Bauhaus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bauhaus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2015 Çarşamba

YEŞİM AKDENİZ VE FİSKOS MASASININ KENDİNE AİT DÜNYASI

Yeşim Akdeniz.
Yeşim Akdeniz’in Londra Pi Artworks’te açılan yeni sergisinin detaylarını konuşmak üzere atölyesinde buluştuk. Yeşim Akdeniz resimlerinde önemli bir yere sahip Modernizm, Sürrealizm, Bauhaus akımlarının yanı sıra ‘Antroposin’, ‘Object Oriented Ontology’ ve ‘Speculative Realism’ gibi sanat dünyası için oldukça yeni kavramları da konuştuk.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sevgili Yeşim, Londra Pi Artworks’te 22 Mayıs’ta açılan ve 27 Haziran’a kadar devam edecek serginde yepyeni bir seri sanatseverleri bekliyor. Sergilerinin isimleri de hep ilginçtir. Bu seri için hangi ismi seçtin?
Sergimin ismi ‘The Secret Life of My Coffee Table’ olacak. ‘Fiskos Masamın Kendine Ait Dünyası’ olarak çevirmek isterim.

Yesim Akdeniz, “he called my name
and my heart stood still”,
2015, oil on canvas, 170x200 cm,
(© 2015 Yesim Akdeniz,
with the permission of the Pi Artworks London).
Yeni serinin kavramsal altyapısı hakkında neler söyleyebilirsin? Yeşim Akdeniz’in her serginin bir hikayesi vardır. Bu sergiyi nasıl kurguladın ve dünya ve dünyalılar ile olan meseleni nasıl anlatıyorsun?
Aslında anlatılacak çok şey var. Teoriye göre biz Antroposin (Anthropocene) denilen yeni bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlık son 150 yılda gezegeni geri dönüşü olmayacak ve benzersiz bir şekilde değiştirdi. Gezegen, 4.5 bilyon yıllık geçmişinde hiç değişmediği şekilde değişti… Biz aslında Antroposin denen alışılmadık bir zamanda yeni ve alışılmadık bir gezegende yaşıyoruz (human planet). Jeologlar henüz Antroposin’in tam olarak ne zaman başladığına karar veremese de buhar makinasının icadının arkasından, iki büyük dünya savaşı ve nükleer patlamalar atmosferdeki karbondioksit oranını öncesine göre %40 arttırdı. Atmosferin içeriğinin değişmesiyle, gezegenle olan temel bağımız da değişti. Bunun devamı olarak yaşadığımız alışılmadık döneme ait yeni bir dünya hissinden ve farklı bir algıdan bahsedebiliriz. Gezegenin 4.5 bilyon yıllık tarihinde sadece güneşin, meteorların ve fırtınaların aydınlattığı gökyüzü artık yapay ışıklar, radyo frekansları ve dijital komünikasyonlarımızla ışıldıyor.
İnsanlık kendi yarattığı gezegeninde, kral koltuğunda(!) gururla otururken, arka planda gezegenin şarkısını(!) dinleyebiliriz. Bir düşünürsek; krallar sonunda koltuklarından inerler, gezegenimiz de olanca hızıyla ısınıyor.
Tüm bu anlattığım gezegenin bilincinde olma ve yeni bir algı ihtiyacı beni ‘Object Oriented Ontology (OOO) - Maddeyi Baz Alan Varlık Bilimi’ ve ‘Speculative Realism’ ile tanıştırdı. Bağlılaşımcılık dışında her tür gerçekliği bilinemez kabul eden post-Kantçı düşünce sistemini eleştiren ‘object oriented ontology’; insansız bir dünya tahayyül ettiğimizde insan merkezli düşünmeyi aşarak yeni bir algıya da ulaşabileceğimizi önerir. Metafizik bir hareket olan OOO’da maddenin insan algısından bağımsız kendi algısı olduğu fikri, insan üstünlüğünü kabul etmez doğal olarak.

Biraz ‘Speculative Realism’ kavramını açalım mı?
Çağdaş felsefede 2000’lerin sonlarından beri yerini bulmuş bir düşünme şekli ‘speculative realism’. Maddenin madde ötesi etkilerinin varlığıyla ilgilenir. Bu madde ötesi etkiler, maddeyi aştığı gibi, madde de onları aşar. Tüm bu bilinç halini ve okumaları içinde barındıran ve adeta sentezleyen bir sergi yapmak istedim.

Yesim Akdeniz, “once it was a heirloom, i invented
a name for it, it is the future passed from
generation to generation, it is soon a heirloom”, 2015,
oil on canvas, 170x145 cm.,
(© 2015 Yesim Akdeniz,
with the permission of the Pi Artworks London).
Resimlerin üzerinden gidersek hangi öğeleri bu akım içerisinde düşünmeliyiz?
Sergideki tüm resimler tanıdığımız medeniyetin dışında bir zamanı anlatıyor olabilir. İnsan tasarımı objeler ve insan yapımı (Bauhaus) modern mimari, su veya taşlar farklı uzunlukta yaşam sürelerine sahipler. Böylelikle de farklı bilgilere sahip olduklarını düşünüyorum. Bu objeler ve binalar tarihsel referansları dışında kendi varlıklarıyla ilgili bilgiler vererek resimlerde varlar.

Binaları, eşyaları ya da objeleri feminen mi maskülen olarak mı algılıyorsun? Bir anlamda kişilik kazandırmak gibi mi?
Evet, tam da nesnelerin ve binaların kişiliklerinden bahsetmek gibi… Tam da bizden bağımsız kendi hayatları ve serüvenleri olan varlıklar gibi.
Monet zambak resimlerini yaptığında, fırça darbelerinin ve renklerin bilindik formundan çıkarak tuval üzerinde özgürleşmesine izin verdi. Bu yeni boyama biçimiyle zambaklar ve zambakların etrafını saran su, varlıklarıyla resmin başrolünü oynayabildi. Monet, üstelik tuval bezinin de varlığını bize hissettirerek, tuvale de bu sahnede bir rol oynattı. Tıpkı Tarkovsky’nin film malzemesinin varlığını da bize hissettirdiği gibi.
‘The Secret Life of My Coffee Table’da başrolleri, tasarım mobilyalara, insan yapımı iç mekanlara, iç mekanlarda beliren taşlara ve birtakım binalara verdim.

Aslında bu seri, ironik yaklaşımınıza tezat olarak izleyicilere bir tablo önünde dakikalarca vakit geçirebilecek görsel bir zenginlik de sunuyor ve daha önceki serilerinde kullandığın pastoral öğeler daha çok ön plana çıkmış.
Son resimler daha kendi kendine, daha sakin. İçeriklerinin de öngördüğü gibi kendilerini sorgulamaya gerek duymuyorlar. ‘Şeyler’ resimlerin içini doldurmak için değil, resimler ‘şeyler’i anlatmak için varlar.
İnsan zamanla çok değişiyor. Ben de çok değiştim. Yaşadığımız yer bizi çok değiştiriyor. Uyum sağlamaya çalışıyorsun, uyum sağlayamadığın noktada karşı direnç geliştiriyorsun. On yıl önce benim de daha sert bir üslubum vardı. Eski röportajlarımı okuduğum zaman, ‘aaa bunları ben mi söylemişim’ diyebiliyorum.
Geçenlerde üçgen formu üzerine düşünürken (sergideki resimlerden bağımsız bulunan formlardan biri), aklıma gelen fikir şuydu; bir şekilde hayatı algılamaya çalışırken bir piramit oluşturuyoruz. Bizim için en önemli olanı, piramidin en üstünde konumlandırıyoruz diyelim. Gittikçe aşağı doğru önem derecesi azalan şeyler yer alıyor. Sanatla ilgili düşünürsek; piramidin en tepesine ne koymalıyım?
Yesim Akdeniz, “the ready-made planet”,
2015, oil on canvas, 160x145 cm.,
(© 2015 Yesim Akdeniz,
with the permission of the Pi Artworks London).
Kendi piramidimi oluşturmaya çalışırken şunu düşündüm; bir gün bir sanatçının aklında bir kıvılcım çakıyor, zekasını ve yaratıcılığını kullanarak bu kıvılcımdan çıkan işler üretiyor. Çok naif, saf ve güzel bir an olan bu kıvılcım anının üzerine koca bir sektör inşa edilmiş durumda. Piramidi sanat sektörü olarak düşününce, piramidin en tepesiyle eteklerinin birbirinden uzak başka coğrafyalarda olduğunu görebiliriz. Ben piramidin tepesine sanat üretmeyi koydum. Piramidin alt katmanlarında tanımadığım bir sürü ara katman var. Bu resimleri yapmak benim için yaşamsal olduğuna göre, üretimi en tepede tutmaya uğraşmaktan başka bir şey gelmiyor aklıma.

Bu serginde dikkat çeken bir nokta daha var. ‘Siyah Kare’ anlatımın içinde yer alıyor.
20. yüzyılda sanat tarihinin kırılma noktalarından biri olan Malewich’in ‘siyah karesi’ adeta tanrısal bir elle, sergideki çalışmalarımdan biri olan ‘The Radical Mind, Silent Echo / Come Revolution!’ resminin içine giriyor. 20. yüzyılın bir diğer kırılma noktası olan modernist hareketin bir iyileştirme unsuru olarak, dışarıdan müdahale ile insanların hayatına girmesine bir gönderme gibi. Yüklendiği bir sürü anlamın yanı sıra en basit modern form olan ‘siyah kare’ sergide fiziki olarak da bulunuyor. Üçgen ve dikdörtgenden oluşan diğer ekstra formlar da bazen resimlerin içinde bazen de fiziki olarak sergi mekanında bulunuyor.

Yesim Akdeniz, “the radical mind, silent echo come revolution!”, 2015, oil on canvas, 200x245 cm., (© 2015 Yesim Akdeniz, with the permission of the Pi Artworks London).

O zaman kısaca yeni bir Yeşim Akdeniz stili ile karşılaşıyor izleyici diyebiliriz.
Röportajın başında da söylediğim gibi anlatacak çok şey var. Bütün bu anlattıklarımı bir kolyenin birbirine geçmiş halkaları olarak görebiliriz. Uzun yıllardır biriktirdiklerimle, çok katmanlı ve şiirsel bir görsel dil yaratmak istedim.

BİLGİ İÇİN
Neil Jefferies (nj@piartworks.com) 
Tel: +44 207 637 8403 

YESIM AKDENIZ: “The Secret Life of My Coffee Table” Exhibition
Pi Artworks London
22 May – 27 June 2015

Pi Artworks London is pleased to announce “The Secret Life of My Coffee Table”, an exhibition of new paintings by Yeşim Akdeniz. This is the artist’s fourth London exhibition, after group shows at The Saatchi Gallery and the European Commission and a two-person exhibition at West London Projects.

Akdeniz paints fictive landscapes and interiors inhabited by a sparse array of design objects and architecture borrowed from our recent past. While the juxtapositions within the picture plane are surreal, the subjects, depicted with smooth surfaces and a soft and muted palette, are unambiguous and unmistakable for anything else. Each series is tied together by an underlying concept that comes through the artist’s close reading of psychoanalysis, philosophy, and architectural theory, though the paintings are not composed with the intention of being read in a linear fashion.

For “The Secret Life of My Coffee Table”, Akdeniz has produced a series of paintings of the exterior of iconic stone buildings that are partially submerged by clear and calm bodies of water. Alongside this are depictions of the building’s interiors that contain stylish furniture as well as piles of rocks whose purpose is uncertain. These seemingly post-apocalyptic scenes suggest a potential future where our buildings and design objects in their various forms remain as our sole survivors.

The inspiration behind the series is a childhood memory of Carl Gustav Jung – founder of Analytical Psychology. As a young boy, he felt uncertain about himself and the world. One day, he put a carved manikin and a black stone in a pencil case and hid it in his attic. Without knowing why, the secret box and its contents gave the young boy courage and comfort. Years later, he remembered this long-forgotten act when reading about the ancient soul-stones of Arlesheim, Germany. For Jung, it became clear that the stone from his childhood had - unknowingly - a similar function as that of the soul-stones.  As one of the world’s oldest witnesses these stones where seen as imbued with a sense of wisdom and ‘being’ and therefore a calming effect. The fact that this stone ritual was practiced in a similar way in an ancient time he had no knowledge of led to Jung’s proposition that our species shares a collective unconscious made up of instincts and ancient wisdom that runs deeper then personal memories.

Informed by this story, as well as Timothy Morton’s texts on “Object Oriented Ontology”, Akdeniz paints buildings and design objects that she feels are both hallmarks of our modern society as well as ‘encrypted’ with inherent characteristics that tap into our collective unconscious. As the world around us increasingly filled with our own inorganic constructions and designs, they become the successors to what Jung saw in his historic stones. Raising the question, how will this relationship change in a contemporary society where an increasing number of the assets we own and interact with exist in dematerialised digital form?

YEŞİM AKDENİZ
Yeşim Akdeniz lives and works in Istanbul, Turkey. Solo exhibitions include “Opposing and Those Sympathizing”, Dirimart, Istanbul, Turkey (2014); “A Dream Within a Dream”, PAK Kunstverein, Glückstadt, Germany (2011); “The New Professionals”, Galerie Fons Welters, Amsterdam, The Netherlands (2008); Sterblichkeit hat ihren Preis, Produzentengalerie, Hamburg (2007); “The Man”, West London Projects, London, UK (2006); and “Cocaine Nights”, Galerie Klinkhammer und Metzner, Düsseldorf (2002). Group exhibitions include “Sanat International”, 12 Star Gallery, London (2015); “Le peintre de la modern”, Galerie Jochen Hempel, Leipzig, Germany (2013); “Signs Taken in Wonder”, Museum für angewandtekunst/ MAK, Vienna, Austria (2013); “Wir Drei”, Guggenheim Gallery, Los Angeles, USA (2013); “Confessions of Dangerous Minds”, Saatchi Gallery, London UK (2011); and “20/20 Vision”, Stedelijk Museum, Amsterdam The Netherlands (2004). Her work can be found in private collections such as the Deutsche Bank Collection and Nederlandsche Bank Collection, in Germany, and museum collections such as the Fries museum and De ateliers, in Amsterdam and the Netherlands.

For more information please contact: Neil Jefferies (nj@piartworks.com) or call +44 207 637 8403