14 Mart 2024 Perşembe

ÇATALHÖYÜK’TEKİ KAZIDA 8600 YILLIK EKMEK BULUNDU

8600 yıllık ekmek.


UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde de yer alan Çatalhöyük'teki kazıda ortaya çıkarılan buluntunun 8600 yıllık ekmek olduğu tespit edildi. Çatalhöyük Kazı Başkanı Ali Umut Türkcan haber sitemiz için şu açıklamalarda bulundu: “Konya'nın Çumra ilçesinde yer alan Neolitik dönemde yaklaşık 8 bin kişinin bir arada yaşadığı Çatalhöyük'te yeni buluntular her sene dikkat çekici hale geliyor.

Bitişik nizamda üstten girilen, birbirlerine bitişik kerpiç evlerin oluşturulduğu büyük yerleşimde yeni kazılan bir mahalle (quarter) yaşam hakkında gelen yeni bilgilerin gün yüzüne çıktığı yerde, "Mekan 66" olarak adlandırılan alanın, güney batısındaki bölümde duvara bitişik fırın yapısının yanında bilinen en eski karbonlaşmış meşe merdiven kalıntısı ve yanındaki mekanda adak olarak yerleştirilmiş obsidyen bıçak ile mermer tam bir heykelcik ve yine yakınında kilden bir boğa başı ile yan yana tabanda bulunmuştu. Biçimi ve yapılış tarzı ile dikkat çeken tam haldeki fırının çevresinde çok sayıda buluntunun yanı sıra buğday, arpa, bezelye tohumları ile yiyecek olabileceği değerlendirilen avuç içi düzgün yuvarlak şekilli bu özel süngerimsi dokuda tam daire biçiminde organik bir buluntu dikkat çekmişti. Bu buluntunun etrafında öğütme taşları, bir çene kemiği, obsidyen kazıcı etrafında bulunmuştu.

Daha sonraki aşamada Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden alınan izinlerle Konya ili Necmettin Erbakan Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde (BİTAM) yapılan ayrıntılı analizlerde bulunan kalıntının, milattan önce 6600'e tarihlendirilen mayalanmış ekmek olduğunu belirlendi. Öne sürülen hipotezleri doğrulamak için SEM, EDX, RAMAN ve FITR gibi analizler gerekliydi. Yapılan analizlerde özellikle 'SEM' görüntülerine detaylı baktığımızda numunenin içinde hava boşlukları çok belirgindi. Bitkilere ait tohum ve doku parçaları, yaprak kalıntıları olması, daha da detayına inildiğinde nişasta tanelerinin tespit edilmesi artık şüphelerimizi ortadan kaldırıyordu. Yapılan diğer analizlerde de kimyasal içeriklerine baktığımızda da hem bitkilerde bulunan kimyasal maddelerin olması hem de mayalanma göstergeleri, bu buluntunun suyla unun karıştırılıp bir süre bekletildiğini ve mayalandığını gösteriyordu. Bu ekmeğin pişmediği yapılan termal analizlerle ortaya çıkarıldı. Fırının yanında hazırlanmış ama pişmemiş ya da pişirilememiş bir formda olduğunu görmüş olduk. Heyecan verici bir buluştu. Şu ana kadar bulunan bu formda ekmek benzeri hiçbir buluntu yok. Bundan dolayı bilinen en eski ekmek diyebiliriz. Türkiye ve dünya için heyecanlandıran bir buluş."

 

Çatalhöyük kazı alanında ekmeğin bulunduğu an.



Analiz çalışmaları titizlikle yürütüldü

Çatalhöyük Kazı Başkanı ve Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Umut Türkcan, AA muhabirine, arkeoloji denince akla yapılar, anıtlar, buluntuların geldiğini söyledi. Bugün modern arkeolojinin gıdanın da arkeolojisine çalıştığına işaret eden Türkcan, "Gıda arkeolojisinin de başlangıç noktasının yine Anadolu olduğunu söylememiz gerekiyor. Çatalhöyük burada çok önemli duraklardan biri. 2021'de keşfettiğimiz bulgu, özellikle Türk kazılarında artık çok hassas belgeleme ve detaylı çalışmalarla beraber bu tür organik kalıntıları tespit edeb
ildiğimizi gösterdik." diye konuştu.

Çatalhöyük Neolitik Kenti'nin bu alanda önemli bir yer olduğuna işaret eden Türkcan, şunları kaydetti: "Fırının köşesinde küçük ve yuvarlak süngerimsi buluntunun dikkatli bir belgelemeyle ekmek olduğu anlaşıldı. Yapının tabanının üstü geçirimsiz moloz bir dolgu ve aşağılara doğru geçirimsiz ince bir tabaka ile kaplı olması, anaerobik ortamda ağırca karbonlaşması sonucunda aynı mekanda bulunan ahşap merdivenin ve ekmeğin günümüze kadar saklanmasına olanak sağladı. Çıkan eserlerin önceki tarihlendirmelerini biliyorduk ama buradan çıkan numunemizi TUBİTAK MAM'da yapılan radyo karbon testlerinde de milattan önce yaklaşık 6600'e kadar gidebileceğini gösterdi. Yapılan analizlerle ilk gözlemlerimizin doğru olduğu ortaya çıktı."


Dünyanın en eski ekmeği
Türkcan, mayalanmış ekmeğin ilk örneklerine Mısır'da rastlandığına işarete ederek, şöyle konuştu: "Bu buluntu ile arasında yaklaşık 3500 senelik bir dönemde ekmek olarak adlandırdığımız bir bulgu yok. Çatalhöyük'teki bu buluntunun dünyanın en eski ekmeği olduğunu söyleyebiliriz. Bu organik kalıntının, gözlem, analizler ve tarihlendirmesini de göz önüne alarak yaklaşık 8600 senelik bir ekmek olduğunu söyleyebiliyoruz. Somun ekmeğin küçültülmüş hali. Ortasına parmak basılmış, gayet bütün halinde yuvarlak formda fırına girmemiş ama mayalanmış, içindeki mayalanmiş bitki kalıntıları ile beraber günümüze kadar ulaşmıştır. Bugüne kadar böyle bir örnek yok. Çatalhöyük zaten birçok ilklerin merkeziydi. Daha kazıldığı yıllarda dünyanın ilk dokumalar ve ahşap eserler yine Çatalhöyük'teydi. Duvar boyaları, resimler buna eklendi. Konya ve Türkiye bu anlamda çok şanslı."
Elde edilen bulguların analiz çalışmalarının önemine işaret eden Türkcan, "Bunları Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi'nin laboratuvarlarında tam teşekküllü bütün analizlerini yapabilmek büyük bir şans. İlk defa analizlerinin tamamen Türkiye'deki laboratuvarlarda yapıldığı için önemliydi." diye konuştu.

Tahıl kalıntıları heyecanlandırdı
"Çatalhöyük Kuzey Teras Mekan 66 Neolitik Dönem Ekmek Buluntusu Analizleri ve Değerlendirmesi" çalışmasına katkı veren akademisyenlerden Gaziantep Üniversitesinden Öğretim Görevlisi Doktor Salih Kavak da arkeobotanik alanında bugüne kadar en heyecan verici çalışmanın içinde olduğunu dile getirdi.
Laboratuvarda bitkisel kalıntıları incelerken kendisine organik buluntu haberinin verildiğini anlatan Kavak, "Getirdiklerinde çok şaşırdım. Çünkü bu formda bir kalıntı görmemiştim ve ilk olarak, 'hamur, ekmek veya organik bir kalıntı olabilir mi?' diye düşündüm. Çıplak gözle bir morfolojik incelemeden sonra hemen mikroskop altında içeriğine bakmak oldu. Mikroskopta en heyecanlandıran şey, tahıl kalıntılarının olmasıydı. Arpa, buğday ve bezelye gibi bitkilere ait öğütülmüş, kırılmış tohum parçalarının ve tahminen mayalanma ile ilgili gözenekler olması zaten, ilk başta hemen düşündüğümüz şey, 'Bu acaba ekmek mi? ihtimalini güçlendirdi." ifadesini kullandı. "Şu an bilinen en eski ekmek diyoruz."


Çatalhöyük kazı alanı.



4 Mart 2024 Pazartesi

İSTANBUL SANAT, HALİÇ TERSANESİ’NDE AÇILDI!

Gentile Bellini - Fatih Sultan Mehmet Portresi.


Şehrin yeni kültür sanat ve yaşam merkezi İstanbul Sanat; Fatih Sultan Mehmet’in emaneti, Osmanlı’nın denizcilik mirası ve dünyada işlevini sürdüren en eski tersanelerden biri olan Haliç Tersanesi’nde kapılarını açtı! 3 Mart Pazar günü gerçekleşen açılışta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Tarihi Mirasa Sahip Çıkan İstanbul” sunumuyla şehrin tarihi ve kültürel mirasına nasıl sahip çıkıldığını, yaşatılması için neler yapıldığını ve yapılacağını anlattı. İstanbul Sanat’ta, İstanbul’un ilk kamusal çağdaş sanat müzesi olan İstanbul Sanat Müzesi’nin yanı sıra festival alanı, performans sanatları merkezi, çocuk sanat atölyesi, restoran ve müze mağazası ye alıyor. İstanbul Sanat Müzesi, Fatih Sultan Mehmet için Bellini tarafından yapılan ve geçtiğimiz yıllarda İBB tarafından yeniden İstanbul’a kazandırılan tablonun da sergilendiği; İBB koleksiyonu ve Sayın Başkan Ekrem İmamoğlu koleksiyonu başta olmak üzere on koleksiyonerin eserlerinden oluşan; İstanbul’un en kapsamlı çağdaş sanat sergilerinden “Ah Güzel İstanbul”a ev sahipliği yapıyor. Şehrin kültürel hayatına yeni bir soluk getiren İstanbul Sanat, 4 – 9 Mart tarihleri arasında düzenlenen İstanbul Haliç Festivali’nde ise sevilen sanatçıların ücretsiz konserlerini İstanbullularla buluşturacak.


Fatih Sultan Mehmet Madalyonu.



Dünyada işlevini aktif olarak sürdüren en eski tersanelerden biri olan,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Hatları A.Ş.’ye bağlı olarak hizmet vermeye devam eden Haliç Tersanesi, İstanbul’un yeni kültür sanat ve yaşam merkezi İstanbul Sanat’a ev sahipliği yapıyor. Kapsamlı restorasyon çalışmalarını tamamlayan İBB Fen İşleri Dairesi Başkanlığı ve yeniden işlevlendirme sürecini üstlenen İBB Miras’ın örnek teşkil eden bir dönüşüme imza attığı tarihî tersane, İstanbul Sanat Müzesi adıyla kapılarını açan, şehrin ilk kamusal çağdaş sanat müzesinin yanı sıra festival alanı, performans sanatları merkezi, çocuk sanat atölyesi restoran, müze mağazası gibi sosyal mekânlar da kazandı. Osmanlı’nın 600 yıllık denizcilik mirası, İstanbul’un fethinin mimarı Fatih Sultan Mehmet’in emaneti Haliç Tersanesi, bundan böyle tersane işlevinin yanında yeni bir yaşam merkezi olarak da kent hayatının ayrılmaz bir parçası olmayı sürdürecek.


“Ah Güzel İstanbul” Sergisi.



Açılış Sergisi “Ah Güzel İstanbul”
İstanbul Sanat bünyesinde yer alan İstanbul Sanat Müzesi, farklı koleksiyonları ve kurumları bir araya getiren “Ah Güzel İstanbul” sergisiyle kapılarını açtı. Kolektif bir çabanın sonucu olarak hazırlanan sergi; aralarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu Koleksiyonu, Ulaş Değirmenci Koleksiyonu, Mustafa Taviloğlu Koleksiyonu, Merey Koleksiyonu, İyem Koleksiyonu, Dr. Şükrü Bozluolcay Koleksiyonu, Meir Dalva Koleksiyonu, Lale-Cengiz Akıncı Koleksiyonu ve Bilge Koleksiyonu’nun da yer aldığı, sanat dünyasının önde gelen koleksiyonlarını izleyicilerle buluşturuyor. 
 
Farklı dönemler, farklı katmanlar ve ifade biçimleri arasında gezinerek İstanbul’un sanatsal birikiminin izlerini süren “Ah Güzel İstanbul” sergisinde; Süleyman Seyyid, Hoca Ali Rıza, Şehzade Abdülmecid Efendi, Halil Paşa, Avni Lifij, Feyhaman Duran, İbrahim Çallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Komet, Avni Arbaş, Eren Eyüboğlu, Fikret Mualla, Hikmet Onat, Fahrelnissa Zeid, Şevket Dağ, Zeki Kocamemi, Burhan Doğançay, Cihat Burak, Hamit Görele, Naile Akıncı, Mehmet Güleryüz, Ferruh Başağa, Neşe Erdok, Tevfik Fikret, Recaizade Mahmut Ekrem, Mıgırdiç Civanyan, Mihri Hanım, Sabri Berkel, Hale Asaf, Fikret Otyam, Selma Gürbüz gibi Türk resim sanatının kıymetli sanatçılarından 300’ün üzerinde eser izleyici karşısına çıkıyor.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.



Fatih’in Portresi, Fatih’in Emaneti Tersane’de

İstanbul Sanat Müzesi’ndeki sergi kapsamında, İBB’nin, esasında İstanbullulara ait olan zengin koleksiyonu da sanatseverlerle buluşuyor. Sergideki en özel karşılaşmalardan biri ise İBB koleksiyonunun eşsiz parçalarından; İstanbul’un Fatih’inin portresinin kendi şehrinde, Fatih’in emaneti olan tersanede yeniden görünür kılınarak İstanbullularla bir araya gelmesi… Gentile Bellini’nin atölyesinde resmedilen Fatih Sultan Mehmet’in portresinin önemi ve özelliği, 15. yüzyıla tarihlenen üç yağlıboya tablodan biri olması.
 
İzleyicilere, Fatih Sultan Mehmet’in portresinin yanı sıra İtalyan ressam Cristofano Dell’Altissimo imzalı Kanuni Sultan Süleyman tablosunu ve Costanzo da Ferrara imzalı Fatih Sultan Mehmet'in madalyonunu da görme şansı sunan “Ah Güzel İstanbul” sergisi, 3 Mart – 3 Eylül 2024 tarihleri arasında İstanbul Sanat Müzesi’nde ziyaret edilebilir.

 

“Ah Güzel İstanbul” Sergisi.



Dünyanın Müziği, İstanbul Haliç Festivali Sahnesinde

Şehrin yeni yaşam merkezi İstanbul Sanat, açılışının ertesi gününde başlayacak İstanbul Haliç Festivali’ne de ev sahipliği yapıyor. Açılışını 4 Mart Pazartesi akşamı 19.00’da başlayacak Kolektif İstanbul konseriyle yapacak olan festival, aynı akşam saat 21.00’de dünyaca ünlü Goran Bregović and Wedding Funeral Band’i ağırlayacak.
 
İstanbul Sanat’ta gerçekleşecek altı günlük İstanbul Haliç Festivali’nde, 5 Mart Salı akşamı Aga B ve Bandosu ve Şanışer & Sokrat & Kamufle; 6 Mart Çarşamba akşamı Anatolian Session ve Hey! Douglas; 7 Mart Perşembe akşamı Bedük ve Büyük Ev Ablukada; 8 Mart Cuma akşamı Yasemin Mori ve Ece Seçkin; 9 Mart Cumartesi akşamı ise Duygu Soylu ve KÖFN İstanbullularla buluşacak. Konserlerin ücretsiz biletleri İstanbul Senin uygulaması üzerinden temin edilebilir.
 
4 – 9 Mart 2024 tarihleri arasında her gün 15.00’te kapılarını açacak olan festivalde kurulan panayır alanında ziyaretçiler, konserlerin başlama saati olan 19.00’a kadar Kadın Emeği Pazarı’nda alışveriş yapabilecek; Beltur alanlarında yiyecek ve içeceklerin tadını çıkarıp dinlenme alanında vakit geçirebilecekler. Karnaval oyunlarının da bulunduğu panayır alanında İstanbulluları ayrıca, eskiden hem Tarihi Yarımada’ya hem de Haliç bölgesine temiz su taşıyan Bozdoğan Su Kemeri’nin yer aldığı bir deneyim ekranı bekliyor. Can Memişoğulları’nın, konseptini iklim krizinden yola çıkarak tasarladığı deneyim ekranı, önünden geçen insanlarla etkileşime girecek. Etkileşime giren kişi sayısı arttıkça su seviyesinin yükselme hızı da artacağı etkileyici projeyle etkileşime geçilmediğinde ise su seviyesi eski haline geri dönecek.  
 

Kanuni Sultan Süleyman Tablosu.



HALİÇ TERSANESİ HAKKINDA
Haliç Tersanesi, Osmanlı Devleti’nin “denizcilik üssü” Tersâne-i Âmire’nin günümüze ulaşan bölümlerinden biridir. Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı’nın gemicilik ve ticaret merkezi konumundaki Haliç’in, tersane yapımı için uygun olduğuna karar vererek Kaptan-ı Derya Hamza Paşa’yı görevlendirmiş; böylece 1455 yılında birkaç göz ve cami ile divanhaneden oluşan ilk tersane kurularak Tersâne-i Âmire’nin temelleri atılmıştır. I. Selim döneminde 300 gözlü olarak geliştirilmesi planlanan Tersâne-i Âmire’nin sınırları, 1515 yılında yeni eklemelerle Galata’dan Kasımpaşa’ya doğru genişlemiştir. Yıllar içinde büyümeye devam eden Tersâne-i Âmire; zamanla tersane gözleri, havuzlar, kızaklar, kışlalar, divanhaneler, cami ve mescitler, zindanlar, mahzenler, fabrikalar, atölyeler, kasırlar, kapılar, iskeleler ve mektep gibi farklı yapı gruplarını içeren büyük bir denizcilik kompleksine dönüşmüştür. 16. yüzyılda Osmanlı Devleti sınırlarındaki tersaneler idari olarak Tersâne-i Âmire’ye bağlanmış; bu yüzyılda önemli bir deniz gücü haline gelen Osmanlı’nın güçlü bir donanma oluşturması ve denizlerdeki hâkimiyetini koruması açısından Tersâne-i Âmire büyük bir önem teşkil etmiştir. Genel olarak kürekli ve yelkenli gemilerin inşa edildiği Tersâne’de buhar gücüyle çalışan gemilerin inşası ise 19. yüzyılda başlamıştır. Tersâne-i Âmire, 1913 yılında Taşkızak Tersanesi, Camialtı Tersanesi ve Haliç Tersanesi şeklinde üçe bölünmüş; her üç tersane de günümüze ulaşmayı başarmıştır. Aralarındaki tek aktif tersane olan Haliç Tersanesi, Kasımpaşa Deresi ile Atatürk Köprüsü arasında konumlanmakta; 3 havuz, 2 kızak, atölyeler ve yönetim binalarından oluşmaktadır. Dünyada işlevini sürdüren en eski tersanelerden biri olarak hizmet vermeye devam eden Haliç Tersanesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen kapsamlı restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmalarıyla koruma altına alınarak 2024 yılında “İstanbul Sanat” adıyla kamusal bir yaşam merkezi işlevi de kazanmıştır.
 
Adres: Emekyemez Mah. Refik Saydam Cad. No:45 Beyoğlu/İstanbul

18 Şubat 2024 Pazar

Enis Malik Duran "Yerin Ekseni" Sergisiyle Art On İstanbul’da

Enis Malik Duran, “Axis Mundi”, 2023, ahşap panel üzerine karışık teknik, 130x205 cm., (Fotoğraf: Kaygan Kaygusuz).


Art On Istanbul, ziyaretçileriyle 10 Şubat – 2 Mart tarihleri arasında Art On Piyalepaşa’da Enis Malik Duran'ın "Yerin Ekseni" isimli solo sergisi ile buluşuyor. Enis Malik Duran ‘Yerin Ekseni/Axis of the Ground’ isimli kişisel sergisinde, insanın anlam arayışını yerküreyle bağı üzerinden irdelemeyi amaçlıyor. Yerin Ekseni, adını birçok kültürde ve coğrafyada karşılaşılan; Latince’de “Dünyanın Ekseni” anlamına gelen “Axis Mundi” kavramından alıyor. Duran’ın geçmiş uygarlıkların izlerini, kültür ve iktidar metaforları olarak yorumladığı çalışmalarında sıklıkla kullandığı çukur imgesi, iktidar mekanizmasını yaratan boşluklara; insanın yeryüzünün kaynaklarıyla beslediği tanrısal tahakküme dair arzusunun bir alegorisidir aslında.

Nazlı Pektaş’ın katalog metninde belirttiği gibi: “Enis Malik Duran, ‘Yerin Ekseni’ kavramıyla güçten çokça da gücün bıraktığı izden söz eder. İktidarlarca kurulan kule/ tapınak/ kilise/ cami/ sinagog/ maden/ inşaatlar… Aklınıza gelebilecek türlü kaynağın bıraktığı çukuru iyice derinleştirir. Yerin Ekseni, anlamını bugünün perspektifinden baktığımızda tanrının kutsallığı; yarattığı yüce ve onun adına yapılan türlü yapıdan almaz. Gücünü geçmişteki gibi kapsayıcı yahut ilahi olandan değil de; yerin dibinden, hiçlikten, karanlıktan alır; aynı zamanda da ilahi gücü de istediği gibi kullanan insanın gücünün derinleştirdiği çukurlar, yeni Axis Mundi’lerdir.”


Enis Malik Duran, “Hominizasyon”, 2024, polyester, K2 akrilik, 37x39.5x39.5 cm., (Fotoğraf: Kaygan Kaygusuz).


Duran, on yılı aşkın süredir manzara imgesi üzerinden gerçekleştirdiği üretimlerinde posthümanist bir bakış açısını benimser. Sanatçının sergiyi oluştururken başvurduğu resim, desen, heykel gibi medyumları, insanın yeryüzüyle ilişkisindeki uyumsuzluğun imgesini farklı materyaller üzerinden araştırmasının ve arayışının göstergelerine dönüşür. İnsanın yerkürede bir anomali olarak var oluşunun yarattığı ikilik, Yerin Ekseni sergisinde negatif pozitif ilişkisi ve ters yüz edilen formlarla kavramsallaşır. Sanatçının özellikle ironi ve manipülasyon yöntemlerine başvurarak; coğrafyayı özne olarak ele aldığı yapıtları, ortak kültürün izleri üzerinden bugünün kaygı çağını getiren ontolojiyi sorgulamayı amaçlar.

Art On İstanbul

İstiklal, Piyalepaşa Bulvarı 32/1,Beyoğlu, İstanbul

www.artonistanbul.com

T +90 212 259 15 43

İnfo@artonistanbul.com

ART SHOW: GALERİLER BULUŞMASI BAŞLIYOR


24 çağdaş sanat galerisinin bir araya gelerek organizasyonunu üstlendiği, 20 Şubat 2024’teki ön gösterimle açılacak Art Show: Galeriler Buluşması, 21-25 Şubat 2024 tarihleri arasında The Ritz-Carlton Residences, Istanbul, B Blok Fulya Girişi’nde gerçekleşiyor.
 
Katılımcı Galeriler:
Ambidexter, Anna Laudel, Art On İstanbul, artSümer, Bosfor, BüroSARIGEDİK, C.A.M Galeri, Ferda Art Platform, Galeri 77, Galeri Nev İstanbul, GALERIST, KAIROS, Martch Art Project, MERKUR, Öktem Aykut, PG Art Gallery, Pilot, Pi Artworks, PILEVNELI, Rıdvan Kuday Gallery, Sanatorium, THE PILL, Versus Art Project, x-ist
 
Çağdaş sanat ortamında önemli bir konumda olan galerilerin Türkiye’den temsilcileri, etkinliğin organizasyonunda iş bölümü yaparak belli roller üstlenmenin yanı sıra bir arada olmanın gücüyle dayanışma odaklı bir sergileme modelini benimsiyor. Sanata değer veren kurum ve markaların desteğiyle gerçekleşecek sergi, dinamik bir program ve konuşma serileriyle de izleyici, sanat profesyonelleri ve kültür sanat aktörleriyle yoğun ve verimli bir diyalog kurmayı hedefliyor. Benzer düşünce ve beklentilerle yola çıkarak, birlikte ve eşitlikçi bir sanat ortamında sergi yapma arzusuyla şekillenen etkinlik, ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek.


Gökçe Er, "Hugs and Blossoms", 2023, tuval üzerine yağlıboya, 190x150 cm., (Rıdvan Kuday Gallery).


İstanbul'un kültür sanat yaşamına değerli katkılar sağlayan Bilgili Holding'in ana sponsorluğunda ve Yapı Kredi Özel Bankacılık'ın kurumsal sponsorluğunda gerçekleşecek sergide, farklı galerileri ortak bir dil altında toplayabilmek adına mimari tasarımı Emre Arolat (EAA) ve Murat Tabanlıoğlu (TA) ortaklaşa üstlenirken, TBWA iletişim ve kurumsal kimlik desteği sağlıyor. Yöntem Communications halkla ilişkileri, video içerik geliştirme stratejisini ve dökümantasyonu ise AVANT D’ART gerçekleştiriyor. Etkinlik, İBB Kültür AŞ ve Şişli Belediyesi'nin reklam ve tanıtım desteğiyle düzenleniyor. Borusan Otomotiv’in Türkiye distribütörlüğünü üstlendiği Jaguar etkinlikte ulaşım sponsoru olarak yer alıyor. iyzico, Tosyalı, Knauf, Damat Tween ve Nart Sigorta ve Reasürans Brokerliği’nin yanı sıra Vestel, Kalebodur, Jotun, Zuhal Müzik, Atelier Rebul, Yunus Karma, Mozaik, Mudo Concept, House of Beadzz, Duran Doğan Packaging, ABC Deterjan, Elta360 x ArtPick, Republika Aparts, TOST, 400°C Pizza, Bakırkazan ve Uludağ çeşitli alanlarda destek veriyor. Etkinliğin medya sponsorluğunu ise Aposto, ArtDog, ARTtv, Binat Mimarlık Medya Grubu, Canvas Magazine, Eventmag, Gentleman, Hello!, ICON dooh, L'Officiel Türkiye, Maison Française, Marketing Türkiye, Oggusto, Oksijen, Panoffect, Strolling Istanbul, Şalom Gazetesi, XXI Mimarlık ve YUZU üstleniyor. Ayrıca ziyaretçiler, etkinlik süresince destek veren Minoa, Momo ve The Whirl Roastery’nin çeşitli hizmetlerinden yararlanabilecek.
 
Ziyaret Günleri ve Saatleri:
21 Şubat 2024 Çarşamba 12.00-20.00
22 Şubat 2024 Perşembe 12.00-20.00
23 Şubat 2024 Cuma 12.00-20.00
24 Şubat 2024 Cumartesi 11.00-20.00
25 Şubat 2024 Pazar 11.00-18.00*
 
21-25 Şubat 2024 tarihlerinde etkinlik süresince devam edecek konuşma programını Art Show Instagram hesabından takip edebilirsiniz.
 
Detaylı bilgi ve sorularınız için:
info@artshow.ist
 
Sosyal Medya ve Web Sitesi:
www.artshow.istInstagram hesabı: @artshowgalerilerbulusmasi
 
Hashtag’ler:
#artshowgalerilerbulusmasi #artshow #galerilerbulusmasi
 
Açık Adres:
The Ritz-Carlton Residences, Istanbul, B Blok Fulya Girişi
Öğretmen Haşim Çeken Cad. No:4
Şişli, İstanbul, 34330

13 Şubat 2024 Salı

APORIA SERGİSİ SUMMART’TA AÇILDI

Ali Elmacı, “Zaafilarımda Senin Kokun Var”, 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 180x400 cm.



Aporia, Antik Yunan felsefesinin kavramsal ve düşünsel temellerinde şekillenen bir terimdir. Bir kavramın veya nesnenin içkin çelişkilerinden ya da kendi doğasındaki çatışmalardan doğan ve çözümü oldukça zor olan bir düşünce sorununu ifade eder. Ayrıca, düşüncenin içsel paradokslarını ve çözümsüz tezatlarını simgeler. Bu kavram, sıklıkla insan zihninin çelişkili ve karmaşık yapısını anlamaya çalışan düşünürler için bir açıklama aracı olmuştur. Ali Elmacı, Leyla Emadi, Fırat Engin, Uğur Güler, Hakan Sorar ve Evren Sungur’un farklı dönemlere ait eserlerini bir araya getiren karma sergi Aporia, sürekli gelişen ve kültürel olarak evrilen dünyamızın, güç mücadeleleri tarafından şekillendirilen derin çelişkilerini anlamamıza yardımcı olacak eleştirel bir bakış açısı sunmayı amaçlıyor.

Tarihsel uzamda incelediğimizde bireyi uygar olma amacıyla doğasının getirdiği alışkanlıklardan arınma çabası içerisinde buluruz. Bu çaba, içgüdüleri, arzuları ve ilkel tepkileri bastırmaya yönelik bir çabadır. Sahip olduğumuz değerler, toplumsal normlar ve benimsememiz gereken idealler ile insan doğasının bir çatışma içinde olduğunu gözlemliyoruz. Bu çatışma toplumsal ölçekte, bazen uygar toplumların bitmek tükenmez barış arayışı ile bu uğurda askeri çatışmalara katılım arasındaki ironik bir ilişki olarak, bazen de bireyler ve uluslararasındaki ilişkilerde, medya, kültür, hükümetler ve endüstriler gibi alanlarda gözlemlenen belirgin riyakârlıklarla tezahür eder. Aporia, bu çelişkili atmosferde, modern toplumun içinde bulunduğu paradokslardan yola çıkarak çağın ikili doğasını gözler önüne sermeyi amaçlar.


Evren Sungur, İsimsiz, 2012, Tuval üzerine yağlıboya, 250x200 cm.



Sanatçı Ali Elmacı’nın (d.1976, Sinop) sergide yer alan 2017 tarihli büyük ölçekli resmi Zaaflarımda Senin Kokun Var, cesur ve renkli ambiyansı ve dinamik kompozisyonuyla seyirciyi karşısında durarak düşünmeye davet ediyor. Elmacı'nın eserlerinde; toplumsal kalıplar, medya, otorite ve çeşitli değerlerin eleştirisi, renkli figürlerin çarpıcılığı ile ustaca gizlenmiş bir tema olarak sürekli karşımıza çıkar.

Leyla Emadi (d.1977, Ankara), sanatında toplumsal baskı, şiddet ve zulüm gibi konulara odaklanırken, bu durumların etkisi altındaki bireyleri ön plana alır. Sanatsal pratiğinde, bireylerin cinsiyet, din, siyaset, ideoloji ve geleneksel düşüncelerle olan doğrudan ilişkilerini ve bu faktörlerden nasıl etkilendiklerini sıkça işler. Emadi'nin sergideki eserleri, insanların silahlarla olan karmaşık ilişkilerini görselleştirir. Tarih boyunca yaşanan savaşlar, toplumların kendilerini ve topraklarını koruma amacıyla geliştirdikleri silahlara olan derin bağlılığı yansıtırken, aynı zamanda gelecek nesillere yönelik silahsızlanma ve barışçıl bir ütopya hayalini de içinde barındıran bir çelişkiyi ortaya koyar.
Fırat Engin (d. 1982, Ankara), çalışmalarında sıklıkla sosyal adalet, küresel istila, bellek ve kimlik konularına yoğunlaşır. Sanatçının serginin girişinde konumlanan otoporesi Last Few Years, serginin ana mekânında ele alınan konulara karşı duyulan derin utancı ifade eder.

Hiperrealist ressam Uğur Güler (d.1988, Eskişehir), sergide yer alan 2023 tarihli son serisinde günümüz otoritelerini ve güç dengelerini ele alıyor. Eserler, kapalı kapılar ardında alınan ve bazen toplulukların geleceğini etkileyen kararları sembolik imgelerle betimliyor. Sanatçının akrilik boya kullanarak kâğıt üzerine çizdiği kirli eller, ısırılmış bir elma veya takım elbiseli figürler, izleyicilere hikâyenin derinliklerini keşfetme yolunda rehberlik ediyor.


Hakan Sorar, İlk Masal, 30x60 cm.



Çalışmalarında sıklıkla beden, kimlik, politika ve cinsiyet üzerine sorular soran Hakan Sorar'ın (d.1991, İstanbul) sergideki İlk Masal adlı eseri, izleyiciyi insanlık tarihindeki başlangıç noktasına taşır. Bu özgün Âdem ile Havva tasviri, teknolojinin gelişiminden yararlanarak Artivive uygulaması ile seyredilebilir. İlk bakışta statik bir dijital resim olarak algılanan imaj böylece hareketlenir.

Evren Sungur (d.1980, İstanbul), eserlerinde insan türünün doğası ve evrimi gibi temel konuları işlerken, insan davranışlarının, düşüncelerinin ve içgüdülerinin medeniyetin oluşumu sürecindeki çelişkilerini irdeler. Sergide yer alan 2013 tarihli Güce Tapan Adam’da uzuvları makineyle bir olmuş, ondan bağımsız hareket edemeyecek bir insan tasviri ile karşılaşırız. Ayrıca Sungur’un sergideki diğer üç isimsiz çalışması da ziyaretçileri modern insanın güç, savaş ve cinsiyet ilişkileri üzerine düşünmeye çağırır. Sergideki tüm resimlerinin ortak noktası olarak görebileceğimiz parmaklıklar ardında resmin merkezindeki figürleri seyreden gözler, aynı zamanda biz seyircileri de gözler ve gözlemleniyormuşuz hissi yaratır.

Aporia başlıklı karma sergi, 7-29 Şubat tarihlerinde Bora Koleksiyonu'ndan eserleri ve koleksiyonda eserleri yer alan sanatçıların farklı dönem işlerini bir araya getirerek, farklı bir bağlamda yeniden seyretmeye davet ediyor.
 
Bilgi İçin:
Adres: Seyrantepe Fazıl Kaftanoğlu Cad. Summa Plaza, No:3, 34396 Sarıyer/İstanbul
Telefon: (0212) 278 71 00


Fırat Engin, Last Few Years, 2018 Neon, alüminyum üzerine dijital baskı, elektrostatik boya 70 x 100 x 15 cm.



                 

22 Ocak 2024 Pazartesi

Ressam Raşit Altun: “Katı Olan Her Şey Akıyor” Sergisi

Raşit Altun, "Araf Serisi", 2023, tuval üzerine akrilik, 200x300 cm.



Ressam Raşit Altun’un “Katı Olan Her Şey Akıyor” isimli sergisi 6 Ocak – 4 Şubat 2024 tarihleri arasında Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yer alıyor.
Yazar ve yönetmen Durmuş Akbulut, sergi kataloğu için kaleme aldığı “Raşit Altun Resmine Bakmak” isimli yazısında sanatçının resimlerini şu sözlerle anlatıyor:
“Her şeye gebe, ama az çok tanıdığımız bir gökyüzü… Genelde bulutların arkasına gizlenmiş, varlığını keskin ışık huzmeleriyle gösteren bir Güneş…  Havada uçuşan küçük, akışkan kütleler... Yeryüzüne çökmeye hazırlanır gibi duran, nimbus bulutları ya da henüz adı konmamış bulutumsu biçimler... Dev ve yekpare biçimde hareket eden hamurumsu yeryüzü… Birbiri üzerine binerek akan, sünen, farklı renklerdeki homojen lav görünümleri…  Yeryüzünün tam böğründen püskürmeyle yükselen yoğun bir renk ve doku yığını...  Yumuşak zemin üzerinde toplu halde hareket eden insan kümeleri ve her bir insana ait uzun gölgeler… Bazen, tepeden, bir meteor hızıyla inen, düz, geometrik, uzun formlar… Ve tüm bu manzaraya hakim, üstten bakan, gözleyen, belki de tehdit eden, çerçevenin dışında gizli, yukarılarda bir göz. 
Peki ama tüm bunlar neyin karşılığı? Burası neresi? Tam olarak neredeyiz? Hangi zamandayız? Burada ne yaşanmış? Her şeyden öte, biz neye bakıyoruz?
Bir şeyi açıkça ve peşinen vurgulamak hatta uyarı olarak dikkate almak önemli: Resimlerin okuma yönü. Batı toplumları, biz de dahil, soldan sağa okuduğumuz için, gözün ilk baktığı nokta her zaman soldur. Bir resmin önce soluna baktığımızı fark edemeyebiliriz ama bu durum reklamcıların gözünden asla kaçmaz. Oysa, Hokusai’nin resimlerinin akış yönü, dolayısıyla okuma yönü, çoğu kez sağdan soladır. Kanagawa Açıklarındaki Büyük Dalga, bunun en iyi kanıtıdır.  Ama ressamların, en azından resim sanatı icra eden ressamların, okuma yönünü düşünerek, bir reklamcı titizliğiyle tuval başına oturduklarını sanmıyorum. En azından, bilinçaltı okumaya benzer bir okumayı hak eden Raşit Altun’un, birçok şeyin yanında yön tabelalarıyla da haşır neşir olduğunu düşünmüyorum.


Raşit Altun, "Araf Serisi", 2023, tuval üzerine akrilik.



Araf Serisi
Raşit Altun’un tuval içindeki verili dünyasında, aktif halde bulunan insanların vita activa’yı temsil eder gibi görünmelerine karşın; bastıkları zeminin bile kaymakta olduğu düşünülürse, bir tür tefekküre dayalı yaşama doğru yürüdükleri, istemeseler de yeryüzünün tanık olmadığı bu görünümler karşısında çaresiz, bazılarının kavgaya tutuştuğu görülse de, büyük çoğunluğunun tefekküre sığındığı anlaşılır. Tıpkı, büyük depremlerde ortaya çıkan ışık patlamalarının kaynağına akıl erdiremeyip, ona kaynağı belirsiz kutsal anlamlar yükleyen çaresiz insanın durumu gibi.
Sanatçının Araf serisi adını verdiği resimlerde bizi, akıl ve mantık ölçütleriyle açıklanması mümkün olmayan mistik bir resim evrenine de taşıdığı açıktır. Altun’un, Araf serisine ait resimlerinde, yeryüzü diyebileceğimiz atmosfer-altı mekânın bir şeye dönüşmekte olduğu; sanatçının, tam da bu dönüşüm anını dondurarak tuvale aktardığı gözlemlenir. Bu dönüşümün, yeryüzünün eski şeklinden vazgeçerek yeni bir surete mi evrildiğini, yoksa ham bir varoluştan çıkıp, nihai görünümünü kazanmaya mı başladığını kestirmek zor. Her şey, var olmakla olmamak, zamanla zamansızlık arasında dondurulmuş durumda. Yeryüzü, muhtemelen, insanlarla birlikte bir ara-zamanı yaşıyor. Bu da, esasen, “araf” sözcüğünü birebir karşılamakta. İnsan figürleri bile, doğanın oluşum biçimine ayak durmuşçasına,  amorf bir kütleden yavaş yavaş sıyrılıp, izlenimcilerin anlık figür-öncesi görünümüne benzer biçimde resmedilmiş. Burada küçük bir eleştiri yapmak gerekirse, bazı çalışmalarda, insan topluluklarının kompozisyon içindeki dağılımı ya da yerleşimi, “konuya bağlı ama metinden kopuk” bir izlenim vermektedir. 
Ama bu durum, izleyici için bakışı engelleyen ya da dikkati dağıtan bir durum olarak çıkmıyor karşımıza; bunun da nedeni, büyük oranda, Raşit Altun’un resimlerinin kahramanı olmayan resimler olmasıdır. Altun, sözcüğün ilk anlamıyla atmosferin resmini yaparken, atmosferin yukarıdan sardığı/örttüğü mekânı da atmosferik olaylara gebe bırakır. Adeta her şeyin gökten geldiği duygusunu gizliden veren tuval yüzeyi; ritmi, sesi, ışığı ve yoğun renk paletiyle, görülmeyen ancak varlığını her an hissettiren güçlü bir atmosfere de ev sahipliği yapar. Ne olduğunu bilmediğimiz, yaşam boyu bir kez bile görmediğimiz, varlığını hayal dahi etmediğimiz dahası belki de hiçbir şeye benzetemediğimiz biçimlerin, şeylerin ve görünümlerin bizi bir şekilde etkiliyor olması bununla açıklanabilir: Atmosfer durumu. Kırmızının en parlak hali, yeşilin sarıyla kan bağı kuran tonu ve mavinin üstünlüğü her yerde açık ara fark edilir. Altun, başka tuvallerde kitsch durabilecek ana renk tonlarını kullanmaktan kaçınmaz. Sanatçı, bunu diğer renkler için de aynı şekilde uygular. Üstelik bu eylem, tehlikeli bir girişim olduğu halde; Altun, bunu resmin içine yedirmesini bildiğini kesinlikle göstermektedir.
Altun’un tüm resimleri kaotiktir. Renkler ve formlar yazılı hiçbir kurala, yasaya boyun eğmeden, çomak sokulmuş arı kovanı gibi, her yöne hareket eder. Ama tüm bunlara rağmen izleyici, resmi takip etmekte zorlanmaz; matematiksel bir çözümün peşine takılmaz; ya da hemen yandaki resme geçmeyi aklından geçirmez. Bunun, başka şeylerin yanında, olası tek bir nedeni olabilir: Yavaşlık.
Sünmedeki, akmadaki, yer çekimsiz uçmadaki, salınmadaki eylemin ortak paydası yavaşlıktır. Tüm bunlar, bilmediğimiz bir yerde ve zamanda, aynı anda gerçekleştiğindeyse, izleyiciyi de bu resimlerin karşısında “yavaş olmaya”; eskilerin deyimiyle, “şöyle bir durup düşünmeye” davet eder.

 

Raşit Altun, "Araf Serisi", 2023, tuval üzerine akrilik, 200x300 cm.



İnsanlık Durumu
Altun’un resimlerinde, neredeyse tamamında, baskın olarak hissedilen bir yön duygusu, bakışı bilinçli olarak yönlendiren bir müdahaleden söz etmemek olmaz. Üst açıdan, bulutların da üzerinden bir bakışla resmedilmiş izlenimi veren çalışmalar, ressamın eylem anında durduğu yer konusunda izleyiciyi ikileme düşürür. Öyle ki, üstten, bir Tanrı edasıyla bakan göz, muhtemelen sanatçıyı da kapsayacak bir bakış açısıyla tüm manzara üzerinde derin bir tahakküm kurar; ama bunu zorba bir biçimde gerçekleştirmez; zira Altun’un resim evrenindeki hegemonya, güçlü olanın tahakküm gücünden çok, Gramsci’yi hatırlatır biçimde, güce maruz kalanların gönüllü hegemonyasına işaret eder. Bu da, tuval içinde, yumuşak bir boyun eğişle; toplu halde hareket edildiği halde, topluluğun kazanma ihtimalini neredeyse sıfıra indiren, toplu halde bulunuşu kolay hedef haline getiren pasif bir durumla sonuçlanır. Sanatçının birçok resminin vazgeçilmez aktörleri olan insansı lekeler, kitlesel boyutta hareket etse de, onları çevreleyen yeryüzü oluşumlarının ve şeylerin yumuşak devinimine ayak uydurmuş gibidirler. 
Raşit Altun aynı zamanda bir heykeltıraş. Tuvallerde uçuşan, salınan, akan ya da sünen formların ve kütlelerin soyut heykellere dönüşme olasılıkları sanatçının cebinde her zaman hazır bulundurduğu ikinci bir karttır.
Araf serisine ait bazı çalışmalarda, resmin üstünden, yeryüzüne saplanır gibi inen uzun, düz, keskin geometrik formlar, tuvalin yumuşak, akışkan yapısını bir anda allak bullak eder. Bu formlar, tüm resme zorla dalma, rızası olmadan sahiplenme zorbalığını gösterircesine diğer formlardan tamamen farklıdır; hamura aniden saplanmış çelik bir çubuk gibi, eril bir tahakkümün aktörleri olarak resme yeni bir boyut katarlar. Altun, resminde her ne kadar bu tür yaklaşımlara beyaz sayfa sunmasa da; bazı çalışmalarının, bilinçaltının estetik dışavurumunu yansıtan tuvallerle sonuçlandığı pekâlâ söylenebilir.
 
Toplumsallık 
Raşit Altun, çağının tanığı bir ressam olarak; insanlıkla birlikte olmayı, yalnız kalmaya tercih eden “toplumsallık sözleşmesine” kendince imza atmış gibi duruyor. Üstelik Altun bunu, kendine bir tür flaneur’lük payesi vererek, toplumsalın içinde yalıtılmış birey kimliğiyle değil; bizzat onların tam göbeğinde, soylulaşmadan ve soylulaşmanın doğal sonucu olan yabancılaşmaya kapı dahi aralamadan yapıyor. Altun resminin renk paletine dahi baksak bunu hemen görebiliriz: Asil renkler yerine, sıradan bir matbaacının kullandığı ana renklerle ve onların minik tonlarıyla yaratılan resimler, bu renklere rağmen hatta bu renklerle etkisini gösteriyor. Bu açıdan, toplumda, resmin en ihtimal dışı alıcısının da bu resimlere ilgi duyacağını şimdiden varsayabiliriz. Altun, toplumun hemen yakınında hissetmediği, tenine dokunmadığı sürece büyük olasılıkla görmezden geldiği bir durumun da uyaranı olarak çıkıyor karşımıza.
 
Distopya
Distopik görünümleri önce romanlarda, ardından sinemada, son olarak resim sanatında gördük. Romantik dönemin harabe-estetiğiyle kol kola yürüyen imge dağarcığına tam olarak distopik denemese de, resmin bu durumu epeydir öncelediğini söylemek yerinde bir tespit olacaktır. Ama romantiklerin bir ikilemi vardı: geçmişe özlem duyarken, geleceğe de göz kırpmadan varlık gösteremiyorlardı. Oysa şimdi, resim sanatı, ya da distopik resimler, doğrudan geleceğin harabesine ayna tutuyor. Raşit Altun, bunu, yeryüzüne uygulanmış bir tür kolonoskopik görüntüleme tekniğiyle yapmayı yeğliyor ki, resimleri karşısında yaşadığımız tedirginlik ve şaşırmanın temel nedeni de bu.
İnsan kümelerinin kılavuzunu kaybetmiş sürü halinde hareket eden eylemi, tam da, yüzeye çıkmış magmanın üzerinde gerçekleşiyor. Altun’un tuval yüzeyindeki “akıldışı” görünümleri, yakın bir gelecekte, aklı dışlamanın sonuçları olarak karşımıza çıkabilir; bunun da, nihayetinde, distopyanın kendini imha etmesi, gerçeğin karabasanına dönüşerek, hakikati kendi eliyle bir kez daha kutsaması anlamına geleceği açıktır. 
Altun’un kendine özgü biçimde yarattığı distopik evren, birden çok tuvalde gezinen ortak aktörlere de yer verir. Virüsü, şekilsiz bir mantarı ya da radyasyon bulutunu andıran kütleler; homurdanarak, büyük bir sabırla dallara ayrılarak, koparak, hava boşluğunda ve renk katmanlarıyla bezeli yeryüzünde durmadan dolaşırlar. Altun bazen, aynı aktörün tanınabilen varyasyonlarını, düz ve monokrom bir zemine yerleştirerek bir tür portreye de imza atar. Ama her iki durumda, tuvalin zeminine geniş bir pürüzsüzlük hakim olsa da, altta, insan gruplarına yer vermeyi ihmal etmez. Bu durum, resim sayısı çoğaldıkça, sanatçının bir imzasına dönüşecekmiş gibi algılanabilir; zira Altun, en başından beri, tüm çalışmaları arasında organik bir bağı bilinçli olarak hissettirmektedir.
Raşit Altun’un resimleri, bir şeyin uzak ya da yakın temsilinden çok, temsilin bizzat kendisi olarak durur karşımızda. Virüsvari kütlelerin, su zerrelerinin, tuhaf yeryüzü şekillerinin resimdeki temsili; gerçeğin simülasyonu olarak değil, tam tersi, simülasyonun gerçeği olarak belirir tuvalde. Bu da, içten dışa bir bakışın karşılığıdır son hamlede. Ama tüm bunların farklı malzemeyle tuvaldeki yansıması, o resmi güzel sanatlara ait bir resim yapmayacağı gibi, bilime hizmet eden birer kolaylaştırıcıya da dönüştürebilir. İşte tam bu noktada Altun, amorf formların çevresine insan figürlerini, güneşi, bulutları ve gökyüzünü yerleştirir. Bu haliyle, resim, projektörle yansıtılmış mikro cerrahi bir çalışmanın ürünü olmaktan çıkıp, dramatik ve dengesi iyi ayarlanmış bir sahneye dönüşür.
Peki ama haz vermesi, güzel duygular yaşatması hatta rahatlatması beklenen bu resimlerin, bize, güzel sanatların kökeninde olan klasik bazı duyguları vermiyor olmasından tedirginlik duymalı mıyız? 
Kıtalararası göçlerle gelen trajik ölümler kadar değil… İklimlerin dünya tarihinde hiç olmadığı kadar değiştiği, atmosferin insan için zaman zaman açık bir tehdide dönüştüğü gerçeği kadar değil… Buz kütlelerinin ülke boyutlarındaki kopuşu kadar değil… Devasa toprak kaymalarında yok olan yaşamların dramı kadar değil... Virüs salgınlarının gündelik yaşamı kökten değiştirmesi kadar değil… Çoğu kez uydurma bir nedenle patlak veren savaşlar kadar değil... Eşitsizliğin, kıtlığın ve yoksulluğun çocuk bedenlerini cılızlaştırdığı kadar değil… Hepsinden öte, tüm bunları, hayatın olağan akışı gören akıldışı insanın yıkıcılığı kadar değil.  

 

Raşit Altun, "Araf Serisi", 2023, tuval üzerine akrilik, 80x100 cm.



Raşit Altun Kimdir?
1980 yılında İzmir’de doğdu. 2001 yılında Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Görsel Sanatlar Eğitimi Bölümünden mezun oldu.
Dört kişisel sergisinin yanı sıra 2015, 2016 yılında Fransa Paris Louvre SNBA Carousel Salonu Türk Delegasyonu Salon Sergisi, 2015 Polonya’da Torun Müzesi Okregowe Ala Turque Sergisi ve 2012 ABD Miami Art Expo gibi çok sayıda sergide yer almış, ulusal ve uluslararası sempozyumlara katılmıştır.
Yunus Emre Resim Yarışması, TJK Anıt Heykel Yarışması, Turgut Pura Vakfı Heykel Yarışması, 2012 yılında Eskişehir Sanat Derneği Resim ödülünün de olduğu toplam on ödülü olan sanatçının eserleri resmi ve özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Eskişehir’de kişisel atölyesinde çalışmalarına devam etmektedir.

20 Ocak 2024 Cumartesi

Ömer Koç Koleksiyonundan Eserler “Farz Et Ki Sen Yoksun” Sergisiyle Arter’de

Daphne Wright, Mutfak Masası, 2014, Elle boyanmış Jesmonit Figürler: 105 x 65 x 70 cm, 60 x 45 x 45 cm,

Sandalyeler: her biri 90 x 40 x 40 cm, Masa: 76 x 100 x 190 cm, Fotoğraf: Orhan Cem Çetin.


Arter’de gerçekleştirilen ilk özel koleksiyon sergisi olan “Farz Et Ki Sen Yoksun”, sergilenen eser ve nesnelerin çeşitliliği kadar, kapsadığı mecralar ve ilişki kurduğu temalar bakımından da geniş bir yelpazeye yayılıyor. Ömer Hayyam’ın Rubailer’inde yer alan bir dizeden esinle isimlendirilen ve farklı dönemlerde üretilmiş 600’ün üzerinde sanat yapıtı, işlevsel nesne, nadide eser, mobilya ve kitaptan oluşan sergi, bir koleksiyonun yan yana getirmeler aracılığıyla doğurabileceği bağları keşfetmeye davet ediyor. Ömer Koç Koleksiyonu’ndan seçilen eserlerle oluşturulan “Farz Et Ki Sen Yoksun” sergisi, 19 Ocak 2024 tarihinden itibaren ziyaret edilebilir.

Selen Ansen’in küratörlüğünü üstlendiği “Farz Et Ki Sen Yoksun” başlıklı sergi, bir koleksiyonerin hayalleri ve hayata geçirdikleri neticesinde farklı nesneler arasında kurulan yakınlıkların ve oluşturulan gövdenin bir mekân olarak ev içinden müzeye taşınmasının imkânlarını araştırıyor. 400’e yakın sanatçının yapıtlarının yanı sıra anonim eserler, seri üretimler ve muhtelif öğelere yer veren sergi, Arter’in 4. ve 3. kat galerilerine yayılıyor. Özel alanda tekil bir yaşama eşlik etmek üzere düzenlenmişken bir sanat kurumunun aracılığı ve küratoryal bir bakışla kişisel bir koleksiyondan kamuya açılan seçki, tasnif mantığına meydan okuyan zamanlar ve formlar arası bir dünya yaratıyor. Koleksiyonerin eserlerle etkileşim içerisinde soyut bir kimlik kazanarak var olduğu bu dünya, şeylerin özel alandan ayrılıp kendi özgünlüklerini yeni bir bağlamda sürdürmesiyle hem gerçek hem de kurmaca bir deneyimin kapısını aralıyor. “Farz Et Ki Sen Yoksun”, koleksiyonu çok yönlü ve yaşayan bir beden olarak ele alarak, alelade olanın olağanüstü olanla yakınlıklarının yanı sıra toplama/koleksiyon yapma pratiği ve gündelik yaşamımızı çevreleyen nesneler üzerine de düşünmeye teşvik ediyor.


Farz Et Ki Sen Yoksun, Sergiden görünüm, Küratör: Selen Ansen, Arter, 2024, Fotoğraf: Orhan Cem Çetin



Ömer Koç Koleksiyonu’ndan seçilen eserlerle oluşturulan “Farz Et Ki Sen Yoksun”, her şeyin düştüğü ve düşmeye devam ettiği dünyada yükselişi düşleyebilmek için, faniliğin hüküm sürdüğü canlılar evreninde dünyevilikten el alan yükseliş ve kaçış alanlarını bulmaya yöneliyor. Serginin ismini aldığı dizelerde şair Ömer Hayyam’ın (1048–1131) kendi benliğimizin sınırlarını aşarak yaşamı özgürce kucaklamamızı anımsatmasından hareketle ziyaretçiler de kronolojinin ve hiyerarşinin olmadığı bir mekânsal kurgu içerisinde bir araya getirilen nesnelere dair yeni anlam arayışlarına kapı açacak bir deneyime davet ediliyor.

Koleksiyonerin oyuncul yorumunu yansıtan bir birikim yoluyla insanî zevkleri, arzuları, geçmiş hayatların heveslerini ve düşlerini bize taşıyan kitapları, koltukları, resimleri, heykelleri ve fotoğrafları buluşturan “Farz Et Ki Sen Yoksun”, insan olmanın iyisiyle kötüsüyle aktarılabilir bütün hâllerini koruma altına alma fikrine tutkuyla yaklaşmak ve nihayet en yücesinden en gündelik olanına, en kalıcısından en geçici olanına jestler, imalar, hareketler, ölmeden bırakılmış ve sonra yaşayanlarca bulunmuş ve korunmuş izler gibi temaların peşinden gidiyor. Sergide bir araya gelen bin bir yapıt ve nesne, mekânda kurdukları yakınlıklar yoluyla yeni çağrışımlar için yaşama tutunan bir görüş alanı açıyorlar.


Farz Et Ki Sen Yoksun, Sergiden görünüm, Küratör: Selen Ansen, Arter, 2024, Fotoğraf: Orhan Cem Çetin.



Arter’de gerçekleştirilen ilk özel koleksiyon sergisi olan “Farz Et Ki Sen Yoksun”, 19 Ocak 2024 tarihinden itibaren Arter’in 4. ve 3. kat galerilerinde ziyaret edilebilecek. Arter’in güncel programlarına ilişkin daha detaylı bilgiye www.arter.org.tr adresinden erişilebilir. Pazartesi hariç her gün açık olan Arter, Salı-Pazar günleri 11:00-19:00, Perşembe günleri ise 11:00-20:00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Kurumsal Sponsor Tüpraş’ın değerli desteğiyle, tüm sergilere giriş 24 yaş altı izleyiciler için her gün; Perşembe günleri ise her yaştan izleyici için ücretsiz. Arter Beraber üyeleri ise sergileri yıl boyunca ücretsiz ziyaret etmenin yanı sıra farklı ayrıcalıklardan faydalanıyor. Arter binasının Kütüphane, Kitabevi, Bistro by Divan, arka bahçe alanlarına ve Galeri 0’da yer alan sergiye giriş için bilet gerekmiyor. Ulaşım Sponsorları Ford Otosan ve Otokar’ın desteği sayesinde Taksim’den ve Tepebaşı’ndan ücretsiz servis araçlarıyla Arter’e ulaşılabiliyor.

Selen Ansen Hakkında

1975’te İstanbul’da doğdu. Strazburg Marc Bloch Üniversitesi’nde Modern Edebiyat ve Sinema (yüksek lisans) eğitimi aldıktan sonra 2001 yılında Sanat Teorisi ve Pratikleri alanında doktorasını tamamladı. Başta Strazburg Ecole Supérieure des Arts Décoratifs olmak üzere Fransa’da farklı sanat ve tasarım okullarında sanat teorisi ve sanat felsefesi eğitimi verdi. 2009–2015 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Felsefe ve Toplumsal Düşünce ile Karşılaştırmalı Edebiyat yüksek lisans programlarında öğretim görevlisi olarak çalıştı. Ansen, Arter ile ilk temasını 2011’de küratörlüğünü yaptığı Berlinde de Bruyckere (Yara, 2012) sergisi aracılığıyla kurdu. 2015’te Arter’in küratoryal ekibine katılan Ansen, Marc Quinn (Aklın Uykusu, 2014), It takes two to make an accident (HISK, Belçika, 2015), Her Düşenin Kanadı Yoktur (2016), Kelimeler Pek Gereksiz (2019–2020), Céleste Boursier-Mougenot (offroad v.2, 2019), Cevdet Erek (Bergama Stereotip, 2019–2020), KP Brehmer: Büyük Resim (2020–2021), Candeğer Furtun (2021–2022), Locus Solus (2022–2023) ve Ahmet Doğu İpek (Başımızda Siyahtan Bir Hâle, 2022–2023) sergilerinin yanı sıra İsmi Lâzım Değil (Brigitte Pitarakis ile birlikte, Abdülmecid Efendi Köşkü, 2022), Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin? (Meşher, 2022–2023) ve Anne Wenzel: Carte Blanche (Stedelijk Museum Schiedam, Hollanda, 2023) sergilerinin küratörlüğünü yaptı; çeşitli uluslararası yayınlara yazılarıyla katkıda bulundu. Ansen, Arter’in Dolapdere’deki yeni binasında hayata geçirdiği Performans Programı’nın (2019–2020) da küratörlüğünü üstlendi.

Farz Et Ki Sen Yoksun, Sergiden görünüm, Küratör: Selen Ansen, Arter, 2024, Fotoğraf: Orhan Cem Çetin.



Sergideki Sanatçılar:

Alvar Aalto, Melike Abasıyanık Kurtiç, Anthony Ackrill, Rebecca Ackroyd, Ansel Adams, AdeY, Ahu Akgün, Rasim Aksan, Francesco Albano, Pilar Albarracín, Ellen Altfest, Carl Amann, Doug Anderson, Erik Anderson, Gary Anderson, Palle Anderson, S.A. Anderson, Janine Antoni, François Arnal, Daniel Arsham, Yüksel Arslan, Hale Asaf, Eylül Aslan, Jules Barbey d’Aurevilly, Deborah Azzopardi, Josephine Baker, César Baldaccini, Tufan Baltalar, Balthus, Ronit Baranga, Emin Barın, Clive Barker, Sam Barnett, George Barris, Étienne Barrot, Gregory Barsamian, Massimo Bartolini, Bartošová, Şeyma Barut, Bahadır Baruter, Georges Bataille, Charles Baudelaire, Kerem Ozan Bayraktar, Peter Beard, Cecil Beaton, Beejoir, Fritz Behn, Tom Bell, Léa Belooussovitch, Hans Berger, Sabri Berkel, Semiha Berksoy, Jean-Joseph Bernard, Bertozzi & Casoni, Tony Bevan, Aenne Biermann, Marc Bijl, Aysel Bodur, Stefano Bombardieri, Rudolph Bone, Bashir Borlakov, Osvaldo Borsani, Louise Bourgeois, Norbertine Bresslern-Roth, Jonny Briggs, Rosalie Brill, Hans Brockhage & Erwin Andra, Ondrej Brody, Elina Brotherus, Vincent Michael Brown, Tania Bruguera, David Buckingham, Betty Bui, Balthasar Burkhard, Gökçen Cabadan, Claude Cahun, José Zanine Caldas, Scott Campbell, CANAN, Leonor Caraballo & Abou Farman, Jacques Carelman, Paul & Laura Carey, Étienne Carjat, Asger Carlsen, Maurizio Cattelan, Carl Cauer, Patrick Caulfield, Marc Chagall, Giorgio de Chirico, Ricardo Cinalli, Chuck Close, John Coplans, Joseph Cornell, Denis Cospen, Ian Cumberland, Zhang Dali, Les Dalo, Arth Daniels, Alexandre-Gabriel Decamps, Jean Marie Delaltre, Thomas Demand, Victor Demanet, Selçuk Demirel, Sinan Demirtaş, Mathias Depardon, Susan Derges, Nejad Devrim, Robert Dighton, Nazım Dikbaş, Nanna Ditzel, Otto Dix, Theo van Doesburg, Adrienne Doig, Albrecht Dürer, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Ali Elmacı, Neş’e Erdok, Yael Erlichman, Mengü Ertel, Jean-Bernard Eschemann, Richard Etts, Jan Fabre, Christine Facella, Mark Fairnington, Alexis de la Falaise, David Farrer, Gretchen Faust, Emeric Feher, Mürteza Fidan, Johannes Fischer, Tsuguharu Foujita, Nancy Fouts, Lucian Freud, Pedro Friedeberg, Lee Friedlander, Harriet Whitney Frismuth, Roger Fry, Paul Fryer, Ernst Fuchs, Peter Gabriëlse, Leylâ Gediz, Ingo Gerken, Valeriy Gerlovin & Rimma Gerlovina & Mark Berghash, Augusto Giacometti, Sliz Gillard, Domenico Gnoli, Nan Goldin, Paul Goldman, Dora Gordine, Douglas Gordon, Antony Gormley, Murat Gök, Şakir Gökçebağ, İhap Hulusi Görey, Stephane Graff, Brian Griffin, Ion Grigorescu, Valentine Gross, Aneta Grzeszykowska, Derrick Guild, Ara Güler, Cemal Nadir Güler, James Hague, David Haines, Osman Hamdi Bey, Richard Hamilton, Neil Hamon, Jessica Harrison, Ristyo Eko Hartanto, Vikont | Viscount Francis Hastings, Andrew Hemingway, Seda Hepsev, Léon Herschtritt, Willi Hertlein, David Hockney, Howard Hodgkin, Jane Hoodless, François Houtin, Horst P. Horst, Hannah Höch, Wilhelm Höffert, Carsten Höller, Georges Hugnet, Jean Hugo, John Isaacs, Meltem Işık, Erdal İnci, Nuri İyem, Patrick Jackson, Roxanne Jackson, Arne Jacobsen, Sam Jinks, Oliver Jones, Michael Joo, Orhan Veli Kanık, Massimo Kaufmann, Şahin Kaygun, Clementine Keith-Roach, Mehmet Kısmet, Anselm Kiefer, Giorgio Kienerk, Frederick John Kiesler, Gustav Klimt, Hengki Koentjoro, Oskar Kokoschka, Helmut Kolle, Isidore Konti, Füreya Koral, Angelika Krinzinger, Uno & Osten Kristiansson, Barbara Kruger, Jonathan F. Kugel, Burhan Kum, Alicja Kwade, Félix Labisse, Julien Landa, Mikhail Fedorovich Larionov, Mogens Lassen, Konrad Adolf Lattner, Alican Leblebici, Gonzalo Lebrija, Tim Lee, Gabriel Lekegian, Georges Lemmen, Michael Leonard, Rachel Lewis, Roy Lichtenstein, Jacopo Ligozzi, Robert Longo, Sarah Lucas, Oliver Lynch, Catherine MacDiarmid, Daniel Maclise, Susie MacMurray, Franziska Maderthaner, Cathleen Sabine Mann, Sandra Mann, Robert Mapplethorpe, Marcel Mariën, Alberto Martini, Pietro Marussig, Alexander Massouras, Angus McBean, Serge Mendjisky, Luiz Philippe Carneiro de Mendonça, Théo Mercier, Constantin Meunier, Adolph de Meyer, Guillermo Meza, Fabien Mérelle, Nino Migliori, Harland Miller, Arno Rafael Minkkinen, Pierre Molinier, Christiaan de Moor, Polly Morgan, Eadweard Muybridge, Peter Simon Mühlhäußer, Renate Müller, Ishbel Myerscough, Félix Nadar, Harry Napper, Graham Nash, Bruce Nauman, Jesús “Bubu” Negrón, Hylton Nel, Marc Newson, Helmut Newton, Nicholas Nixon, Felix Nussbaum, Evie O’Connor, Harold Offeh, Kelvin Okafor, Francesco Olivucci, İrfan Önürmen, Ferhat Özgür, Şener Özmen, Ceylan Öztürk, Christopher Page, Christodoulos Panayiotou, Verner Panton, Pierre Paulin, Pavlos (Dionyssopoulos), Freya Payne, Robert Peary, Evan Penny, Charlotte Perriand, Gaetano Pesce, Atilla Galip Pınar, Pablo Picasso, Patricia Piccinini, Ernest Pignon-Ernest, Isidore-Alexandre-Augustin Pils, Julie Pochron, Gilles-Henri Polge, Serge Poliakoff, Gio Ponti, Stephen Powers, Mario Prassinos, Marcel Proust, Glen Pudvine, Sheng Qi, Roland Rainer, Nâzım Hikmet Ran, Philippe Ramette, Man Ray, Maurice Ray, Ilya Repin, Stephen Reusse, Gerhard Richter, Gerrit Thomas Rietveld, T.H. Robsjohn-Gibbings, Laurent Roch, Ludwig Mies van der Rohe, Clifford Ross, Jacob van Rozelaar, Julie Rrap, François Ruegg, Thomas Ruff, Paul Rumsey, Necla Rüzgar, Anıl Saldıran, Jamie Salmon, Stuart Sandford, Sandeep Sangaru, SANTISSIMI (Antonello Serra & Sara Renzetti), Hrair Sarkissian, Salomon-Léon Léonard Sarluis, Napoleon Sarony, Achille van Sassenbrouck, Nina Saunders, Olga Saviç, İlhan Sayın, Josef Scharl, Mario Schifano, Karl Schmidt-Rottluff, Ole Schwalbe, Turhan Selçuk, Joan Semmel, SENA, Aleksandr Serebriakov, Erinç Seymen, Farkhondeh Shahroudi, Cindy Sherman, Sedat Simavi, Aaron Siskind, Sandy Skoglund, Carolein Smit, Ludwig Otto von Sonnenburg, Jo Spence, Léon Spilliaert, Victor Spinski, Bernard André Steiner, Adrien Steüer, Holly Stevenson, Kerry Stewart & Ana Genoves, Vladimir Feodorovitch Stozharov, Mircea Suciu, Gerald Summers, Edward Sutcliffe, Attila Szűcs, Yaşam Şaşmazer, Ferdinando Tacca, Nevhiz Tanyeli, Sam Taylor-Johnson, Antoni Tàpies, Hale Tenger, Cansu Terzibal, Herbert von Thaden, Michael Thonet, Wolfgang Tillmans, Marco Tirelli, İrem Tok, Tip Toland, Nikolay Tolmachev, George Tooker, Roland Topor, Karl Tratt, Nasan Tur, Pierre Turin, Félix Vallotton, Miguel Calumarte Vaquer, Jorge Luis Varona, Joana Vasconcelos, Keith Vaughan, Geza Arpad de Vegh, Claude Verlinde, Una Vincenzo, Lady Troubridge, Bill Viola, Frances Waite, Garth Walker, Andy Warhol, Jonathan Wateridge, Gillian Wearing, Kem Weber, Jean Weinberg, Oscar Wilde, Conor Wilson, Martha Wilson, Paula Wilson, Erin Wozniak, Daphne Wright, Stuart Pearson Wright, Erwin Wurm, Craig Wylie, Cang Xin, Damla Yalçın, Ecem Yerman, David Zink Yi, Pınar Yolaçan, Carey Young, Fahrelnissa Zeid, Monica Zeringue, Brigitte Zieger, Richard Ziegler, Unica Zürn.

Bilgi için:

arter.org.tr

Adres: Irmak Cad. No: 13 Dolapdere Beyoğlu 34435 İstanbul / T. 0212 708 58 00


Farz Et Ki Sen Yoksun, Sergiden görünüm, Küratör: Selen Ansen, Arter, 2024, Fotoğraf: Orhan Cem Çetin.



Farz Et Ki Sen Yoksun, Sergiden görünüm, Küratör: Selen Ansen, Arter, 2024, Fotoğraf: Orhan Cem Çetin.