Labirent Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Labirent Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2022 Çarşamba

BURÇİN ERDİ: “İNSAN RUHU İÇİN BİR GEN YOK”

Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik | mixed media on canvas, 120,5x140 cm.


Labirent Sanat 8 Aralık 2022 – 14 Ocak 2023 tarihleri arasında Burçin Erdi’nin son dönem çalışmalarının yer aldığı “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” isimli sergisini ağırlıyor.

“(…) doğa tanımlamaları içinde cebelleşirken karşıma çıkan; aslında son gibi gözükenin bir başlangıç olduğunu gördüm. Benim için ölüm bir başlangıç oldu. Doğada ölüm yoktu ve doğa sürekli kendini tekrarlayıp yeniliyordu. Bu dairesel hareketin başlangıcı bedenimizde (hücrede) başlıyordu. İnsan doğumu ölümünün başlangıcı değil miydi? Ve karşıtlıklar birbirine ne kadar benziyordu”.

Burçin Erdi “Doğa Ana” (2018) ismini verdiği sergisinin kataloğunun giriş yazısında, üretimini şekillendiren doğum-ölüm karşıtlığının, resimleri üzerindeki belirleyici etkisinden söz eder. İnsanı diğer canlı varlıklardan ayıran, tam da bu sonluluğunun bilincinde varlık olması değil midir? Ölümle yüzleşme zorunluluğumuz, yaşamın temel açmazlarından kaygıya sebep olur. Yaşamlarımızın bir noktasında, derin bir varoluşsal anlam krizi olarak ortaya çıkan kaygı, kim olduğumuzu seçme sorumluluğumuzu açığa çıkarır ve bize hayatımızda değişiklik yapma ilhamı verir. Varoluşçu psikoterapist Rollo May kaygıyı, “sanki dünya kapınızı çalıyordur ve bir şey yaratmak, bir şey yapmak zorundasınızdır” benzetmesiyle tanımlar. Dolayısıyla kendi özünü bulabilmiş insanlar için kaygının; yaratıcılık ve cesareti teşvik eden özelliğini vurgular.


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik - mixed media on canvas, 125x160 cm.


Belirsizlik içinde ileri atılan bireyin duyumsadığı, geleceğe yönelik umut, insan ruhunun arkasındaki itici güçlerden biridir. Umut insanın seçtiği kişi olabilmesi, zorluklara katlanması, bu zorlukların üstesinden gelmesi ve ilerlemesi için gerekli motivasyonu sağlar. Bu, türümüzün tanımlayıcı özelliğidir. Bir sebeple umudu ortadan kaldırdığınızda, aslında insanlığının bir parçasını da ortadan kaldırmış olmaz mıyız? Peki, bir kişinin geleceği; kendi seçimleri, kaderi, şansı, hırsı, arzusu, tutkuları veya zekasıyla değil de anne babasının seçimleriyle belirlenseydi, durum nasıl olurdu? Bu türden bir belirlenim, kişinin yaşamında umuda yer bırakır mıydı? Başkası tarafından kurgulanmış bir yaşamın, varoluşun sorumluluğu kimde olurdu? Kendi irademizin dışında şekillenen bir yaşamın otantikliğinden bahsedilebilir mi?

21. yüzyılda ticarileştirilmiş genetik mühendisliğinin toplum üzerinde yaratabileceği olası sosyal sonuçları konu edinen “Gattaca” (1997) filminde toplumun cinsiyet, etnisite veya ırka göre kutuplaşması yerine, bireyin toplumdaki yerini ve değerini belirlemenin birincil yolu olarak, kişinin genetiğinin kalitesine yöneldiğini görürüz. Bir kişinin geleceği artık hayatında bir şeyler yapma arzusu veya hırsı tarafından belirlenmez, bunun yerine zeka, atletizm veya işyerindeki potansiyel için, genetik yatkınlıklarına göre değerlendirilir.  Nihayetinde süper insan nesilleri yaratmak öylesine iyi sonuçlar vererek yaygınlaşmıştır ki, gen düzenlemesi ile tasarlanmayan çocuklar görece azınlıktır. Genetiği düzenlenmiş süper insanlar kadar yetenekli ve güçlü olmadıkları içinde toplumsal yaşamda ayrımcılığa uğrarlar. Filmde genetiğine müdahale edilmemiş Vincent ve genetiği tasarlanmış kardeşi Anton’un birlikte büyüme sürecine tanık oluruz. Vincent'ın ruhu ve hayallerine ulaşma isteği, toplumu alt etmesini sağlar. Tanrı vergisi genetiğiyle bile istediğini elde eder. Günümüzde dünyaya hükmetme gücüne sahip insanın (beyaz-batılı-erkek) teknolojinin olanaklarıyla, türünü kusursuzlaştırma mücadelesinde gözden kaçırdığı, karşıtların birbirini var etmesi olabilir mi?


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik - mixed media on canvas, 125x160 cm.


İnsanın evreni ve kendi varlığını anlamlandırma sürecinde, belki de üzerinde en az bilgiye ulaştığı kavram zihindir. İlkçağ Yunan felsefesinde “psykhe”, tüm yaşamın temel ilkesi olarak “ruh”; bilincin merkezi olarak da zihin anlamında kullanılırdı. Bu iki anlamıyla bağlantılı olarak, bedene can veren yaşama gücü, yaşam ya da canlılık ilkesi olarak kullanılmıştır. İlkçağ düşünürleri bedeni, ruh-beden düalizmi içinde yorumlamıştır ve ikincil konumda tutulmuştur. Platon bedeni ruhun mezarı olarak, kökleri artık gökte değil yerde olan bir insanlığın kökten kusuru olarak görmüştür. Dini öğretilerde de beden gelip geçici olan, hazların ve günahların kaynağıdır. David Le Breton “Bedene Veda”da çağdaş bilimsel söylemde bedenin, kişiyi taşıyan kayıtsız bir madde olarak düşünüldüğünü; artık özneden ontolojik olarak ayırt edilen bedenin, iyileştirmek için üzerinde etkide bulunulan bir kullanım nesnesine dönüştüğünü; insanın kimliğinin kökü değil, kişisel kimliğin içinde eridiği bir hammadde olduğunu ifade eder.

Gattaca için de kusurlu, hastalıklara açık, kırılgan olan, bedeniyle tamamen faydacı amaçlı bir sipariş nesnesine dönüşen çocuğun, kendi kimliğine ne kadar yer kaldığı sorusu, sanki kökeni çevreleyen koşullar önemsizmiş gibi sorulabilir. David Le Breton; çocuğun, endüstriyel çoğaltılabilirlik çağında, Benjamin’in incelediği sanat eseri gibi biricikliğini, aura’sını, farkını kaybetmez mi? sorusu cevabını içinde barındırır.

Burçin Erdi’nin Labirent Sanat’ta “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” başlığı altında bir araya getirdiği resimlerinde orman, mağara gibi doğa betimlemelerinin merkezinde neonatal ya da fetüsleri görüyoruz.


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik | mixed media on canvas, 30x30 cm. 

Bu izleyende ister istemez ilk anda orman ya da mağara olarak algıladığımız yerin aslında anne karnı olabileceği fikrini yaratıyor. Gördüğümüz insan bedeninin mikroskobik görüntüsü mü, yoksa doğa içindeki bitkilerin ya da ağaçların bir soyutlaması mı? Yoksa beklenen, eşzamanda her iki yaşam kaynağına dair bir anlatı kurmamız mı? Yeni doğan; sanatçının izi olan resmin mi, yoksa atalarının hükmetmeye çalıştığı doğanın mı merkezindedir? Nitekim bilim ve tekniğin geldiği son aşamada kadın bedeninin de işlevlerinin teknik olarak formüle edildiği, hakim olunabilen biyolojik bir ayrıntıya indirgendiği söylenebilir.

Burçin Erdi’nin Labirent Sanat’ta gerçekleşecek sergisi ismini, Vincent’in yaşadığı zorlu süreçlerden sonra dile getirdiği “insan ruhu için bir gen yok” repliğinden alıyor. Doğum-ölüm, doğa-insan, insan-hayvan, zihin-beden, doğal-yapay gibi ikilikler Burçin Erdi’nin düşünsel ve üretim süreçlerini etkileyen gizil kavramlar.  “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” sergisiyle tüm bu sorulara yatıştırıcı, nihai yanıtlar aramaktan çok geleceğe dair önermeler üzerinde düşünmek ve tartışmak için sizleri 8 Aralık 2022 – 14 Ocak 2023 tarihleri arasında Labirent Sanat’a bekliyoruz.

Kaynaklar:

•Burçin Erdi, “Doğa Ana | Mother Nature” sergi broşürü, 25 Aralık 2018-18 Ocak 2019, Cer Modern Hub – Ankara.

•David Le Breton, “Beden Veda”, Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yayıncılık, İstanbul-Ekim 2016.

•Rollo May, “Yaratma Cesareti”, Çeviren: Alper Oysal, Metis Yayınları, İstanbul-Şubat 2015.


Burçin Erdi.


Burçin Erdi Kimdir?

Burçin Erdi 2003 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim bölümünden Sakıp Sabancı Özel Sanat Ödülü’nü alarak üçüncülükle mezun oldu. Yüksek lisansını ve sanatta yeterliliğini aynı üniversitede tamamladı. Tez çalışmalarını İspanya Sevilla Üniversitesi’nde yaptı. Bir dönem İspanya’da yaşadı. 33. DYO Resim Yarışması, T.C. Orman Bakanlığı Resim Yarışması, 3. Şefik Bursalı Resim Yarışması gibi birçok yarışmada önemli derecelerin sahibi oldu. Birçok uluslarası ve yurtiçi sergi, fuar, bienallere katıldı. Eserleri özel ve banka koleksiyonları, müze ve galerilerde yer alan Burçin Erdi, İstanbul’daki atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor.

Labirent Sanat

Çatma Mescit Mah. Tepebaşı Cad. No: 56 K: 2 34430, Beyoğlu / İstanbul

Ziyaret saatleri: Salı - Cumartesi: 11.00 - 19.00

info@labirentsanat.com | +90 531 712 45 25


14 Eylül 2020 Pazartesi

REACH GEBLO: “ALEGORİK TEŞHİS”

Reach Geblo, İ.G., 2020, kontrplak üzerine karışık teknik, 243x103 cm.



Labirent Sanat
, Beyoğlu’ndaki yeni mekanında 17 Eylül - 31 Ekim 2020 tarihleri arasında Reach Geblo’nun “Alegorik Teşhis” isimli ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. “Alegorik Teşhis” sergisi; herkese ait olan, herkesin görmekte özgür olduğu fakat üretim sürecine yabancı oldurulan hali sergilemektedir. Tuval olarak duvarları kullanan ve grileri renklendiren sokak sanatçıları hayatı boyunca sergilere gidemeyecek olan insanlara önerilerini sunarlar. Tek renkli hayatı kendi imzalarıyla çok renkli kılarlar; sabah karanlığında başlayan rutin hayatlar fark etmeksizin renklenir, istemeden düşünürler. Artık sanat her yerdedir.


Reach Geblo, O.Ö., 2020, kontrplak
üzerine karışık teknik, 220x170cm


Grafiti sanatçısı olan Reach Geblo, “Alegorik Teşhis” isimli Labirent Sanat’taki ilk kişisel sergisinde tuvalleştirdiği duvarları sergi alanına taşıyarak hem deneyimini aktarır hem de eğitimli ve yetkin eliyle resimlerini paylaşır. Sergideki tüm portreler tanıdığı, bir şeyler paylaştığı arkadaşlarının portreleridir. Herhangi birilerinin resmini yapmaz, tanışlarının yüz ifadelerini zaman zaman izleyiciyle göz göze getirir zaman zaman saklar. Portrelerin üzerlerindeki mavi ve kırmızı renkler birer renk değil, tüm sokak deneyimini yaşarken önce sesiyle uyaran sonra da grileri bozmayı yasaklayanın ışığıdır. Mavi ve kırmızı, en soğuk ve en sıcak ana renklerdir, mavi uzaktan kırmızı da yakından çok net hissedilir.

 

Sergide Reach Geblo, yaşadıklarını şahitleriyle birlikte izleyiciyle paylaşmaktadır. Sokaktaki özgür ve eş zamanlı kısıtlı alanı sergi mekanına taşır. Her bir tuval farklı malzemeleriyle kalıcılıklarını hissettirirler çünkü sokakta bu resimler her an gri bir boyayla örtülme tehlikesindedirler. Sergideki heykel-yerleştirme, sanatçının kendisinden yola çıkarak tüm sokak sanatçılarının yaşadıklarını karşı anıta dönüştürür.

Reach Geblo’nun “Alegorik Teşhis” isimli kişisel sergisi 17 Eylül – 31 Ekim 2020 tarihleri arasında Labirent Sanat’ta görülebilir.

 

Labirent Sanat

Çatma Mescit Mah. Tepebaşı Cad. No:56 K:2 34430, Beyoğlu / İstanbul

Ziyaret saatleri: Salı – Cumartesi | 11.00 – 19.00

29 Mart 2019 Cuma

NADİDE AKDENİZ “ZAMANSIZ İMGELER” SERGİSİYLE LABİRENT SANAT’TA

Nadide Akdeniz, İsimsiz, 1994, tuval üzerine yağlı boya, 200x225 cm.


Nadide Akdeniz 4 Nisan – 4 Mayıs 2019 tarihleri arasında Labirent Sanat’ta “Zamansız İmgeler” başlıklı 26. kişisel sergisiyle 25 yılı kapsayan yönelimlerinden, farklı dönem ve tekniklerde ürettiği işleriyle izleyici karşısına çıkıyor.

Açılış: 4 Nisan 2019, Perşembe, Saat: 18.30 - 20.30

SÖYLEŞİ: Ümmühan Kazanç

Sayın Nadide Akdeniz, “Zamansız İmgeler” isimli 26. kişisel serginizle Labirent Sanat’ta izleyicilerle buluşuyorsunuz. Siz sanat yaşamınızın boyunca hem yağlıboya hem de karakalem, çini mürekkebi gibi tekniklerle birçok eser ürettiniz. Bu serginizde özellikle sizin deyiminizle ‘uykuda’ olan siyah-beyaz resimleriniz ve yağlıboya çalışmalarınız birbirleriyle ilk defa iletişime geçiyor ve adeta konuşuyor. Bu serginizin kurgusu hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu sergide 1993 ile 2019 yılları arasında, farklı malzemelerle yapılmış ve zamanın getirdiği farklılıkları da taşıyan resimlerim yer alıyor. Bir kısım resimlere unutulmuş dersek, bir kısmı hiç sergilenmemiş ve bazıları da bu sene yapılmış en son, yeni çalışmalarım. Bu uyuyan resimleri hayata döndürmek istedik. Yıllardır hiç sergilenmeyen resimleri de artık paylaşmak istedim. Galerinin hem bölünmüş hem de geçişli mekanlardan oluşması serginin kurgulanmasında etken oldu. Farklı yılları, farklılıkları bir araya getirebildik. Ayrıca galeri yöneticisi Hande Özdilim’in olağanüstü sezgisi ve resimlerime yaklaşımı da çok önemli. Böyle bir seçki ile serginin zenginleştiğini düşünüyorum.



Nadide Akdeniz, İsimsiz, 2013,
kağıt üzerine çini mürekkebi, 230x154 cm.



Aslında ilk bakışta, resmi doğru okuyamama sonucu, manzara ya da peyzaj olarak tanımlanabilecek çalışmalarınızda genellikle çağdaş yaşam alanlarından, anlarından, bazen de bizi biraz geçmişe götüren anılardan kesitler sunuyorsunuz diyebilir miyiz? Özellikle bu yeşil sarmalın içine gizlenmiş günlük kullanım objeleri, artık işlevini yitirmiş teknolojik nesneler bizlere neler anlatıyor?

Bu resimler, insanın doğayla, doğanın insanla ve insanın nesnelerle, nesnelerin insanla olan bağımlı ilişkisine göz atar. Doğa ile ilişkimiz her zaman çok ilgimi çekmiştir. Kimi zaman sevgiyle kimi zaman çok zalimce olan bu ilişki ve bu çelişki beni her yaşımda ve her durumda etkilemiştir. Resimlerde bitkiler kadar nesneler de seçilmişler ve yerlerini almışlardır. Nesneler doğa içinde hem kendileri olarak hem de üzerlerine yüklediğimiz anlamlarla yer alırlar. Böylece resmi okumaya başladığımızda doğanın ve nesnenin hikayesini beraber okumaya başlarız. Resimler, çokluğu - azlığı, üretmeyi - yok etmeyi, sıradanı - sıra dışılığı, benzerliği - farklılığı, uyumla uyumsuzluğu, zamanı - zamansızlığı, düzeni - karmaşıklığı ve daha da zıtlıkları anlatırken keskin ve şiddetli bir dil kullanmaz. Bu nedenle resimler böylesi zıtlıklar içerdikleri halde yanıltıcı bir şekilde seyredeni dahil eder ve müziğini duyurur.  

Yağlıboya resimlerinizde ise yeşilin bin bir tonu izleyiciyi adeta büyülüyor. Sizi ‘Yeşil’in ustası olarak tanımlamak yanlış olmasa gerek. Resimlerinizde doğa ve doğal sizin için ne ifade ediyor?

Doğa bana göre, gerçekten görkemli ve gizemli hatta tapılası ama nesnelerin de bir o kadar ilginç yaşamları var. Resimlere ilk bakıldığında her nesneyi, her noktayı boyamaktan ya da çizmekten ne kadar keyif aldığım hemen görülebilir. Bu çok ayrıntıcı resimler oldukça uzun ve yorucu bir zamanda ortaya çıkarken yoğun bir şekilde dahil olmam gerekiyor. 



Nadide Akdeniz, İsimsiz, 2012, tuval üzerine yağlı boya, 200x200 cm.

Prof. Dr. Frank Gunter Zehnder sizin çalışmalarınız ile ilgili şu yorumları yapıyor: “Nadide Akdeniz’in bitkilerle dolu büyük resimlerinde yaratıcı bir güç, yaşamı boyama sevgisi ve formal bir tutku, sessiz ama coşkulu bir şekilde bir aradadır. Büyük ve küçük boylardaki resimleri bakir orman tadında dallar, yapraklar ve meyvelerle bir ağ şeklinde kaplanmıştır. Bütün resimleri yeşilin tüm varyasyonları, sarı yeşilden mavi yeşile kadar ana renk olarak kaplar bazen aralarında beyazlar görülür bazen de kırmızılar sinyal verir veya kasvetli bir mavi gökyüzünü kaplar. İzleyici hayranlıkla bu el değmemiş gibi görünen bakir ormandaki tuhaf ve durgun medeniyet nesnelerine mesela bir şapka bir demlik bir sandalye, ayakkabı, manken ya da oksijen tüpünü fark eder. Bunlar dışlanmış, kaybolmuş ya da farkında olmadan oraya konulmuş gibi duran el yapımı ya da fabrikasyon, doğanın içinde duran heykellerdir. Bunlar ne kadar olurlarsa insanlarca daha keskin ve dikkat çekici olarak algılanır. Bu senaryolar kulis - sahne aksesuarı gibi görülse de diğer yandan bu sürreal rüya dünyası, korkutucu ama baştan çıkarıcı olduğu için seyirciyi resmin içine çeker. Bu resimler inanılmaz hayat dolu canlılık aynı zamanda gerçeğe benzeyen illüzyonlar ama illüzyonistik resme dönüştürülmüş gerçek gözlemlerdir. Bu Trompe l’oeil geleneğine de benzeyen eşzamanlı ifade ve yanılsama hem cennet gibi hem de korkutucu olarak hepsi aynı anda bulunmaktadır. Bu resimler çok katmanlı bir bilinçlenme, bilincine varma ve kendinden geçme durumudur.” Siz Prof. Dr. Frank Gunter Zehnder’in bu yorumu hakkında neler söylemek istersiniz?

Frank Gunter Zehnder sanatçı kitapları da yazan önemli bir sanat tarihçi. Bu nedenle resimleri doğru okuyup doğru açabiliyor. Benim resimlerimi de gerçekten doğru yorumladı. Eşinin galerisinde açtığım sergide beni şaşırtacak derecede olağanüstü bir konuşma yaptı. Ne yazık ki konuşmanın tamamı elimde değil.



Nadide Akdeniz, İsimsiz, 2019, kağıt üzerine kara kalem, 140,5x180 cm.

Son olarak, dile kolay 26. kişisel serginiz. ‘Bu uzun sanat yaşamınızı birkaç cümleyle özetleyebilir misiniz’ dersek, neler ilave etmek istersiniz?

İlk olarak 1969 yılında Sanat Tenkitçileri Cemiyeti’nin Ankara’da düzenlediği yarışmalı bir sergiye katıldım ve sanat yaşamım başlamış oldu. 1969 yılını başlangıç olarak kabul edersek bu yıl 50. Sanat yılım. Çok zor bir elli yıldı diyebilirim, adeta bir var olma savaşıydı. Hala da devam ediyor.


Nadide Akdeniz.

NADİDE AKDENİZ
1966 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü, Resim-Grafik Bölümünü bitirdi. Turan Erol, Adnan Turani ve Nevide Gökaydın’ın öğrencisi oldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Sanat Eğitimi Bölümünden lisans diploması aldı. Bir süre grafiker olarak çalıştı. Orta öğretim ve Yükseköğretim kurumlarında, 1975 ve 1980 yılları arasında İzmir Buca Eğitim Enstitüsü’nde, 1975 yaz dönemi Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü hızlandırılmış eğitim programlarında öğretmenlik ve grafikerlik yaptı. İlk dönem resimlerinde, İzmir’in kent yaşamı ve insanlarına ilişkin eleştirel bir gözlem çerçevesinde, yer yer ironik öğeleri de içeren bir anlayış ağır basarken; 1990’lı yıllarda, doğa ayrıntılarını fotogerçekçi teknikle yorumladığı yeni bir anlatıma yöneldi. Bu resimlerde titiz bir işçilik, mavi ve yeşil tonların egemen olduğu renkçi bir tutum dikkat çeker. Çalışmalarını İstanbul’daki atölyesinde sürdürmektedir.


LABİRENT SANAT
Asmalı Mescit Mah. Sofyalı Sok. No: 22 K: 1 34430, Beyoğlu / İstanbul
Ziyaret saatleri: Salı – Cumartesi | 11.00 – 19.00
info@labirentsanat.com | +90 212 243 86 81

20 Şubat 2019 Çarşamba

“TAÇ MESAFESİ” SERGİSİ LABİRENT SANAT’TA

Ayşe Demirci, Nuh'un Gemisi - Gofer, 2018, karışık teknik, 30x30x20cm

Labirent Sanat, 21 Şubat - 30 Mart 2019 tarihleri arasında Taç Mesafesi | Crown Shyness başlıklı grup sergisiyle Ayşe Demirci, Hüseyin Aksoy, Murat Kosif, Serdar Oruç ve Sinan Orakçı’nın çalışmalarını bir araya getiriyor. Açılış: 21 Şubat 2019, saat: 18.30 - 20.30
Taç Mesafesi | Crown Shyness literatürde, bazı ağaç türlerinin en tepedeki dallarının kendi türünü korumak adına bıraktığı boşlukları tanımlamak için kullanılıyor. Boşlukların nedeni zararlı organizmaların bir ağaçtan diğerine geçmesini ve rüzgarda birbirlerine çarpmaları sonucu meydana gelebilecek zararları engellemek, ortak bir alan paylaştıkları için büyümelerini belli bir derecede sınırlandırmak ve fotosentez için kullanacakları ışığı maksimize etmek olarak açıklanan Taç Mesafesi tanımı, birlikte yaşamanın dinamiklerine dair bizi düşünmeye teşvik eden, doğada kendini ve dolaylı olarak diğer türleri korumak adına oluşan bir sistemin en anlamlı mesajlarından biri olarak yorumlanabilir.
İnsan doğada yaşam bulan, yaşamını doğa içindeki koşulların etkisiyle şekillendirip sürdüren, fiziksel ve ruhsal anlamda doğadan beslenip, ilişkiler ağı kuran, orada kültür ve medeniyetini inşa eden bir varlıktır. “Doğa”, uygarlıkların üzerinde yükseldiği fiziksel bir yapı olarak toplumların kendilerini gerçekleştirdiği, ruhsal olarak beslendiği ve imkanlarından yararlandığı bütünün kendisidir. Doğa, tüm canlıların birlikte var olduğu yaşam kaynağıdır. Bu çerçevede insan, kendini diğer yaşam formlarıyla birlikte daha büyük bir bütünün parçası olarak görmelidir.


Serdar Oruç, İsimsiz, 2018, kağıt üzerine karışık teknik, 45x45cm
Labirent Sanat’ta 21 Şubat’tan itibaren görülebilecek Taç Mesafesi sergisi, aynı coğrafyanın kültürel çeşitliliğinden ve kaynaklarından beslenip, eş zaman diliminde sanatsal üretimlerini sürdüren sanatçıların, güncel meseleleri faklı düşünce yapılarıyla ve medyumlarla ele aldıkları işlerine, doğa-insan diyalekti üzerinden bir bakış olanağı sunuyor.
Taç Mesafesi | Crown Shyness sergisinde yer alan işlerde genel anlamıyla doğa, var olanın bire bir sunumundan çok doğum, yaşam, ölüm, ekoloji, kimlik, yanılsama, gerçeklik ve uzam gibi kavramların açıklanması için metafor olarak ele alınıyor. Sergide sanatçıların güncel sanat pratikleri içinde doğadan yola çıkarak oluşturdukları metaforlar, işleri izleyiciler tarafından, farklı bakış açılarıyla yeniden ele almaya, yorumlamaya hatta fikirsel üretime katkıda bulunmaya davet ederken, anlamı derinlik kazanıyor.   
Küratörlüğünü Hande Özdilim’in yaptığı; Ayşe Demirci, Hüseyin Aksoy, Murat Kosif, Serdar Oruç ve Sinan Orakçı’nın son dönem işlerinin yer aldığı Taç Mesafesi | Crown Shyness başlıklı grup sergisini 30 Mart 2019’a kadar Labirent Sanat’ta izleyebilirsiniz.


Sinan Orakçı, No-1, 2018, karışık teknik, 80x160cm

Labirent Sanat
Asmalı Mescit Mah. Sofyalı Sok. No: 22 K: 1 34430, Beyoğlu / İstanbul
Ziyaret saatleri: Salı – Cumartesi | 11.00 – 19.00
info@labirentsanat.com | +90 212 243 86 81
Ayşe DEMİRCİ
1994'te Bursa'da doğdu. 2016 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden şeref öğrencisi olarak mezun oldu. Yüksek lisans eğitimine aynı üniversitede devam eden sanatçı katıldığı sayısız sergide, temelinde "mekan algısını" sorguladığı yapıtlarını izleyici karşısına çıkardı. Atölye çalışmalarına devam ederken, alternatif bir mekanda sergi açma hayalini sanatçı arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdi. 'Mağara' adını verdikleri bu sergide mekanı, fikri zeminine göre dönüştürme şansını yakaladı. Yapıtlarında, bireyin iç katmanlarından başlayıp kültürel zeminden de beslenerek yeni bir 'ben' bulma ve bu yeni 'ben' için kendine mekan var etme çabası anlatılır. Demirci, mekanı dış dünyadan korunma iç güdüsü ile sığınma alanı olarak değil de; bireyin kendini var ettiği, deneyimleme ve kurgulama şansı bulduğu alan olarak detaylandırır. Nihai olarak eserleri, bireyin olgunlaşma sürecinden sonra kendini bulduğu o anın sembolik bir uzantısıdır.

Hüseyin AKSOY
1996 yılında Mardin‘de doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar A.E.F Resim Anabilim dalı Hüseyin Avni Öztopçu atölyesinde öğrenim görmektedir. Birçok yarışmada ödül ve sergileme aldı, karma sergilere katıldı. Deneyerek çalıştığını sanatın deneysel olduğuna inanan ve çalışırken kendini hiçbir malzemeyle kısıtlamak istemeyen bunu yaparken de risk alarak bir simyacı gibi çalışmaktadır. Konularını tarihten ve güncel yaşamdan alarak toplumsal gerçekliğe politik bir bakış açısıyla dile getiren, bu imgeleri kullanırken “görmenin optik değil, ideoojik bir süreç” olduğunu belirtmektedir. Çalışmalarını İstanbul’da sürdürmektedir.

Murat KOSİF
1990 yılında İstanbul’da doğdu. 2009 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nü kazandı. Öğrenim süresi içinde çesitli karma sergilere katıldı, gravür uygulama atölyesini bitirdi ve öğrenci değişim programıyla bir yıl Sevilla Üniversitesi’nde eğitim gördü. Çalışmalarına Kadıköy’deki atölyesinde devam etmektedir.

Serdar ORUÇ
1987 yılında İstanbul’ da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünde, lisans ve lisans üstü öğrenim gördü. Yrd. Do. Dr. Hüseyin Avni Öztopçu atölyesinde sanatsal pratiklerini geliştirdi. Düşüncelerinin temel motivasyonunu oluşturan tabiat kavramı, tüm yapıtlarında, biçimsel ve tinsel anlamda deneyimlenmektedir. Tabiatın kendiliğindenliği, sürekli değişim ve dönüşüm hali, yaşamın oluşması için önceki yaşamların yok olması arasındaki ilişkisel bağlam sanat anlayışının iç iskeletini oluşturmaktadır. Yapıtlarında sürekli derinleşen içsel bir deneyin serüveni gözlenirken, izleyiciyi de ürkütücü bir yolculuğa davet etmektedir. Çalışmalarına İstanbul da devam etmektedir.

Sinan ORAKÇI
1995 yılında Bitlis’te doğdu. 2015 yılında Marmara Üniversitesi resim-iş öğretmenliği bölümüne girdi. NMK Çağdaş sanat atölyesi (İzmir), Ali Şimşek le çağdaş sanat atölyesi, gezgin ressamlar sanat atölyesi gibi birçok atölye ve sergiye katıldı. Çalışmalarını yaparken daha çok yaşadığı mekanlarla bağ kuran Orakçı genellikle atık malzemelerden yararlanıyor ve bu atık nesneleri dönüştürerek yeni bir gerçekliğe ulaşmayı hedeflemektedir.   İstanbul’da eğitimine devam etmektedir.