26 Mayıs 2016 Perşembe

MARIO PRASSINOS: HEM TÜRKİYE İÇİN GİZEMLİ HEM DE PERALI BİR SANATÇI PERA MÜZESİ’NDE

Mario Prassinos, “Othello (1963)”, Yün, alçak çözgülü halı, 120 x 145 cm., Özel Koleksiyon, © ADAGP, Paris 2016
Pera Müzesi, 25 Mayıs – 14 Ağustos 2016 tarihleri arasında “Mario Prassinos, Bir Sanatçının İzinde: İstanbul-Paris-İstanbul” sergisi ile sanat yaşamına 20. yüzyıl avangartları arasında Paris’te başlayan Mario Prassinos’u ağırlıyor. Sergi, 20. yüzyılın bu özgün ve Türkiye için gizli kalmış sanatçısını, doğumunun 100. yılında, doğduğu semt Pera’da sanatseverlerle buluşturuyor. Sorularımızı serginin küratörü Seza Sinanlar Uslu yanıtladı.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Ü.K.- Seza Hn, sizin küratörlüğünüzde Pera Müzesi yine özel bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Mario Prassinos (1916-1985), Türkiye için gizli kalmış bir sanatçı dersek yanlış olmaz sanırım. Mario Prassinos ile ilgili bir sergi açma bir fikri nasıl olgunlaştı?
S.S.U.- Bu soruya biraz detaylı yanıtlayacağım zira bu hikâye çok ilginç. 2006-07 yıllarında doktora tez araştırmam sırasında 19. yüzyılın Pera’sında yayımlanan Fransızca gazeteleri dönemin entelektüel ve sanatçılarını takip edebilmek üzere tarıyordum. Bu çalışmada Stamboul gazetesinde özellikle bir yazarın eleştiri yazıları ilgimi çekiyordu. Bu kişi Prétextat Lecomte’du. Adının Prétextat oluşu sıra dışı gelmişti, çünkü Fransızca “prétexte” kelimesi bahane demekti. Nereye baktıysam bilgiler derinleşmiyordu. Esrarengiz bir figürdü. Sonra bir gün google’a sordum bana “Les Prétextats” isimli Mario Prassinos’un yazdığı kitabı gösterdi. Kitabı tanıtan sitede kitabın resimli olduğu bilgisi vardı. Hemen sipariş ettim. Kitap geldi. Bir heyecan açtım, Prétextat’nın yüzünü göreceğim gibi bir hisse kapılmıştım ki, siyah beyaz ve soyut yapıtlar gördüm. Resimlerin altında Mario Prassinos yazıyordu. Yani kitabın yazarı bu resimlerin de sahibiydi. Prétextat daha belirlenmeden şimdi de Mario Prassinos çıkmıştı.

Mario Prassinos, “Sarı-Kırmızı-Siyah Ağaç (1962)”,
Aside yedirme baskı, akuatint ve soğuk kazı,
76 x 56,5 cm., FNAC 35357,
Centre national des arts plastiques, © ADAGP, Paris 2016
Kimdi bu Mario? Kitabı bir solukta okudum ve anladım ki Prétextat, Mario’nun anneannesinin ikinci eşi yani üvey dedesiydi. Mario, ressamdı. İstanbul’da doğmuştu. Ama yaşamı Paris’te devam etmiş ve 1985’te de ölmüştü. Kime ulaşabilirim derken kızı Catherine Prassinos’la irtibat kurdum ve 2009 yılında Paris’te babasının evinde kendisini ziyaret ettim. Gerek o gün evde gördüğüm yapıtlar, gerekse daha sonra eriştiğim çalışmalar ve Mario’nun kişisel öyküsü beni çok etkiledi. Gördüğüm eserler çok çarpıcıydı ama hiç birini tanımıyordum. 2011 yılı sonunda Catherine’i tekrar ziyaret ettiğimde sergi fikrimi ona açtım, bir dosya yapıp Pera Müzesi’ne gidebileceğimi söyledim, görüşlerini aldım. Sanatçının yapıt eksperi olarak yardımcı olacağını söyledi ve ben 2012’de Pera Müzesi’nin kapısını çaldım. Mario, onlar için de bilinmeyen bir isimdi, ama kısa zamanda bu saklı kalmış sanatçıyı, doğduğu topraklara geri getirme fikri hepimizi öyle güçlü bir yerden cezbetti ki doğumunun 100. yılında Pera’lı bu Rum sanatçıyı yine Pera’da izleyicilerle buluşturmaya karar verdik.

Ü.K.- İstanbul’da Rum kökenli sanatçı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mario Prassinos’un sanat yolculuğunu sizden dinleyebilir miyiz? Daha çok eğitim aldığı Paris’teki sanat dünyasından etkilenmiş, döneminin moda akımlarını takip etmiş bir sanatçı diyebilir miyiz?
S.S.U.- Paris’teki sanat ortamından nasıl etkilendiğine gelmeden evvel dilerseniz çok kısa çocukken İstanbul’daki ev ortamından bahsedelim. Zira sanatla tanışması Paris’e gitmeden çok evvel doğduğu evde gerçekleşiyor. Şöyle ki, Mario’yu bulmamıza bahane olan Prétextat Lecomte gazetesindeki eleştiri yazılarının yanı sıra bir ressam ve mozaik ustası olarak da tanınıyor. Baba Lysandros Prassinos ise edebiyat öğretmeni ama amatör bir ressam ve fotoğraf denemeleri yapan biri. Düşünün bir çocuksunuz, evde bir odada babanız, diğerinde dedeniz sürekli sanatla ilgililer, okuyor, yazıyor ve çiziyorlar. Bu durum size nasıl etkiler? Bu alt yapı üzerine Paris’teki ilk gençlik yıllarına baktığımıza Mario’yu öncelikle edebiyat çevresinde görüyoruz. Henri Parisot ile tanışıyorlar. Parisot – Prassinos dostluğu, haftalık mektuplaşmalarla kısa sürede Mario’nun kitap illüstrasyonlarının ortaya çıkışını hazırlıyor. Ve hemen akabinde 21 yaşındayken dönemin büyük sanatçılarının katıldığı L’Art Cruel sergisine davet ediliyor. Bu ilk tecrübeden sadece 45 gün sonra da ilk kişisel sergisini açıyor ve savaş başlayana kadar Prassinos sürrealizmin genç temsilcilerinden biri olarak kendini gösteriyor.
II. Dünya Savaşı ve sonrasında sürrealizmin etkisini yitirdiğini, modernizmin kavramsal sürece yöneldiği bu yıllarda Mario’nun da bir anlamda kendi yoluna gittiğini söyleyebiliriz. Soyut çalışmalar hala etkili olmakla beraber, bu yıllarda resmi kendini anlama aracı olarak kullanmaya başladığını görüyoruz. 


Mario Prassinos, Eygalières, Provence (1983),
Fotoğraf: Yves Gallois, Centre d’Archives Mario Prassinos,
 © ADAGP, Paris 2016

Ü.K.- Mario Prassinos, sanatının ilk dönemlerinden farklı bir yöne evriliyor ve 1970’li yıllarda İstanbul’dan izler taşıyan peyzajlar üretmeye başlıyor. Sanatçının bu dönemi hakkında neler söyleyebilirsiniz? Mario Prassinos’un İstanbul’unu nasıl tanımlarsınız? Hangi yıllar arasında İstanbul’da yaşamış? Sanırım Paris’te vefat etmiş.

S.S.U.- Türk Peyzajları serisi aslında bir anda ortaya çıkmıyor. 1958 yazını Spetses adasında geçiren sanatçı, burada servi resimleri yapıyor. Servilerin Prassinos için özel bir anlamı var. Çocukken evlerinin terasından Üsküdar’daki servi koruluklarını izlediğini yazıyor sanatçı. Spetses adasının da Büyükada ile ilişkili gördüğünü ifade ediyor. Yani serviler, belleğinde yer alan imgelerden biri olarak sanatçının geçmişe yönelişinin hazırlayıcısı oluyorlar. Nitekim bu yönelme onu bir taraftan da ata figürlerine; baba ve dedesine odaklanmasını ve soyut imgesel portreler yapmaya sevk ediyor. Türk Peyzajları tam da bu safhalardan sonra ortaya çıkıyor; diğer bir deyişle ressam ata figürlerden ata yurduna yöneliyor.

Mario’nun İstanbul’unu tanımlamaya gelirsek resimleriyle beraber sanatçının kaleme aldıklarına da bakmak gerekir. Ölmeden iki yıl önce yazdığı La Colline Tatouée / Dövmeli Tepe kitabı açıkçası küratör olarak benim için de çok önemli bir kaynaktı. Ressamın tam bir yazara dönüştüğü bu kitapta yer yer kurgusal yer yer bellekten dökülen anılar Mario’nun geçmişine, doğduğu şehre dair hislerini zihnindeki İstanbul’u anlamamızda yol gösterici oldu. 6 yaşında yaşadığı yerden ayrılan bir çocuk neyi ne kadar hatırlayabilir diye sorabiliriz. Ama bu sorunun cevabı Mario Prassinos özelinde neredeyse tüm bir sanat kariyeri olarak karşımıza çıkıyor desek mübalağa etmiş olmayız. Ölene kadar İstanbul’a hiç gelmemiş olmasına rağmen, resimlerinde bilinçaltından gelen imgelerle çocukluğuna dolayısıyla İstanbul’a dair imgelerin izini sürerken bir yandan da olanca samimiyetiyle geri dönmeyi hayal etmiş olduğunu görüyoruz.
Ne mutlu ve hoş bir sürprizdir ki araştırmalarımız sonunda Prassinos Ailesi’nin İstanbul’daki evini bulduk. Hatta dairenin sakinleriyle Catherine Prassinos’u da buluşturduk. Böylece sergi kataloğunda Son Sözde Mario Prassinos’un yazdığı eve geri dönüş hayalini de bir biçimde gerçekleştirmiş olduk.

Ü.K.- Sanatçı, resim çalışmalarının yanı sıra kitap illüstrasyonları, dokuma ve gravürler de gerçekleştirmiş. Sergide bu eserlerin de örnekler yer alıyor. Sergi için Mario Prassinos retrospektifi diyebilir miyiz?
Evet, sergiyi retrospektif bakış açısıyla kurguladık. Dekor, kostüm ve seramik tasarımları dışında tüm farklı teknik ve farklı tür yapıtlarından en özel, en çarpıcı örnekleri seçtik.


Mario Prassinos, Kırmızı Alpilles (1978), Bakır üzerine akuatint, aside yedirme baskı ve kazıma, 57 x 76 cm., FNAC 35371, Centre national des arts plastiques, © ADAGP, Paris 2016
Ü.K.- Serginin hazırlanmasında sanatçının kızı Catherine Prassinos’un da önemli bir rolü var. Mario Prassinos’un eserlerinin uzmanı aynı zamanda. Babasının sanatına bu şekilde sahip çıkması ve temsil etmesi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
S.S.U.- Fransa’da oldukça yaygın bir durum bu aslında. Sanatçıların eserleri vefatlarından sonra ailenin mülkiyetine geçiyor. Ve aile bireyleri de eğer ilgileri varsa doğal olarak eksper olarak tanımlanıyorlar. Neticede “babamın resimlerini en iyi ben tanırım” dediklerinde karşılarında kimse hayır deme cesareti bulamıyor. Dolayısıyla çok sanatçı yetiştirmiş Fransa’da bu yolla eksper olmuş çok isme rastlıyoruz. Catherine Prassinos da bu yolla eksper olmuş ama babasının yapıtlarını gerçekten iyi bilen ve araştıran biri. Öyle ki bu sıfatı kendi yaşamında profesyonel bir mesleğe dönüştürmüş.


Soldan sağa: Pera Müzesi Genel Müdürü Özalp Birol; Mario Prassinos uzmanı Catherine Prassinos; sergi küratörü Seza Sinanlar Uslu.
Ü.K.- İstanbullu izleyicilere, bu sergiyle ilgili ne gibi özel ipuçları verebilirsiniz? Sergiyi gezerken özellikle neyi atlamamalılar? Hangi eserin önünde özellikle daha fazla vakit geçirmemeliler?
S.S.U.- Hepsinin! Ben bir şey söylemesem de izleyiciler sezgisel olarak birçok esere önü alınmaz bir merakla kendiliğinden yaklaşacaklardır. Bundan eminim diyebilirim zira sergilediğimiz yapıtlar hakikaten çok çarpıcı ve farklı. Her bir eserin ağırlığı öylesine göz ardı edilemezdi ki sergiyi tasarlarken mekânı dengeli kullanmaya eser sayısını kontrollü tutarak mekânda bir tür eser bombardımanı yapmamaya özellikle özen gösterdik. Bilgi panolarında da olabildiğince net ve duru olmaya çalıştık. İzleyiciler için tatmin edici olacağını umuyorum.
Bununla beraber şunu söyleyebilirim ki, benim zihnimde İstanbul’da bir Mario Prassinos sergisi yapma fikrini doğuran yapıtları dokumalarıydı. Özellikle Turquerie, Rose Turque ve Suaire yani kefen çalışması benim için sergide mutlaka yer alması gereken eserlerdi. Öyle de oldu. 


Mario Prassinos, “Kuzgun (1952)”, Ağaç baskı, 28 x 36 cm., Centre d’Archives Mario Prassinos,
© ADAGP, Paris 2016
Ü.K.- Son olarak Türk Sanat Camiasından sanatçılarla yakın ilişkisi olmuş mu? Öğrencisi olan Türk sanatçılar var mı?
S.S.U.- 1950-60’larda Türkiye’den Paris’e giden, oraya yerleşen birçok sanatçı var. Araştırma sürecinde bu konuyu derinleştirmek istemiş olmama rağmen çok net ilişkiler saptayamadım. Catherine “Bir Abidin vardı, bize gelirdi, babamla Türk ve Rumu oynarlardı aralarında” diyor. Muhtemelen Abidin Dino’dan bahsediyor. Ama bugün bunu kesinleştirecek yanıtı alabileceğimiz Dino Ailesinden kimse yok. Umuyorum ki bu röportaj vesilesiyle Prassinos’u tanıyanlar çıkabilir ve bize ulaşabilirler. Benim kişisel kanaatim Mario’nun Fransa’daki popülerliğini göz önünde bulundurursak ve de içinde yer aldığı güçlü entelektüel çevreyi dikkate alırsak onu tanımış yerli sanatçılarımız mutlaka olmalı.

En azından şundan emin olabiliriz ki bu sergi ile bu şehirde Mario Prassinos’u bundan sonra tanıyan çok kişi olacağız.


Mario Prassinos, “Denizin Gecesi (1972)”, Bakır üzerine akuatint ve soğuk kazı, 76 x 56 cm., FNAC 35364, Centre national des arts plastiques, © ADAGP, Paris 2016


Mario Prassinos, “Ağaçlar (20 Temmuz 1984)”, Tuvale yapıştırılmış Arches kâğıdı üzerine yağlıboya, 75,4 x 105,8 cm., FNAC 35303, Centre national des arts plastiques, © ADAGP, Paris 2016

17 Mayıs 2016 Salı

THE 5th INTERNATIONAL ÇANAKKALE BIENNIAL

Kalliopi Lemos, Güvenli Geçiş İçin Vaatler (2012) ©CABININ.

The 5th International Çanakkale Biennial (24th September – 6th of November 2016) entitled: “Homeland” (Vatan, Heimat, الوطن, الأم, Patria) with the distinguished participation of artists, art and culture institutions, art critics and curators, will focus on the homeland/heimat imaginations bound to 20th century nationalism and its tragic and problematic consequences being witnessed as constant global emigrations, refugees and exiles.

The source of inspiration for the 5th International Çanakkale Biennial is the philosopher, writer and journalist Villém Flusser, a refugee of WWII. His words about the concept of homeland/heimat, which were the motivation for the concept of the 5th International Çanakkale Biennial, penetrate into the innermost core of the migrant and refugee tragedy that confronts humankind in the 21st century: “Homeland is not an eternal value but rather a function of a specific technology; still, whoever loses it suffers. This is because we are attached to heimat by many bonds, most of which are hidden and not accessible to consciousness. Whenever these attachments tear or are torn asunder the individual experiences this painfully, almost as a surgical invasion of his most intimate person.”1

What does homeland mean today in active politics? Many political parties with rightist national ideologies name themselves “Homeland Party” which implicates a dedication and commitment to homeland, places it in sacredness and exempts it of any criticism. The concept is commonly used as a unique, unchangeable identity and source, and supposed to have mostly positive connotations. Home sounds like a harmless concept when used by right-wing extremists to convince the people that they have a moderate discourse. However, a Foucauldian interpretation claims the opposite: “The home supports the operations of modern regimes of power, bio-power, procedures and technologies of self, regulating and determining the habits of the body. Thus habituating the connections between the body and the nation, they function as regulatory controls: a bio-politics that results in excommunication from the home and homeland. Home and Homeland are interlinked; the home is intimately tied to what Foucault calls the games of truth, relations of power and forms of relations to oneself and to others.“2


Bikem Ekberzade, Crossings, The Refugee Project, 2015-2016.

The ongoing common judgement is that the individual cannot choose his/her homeland/heimat but is born to it and it is his/her fate. The ones who are not born in that homeland are foreigners, who cannot be accepted or forgiven when they claim any kind of affiliation. Evidently, this kind of socio-political formula is an explicit clash with neo-capitalist cosmopolitanism as well as with globalism, which, through rights of world citizenship as well as financial profits through human migration, allows and provokes people to live where they want. The rights to live in a chosen country or the wish to live rootlessly and the forced immigration or the refugee problem are two sides of these socio-political and economic arguments.

In both cases, immigration is elaborated by right wing politics as challenging and precarious to the concept of homeland/heimat since the right to live rootlessly as a world citizen or forced immigration opens up a flexibility, elimination and dispersal in the concept of homeland /heimat. For right wing politics, this concept combines the basic assumptions of all radical and nationalist ideologies, according to which the individual is not free as a central, active subject, but submits to a supposedly closed, homogeneous community.

What is happening now on the shores and borders of Europe is almost prophesied in Foucault’s Madness and Civilisation: “Confined on the ship, from which there is no escape, the madman is delivered to the river with its thousand arms, the sea with its thousand roads, to that great uncertainty external to everything. He is a prisoner in the midst of what is the freest, the openest of routes: bound fast at the infinite crossroads. He is the Passenger par excellence: that is, the prisoner of the passage. And the land he will come to is unknown—as is, once he disembarks, the land from which he comes. He has his truth and his homeland only in that fruitless expanse between two countries that cannot belong to him.”3


Ali Miharbi, Labirent, 2013.
Based on this quotation, in his essay William Walters4 discusses migration, deportation and viapolitics following in Foucault’s footsteps. In this poetic paragraph, Foucault mentions the Narrenschiff (the ship of fools, the ship full of mad men drifting into the harbours of European cities, their removal ordered by the authorities). Walters explains: “What was the meaning of this practice of using ships to ferry away the mad men? Foucault insists it was more than a ‘general means of extradiction’; it was a highly symbolic act that had everything to do with the way madness was coming to haunt the imagination of the Renaissance.” With the term viapolitics he indicates “a migration policy-scape that is increasingly preoccupied with the routes and journeys taken by migrants crossing militarized and surveilled borders. Whole territories are now labelled ‘transit countries’, and their governments are pressured to crack down on migrant routes”. This hard-hearted determination, defined here as viapolitics, confronts the poetic expression of Foucault and the current tragedy of the refugees, precisely delineating the cold-blooded system, logistics, method, techniques and processes of the current condemnation to homelessness.

Now, witnessing the images of drifting and sinking boats in the Aegean and Mediterranean seas, we have to ask the question: What is the reason for today’s immigration, deportation and that viapolitics?

Today it is difficult to live in a very complex and enigmatic region such as the Middle East, a region of ancient civilisations that made the World we live in. Throughout the centuries it was a realm of utmost creativity, thought and wisdom, while from the 19th century on it became a region transformed under imperialism and other radical ideologies, bearing all the welfare, but also the vices and burdens of 20th century politics and economy. Words can neither describe the magnificence of its nature and monuments nor define the disasters, interrupted lives and war as it exists in this region.3

The majority of people living in the region were born into a modernized yet traditional society as programmed by colonisation and had to face one of the most ambitious utopias of 20th century, with the paradox, however, that their region was called “the Third World” or “the periphery” from that moment on, while the winds of liberalism, socialism, communism, militarism, internationalism, nationalism, fundamentalism, McDonaldism, multiculturalism swept over it. They ended up living in a post-peripheral globalism, dystopic and heterotopic. It was a century of constructing and deconstructing, making and remaking. This story, full of paradoxes, hopes, disappointments, fits with the stories of many individuals in this region. Now, our hearts cry with tears of blood for the millions of people who have had to leave their homelands and are now suffering such a great loss.

Many artists and art experts of various creative disciplines throughout the 20th century and in the 15 years of 21st century have lived or are living within this geopolitical, social context. Since post-modernism and within the prospects of globalization, they have tried to deconstruct the complex mechanism of peripheral modernism and reconstruct an art system based on free and independent creativity, on interactive exchange of thoughts and concepts and on collaborative projects with international fellow critics and curators. Fortunately, this process was supported by current discourses with their positive impact on the art theory of the late 80s and 90s.

From the mid 80s on, the outcome of the efforts of artists and people involved in art became relatively visible and sustainable in Istanbul, Bagdad, Damascus, Beirut, Amman, Baku, Tbilisi, Yerevan, cities which embody the end of century phenomenon such as dystopia/heterotopia and neo-topia, all to be an extremely fertile field for artistic creativity.

From mid-90s on, the interest of world-wide intellectuals, artists and art investors shifted to these cities, representing cosmopolitan environments rather than local national characterisitics. The question was how to use this opportunity to reconstruct interactive, interdisciplinary art events and art appreciations which can transcend the -isms of the 20th century and open a horizon to democracy. In fact, history was repeating itself. At the beginning of 19th century, Western Modernism took its inspirations from remote Africa, Asia, Asia Minor and the Middle East. Early modern painting and sculpture, as well as middle and late modernism, have been pregnant with formal and theoretical influences from the Non-West. It has happened again. There were two ways of nourishing Eurocentric ambitions: The intellectuals and artists and other creative individuals emigrated to Euro-centres and to the USA, or art experts of the West infiltrated the art scenes of the Non-West, selecting ideas, trends and models.

This might be a raw and negative description of what is happening for three decades under the aegis of global exchange. To our delight, it has another face. Because of the nature of globalization the people are inevitably connected and because of the ethics of globalization there is a kind of cultural correctness on the level of intellectual production.

On the other hand, globalization also created the consciousness of civil society, together with its infrastructure in the form of NGOs and civil initiatives acting as a membrane as well as a transmitter between the political and economic powers and society and individuals. Civil associations have made a difference in the art world since the beginning of 90s; they have prepared the networks for the individuals working in different fields of art and culture.4

In order to resist a new colonisation of any sorts, the artists and art experts had to learn to utilize this tool for their benefits. However, pro-western policies with weak economies are effectively re-colonized. There is still a tension between the old infrastructures (polarized world structures) and the new. There is also a tension between old nationalism, new nationalism and transnationalism. Cultural and artistic exchange plays on this territory of multi-tensions. It is also paradoxical that the people have to keep one part of the memory alive – for the immigrant and the refugee it is the homeland/heimat – because there is no culture without memory, as Umberto Eco defined it in his video interview: “Shared memories mean common identity. We cannot think of ourselves as Europeans if we are not able to restore an European identity. Parallel to individual memory is the library, the vegetal memory. If somebody loses his memory he becomes a plant. Hell has no meaning without memory.”5

At the same time, people should persuasively question the part played by memory, which can poison their current and future plans. It is a very fragile path. At this point – dealing with memory, the homeland/heimat – we have to rely on the artists, who have been dealing with it according to a post-modernist process. For two decades we can observe in the works of artists all kinds of detailed research into their origins and collective memory, deciphering political, economic, social, cultural complexities related to ideological interventions, focusing on the very core of the relation between everyday life and art.

In Raoul Vaneigem’s words: “The history of our times calls to mind those Walt Disney characters who rush madly over the edge of a cliff without seeing it, so that the power of their imagination keeps them suspended in mid-air; but as soon as they look down and see where they are, they fall. Contemporary thought, like Bosustov’s heroes, can no longer rest on its own delusions. What used to hold it up, today brings it down. It rushes full tilt in front of the reality that will crush it: the reality that is lived every day. Is this dawning lucidity essentially new? I don’t think so. Everyday life always produces the demand for a brighter light, if only because of the need which everyone feels to walk in step with the march of history. But there are more truths in twenty-four hours of a man’s life than in all the philosophies.”6

Despite all the generalization, standardization and totalitarianism in the world, this twenty-four hours makes all the difference within the supremacy of the corporate economy and global politics. The blood-stained history of the last decades is the production of the political intervention into the homeland/heimat bound everyday activity of the people.

Artists are evidently aware of the significance of it, approaching these twenty-four hours in detail, itemising and particularising the facts with his/her inevitable sophistication and insouciance. The magnitude of this task can be seen in the images of desperation, emergency, clamour and transgression. The viewer generously, but cunningly gives the artist the right to intervene into the minute detail of the common life and the authority to cry out his/her message to the world from a homeland. The viewer makes the artist an accomplice.

However, in non-democratic or semi-democratic countries, contemporary art works are either considered a vital criticism of the status quo and state policy or not evaluated as metaphorical tools to empower democracies. One of the main reasons for this misrecognition is the lack of fundamental infrastructure of contemporary art to enable its influence on the visual thinking of 5 society. The other reason is that society is not ready to change its mind and behaviour by utilizing the post-modernist patterns, models and concepts.

And now we are exposed to realize the suffering, misery and death created by the forced or voluntary immigration through the oppressive and destructive political decisions in the world order that defines itself as globalization in the sense that it promises equality, human rights and the benefits of advanced science and technology. It is explained as the outcome of the neo-capitalist system even by the supporters of the system without any suggestion of a possible restoration. Even recognized by the supporters of the present system there are no immediate attempts to rectify it and they even refuse to draw the necessary conclusions.

The 5th International Çanakkale Biennial will be a perfect opportunity for us to face and challenge the global human movement with the universal language of contemporary art and thus have a civil commitment and positioning towards the ongoing tragedy. The Biennial will try to raise questions about the sustainability of ideas of national and ethnic identity in a world whose borders are becoming increasingly accidental and penetrable. It will try to open discussions on the traditional and post-modern societies which are now in flux, opposed by the global sweeping of networks and an excess of visual culture initiatives, despite their persistent traditional or modernist socio-political and economic infrastructures and epistemologies.

In inviting the artists, curators and institutions to observe, examine and interpret these themes, thesis and discourses, the Çanakkale Biennial may present a discourse which will advocate that even if the migrants/refugees are exposed to be changed by the society they migrated to, human history has revealed that they have challenged and transfused the host society with a new creativity and vision.

Beral Madra, January 2016

1.Vilém Flusser, The Freedom of the Migrant: Objections to Nationalism, University of Illinois Press.
2.Eric Harper and Charity Njoki Mwaniki, ‘Foucault: On Home and Homelessness’, http://www.academia.edu/10313350/Foucault_ Home_and_Homeless_presentation_at_the_Critical_Space_Conference_London_. Accessed January 2016.
3.Michel Foucault, Madness and Civilization: A History of Insanity in the Age of Reason, 1988, p. 11
4.William Walters, ‘On the Road with Michel Foucault: Migration, Deportation and Viapolitics’, http://www.academia.edu/ 7344475/On_the_Road_with_Michel_Foucault_Deportation_Aviation_and_Viapolitics. Accessed January 2016.
5.Umberto Eco, ‘Sulla memoria. Una conversazione in tre parti, 15’. Capitolo 1. 6’ 5 ’’. Directed by Davide Ferrario. http://www.codiceitalia2015.com/en/exhibition/on-memory. Accessed January 2016.
6.Raoul Vaneigem, ‘The Revolution of Everyday Life’, http://72.52.202.216/~fenderse/EVERYDAY.htm. Accessed January 2016.

The curatorial team of the 5th International Canakkale Biennial: Beral Madra, Seyhan Boztepe, Deniz Erbaş

FURTHER INFO
Twitter: @canakkalebienal

Facebook: CanakkaleBienali


Ali Miharbi, Labirent, 2013.
5. ULUSLARARASI ÇANAKKALE BİENALİ “ANAVATAN” BAŞLIĞIYLA 24 Eylül - 6 Kasım 2016 TARİHLERİ ARASINDA
Bu sene 24 Eylül - 6 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirecek 5. Uluslararası Çanakkale Bienali’ne dahil olacak sanatçılar, İstanbul’da düzenlenen basın toplantısında, küratöryel ekip ve Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın katılımıyla duyuruldu.

Adrian Paci (Arnavutluk-İtalya), Ahmet Elhan (Türkiye), Aissa Deebi (Filistin-İsviçre), Akam Shex Hadi (Irak), Alfredo Jaar (Şili-ABD), Ali Miharbi (Türkiye), Angela Melitopoulos (Yunanistan-Almanya), Anur Hadžıomerspahıć (Bosna-Hersek), Bikem Ekberzade (Türkiye), Birgit Johnsen – Hanne Nielsen (Danimarka), Boris Mikhailov (Ukrayna-Almanya), Bouchra Khalili (Tunus-Fransa), Canan Beykal (Türkiye), Cem Demir (Türkiye), Cengiz Aktar (Türkiye), Çınar Eslek (Türkiye), David Larsson (İsveç), Eleni Mylonas (Yunanistan), Esin Turan (Türkiye-Avusturya), Ezgi Kılınçaslan (Türkiye-Almanya), Ghazel (Fransa-İran), Haider Jabbar (Irak), Halil Altındere (Türkiye), Josephine Turalba (Filipinler), JR (Fransa-ABD), Kalliopi Lemos (Yunanistan-İngiltere), Maher Abdel Aziz (Suriye-İsveç), Mehmet Erim (Türkiye), Nevin Aladağ (Türkiye-Almanya), Norayr Kasper (Kanada-Türkiye), Peter Aerschmann (İsviçre), Pravdoliub Ivanov (Bulgaristan), Reysi Kamhi (Türkiye), Roza El Hassan (Suriye-Macaristan), Sabine Küper-Büsch & Thomas Büsch (Almanya-Türkiye), Sermin Sherif (Türkiye-İngiltere), Tuğba Elmacı (Türkiye), Vahit Tuna (Türkiye).

Yerelde örgütlenen sivil bir inisiyatif olan CABININ tarafından hayata geçirilen Uluslararası Çanakkale Bienali, dünya gerçekliğinin ve gündeminin, Çanakkale kentinin özgün bağlamıyla kesişim alanlarına yoğunlaşan bir perspektifle yapılandırılıyor. 24 Eylül – 6 Kasım 2016’da gerçekleştirilecek 5. Çanakkale Bienali, “göç” olgusunu “Anavatan” kavramı üzerinden çağdaş sanat bağlamında ele almayı; bu gündem etrafında yerel ve küresel ortamlarda sürmekte olan düşünsel ve yaratıcı süreçlere katkı sunmayı amaçlıyor.

5. Uluslararası Çanakkale Bienali, ilhamını Çekoslovakya asıllı felsefeci, yazar ve gazeteci Vilem Flusser’in (1920-1991) göçmenlik ve mültecilik üzerine düşüncelerinden alıyor. 5. Uluslararası Çanakkale Bienali, “Anavatan ebedi bir değer değil, daha çok özgül bir teknolojinin işlevidir; yine de onu yitiren acı çeker. Çünkü o anavatana, çoğu gizli olan ve bilinç düzeyine çıkamayan birçok bağ ile bağlıyızdır. Bu bağlar koptuğunda ya da koparıldığında, birey bunu büyük bir acıyla, adeta en derindeki varlığının cerrahi bir müdahaleye uğraması gibi deneyimler” diyen ve kendisi de bir 2. Dünya Savaşı mültecisi olan Çekoslovakya asıllı felsefeci, yazar ve gazeteci Vilem Flusser’in (1920-1991) göçmenlik ve mültecilik üzerine düşüncelerinden ilham alıyor.

5V2A2702Modernist paradigmanın “anavatan” tahayyülünün günümüzdeki etkilerinin, Post-modern yersiz-yurtsuzlaşma olgusu, güncel siyasal-ekonomik sorunların yarattığı küresel göçler, mültecilik ve sürgünler ile bizzat zorlanan ulus-devlet sınırları gibi çeşitli yönleriyle ele alınacağı bienalin 5. edisyonunda, Türkiye, Orta Doğu ve Avrupa’dan çağdaş sanatın yanı sıra foto muhabirlik, belgesel, sinema, tasarım, basın gibi farklı disiplinlere yayılan 40 sanatçının milliyet, kimlik ve ötekileşme gibi temaları irdeleyen; günümüzde yaşanan göç krizinin farklı yönlerini odağına alan yapıtlarına yer veriliyor. Başta ana bienal sergi mekanı olarak Eski Sahil Sıhhiye (Piri Reis Müzesi) olmak üzere, MAHAL Sanat ve Palamut Depoları Bölgesi, Eski Ermeni Kilisesi, Mekor Hayim Sinagogu, Korfmann Kütüphanesi, Çanakkale Arkeoloji Müzesi, Çanakkale Seramik Müzesi (Eski Er Hamamı), Ece Ayhan Evi, ÇTSO Çanakkale Evi, Çanakkale DGSG gibi kentin önde gelen mekanlarının kullanılması öngörülüyor.

Küratoryel ekipte, Beral Madra, Seyhan Boztepe ve Deniz Erbaş’ın yer aldığı, Çanakkale Belediyesi’nin Ana destekçi olduğu Uluslararası Çanakkale Bienali, CABININ (Çanakkale Bienali İnisiyatifi) Sivil Toplum Girişimi’nin etkinliğidir. İsveç, İsviçre, ABD, Almanya, Macaristan gibi yabancı ülke temsilciliklerinin yanı sıra birçok yerel, ulusal ve uluslararası sivil toplum, kamu ve özel sektör kuruluşu ile Ellis Adası Müzesi, Ruya Foundation, Anadolu Kültür, Galeri Polaris, Galeri Suzanne Tarasieve, Pilot Galeri, Kuad Galeri gibi sanat kurumların katkı ve işbirlikleriyle hayata geçirilmektedir.

Bienal Ekibi:
Genel Sanat Yönetmeni: Beral Madra
Genel Direktör: Seyhan Boztepe
CABININ Yönetici Küratörü: Deniz Erbaş
Sergileme Direktörü: Kubilay Özmen
Organizasyon Ekibi: İsmail Erten, Özen Algönül Erkek, Cem Katı, Didem Gürdoğan, Aynur Ganiler, Mert Karaçıkay, Çağla İlk, Ilgın Aydınoğlu, Erdal Sezer, Irene Panzani, Ender Açıkalın, Yıldırım Şahiner, Onur Tekin…
Tasarım: Serdar Negir

DETAYLI BİLGİ
Bienal hakkında gelişmeleri takip etmek için Twitter’da @canakkalebienal ve facebook’ta CanakkaleBienali hesaplarını takip edebilirsiniz. 

12 Mayıs 2016 Perşembe

YEŞİM AKDENİZ: CLUB DYSTOPIA

Yeşim Akdeniz, 'Adventures in the Anthroppocene' series - Last Dance in Taksim, 2016, oil on canvas, 145 x 170 cm // 'Anthropocene Maceraları' serisinden - Taksim'de Son Dans

Club Dystopia is a fictitious club imagined by the artist populated by re-creations of now demolished buildings typical of the early Republic of Turkey, buildings whose architecture reflected the idealism of the newly founded nation state. Club Dystopia is Yeşim Akdeniz’s second exhibition with Pi Artworks. Exhibition runs between 13 May and 25 June 2016.
She had previously exhibited with foundations such as MAK Museum (Vienna, 2013), Guggenheim Gallery (Los Angeles, 2013) and Stedeljik Museum (Amsterdam, 2004).

Images of deformed, often unpopulated buildings isolated from their original contexts, are central elements within Akdeniz’s recent paintings. Those within her Club Dystopia are public buildings built with the aim of modernizing society in 1930's Turkey, and helping it adopt to a new lifestyle defined as ‘ideal’. Within the club we encounter Taksim Municipality Casino, Çubuk Dam Casino, Ankara Exhibition House, and the factory buildings that used to populate various parts of Istanbul. Those buildings, now demolished or converted to different purposes, reflect the influence of Soviet architecture both in their aesthetic and their symbolic attempt at ‘social engineering’. They are the silent representatives of an in-between interpretation of modernism, and have been the victims of the constant desire to erase the past and imposing the new. A mentality similar to that which led to their construction.


Yeşim Akdeniz, 'Adventures in the Anthropecene' series - Entertainment in Çubuk Dam, 2016, oil on canvas, 120 x 140 cm // 'Anthropocene Maceraları' serisinden - Çubuk Barajı Eğlenceleri
In these paintings, we can see the desire to affect human-life and pass on ideology through architectural objects. In these recent works Akdeniz is inspired by the Object Oriented Ontology* (OOO) doctrine (especially Timothy Morton’s texts) as well as the Anthropocene, which refers to an era the world is believed to have entered characterised by global geological and ecological changes created of human activities. Based on these ideas, Akdeniz points out how nature is reshaped and transformed by the human hand.

The buildings and objects that came together in her interior and outdoor depictions have an aura. In the artist’s compositions, they escape from human control and start their own life cycle and dialogues.

In the work titled 'Adventures in the Anthropocene' series - Last Dance in Taksim, there’s a dancing woman, the only human figure that can be seen in the series. This work recalls Taksim Municipality Casino, which does not exist anymore. At the same time it raises contemporary concerns about the district’s current chaotic situation.

* Object Oriented Ontology: The doctrine defends that human should not be considered to have a privileged position among the non-human objects.

YEŞİM AKDENİZ
Yeşim Akdeniz, b. 1978. Major exhibitions include The Secret Life Of My Coffee Table (solo), Pi Artworks London, UK (2015); Those Opposing and Those Sympathizing (solo), Dirimart, Istanbul, Turkey (2014); Le Peintre de la Modern, Galerie Jochen Hempel, Leipzig, Germany (2013); Wir Drei, Guggenheim Gallery, Los Angeles, USA (2013); Signs Taken in Wonder, Museum für Angewandtekunst, Vienna, Austria (2013); A Dream Within a Dream (solo), PAK Kunstverein, Hamburg, Germany (2011); and Confessions of Dangerous Minds, Saatchi Gallery, London, UK (2011). Major collections holding her work include Deutsche Bank Collection, Germany; De Nederlandsche Bank Collection, Germany; Fries Museum, The Netherlands; and De Ateliers, The Netherlands.

Yeşim Akdeniz: Club Dystopia
Pi Artworks Istanbul
info@piartworks.com
İstiklal Cad. Mısır Apartmanı 163/4 Beyoğlu
13 May - 25 June 2016
Private view: 12 May, Thursday, 18:30 - 20:30
10.00 - 19.00 (Except Sunday)


Yeşim Akdeniz, 'Adventures in the Anthropocene' series - Ankara, 2016, oil on canvas, 80 x 100 cm // 'Anthropocene Maceraları' serisinden - Ankara
YEŞİM AKDENİZ: KULÜP DİSTOPYA
Yeşim Akdeniz 2015 yılında Pi Artworks Londra'da açtığı The Secret Life Of My Coffee Table başlıklı sergisinden sonra, Pi Artworks İstanbul için Kulüp Distopya'yı kurguluyor. Sergi 13 Mayıs - 25 Haziran 2016 tarihleri arasında gezilebilir. Yapıtları daha önce MAK Museum (Viyana, 2013), Guggenheim Gallery (Los Angeles, 2013) ve Stedeljik Musuem (Amsterdam, 2004) gibi kurumlarda sergilenen sanatçı, bu gerçeküstü kulüpte, erken dönem Cumhuriyet mimarisinin ulus devlet kurma ülküsünü yansıtan ancak bugüne ulaşmayan örneklerini, kendi resim dünyasında yeniden yaratıyor.

Deforme edilmiş, orijinal bağlamlarından soyutlanmış mekan görüntülerine Yeşim Akdeniz'in son dönem pratiğinde sıkça rastlanır. Sanatçının gerçeküstü kompozisyonlarına bu kez, 1930'larda modernizmi Türkiye halkının yaşamına sokmak, onlara ideal bir hayat tarzı benimsetmek amacıyla inşa edilen kamusal binalar giriyor. Bu bağlamda Taksim Belediye Gazinosu, Çubuk Gazinosu, Ankara Sergi Evi, İstanbul'un çeşitli yerlerindeki fabrika binaları, Akdeniz'in resim evreninde çeşitli göndermeler ve hikayelerle çıkıyor izleyicinin karşısına. Ya yıkılan ya da dönüştürülerek farklı amaçlar için kullanılan, bazı yönleriyle Sovyet estetiğini yansıtan bu binalar, bir bakıma toplum mühendisliğinin de sembolleri. Arada kalmış bir modernlik anlayışının sessiz temsilcileri olan bu yapılar, kendilerini inşa eden zihniyetin devamında, eskiyi silerek yeniyi dayatma isteğinin kurbanı oldular.

İnsan yapımı unsurların, çevreyi dolduran inorganik objelerin hatta ideolojilerin, insan hayatını yönlendirici gücü Akdeniz'in son dönem çalışmalarında işlediği bir olgu. Son serisinde bu fikri erken dönem Cumhuriyet mimarisiyle ilişkilendiren sanatçı temelde, Object Oriented Ontology* (OOO) öğretisi (özellikle Timothy Morton'un metinleri) ve dünyanın insan etkisiyle girdiği yeni ekolojik dönem Anthropocene'ye** dair teorilerden ilham alıyor. Bunlardan hareketle Akdeniz, insan faktörüyle şekillenen çevrenin dünyayı dönüştürmenin yanı sıra, belleği manipüle etmedeki etkisine de işaret ediyor. Diğer taraftan tüm bu elemanların, binaların, objelerin iç ve dış mekan betimlemelerinde bir araya getirilmesinin yarattığı bir aura var. Akdeniz'in kompozisyonlarında onlar, insan elinden kurtulup kendi yaşam döngülerini ve diyaloglarını başlatıyorlar. Varlığın akıldışı yaklaşımlarını, dünyadaki nesneler arasındaki alışılmadık bağlantı ve dalgaları görünür kılıyorlar.

Bu seride insan figürüne nadir rastlanıyor. Sanatçının 'Anthropocene Maceraları' serisi - Taksim'de Son Dans isimli yapıtında, dans eden bir kadın görünüyor. Bu iş hem bugün artık yerinde olmayan Taksim Belediye Gazinosu'na ve buranın yapıldığı dönemki modernleşme ve yeni bir yaşam tarzını yerleştirme girişimine gönderme yaparken, aynı zamanda semtin bugün yaşanan şiddet eylemleriyle değişen yapısını gündeme getiriyor.

*Object Oriented Ontology: İnsanın, insan dışı objelere göre ayrıcalıklı konumda sayılmaması gerektiğini savunan öğreti.
**Anthropocene: İnsan eylemlerinin yarattığı küresel etkilerle, dünyanın jeolojik yapısı ve ekolojisinin geri dönüşü olmayan bir biçimde  değişmesi sonucunda girildiğine inanılan yeni çağ.

YEŞİM AKDENİZ
Yeşim Akdeniz, d. 1978. Başlıca sergileri arasında The Secret Life Of My Coffee Table (kişisel), Pi Artworks Londra, İngiltere (2015); Muhalifler ve Sempatizanlar (kişisel), Dirimart, İstanbul, Türkiye (2014); Le Peintre de la Modern, Galerie Jochen Hempel, Leipzig, Almanya (2013); Wir Drei, Guggenheim Gallery, Los Angeles, ABD (2013); Signs Taken In Wonder, Museum für Angewandtekunst, Viyana, Avusturya (2013); A Dream Within A Dream (kişisel), PAK Kunstverein, Hamburg, Almanya (2011); ve Confessions Of Dangerous Minds, Saatchi Gallery, Londra, İngiltere (2011) bulunur. Akdeniz'in yapıtları Deutsche Bank (Almanya), Nederlandsche Bank (Almanya), Fries Museum (Hollanda) ve De Atelier (Hollanda) gibi kurumsal koleksiyonlara dahil edilmiştir.

Yeşim Akdeniz: Kulüp Distopya
Pi Artworks İstanbul
info@piartworks.com
İstiklal Cad. Mısır Apartmanı 163/4 Beyoğlu
13 Mayıs - 25 Haziran 2016
Ön gösterim: 12 Mayıs Perşembe, 18:30 - 20:30
10.00 - 19.00 (Pazar günleri hariç)

ESRA CARUS: “HİÇ KİMSENİN SUÇU; KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI”

Esra Carus, Romeo & Juliet, 2016, Kağıt kesme, kolaj //
 Cardboard cutting, collage, 75 x 192 x 4 cm.
Esra Carus’un, 11 Haziran 2016’ tarihine kadar Kuad Galeri’de devam eden kişisel sergisi kağıt, karton ve porselenden 3 boyutlu ve desen yapıtlarıyla Shakespeare’in 400. Yılı (23 Nisan 1616) kutlamalarına bir katkı sunuyor ve Shakespeare’in evrenselleşmiş anlatı altyapısını kullanarak, güncel siyasal, toplumsal, kültürel gelişmelere ilişkin metaforlar oluşturuyor.

Shakespeare‘in "Hamlet", "Macbeth", "Othello", "Romeo ve Juliet", "King Lear" oyunlarından karakterler seçerek, bu karakterlerin günümüzdeki anlamları üstüne odaklanan Carus, bu karakterlerin çoklu anlamları ve simgeledikleri kavramları kullanarak ikinci bir göndermeyle Hannah Arendt’in "Kötülüğün Sıradanlığı"na doğru bir yolculuğa çıkarıyor izleyiciyi. Sergide izlenen Kentauros, Satir, Medusa, deniz kızı gibi mitolojik karakterler ve keçi, yılan, karga, baykuş, yarasa, kedi gibi ikilemli hayvanlar insanın yaşadığı zaman ve mekan içinde doğa ve toplumsal sistemler arasındaki ilişkileri anlamak ve sorunları çözebilmek için kullandığı çoklu bir imgelem. Mitoloji Antik çağlardan başlayarak, sanatçıların başvurduğu bir büyük-anlatı kaynağı; Modernizmde ise örneğin Picasso’da, Post-modernizmde de "Yeni Ekspresyonist" akım içinde izlediğimiz türleriyle…


Esra Carus, Hamlet, 2016, Kağıt kesme, kolaj // Cardboard cutting, collage, 160 x 120 x 4 cm.
Mitolojinin 20.yy’daki yorumcusu Roland Barth’a göre Mitolojik anlatılar şifrelerdir ve insanın yaşadığı doğal ve fiziki koşullar konusunda gerçekmiş gibi özellikler ve değerler içerir; oysa bu içerikler insan zihninin ürünüdür ve her dönemin koşullarına göre değişir. Mitolojik öyküler kurgu olduğu için anlatanın görüşlerini, düşüncelerini, öngörülerini yansıtır. Tıpkı bu sergide Esra Carus’un ürettiği figürler ve bu figürler arasında kurguladığı ilişkilerin bize önerdiği yorumlar gibi.

Carus, sergisi dolayısıyla yaptığı açıklamada, içinde yaşadığımız küresel siyasal-ekonomik-kültürel krizlerin, savaşların, terörün ve insan kıyımının yarattığı kötülüğü işaret ediyor: “Kötülük kavramının üzerinde durmamın nedeni, hem duygusal hem fiziksel olarak, insan kaynaklı, küresel bir önlenemez felaket durumunun etkisi altında olduğumuz gerçeğidir” diyor.


Esra Carus, Hiç Kimsenin Suçu // Nobody's Fault, 2016, Kağıt kesme, kolaj //
Cardboard cutting, collage, 83 x 58 x 4 cm.
Sergide yer alan yapıtlar Esra Carus’un ustalıkla kullandığı iki malzemeden oluşuyor: Kağıt ve kağıt etkisi veren porselen. Kağıt sanatsal ifade için birincil bir malzemedir; sanatçılar düşünce ve kavramlarını önce kağıt üstünde oluşturur; Carus bu birincil işlevi daha da öteye taşıyarak kağıdın esnekliğini kullanarak ve kağıt veya karton kesme tekniğiyle üçboyutlu imgeler oluşturuyor. Porselende de kağıdın yarattığı o sade ama etkileyici sonuca incelikle ulaşıyor.

Kuad Gallery
Süleyman Seba Caddesi No: 52 Akaretler
34357 Beşiktaş Istanbul
+90 212 227 00 08
www.kuadgallery.com
info@kuadgallery.com
Facebook Etkinlik Sayfası:

YOUNG GULFREGION PHOTOGRAPHERS EMBARK ON CREATIVE JOURNEY ACROSS TURKEY

Tyma Hazem, “New Age Cargo”.
Art Jameel and The Crossway Foundation are pleased to announce the start of the Jameel Journey to Turkey, the latest in a series of collaborative initiatives to give young artists from the Gulf region the opportunity to work and travel across international borders. On May 12, 2016, six young photographers from Saudi Arabia, UAE, Kuwait and Bahrain embark on an elevenday trip to Turkey, during which they will meet and collaborate with local photographers and arts initiatives in Istanbul, Cappadocia and Ankara. The six participants are the previous winners of Art Jameel Photography Award.

Conceptual artist and photographer Orhan Cem Çetin will give the participants a private lecture and join a review of their individual portfolios. Çetin has been an important and innovative figure in photography from Turkey since the late 1980s, and today lectures at Bahçeşehir University and Galata Academy of Photography, alongside his practice as an artist and critic. In Istanbul, the six photographers will visit the studio of Ali Taptık, one of the most exciting figures in the current generation of Turkish artistphotographers, with a long list of international group and solo exhibitions, publications and residencies to his name.


Marwan Haredy, “Valid Deconstruction”.
They will also hear talks from prominent photographers, artists and curators such as Sevim Sancaktar, Zeynep Beler, Beril Gür, Özge Ersoy and Bikem Ekberzade at cultural institutions including Istanbul Modern and Collector Space. Istanbul’s picturesque Princes’ Islands will provide the backdrop for a day of exploration and photography with members of Geniş Açı Project Office (GAPO). The young photographers will then travel to Cappadocia, where the unique volcanic landscape will provide ample inspiration, not least during a sunrise hot air balloon trip and visits to the famous Göreme Open Air Museum and Rose Valley.

The Journey ends in Ankara, where the group will take part in a special threeday publication workshop at Ka Atölyesi, a venue dedicated to helping photographers develop their practice. As well as documenting their time in Turkey, the publication they produce will explore this year’s theme of “Migration ”. Throughout the Jameel Journey To Turkey, participants will be guided by the visual artist Merve Ünsal, this year’s Project Mentor. She said: “We are interpreting migration both as a mode of being for the contemporary citizen of the world and as a politically and socially charged condition that defines the MENAT region. Through this theme, we are going to look at the post Ottoman heritage of Turkey as new identities were forged over the course of the 20th century and consider how these identities continue to evolve today. While the artist lectures will focus on the theme through looking at specific bodies of work that deal with migration, walks through the cities will be guided by this theme in mind, looking at new and old neighbourhoods through shifting urban dynamics."

Imogen Ware, Managing Director of the Crossway Foundation, said: “Exploring a new place with new peers can be a very formative experience, both personally and professionally. We hope that bringing together likeminded practitioners in this unique context will have a genuine impact on the participants' photographic practice. “Migration” is a topic of urgent and unprecedented importance for the world, and for Turkey in particular, but it can also be applied on a personal level to each of our participants who have a broad range of nationalities and backgrounds; a mix that will no doubt contribute to the group's interpretation of this theme. "


Mohammed Shibli.
The six participants were selected from a 15personshortlist of promising young photographers who applied to the Art Jameel Photography Award. They are: Akram Al Almoudi, 31, Saudi Arabia; Marwan Haredy, 20, UAE; Mohammed Shibli, 25, Saudi Arabia; Rawan Alhusaini, 26, Bahrain; Farah Salem , 24, Kuwait; and Tyma Hezam, 20, Saudi Arabia.

Fady Jameel, President of Community Jameel International, said: “Artists who were part of our previous Journeys to Brazil, Japan, Spain, Saudi Arabia and the UK have gone on to not
only exhibit their work and contribute to important publications, but launch their own businesses and initiatives. I’m excited to see how this trip will unlock the potential of this
year’s participants .”

Follow the hashtag #JOURNEYTOTURKEY2016 for updates.

ART JAMEEL
Art Jameel, one of Community Jameel’s Initiatives, fosters and promotes contemporary art and creative entrepreneurship across the MENAT region. In partnership with arts organizations worldwide, Art Jameel is developing two arts centres and cultural exchange programmes to encourage networking and knowledge sharing.
Art Jameel is the founding partner of Edge of Arabia, The Crossway Foundation, Jeddah Art Week, and The Archive. In partnership with the Victoria and Albert Museum in London, it awards the biannual Jameel Prize for contemporary art and design inspired by Islamic traditions. Additional projects include: Art Jameel Photography Award; Jeddah Sculpture Museum, a public park established in collaboration with Jeddah Municipality; Jameel Arts Education at schools; the House of Traditional Arts in Jeddah and the Art Jameel Programme for Traditional Arts and Crafts in Fustat, Cairo, both developed in partnership with the Prince’s School of Traditional Arts in London.
 Community Jameel was established in 2003 to promote positive social change, and has been undertaking this through the establishment of longterm partnerships with international
institutions, and the creation of initiatives in the fields of Job Creation, Global Poverty Alleviation, Arts & Culture, Education & Training, Health & Social, and Food & Water Security. More information on Community Jameel’s considerable set of initiatives can be
found online at www.cjameel.org


Rawan Al Husaini.
ART JAMEEL PHOTOGRAPHY AWARD
Art Jameel, one of Community Jameel’s Initiatives, fosters and promotes contemporary art.
The Art Jameel Photography Award (AJPA) i s one of Art Jameel’s initiatives. AJPA’s mission is to discover emerging talents, develop their skills and exhibit exceptional photographs. Furthermore, it promotes the art of photography and the achievements of the finest photographers to a diverse audience. www.ajpa.artjameel.org

CROSSWAY FOUNDATION
The Crossway Foundation is a UKbased charitable foundation delivering arts and education initiatives for young people in the Middle East and the UK. The Foundation focuses on delivering international creative journeys for young people, as well as running a public programme that is free and open to all. The Crossway Foundation has been delivering lifechanging journeys since 2007, working with young artists in Egypt, Jordan, Kuwait, Lebanon, Oman, Saudi Arabia, Qatar, United Arab Emirates, Pakistan and Malaysia. www.crosswayfoundation.org

FURTHER INFO
www.artjameel.aljci.org | www.ajpa.artjameel.org | www.crosswayfoundation.org
Facebook: Art_Jameel | Crossway Foundation
Instagram: @ Art_Jameel | @CrosswayUK

Twitter: @ Art_Jameel | @CrosswayUK #JOURNEYTOTURKEY2016 | #AJPA



Farah Salem.
KÖRFEZ ÜLKELERİNDEN GENÇ FOTOĞRAFÇILAR TÜRKİYE’YE YOLCULUĞA ÇIKIYOR
Art Jameel ve Crossway Foundation, ortak projeleri olan ve Körfez Bölgesi’nden genç fotoğrafçılara uluslararası platformda çalışma ve seyahat etme şansı tanıyan “Türkiye’ye Yolculuk” (Jameel Journey to Turkey) programını sunuyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Bahreyn’den katılacak olan 6 genç fotoğrafçı; 12 Mayıs 2016 tarihinde başlayacak ve 11 gün boyunca sürecek Türkiye seyahatlerinde, İstanbul, Kapadokya ve Ankara’yı ziyaret ederek ve bu şehirlerdeki yerel fotoğrafçılar ve sanat kuruluşlarıyla ortak çalışmalar gerçekleştirecek. Programa dahil olan fotoğrafçılar, aynı zamanda Art Jameel Fotoğraf Ödülü’nün sahipleri.

Fotoğrafçılar, İstanbul ziyaretleri sırasında kavramsal sanatçı ve fotoğrafçı Orhan Cem Çetin tarafından, kendileri için özel olarak düzenlenen bir konferansa katılacak ve sanatçının yönlendirmeleri doğrultusunda kişisel portfolyolarını sunma şansını elde edecekler. 1980’lerin sonlarından itibaren fotoğraf alanında Türkiye’nin öncü isimlerinden biri olan Çetin, sanatçı ve eleştirmen kimliğinin yanı sıra, Bahçeşehir Üniversitesi ve Galata Fotoğraf Akademisi’nde eğitim veriyor. Fotoğrafçılar, İstanbul’da birçok uluslararası karma ve kişisel sergi ve yayınlarının yanı sıra, sanatçı programlarında yer almış olan, günümüzün önemli sanatçı ve fotoğrafçılarından Ali Taptık’ın stüdyosunu da ziyaret edecekler.

Bununla birlikte, Sevim Sancaktar, Zeynep Beler, Beril Gür, Özge Ersoy ve Bikem Ekberzade gibi önemli fotoğrafçı, sanatçı ve küratörler tarafından, İstanbul Modern ve Collectorspace bünyesinde gerçekleştirilen konuşmalara katılma fırsatını yakalayacaklar. Genç fotoğrafçılar, ayrıca İstanbul Prenses Adaları’nda, Geniş Açı Proje Ofisi (GAPO) katılımıyla günübirlik fotoğraf ve keşif turuna çıkacaklar. İstanbul’un ardından Kapadokya’da devam edecek olan program dahilinde genç fotoğrafçılar, özellikle gün doğumunda balonla gerçekleştirilecekleri tur, Göreme Açık Hava Müzesi ve Gül Vadisi’ne yapacakları geziler sayesinde bölgenin benzersiz manzarasından ilham alma fırsatını yakalayacaklar. Yolculuğun son durağı olan Ankara’da, fotoğrafçıların pratiklerini geliştirmelerine katkı sağlamayı amaçlayan Ka Atölyesi’nde, üç günlük bir basım atölyesine katılacaklar. Bu süreçte fotoğrafçılar, Türkiye’deki yolculuklarını belgelemenin yanı sıra, bu seneki programın teması olan “Göç” konusunu işleyen bir yayın hazırlayacaklar.


Akram Al-Amoudi.
Katılımcılara, Türkiye’de oldukları süre boyunca, Proje Danışmanlığı rolü ile sanatçı Merve Ünsal rehberlik edecek. Ünsal, programın teması hakkında yorumda bulundu: “Göç konusunu hem günümüz dünya vatandaşları için bir var olma şekli, hem de MENAT  (Ortadoğu, Kuzey Afrika, Türkiye) bölgesini tanımlamak için kullanılan politik ve sosyal bir durum olarak algılıyoruz. Bu tema aracılığıyla, Türkiye’nin Osmanlı sonrası dönemine ait mirasını, 20. yüzyıl süresince yeni kimliklerin ortaya çıkma süreçleri ve bunların günümüzde hala nasıl şekillendikleri göz önünde bulundurarak araştıracağız. Sanatçı konuşmaları göç temasını farklı yönleriyle ele alan işlere yoğunlaşırken, şehirlerde gerçekleştireceğimiz yürüyüşler de eski ve yeni mahalleleri bu tema çerçevesinde ve değişen kent dinamikleri ışığında inceleyecek.”

Crossway Foundation Yönetici Direktörü Imogen Ware programla ilgili olarak “Aynı işi yapan yeni tanıştığın insanlarla birlikte, yeni yerler keşfetmek hem kişisel hem profesyonel anlamda fark yaratan bir tecrübe olabilir. Umarız, benzer bakış açılarına sahip kişileri bu özgün ortamda bir araya getirerek, tüm katılımcıların fotoğraf pratiklerine olumlu katkı sağlayabiliriz: Türkiye’de gerçekleşecek program süresince - altı fotoğrafçı yerel sanatçılar, sanat kuruluşları ve fotoğraf kolektifleri ile birlikte çalışarak “göç” temasını tartışacak. Bu konu, dünyada ve özellikle Türkiye’de acil olarak ele alınması gereken son derece önemli bir başlık olmakla beraber, birden fazla ülkeye mensup olup farklı yerlerde yaşamış olan katılımcıların kendi kişisel deneyimlerini de kapsayacak nitelikte; bu da katılımcıların konu hakkındaki görüşlerini şüphesiz etkileyecektir” şeklinde konuştu.

6 katılımcı, Art Jamel Fotoğraf Ödülü’ne başvuran, 15 umut vadeden genç fotoğrafçının oluşturduğu bir aday listesi arasından seçildi. Türkiye’ye Yolculuk programına katılmaya hak kazanan isimler şu şekilde: Akram Al Almoudi, 31, Suudi Arabistan, Marwan Haredy, 20, Birleşik Arap Emirlikleri, Rawan Alhusaini, 26, Bahreyn, Mohammed Shibli, 25, Suudi Arabistan, Farah Salem, Kuveyt, ve Tyma Hezam, 20, Suudi Arabistan. Jameel Uluslararası Komite Başkanı Fady Jameel, program hakkında açıklamada bulundu: “Geçtiğimiz yıllarda da Brezilya, Japonya, İspanya, Suudi Arabistan ve İngiltere’de gerçekleştirilen programlara katılmış olan sanatçılar seyahatlerinin ardından kendi sergilerini düzenlemenin ve önemli yayınlarda yer almanın yanı sıra kendi işlerini ve insiyatiflerini de kurdular. Bu yılki gezinin, katılımcılara potansiyellerini keşfetmeleri için ne yönde öncülük edeceğini görmek için sabırsızlanıyorum.”

Gelişmeler için #JOURNEYTOTURKEY2016 hashtag’ini takip edebilirsiniz.

ART JAMEEL
Community Jameel’in inisiyatiflerinden biri olan Art Jameel, MENAT (Ortadoğu, Kuzey Afrika, Türkiye) bölgesinde güncel sanatı ve yaratıcı girişimciliği desteklemeyi amaçlıyor. Dünya çapında farklı sanat organizasyonlarıyla iş birliği içinde çalışan Art Jameel, bilgi paylaşımı ve gerekli bağlantıların kurulmasını teşvik etmek için sanat merkezleri ve kültürel değişim programları üzerinde çalışıyor.
Art Jameel, Edge of Arabia, The Crossway Foundation, Jeddah Art Week ve The Archive’ın kurucu ortağı. Art Jameel, Londra’daki Victoria and Albert Museum ile işbirliği içinde, iki yılda bir gerçekleştirdiği Jameel Ödülü ile İslam geleneklerinden esinlenerek üretilen güncel sanat ve tasarım işlerini ödüllendiriyor. Buna ek olarak gerçekleştirdikleri projeler arasında: Art Jameel Fotoğraf Ödülleri; Cidde Heykel Müzesi; Cidde Belediyesi ile ortak olarak kurdukları halka açık bir park; okullarda verilen Jameel Sanat Eğitimi; Cidde’de Geleneksel Sanatlar Evi ve Londra’da Prince’s School of Traditional Arts ile ortaklaşa sürdürülen Fustat ve Kahire’de (Mısır) gerçekleştirilen Art Jameel Geleneksel Sanat ve Zanaatlar Programı yer alıyor. Community Jameel, 2003 yılında toplumsal gelişime olumlu katkı sağlamak amacıyla kuruldu ve bu doğrultuda uluslararası kurumlarla gerçekleştirdiği uzun vadeli ortaklıklar ve İş İstihdamı, Küresel Yoksullukla Mücadele, Kültür ve Sanat, Eğitim ve Öğretme, Sağlık ve Sosyal Konular ve Yiyecek ve Su Güvenliği üzerine kurduğu inisiyatifler ile çalışmalarına devam ediyor. Community Jameel’in geniş inisiyatif yelpazesi hakkında daha fazla bilgiye www.cjameel.org adresinden ulaşabilirsiniz.

ART JAMEEL FOTOĞRAF ÖDÜLÜ
Art Jameel Fotoğraf Ödülü (AJPA) bir Art Jameel inisiyatifidir. AJPA’nın görevi, yeni ortaya çıkan yetenekleri keşfetmek, onların becerilerini geliştirmek ve benzersiz fotoğraflar ortaya koymaktır. Bununla birlikte, bu ödül fotoğraf sanatının tanıtılmasını ve iyi fotoğrafçıların başarılarının çeşitli mecralarda görünürlüğünün artmasını amaçlıyor. www.ajpa.artjameel.org

CROSSWAY.FOUNDATION
İngiltere bazlı The Crossway Foundation, İngiltere ve Orta Doğu’daki gençler için sanat ve eğitim alanlarında farklı inisiyatifler geliştiren bir vakıf. Kurum, gençler için yaratıcı uluslararası seyahatler düzenlememenin yanı sıra halkın katılımına açık, ücretsiz kamu programını sürdürmek üzerine çalışıyor. The Crossway Foundation, 2007 yılından beri hayat değiştiren seyahatler gerçekleştirmeye ve Mısır, Kuveyt, Lübnan, Umman, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan ve Malezya’dan sanatçılarla çalışmaya devam ediyor. www.crossway-foundation.org

BİLGİ İÇİN
www.artjameel.aljci.org | www.ajpa.artjameel.org | www.crossway-foundation.org
Facebook: Art_Jameel | Crossway Foundation
Instagram: @Art_Jameel | @CrosswayUK
Twitter: @Art_Jameel | @CrosswayUK #JOURNEYTOTURKEY2016 | #AJPA