silke Ackermann, Director of the Museum of the History of Science at the University of Oxford, about astronomy and astrolabes, and Peter J. Lu, Research Associate in Applied Physics at the John A. Paulson School of Engineering and Applied Sciences, Harvard University, on applications of complex Islamic geometric patterns to physics, respectively. A performance of Feathers of Fire, a cinematic shadow play adaptation of a tale from the Shahnama by artist Hamid Rahmanian, will follow. These programs are free with Met admission.


Container in the Form of a Camel Carrying a Jar, Iran, probably Kashan, late 12th–early 13th century, Stonepaste; glazed in opaque white, luster-painted, H. 15-1/2 in. (39.5 cm); Depth 9-3/4 in. (24.9 cm), Nasser D. Khalili Collection of Islamic Art, London (POT 857), Image: Nour Foundation. Courtesy of the Khalili Family Trust.

A two-part Drawing Marathon on May 6–7 will be led by Peter Hristoff. Taking place in The Met’s galleries, the workshop will involve live models, props, and costumes ($140, advance
registration required; fee includes two-day Met admission and materials).

Peter Hristoff, a Met Artist-in-Residence through June 2016, has worked with Museum staff to develop public programs relevant to the exhibition. These include drawing sessions for various audiences, gallery conversations, and a collaboration between The Met’s high school interns and weavers in Turkey. Hristoff is a practicing artist and member of the faculty at New York’s School of Visual Arts. The residency is one of a series of programs that celebrate the vibrancy, diversity, and beauty of contemporary Islamic culture within the context of The Met’s collection. The symposium is made possible by Roshan Cultural Heritage Institute and the Soudavar Memorial Foundation. The Sunday at The Met program is made possible by the Doris Duke Foundation for Islamic Art. Feathers of Fire is made possible by Roshan Cultural Heritage Institute and The Mossavar-Rahmani Fund for Iranian Art. The Peter Hristoff Artist Residency and related programs are made possible by the Doris
Duke Foundation for Islamic Art. A projection of photographs of Seljuq architecture and landscapes by Henri Stierlin will be visible throughout the exhibition. Historical views of the domes of the Great Mosque at Isfahan—a UNESCO World Heritage Site—will be projected on the ceiling of one area.

FOR MORE INFO:
www.metmuseum.org

Facebook, Instagram, and Twitter via the hashtag #CourtandCosmos.


Mosaic-tile Panel with Inscription, Attributed to Muhammad al-Tusi, Anatolia, Konya, Karatay Madrasa, A.H. 649–51/A.D., 1251–53, Mosaic of polychrome-glazed cut tiles on stonepaste body, set into gypsum, 12-3/8 in x 66-1/8 in. (31.5 x 168 cm), The al-Sabah Collection, Dar al-Athar al-lslamiyyah, Kuwait (LNS 234 C).
SELÇUKLULARIN MUHTEŞEM ÇAĞI SERGİSİ NEW YORK METROPOLITAN MÜZESİ’NDE
İran'dan Anadolu'ya (Modern Türkiye'de) uzanan bölge tarihinin en verimli dönemlerinden biri, Selçuklular ve onlardan sonra yönetime geçen haleflerinin yaşadığı 1038-1307 yılları arasına denk gelir. Orta Asya göçebe kökenli bir Türk hanedanlığı olan Selçuklular, Batı Asya'da (günümüzde Türkmenistan, İran, Irak, Suriye ve Türkiye) geniş, ama nispeten kısa ömürlü bir imparatorluk kurmuşlardır. Selçuklu egemenliği altında, ticaret ve ekonomik refah eşliğinde çeşitli geleneklerin sentezi -Bizans Türkmen, Fars-Arap-İslam, Ermeni, Haçlı ve diğer Hıristiyan kültürleri de dahil olmak üzere- bilim ve teknolojideki gelişmeler ve ülke içinde büyük bir kültür çeşitliliği izlenir.

27 Nisan’da New York Metropolitan Müzesi’nde açılan ve 24 Temmuz 2016 tarihine kadar devam edecek olan  “Saltanat ve Düzen: Selçukluların Muhteşem Çağı” isimli sergide, Türkmenistan’dan Akdeniz’e kadar birçok uluslararası müzeden ödünç alınan, 11.-13. Yüzyıl arasına tarihlenen göz kamaştırıcı eserler görülebilir. Met Fonu NoRuz ve Iran-Amerikan Topluluğu’nun desteği ile düzenlenen serginin küratörleri arasında Met Müzesi’nde çalışan Bir Türk bayan olan Deniz Beyazıt da bulunuyor. Serginin düzenleme komitesinde Met Müzesi İslam Sanatı Bölümü Başkanı Sheila R. Canby, asistan küratör Deniz Beyazıt ve asistan küratör Martina Rugiadi yer alıyor.

Amerika, Avrupa ve Orta Doğu’daki kurum ve kişisel koleksiyonlardan seçilen –seramik, cam, sıva, kağıt, ahşap, tekstil ve maden işleri olmak üzere- yaklaşık 270 eser sergide yer alıyor. Sergide daha önce koleksiyonlarından hiçbir sergiye eser vermeyen kurumlardan da sanat eserleri ödünç alınmış. Özellikle Türkmenistan’dan bu sergi için özel olarak gönderilen eserler çok önemli. Bu sergiyi önemli kılan noktalardan biri de bağımsız bir ülke olarak Türkmenistan’ın ilk kez Amerika’daki bir sergiye tarihi eserler ödünç vermesi.


Qur'an, Copied by Muhammad b. Ahmad al-Jabali al-[...], Illuminated by 'Abd al-Rahman b. Muhammad al-Sufi, Iran or Iraq, ca. 1200, Ink, colors, and gold on paper, 15-3/8 x 13 in. (39 x 33 cm), Trustees of the Chester Beatty Library (Is. 1439), Image: ©The Trustees of the Chester Beatty Library, Dublin.
İran Büyük Selçukluları yönetiminde, orta sınıfın refah düzeyi yükseldi, sanat patronluğu, teknolojik gelişmeler ve lüks mallar pazarı teşvik edildi. Buna karşılık, Anadolu, Suriye ve Jazira (Kuzeybatı Irak, Kuzeydoğu Suriye ve Güneydoğu Türkiye) – Selçuklu sonrası hanedanları (Rum Selçukluları, Artuklular ve Zengiler) tarafından kontrol edilir- sanat saray himayesinde üretildi ve İslam ikonografisi ağırlıklı olarak Hıristiyan bölgelere tanıtıldı. Ayrıca, sanatçıların bir kısmı, 1220 yılındaki Moğol fethinden kaçarak İran'dan bölgeye göç etti. Patronlar, tüketiciler ve sanatçılar farklı kültür, din ve sanat kökeninden geldiği için, Selçuklu’nun batı bölgelerinde ayırt edici sanatlar üretildi ve gelişti.

Sergi tematik olarak düzenlenmiş ve altı bölümden oluşuyor. Sergi, Selçuklu padişahları ve yönetimde görev alan seçkin kişileri temsil eden eserlerle başlıyor. İkinci bölümde, saray çevresi ve sultanlar ve onların saray ile ilgili faaliyetlerini gösteren sıva kabartmalar, seramik, metal ve diğer malzemelerden üretilmiş eserler görülebilir. Serginin altıncı ve son bölümde ise mezar sanatları üzerinde duruluyor.

DETAYLI BİLGİ:
www.metmuseum.org
Facebook, Instagram, and Twitter via the hashtag #CourtandCosmos.

12 Nisan 2016 Salı

ZILBERMAN GALLERY OPENS NEW SPACE AT GERMANY

Azade Köker, “Betula Pendula”, 2009-2016, mixed media on canvas, 250x200 cm


Zilberman Gallery is pleased to announce its opening show in it’s new gallery space in Berlin, Ultrahabitat, featuring works by Heba Y. Amin, Burçak Bingöl, Azade Köker, Şükran Moral, Imran Qureshi and Walid Siti, on the occasion of Gallery Weekend on 28th of April. With a proven track record of eight years in Istanbul, Zilberman Gallery is looking forward to its next chapter with its new name in Berlin.

ULTRAHABITAT (29 April - 30 July 2016)
If we accept the assertion that people’s identity is inevitably not only physically shaped by the very architecture of their locale, but also psychologically by their diverse sets of cultural values, we have to accept the fact, that especially city life is first and foremost heterogeneous, if anything.
Especially in an increasingly globalized world, governments, therefore, are facing difficulties to assert control over decidedly diverse populations, thus being faced with a social state of hybridity. In order to maintain social order, and to exercise social control, a plethora of socio-political measures are implemented, which often defy the very hybridity, which is at the foundation of city life.
The German-American philosopher, sociologist, and political theorist Herbert Marcuse and his concept of repressive desublimation, emphasize that postwar mass culture and the power of the media, especially when state-run, serves to reinforce political suppression, while laying the foundation for social unrest. As a result, a populace finds itself trapped in an environment that negates today’s ever-changing ways of life, which are as manyfold as a locale’s populace.
Heba Y. Amin creates drawings which may be understood as an antithesis to a desired dwelling. Rather than being inspired by architecture, they represent a decidedly dystopian aspect prevalent in abandoned houses, and certain cityscapes in general. Amin’s use of the opposing colors Black and White serves to accentuate how failed architecture can psychologically impact people’s every-day lives.

Burçak Bingöl, “Günebakan III”, 
2011, ceramic, metal, 33x34x38 cm
Burçak Bingöl challenges the viewer’s traditional perception of an object. Her objects oscillate between the purely decorative, and the useful. With ornamentation playing an important role in her overall oevre, Bingöl’s works have an allure that is derived from an inherent power of attractiveness, thus luring the viewer into thinking that they are something other than what they are culturally vested with.
Azade Köker’s works comment on the state of the individual , and on the relationship of the individual with nature and city life. Often alluding to fragmented cultures and identities, both in cities and countries as a whole, her paintings are never mere representations of nature, but rather transcend nature as a one-dimensional state. They are a plea for multi-dimensionality with the tree often being a symbol for a nature-like, fluid state.
Şükran Moral’s performances are criticism of patriarchal societies and conventions, as well as governmental control mechanisms. Struggling to choose freely in which country to live, migrants resort to solutions, such as marriage that have a profound influence on their future life, in order to obtain a permanent resident status. Often tongue-in-cheek, and sexually provocative the viewer is invited to reassess the process of emancipation.
Imran Qureshi’s approach is rooted in Mughal miniature painting. What is originally derived from Arabic script, ultimately grows into more abstract forms. Qureshi develops narratives informed by his life in Pakistan amid martial law and social unrest. His trademark staining and slithering marks have the allegorical mimicking another reality that is ultimately beyond the viewer’s grasp.
Walid Siti, a three-time Venice Biennial participant investigates the collective memory in society. His work is informed by socio-political realities like war, migration, exile, as well as politics. Assessing the symbolic role of natural landscapes and landmarks, he develops shapes, as well as referencing shapes of nature that echo the tragedies of humans under the influence of war, migration, and exile.

FURTHER INFO
www.zilbermangallery.com
Adres:
Goethestraße 82, Kat 1, 10623 Berlin
T: +49-30-31809900

F: +49-30-31809901

Azade Köker, “Betula Pendula”, 2009-2016, mixed media on canvas, 250x200 cm

ZİLBERMAN GALLERY ALMANYA’DA YENİ MEKAN AÇIYOR
Zilberman Gallery, Berlin’deki yeni mekanının açılışını ULTRAHABITAT sergisiyle yapıyor. Berlin’deki “Gallery Weekend” sırasında 28 Nisan günü açılacak olan sergide, Heba Y. Amin, Burçak Bingöl, Azade Köker, Şükran Moral, Imran Qureshi ve Walid Siti’nin işleri yer alacak. Zilberman Gallery, İstanbul’daki sekiz senelik başarılı çalışmalarını Berlin’deki yeni mekanıyla ve yeni ismiyle uluslararası platforma taşıyor. Sergi, 30 Temmuz 2016 tarihine kadar devam edecek.

ULTRAHABITAT
Eğer insanların kimliğinin sadece fiziksel olarak mimari yapılar ile değil de aynı zamanda psikolojik olarak yaşadıkları kültürel değerlerden beslendiğini kabul edersek, şehir hayatının her şeyden evvel heterojen olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Gittikçe globalleşen dünyada devletler, heterojen toplumları kontrol etmekte zorlanmakta ve bu yüzden de sosyal olarak ikili bir durum ortaya çıkmaktadır. Sosyal düzeni ve kontrolü sağlamak için, sosyo-politik önlemler alınmakta ve bu önlemler de şehir hayatının temelindeki heterojenliği hiçe saymaktadır.

Alman-Amerikalı filozof, sosyolog ve politik felsefeci Herbert Marcuse’nin baskıcı hoşgörü kavramı, savaş sonrası kitle kültürünün, medyanın özellikle devlet kontrolü altında olduğundaki gücünün siyasi baskılamayı desteklediğini ve bu baskının da toplumsal karmaşıklığı doğurduğunu söyler. Sonuç olarak da durmadan değişen yaşam biçimleriyle çelişen koşulların sıkıştırdığı toplum kendini kapana kısılmış hisseder.

Heba Y. Amin’in desenleri, arzulanan meskenin antitezi olarak okunabilir. İşler, mimari görseller değildir; sanatçı, terk edilmiş evlerin, bazı şehir manzaralarının distopik boyutunu temsil etmeyi hedefler. Amin’in siyah ve beyaz gibi kontrast renkler kullanması, başarısız olmuş mimarinin insanların günlük hayatını nasıl etkileyebileceğinin altını çizer.
Burçak Bingöl, izleyicinin geleneksel obje algısını sorgular. Sanatçının objeleri, dekoratif ile işlevsel arasında gidip gelir. Bingöl’ün pratiğinde süsleme önemli bir yer tutar; işlerinin cezbedici çekiciliği, izleyicilere bu objelerin kültürel olarak taşıdıkları rolün ötesinde bir şey olup olmadıklarını düşündürür.
Azade Köker’in işleri, bireyin günümüzdeki durumu ve bireyin hem doğa hem şehirle olan ilişkisi ile ilgili yorum yapar. Sanatçının şehir ve doğadaki parçalanmış kültür ve kimliklere atıfta bulunan resimleri, sadece doğayı temsil etmez; doğanın tek boyutlu bir hal olmasının ötesine geçmeye çalışır. Çok boyutluluğa talep olarak okunabilecek resimlerde ağaç çoğu zaman doğal, akışkan bir halin simgesi olarak kullanılır.
Şükran Moral’in performansları, ataerkil toplumları ve bu toplumların adetlerini, devletin denetim mekanizmalarını eleştirir. Özgür olarak hangi ülkede yaşayacaklarını seçmekte zorlanan göçmenler, evlilik gibi geleceklerini derin ve kalıcı olarak etkileyecek kararlar vermekte ve bu sayede oturma izni almaktadırlar. Çoğu zaman mizah ve cinsel kışkırtmayı işlerinde kullanan Moral, izleyicilerin özgürleşme süreçlerini tekrar gözden geçirmeye davet eder.
Imran Qureshi’nin işleri, Babür minyatür resimlerini çıkış noktası olarak alır. Sanatçı, eski yazıdaki biçimleri soyut biçimlere dönüştürür. Pakistan’da yaşayan Qureshi, ülkesindeki savaş hali ve sosyal karışıklıkları kullanan anlatımlar yaratır. Sanatçının imzası olan lekeleme, sürme işaretleri, izleyicinin anlayabileceğinin ötesinde olan bir gerçekliğin alegorik birer temsiliyetidir.
Daha önce üç kere Venedik Bienali’ne katılmış olan Walid Siti, toplumdaki müşterek hafızayı konu olarak alır. İşlerini etkileyen sosyo-politik gerçekler arasında savaş, göç, sürgün sayılabilir. Doğal manzara ve simgelerin sembolik rollerini tartan sanatçı yeni şekiller üretip doğadaki biçimlere atıfta bulunarak insanların savaş, göç ve sürgünlerden dolayı yaşadıkları trajedilerin yansımalarını üretir.

DETAYLI BİLGİ
www.zilbermangallery.com
Adres:
Goethestraße 82, Kat 1, 10623 Berlin
T: +49-30-31809900
F: +49-30-31809901

9 Nisan 2016 Cumartesi

OTTOMAN TREASURES AT SOTHEBY’S


Fausto Zonaro, ITALIAN, 1854-1929, “The Embarkation, Constantinople”, oil on canvas, Estimate: £40,000-60,000 (€51,500-77,500)
This Spring in London, Sotheby’s will present Orientalist & Middle Eastern Week, dedicated to over 1000 years of artworks and objects celebrating the culture of the Middle East and the wider Islamic world. Comprising five sales in total and running from 15-21 April 2016, the series of auctions includes Sotheby’s annual Orientalist Sale, Arts of the Islamic World, the relaunched 20th Century Art / Middle East sale, Alchemy: Objects of Desire, a single-owner sale featuring Iranian and international contemporary art, and The Library of Mohamed and Margaret Makiya.

Held annually in London since 2012, The Orientalist Sale on 19 April showcases 40 lots representing the finest and most sought-after examples in this field. Exhibited alongside the Arts of the Islamic World, together the two sales offer an opportunity to unite Orientalist paintings with rare and precious works of art from countries under Islamic patronage. Orientalism was essentially a 19th-century phenomenon. While many other movements in 19th-century European art were relatively short-lived, Orientalism's durability lay in its versatility. Travelling from America and Europe to the lands known collectively in the 18th and 19th centuries as the Orient, artists aimed to capture sites, cultures and the bright desert light that few had experienced before. Orientalist art sheds light on the history of these lands – encompassing Morocco in the west through Egypt, Istanbul and the Levant to as far east as Persia and India – from a time when photography was in its infancy and figurative art was not traditionally practised.


A magnificent Ottoman tortoiseshell,
mother-of-pearl, ivory and brass-inlaid scribe's box,
Turkey, late 16th century,
Estimate  200,000 - 300,000 / €254,000 - 381,000
Claude Piening, Sotheby’s Head of Orientalist Paintings, commented: “We have assembled a particularly strong group of works by the key exponents of the genre, who hailed from across Europe and America. All shared a fascination for the richness and colour of Islamic world, be it Bedouin life in the Sahara, worship in the mosques of Cairo and Istanbul, or the hustle and bustle of the streets and markets of Egypt and the Levant.”

Ludwig Deutsch, an Austrian artist working in Paris who first travelled to Cairo in the early 1880s, is revered for his breathtakingly observed scenes notable for their meticulous details. This year’s sale will be led by Deutsch’s Morning Prayers, a luminous masterpiece of 1902 (illustrated on page 1). Estimated at £500,000-800,000, the work demonstrates the artist’s respect for Muslim worship. A powerful and noble evocation of the rites and religion of the Muslim world, Morning Prayers depicts two men absorbed in prayerful contemplation, facing towards the mosque’s mihrab indicating the direction of the Kaaba in Mecca. The identity of the mosque which forms the setting of the work is not known. The lack of architectural detail and the simplicity of the backdrop serve to focus attention on the prayer sequence which so captivated Deutsch and other Orientalist painters used to Christian worship. The minute detail and photographic realism of the painting, from the mother-of-pearl inlaid kursi cabinets and Syrian pendant lamp to the Persian Sauj Bulagh rug – a myriad of textures and surfaces, hard and soft – betrays Deutsch’s rigorous academic training in Paris.


An imperial Ottoman aigrette (surguc),
Turkey, 18th century,
Estimate: £40,000 - 60,000 / €51,000 - 76,500
Among the other key offerings in the sale is a group of works by British artist traveller John Frederick Lewis. Outdoor Gossip, a jewel-like oil of 1873, of two gentlemen of Cairo exchanging news (and the pendant to Indoor Gossip) is estimated at £300,000-500,000; four exquisitely fresh drawings will also be presented, three figural, one of a mosque interior, which have descended in the artist’s family. Outdoor Gossip was exhibited with its companion painting at the Royal Academy in 1874. This seems to have been the first time Lewis shows male and female gendered spaces as a deliberately contrasted pair. While his women are pampered, sequestered, enclosed, his men are relaxed, unrestricted and involved in debate, reflecting the perceived conventions of Eastern society. Indoor Gossip contains an enigmatic twist characteristic of the artist: nearly two-thirds of the painting is occupied by an interior space in shadow, and although the outside world is glimpsed, the figure standing at the threshold faces inward.

Lewis spent ten years living in Cairo, dressing as an Egyptian and assimilating into Egyptian society. During this time he visited Sinai, passing through Suez en route. Seated Arab Merchant at Suez, estimated at £40,000-60,000, is an informal portrait in which the sitter is neither romanticised nor patronised, but portrayed as Lewis found him (illustrated right).

Lewis brings an equally intense scrutiny of facial features and garments to Albanian Guards in Bursa, Turkey, estimated at £50,000-70,000. The artist has deliberately left out the surroundings, so as to focus more intently on the guards’ magnificent apparel and impressive array of weaponry.


The enthronement of Sultan Osman II (r.1618-22),
by a European artist travelling with the Austrian
Ambassador Baron Mollard, circa 1618,
Estimate: £150,000 - 200,000 / €191,000 - 254,000,
oil on canvas, framed, with two old collection labels '1168',
painting: 127 by 107.5 cm, framed: 140 by 121.5 cm.
Istanbul (then known as Constantinople) was a city with a magnetic pull for late 19th-century Western artists. Estimated at £200,000-300,000, By the Fountain by Alberto Pasini is an exceptionaly fine example of the Italian artist’s carefully observed, naturalistic street views, and his reputation as both a fine draughtsman and meticulous colourist. Dominating the composition is a circular, domed rococo fountain typically found in public squares in Turkish towns and cities. Ottoman 'fountains' sometimes incorporated a counter, or sebil, from which refreshments would be served. Here, a man drinks from a tap or çeme, above a carved marble basin. Pasini first travelled to Constantinople on his landmark journey to the East in 1855, which began his career as an Orientalist painter. In this work, Pasini brings together his observations of life in Turkey: ladies in their veils on a market stall, street sellers both negotiating deals and awaiting customers, a resting rider, and tethered horses awaiting the return of their owners.

The searing desert heat and strong light is perfectly captured in The Wadi at Bou Saada by Eugène Giradet, estimated at £150,000-200,000. In 1874, Giradet embarked for Morocco, then travelled to Tunisia and Algeria, for which he developed a particular fondness. He spent subsequent visits in Algiers and Boghari, but above all in El Kantara and Bou-Saâda, in the foothills of the Saharan Atlas, painting everyday scenes.

The Orientalist Sale: 19 April, 2.30pm
Arts of the Islamic World: 20 April, 10.30am
20th Century Art / Middle East: 20 April, 3.00pm
Alchemy: Objects of Desire: 21 April, 2.00pm

FOR MORE NEWS FROM SOTHEBY’S
Visit: www.sothebys.com
Follow: www.twitter.com/sothebys
Join: www.facebook.com/sothebys & www.weibo.com/sothebyshongkong
Watch: www.youtube.com/sothebys


Girolamo Gianni, ITALIAN, 1837-1895, “Constantinople from Beyazit”, 1868, oil on canvas,
Estimate: £70,000-100,000 (€90,500-129,000)

OSMANLI HAZİNELERİ SOTHEBY’S LONDRA’DA
Londra'da 15-21 Nisan 2016 tarihleri arasında düzenlenecek yıllık Oryantalist Eserler ve Ortadoğu Eserleri Haftası kapsamında düzenlenecek olan Sotheby's İslam Dünyası Sanatları müzayedesinde Osmanlı İmparatorluğu'ndan bir dizi seçkin eser alıcıların beğenisine sunuluyor. 1000 yılı aşkın bir zaman dilimi içinde İslam'ın himayesinde üretilen el yazmaları, resimler ve sanat eserleri Sotheby's'in New Bond Street'te bulunan galerisinde 15-19 Nisan arasında görülebilecek ve bunu 20 Nisan 2016 tarihindeki müzayede takip edecektir.

Müzayedenin öne çıkan eserleri arasında, 16. yüzyıl sonlarından kalma muhteşem bir Osmanlı bağa ve sedef kâtip kutusu, Osmanlı saray merasimlerinin bilinen ilk tasviri olan bir tablo ve Arap motifleriyle süslenmiş olan ve İskenderiye'deki Memluk cephaneliğinde tutulan nadir bir haçlı kılıcı bulunmaktadır.


John Frederick Lewis, BRITISH, 1805-1876,
“Interior of Sultanahmet Camii (The Blue Mosque), Constantinople”,
watercolour over pencil, heightened with White,
Estimate: £20,000-30,000 (€25,800-38,700)
Müzayedede Öne Çıkan Eserler:
Avusturya Elçisi Baron Mollard'ın yanında seyahat eden Avrupalı bir ressam tarafından yapılan Sultan II. Osman'ın (1618-22) tahta çıkışı tablosu, yaklaşık 1618 (değer aralığı: £150.000 -200.000 sterlin / €191.000 - 254.000 euro). Bu etkileyici tabloda Sultan II. Osman'ın 26 Şubat 1618'de tahta çıkışı tasvir edilir. Dönemin Avusturya elçisi Baron Hans Mollard von Reinek'in yanında seyahat eden bir ressam tarafından yapılan tablo, bir Osmanlı saray merasiminin belki de bilinen ilk tasvirini temsil etmektedir. Fondaki ikonik Ayasofya Camii'nin hâkim olduğu tablo, resmi bir Osmanlı merasimini Avrupalıların gözünden göstermesi açısından benzersiz bir tarihsel belge işlevi görür. Genç Osman olarak da bilinen II. Osman, Sultan I. Ahmet'in oğluydu ve babasının ölümünden bir yıl sonra tahta çıkmıştı.

İnce kafes işlemeli, altın kakmalı, üzeri yazılı çelik bıçağı (Türkiye, 16. yüzyıl) ve Babür yeşim kabzasıyla (Hindistan, 17./18. yüzyıl) çok nadir bulunan hançer (değer aralığı: £200.000 - 300.000 / €254.000 - 381.000). Bu altın kakmalı hançer, 16. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı imparatorluk zanaatkârlığının muhteşem bir örneğidir. Hançerin bıçağı, dünyanın çeşitli yerlerindeki Müze koleksiyonlarında bulunan benzer süslemeli küçük bir grup eserin bir parçasıdır. Bunlar arasında bir avuç örnek, altın kakma üzerine ayrıntılı ve ince işlenmiş yazılar taşır. Bu örnekte bıçağın iki yüzünde aşk ve ölüm üzerine Farsça ve Türkçe iki beyit yazılmıştır. Bıçakların yetenekli Tebrizli zanaatkârlar tarafından yapılmış ve 1514'teki Çaldıran Savaşı'ndan sonra İstanbul'a götürülmüş olması son derece muhtemeldir.


A rare Iznik lavender-ground pottery matara,
Turkey, late 16th century,
 Estimate: £40,000 - 60,000 / €51,000 - 76,500
Nadir rastlanan lavanta rengi zeminli İznik çinisi matara, Türkiye, 16. yüzyıl sonları
(değer aralığı: £40.000 - 60.000/€51.000 - 76.500). Günümüze kaldığı bilinen sadece tek bir örneği daha bulunan bu İznik çinisi matara, nadir ve heyecan verici bir keşiftir. Dört ayaklı hayvanların but kısımlarındaki deriden yapılan eski mataralardan gelen bu göçebe kökenli mütevazı biçim, Osmanlı dünyasının farklı yerlerinde seramik, metal ve hatta neceftaşından yapılan mataralarda uzun süre kullanılmaya devam etmiştir. Bu örneğin zemini, alışılmadık bir şekilde lavanta rengindedir. İznik çinisi üretiminin kısa süreli ve özgül bir dönemine ait olan bu renkli killer bej, lavanta ve koyu turuncu renklerde oluyordu ve çini ustalarının belli becerilere ve bilgilere sahip olmalarını gerektiriyordu. Bu killer sadece çok kısa bir süre zarfında, 1560 ila 1575 yılları arasında denendi.

Bağa, sedef, fildişi ve pirinç kakmalı muhteşem bir Osmanlı kâtip kutusu, Türkiye, 16. yüzyıl sonları (değer aralığı: £200.000 - 300.000/ €254.000 - 381.000). Cesur bir tasarımın ve özgüvenli bir icranın sonucu olan ve egzotik malzemeler ve egzotik teknikler kullanılarak yapılan bu kutu, Topkapı Sarayı koleksiyonunda günümüze kadar ulaşan en nadide eserlerle karşılaştırılabilecek nitelikte bir saray eşyasıdır. 16. yüzyılda ticaret yoluyla gelen sanatsal etkilere kendini açan Osmanlı'nın zenginliğinin ve zevkinin bir göstergesi olan bu istisnai kutu, en yüksek estetik ve tarihsel öneme sahip, benzersiz bir parçadır. Safavi, Babür, Memluk ve Çin etkilerinin bir sentezini yansıtan eser, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun mükemmel bir kültür potası örneği oluşturduğunu gösterir. Satışa çıkışıyla Osmanlı sanat mirasının zenginliğine ilişkin bilgimizi ve takdirimizi hem genişletmiş hem de derinleştirmiş olan eser, kurumlar ve özel alıcılar için müze kalitesindeki öneme sahip çok önemli bir parçayı satın almak konusunda az rastlanacak bir fırsat sunmaktadır.


An Ottoman tortoiseshell, mother-of-pearl
and ivory-inlaid cabinet with cintamani design,
Turkey, 17th century,
Estimate: £60,000 - 80,000 / €76,500 - 102,000
Doğu Kûfi hattıyla yazılmış ve incelikle süslenmiş nadir bir Kuran sayfası, İran ya da Orta Asya, 1075-1125 civarı (değer aralığı: £200.000 - 300.000 / €254.000 - 381.000). Bu yaprak, en çarpıcı ve güzel Kuran elyazmalarından birinin örneğidir. Yaprak, görkemli bir zarafete ve nefes kesici bir grafik güce sahip bir Kuran'ın parçasıdır ve elyazmasının tüm sayfalarında metin alanının tamamının arka planında yer alan süslemeler, onu Ortaçağ döneminin en zengin biçimde süslenmiş Kuran yazmalarından biri olarak ön plana çıkarır. Özgün elyazması, her biri yaklaşık 75 sayfa içeren 30 cilt halinde toplam yaklaşık 2250 sayfadan oluşmaktadır.

Osmanlı imparatorluk sorgucu, Türkiye, 18. yüzyıl (değer aralığı £40.000 - 60.000/€51.000 - 76.500). Bu imparatorluk sorgucu, 18. yüzyıldaki Osmanlı modasının ve mücevherlerinin mükemmel bir örneğidir. Müslüman hükümdarların sarıklarını süslemek için kullandıkları sorguçlar, Osmanlı sultanları için özellikle önemliydi. Sorguç, dikkat çekici biçimde büyük bir kabaşon zümrüdü çevreleyen gül kesimli elmaslardan, zümrütlerden ve yakutlardan ve üç yana doğru fışkıran yanardöner tavus kuşu tüylerinden oluşan etkileyici bir parçadır. Gösterişli tasarımı, kayda değer bir servete ve mevkie sahip bir erkek için tasarlanmış olduğunu düşündürmektedir.


Amadeo Preziosi, MALTESE, 1816-1882, “Fountain of Ahmed III”, 1851, watercolour and pencil on paper,
Estimate: £30,000-40,000 (€38,700-51,500)
Bağa, sedef ve fildişi kakmalı nadir bir Osmanlı Çintemani Dolap (değer aralığı: £60.000 - 80.000/€76.500  - 102.000). 17. yüzyıl Osmanlı zanaatkârlarının yaratıcılığının zirveye ulaşmış bir örneği olan bu dolap, Amerikalı sanat uzmanı ve koleksiyoner Henry Blackmer'a aittir. Klasik Osmanlı çintemani süslemesinin etkileyici ve göz alıcı bir örneği olan bu motife, bu tür mobilyalarda nadiren rastlanır. 19. yüzyıla kadar Osmanlı iç mekânlarında genellikle mobilya kullanılmıyor oluşu, bu türde ve kalitede bir dolaba rastlamayı son derece zor hale getirmektedir.


Alberto Pasini, ITALIAN, 1826-1899, “By the Fountain, Constantinople”,
1882, oil on canvas, Estimate: £200,000-300,000 (€258,000-387,000)
İskenderiye'deki Memluk cephaneliğinde bulunan nadir bir haçlı kılıcı, Almanya ya da İtalya, 14. yüzyıl sonları (değer aralığı: £30.000 - 50.000/€38.100 - 63.500). 14. yüzyıldan kalma bu kılıç, kendi türünün istisnai bir örneği olmasının yanı sıra Haçlı Seferleri'nin ve savaşlarda kullanılan silahların elden ele dolaşmasının çarpıcı bir tanığıdır. Taşıdığı işaret ve yazıların çeşitliliği açısından olağandışı olan kılıcın üzerine kazınmış Malta hacı onun başlangıçta Hıristiyan ve askeri bir niteliğe sahip olduğunu hatırlatır. Bununla birlikte, sonradan eklenen Arapça yazılar, kılıcın sonradan İskenderiye'deki Memluk cephaneliğinin bir parçası olduğunu ve sonra da İstanbul'daki Aya İrini kilisesine getirildiğini göstermekte ve böylece haçlı silahlarının nasıl sonradan farklı amaçlarla kullanıldığının çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır.


G. Zambelli, ITALIAN SCHOOL, 19TH CENTURY, “The Harbour, Constantinople”, 1891, oil on canvas,
Estimate: £120,000-180,000 (€155,000-232,000)


Sevket Dag, TURKISH, 1876-1944,
“The Imperial Gate, Hagia Sophia”, oil on canvas,
Estimate: £120,000-180,000 (€155,000-232,000)





Mohamed ve Margaret Makiya'nın Kitaplığı: 19 Nisan, 10.30
Oryantalist Eserler Satışı: 19 Nisan, 2.30
İslam Dünyası Sanatları: 20 Nisan, 10.30
20. Yüzyıl Sanatı / Orta Doğu: 20 Nisan, 3.00

Simya: Arzu Nesneleri: 21 Nisan, 2.00