Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik |
mixed media on canvas, 120,5x140 cm.
Labirent
Sanat 8 Aralık 2022 – 14 Ocak 2023 tarihleri arasında Burçin Erdi’nin son dönem
çalışmalarının yer aldığı “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” isimli sergisini
ağırlıyor.
“(…)
doğa tanımlamaları içinde cebelleşirken karşıma çıkan; aslında son gibi gözükenin
bir başlangıç olduğunu gördüm. Benim için ölüm bir başlangıç oldu. Doğada ölüm
yoktu ve doğa sürekli kendini tekrarlayıp yeniliyordu. Bu dairesel hareketin
başlangıcı bedenimizde (hücrede) başlıyordu. İnsan doğumu ölümünün başlangıcı
değil miydi? Ve karşıtlıklar birbirine ne kadar benziyordu”.
Burçin
Erdi “Doğa Ana” (2018) ismini verdiği sergisinin kataloğunun giriş yazısında,
üretimini şekillendiren doğum-ölüm karşıtlığının, resimleri üzerindeki
belirleyici etkisinden söz eder. İnsanı diğer canlı varlıklardan ayıran, tam da
bu sonluluğunun bilincinde varlık olması değil midir? Ölümle yüzleşme
zorunluluğumuz, yaşamın temel açmazlarından kaygıya sebep olur. Yaşamlarımızın
bir noktasında, derin bir varoluşsal anlam krizi olarak ortaya çıkan kaygı, kim
olduğumuzu seçme sorumluluğumuzu açığa çıkarır ve bize hayatımızda değişiklik
yapma ilhamı verir. Varoluşçu psikoterapist Rollo May kaygıyı, “sanki dünya
kapınızı çalıyordur ve bir şey yaratmak, bir şey yapmak zorundasınızdır”
benzetmesiyle tanımlar. Dolayısıyla kendi özünü bulabilmiş insanlar için
kaygının; yaratıcılık ve cesareti teşvik eden özelliğini vurgular.
Belirsizlik
içinde ileri atılan bireyin duyumsadığı, geleceğe yönelik umut, insan ruhunun
arkasındaki itici güçlerden biridir. Umut insanın seçtiği kişi olabilmesi,
zorluklara katlanması, bu zorlukların üstesinden gelmesi ve ilerlemesi için
gerekli motivasyonu sağlar. Bu, türümüzün tanımlayıcı özelliğidir. Bir sebeple
umudu ortadan kaldırdığınızda, aslında insanlığının bir parçasını da ortadan kaldırmış
olmaz mıyız? Peki, bir kişinin geleceği; kendi seçimleri, kaderi, şansı, hırsı,
arzusu, tutkuları veya zekasıyla değil de anne babasının seçimleriyle
belirlenseydi, durum nasıl olurdu? Bu türden bir belirlenim, kişinin yaşamında
umuda yer bırakır mıydı? Başkası tarafından kurgulanmış bir yaşamın, varoluşun
sorumluluğu kimde olurdu? Kendi irademizin dışında şekillenen bir yaşamın otantikliğinden
bahsedilebilir mi?
21.
yüzyılda ticarileştirilmiş genetik mühendisliğinin toplum üzerinde
yaratabileceği olası sosyal sonuçları konu edinen “Gattaca” (1997) filminde
toplumun cinsiyet, etnisite veya ırka göre kutuplaşması yerine, bireyin
toplumdaki yerini ve değerini belirlemenin birincil yolu olarak, kişinin
genetiğinin kalitesine yöneldiğini görürüz. Bir kişinin geleceği artık
hayatında bir şeyler yapma arzusu veya hırsı tarafından belirlenmez, bunun
yerine zeka, atletizm veya işyerindeki potansiyel için, genetik yatkınlıklarına
göre değerlendirilir. Nihayetinde süper
insan nesilleri yaratmak öylesine iyi sonuçlar vererek yaygınlaşmıştır ki, gen
düzenlemesi ile tasarlanmayan çocuklar görece azınlıktır. Genetiği düzenlenmiş
süper insanlar kadar yetenekli ve güçlü olmadıkları içinde toplumsal yaşamda
ayrımcılığa uğrarlar. Filmde genetiğine müdahale edilmemiş Vincent ve genetiği
tasarlanmış kardeşi Anton’un birlikte büyüme sürecine tanık oluruz. Vincent'ın
ruhu ve hayallerine ulaşma isteği, toplumu alt etmesini sağlar. Tanrı vergisi
genetiğiyle bile istediğini elde eder. Günümüzde dünyaya hükmetme gücüne sahip
insanın (beyaz-batılı-erkek) teknolojinin olanaklarıyla, türünü
kusursuzlaştırma mücadelesinde gözden kaçırdığı, karşıtların birbirini var
etmesi olabilir mi?
Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik - mixed media on canvas, 125x160 cm.
İnsanın
evreni ve kendi varlığını anlamlandırma sürecinde, belki de üzerinde en az
bilgiye ulaştığı kavram zihindir. İlkçağ Yunan felsefesinde “psykhe”, tüm
yaşamın temel ilkesi olarak “ruh”; bilincin merkezi olarak da zihin anlamında
kullanılırdı. Bu iki anlamıyla bağlantılı olarak, bedene can veren yaşama gücü,
yaşam ya da canlılık ilkesi olarak kullanılmıştır. İlkçağ düşünürleri bedeni,
ruh-beden düalizmi içinde yorumlamıştır ve ikincil konumda tutulmuştur. Platon
bedeni ruhun mezarı olarak, kökleri artık gökte değil yerde olan bir insanlığın
kökten kusuru olarak görmüştür. Dini öğretilerde de beden gelip geçici olan,
hazların ve günahların kaynağıdır. David Le Breton “Bedene Veda”da çağdaş
bilimsel söylemde bedenin, kişiyi taşıyan kayıtsız bir madde olarak
düşünüldüğünü; artık özneden ontolojik olarak ayırt edilen bedenin,
iyileştirmek için üzerinde etkide bulunulan bir kullanım nesnesine dönüştüğünü;
insanın kimliğinin kökü değil, kişisel kimliğin içinde eridiği bir hammadde
olduğunu ifade eder.
Gattaca
için de kusurlu, hastalıklara açık, kırılgan olan, bedeniyle tamamen faydacı
amaçlı bir sipariş nesnesine dönüşen çocuğun, kendi kimliğine ne kadar yer
kaldığı sorusu, sanki kökeni çevreleyen koşullar önemsizmiş gibi sorulabilir.
David Le Breton; çocuğun, endüstriyel çoğaltılabilirlik çağında, Benjamin’in
incelediği sanat eseri gibi biricikliğini, aura’sını, farkını kaybetmez mi?
sorusu cevabını içinde barındırır.
Burçin Erdi’nin Labirent Sanat’ta “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” başlığı altında bir araya getirdiği resimlerinde orman, mağara gibi doğa betimlemelerinin merkezinde neonatal ya da fetüsleri görüyoruz.
Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik |
mixed media on canvas, 30x30 cm.
Bu izleyende ister istemez ilk
anda orman ya da mağara olarak algıladığımız yerin aslında anne karnı
olabileceği fikrini yaratıyor. Gördüğümüz insan bedeninin mikroskobik görüntüsü
mü, yoksa doğa içindeki bitkilerin ya da ağaçların bir soyutlaması mı? Yoksa
beklenen, eşzamanda her iki yaşam kaynağına dair bir anlatı kurmamız mı? Yeni
doğan; sanatçının izi olan resmin mi, yoksa atalarının hükmetmeye çalıştığı
doğanın mı merkezindedir? Nitekim bilim ve tekniğin geldiği son aşamada kadın
bedeninin de işlevlerinin teknik olarak formüle edildiği, hakim olunabilen
biyolojik bir ayrıntıya indirgendiği söylenebilir.
Burçin Erdi’nin Labirent Sanat’ta gerçekleşecek sergisi ismini, Vincent’in yaşadığı zorlu süreçlerden sonra dile getirdiği “insan ruhu için bir gen yok” repliğinden alıyor. Doğum-ölüm, doğa-insan, insan-hayvan, zihin-beden, doğal-yapay gibi ikilikler Burçin Erdi’nin düşünsel ve üretim süreçlerini etkileyen gizil kavramlar. “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” sergisiyle tüm bu sorulara yatıştırıcı, nihai yanıtlar aramaktan çok geleceğe dair önermeler üzerinde düşünmek ve tartışmak için sizleri 8 Aralık 2022 – 14 Ocak 2023 tarihleri arasında Labirent Sanat’a bekliyoruz.
Kaynaklar:
•Burçin
Erdi, “Doğa Ana | Mother Nature” sergi broşürü, 25 Aralık 2018-18 Ocak 2019,
Cer Modern Hub – Ankara.
•David
Le Breton, “Beden Veda”, Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yayıncılık,
İstanbul-Ekim 2016.
•Rollo
May, “Yaratma Cesareti”, Çeviren: Alper Oysal, Metis Yayınları, İstanbul-Şubat
2015.
Burçin Erdi.
Burçin Erdi Kimdir?
Burçin Erdi 2003 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim bölümünden Sakıp Sabancı Özel Sanat Ödülü’nü alarak üçüncülükle mezun oldu. Yüksek lisansını ve sanatta yeterliliğini aynı üniversitede tamamladı. Tez çalışmalarını İspanya Sevilla Üniversitesi’nde yaptı. Bir dönem İspanya’da yaşadı. 33. DYO Resim Yarışması, T.C. Orman Bakanlığı Resim Yarışması, 3. Şefik Bursalı Resim Yarışması gibi birçok yarışmada önemli derecelerin sahibi oldu. Birçok uluslarası ve yurtiçi sergi, fuar, bienallere katıldı. Eserleri özel ve banka koleksiyonları, müze ve galerilerde yer alan Burçin Erdi, İstanbul’daki atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor.
Labirent Sanat
Çatma
Mescit Mah. Tepebaşı Cad. No: 56 K: 2 34430, Beyoğlu / İstanbul
Ziyaret
saatleri: Salı - Cumartesi: 11.00 - 19.00
info@labirentsanat.com
| +90 531 712 45 25