|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Türk sanatında öncü
karakteriyle büyük açılımlar yaratan, çağdaş sanatın özgür ifade olanaklarını
ve değer ölçütlerinin sınırlarını zorlayarak sanat alanlarını sürekli yenileyen
Balkan Naci İslimyeli, 27 Şubat 2010’a kadar İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde
yer alan sergisiyle 40. sanat yılını kutluyor.
RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN
KAZANÇ
|
Balkan Naci İslimyeli, "Çile".
|
“…Sanatı, o sınırsız
düş alanını sonuna kadar hayatımda tutmalı ve onun tam ortasında olmalıydım. O
zaman görünür dünyada kapatıldığım yer neresi olursa olsun oradan kaçabilirdim;
dosdoğru kendi ülkeme…” sözlerini yıllar önce söylemişsiniz. Dolu dolu 40
yıldır kendi ülkenizde yaşıyorsunuz. Bu 40 yıldan aklınızda kalan en önemli
noktalar nelerdir?
40. sanat yılım… Evet, zaman çok çabuk geçiyor. Geriye
baktığınızda ‘ne kadar çabuk geçti’ diyorsunuz ama tek tek yaşadıklarınızı
hatırladığınızda çok uzun bir mücadeleden geçtiğinizi anlıyorsunuz. Bu sadece
sanatsal mücadele değil, Türkiye’nin politik, siyasal ortamında verdiğiniz
mücadele de var. Düşünün; üç büyük darbe ve hepsini bizim kuşak yaşadı. O koşullarda
sanata devam etmek, edebilmek çok zordu. Bugün Türk modernizmini 1980’lerle
başlatmayı düşünenler var, bu çok yanlış. Öncesinde verilen mücadeleyi, Turgut
Özal döneminin sonrasındaki liberal açılım sürecinin geniş olanaklarıyla kıyasladığınız
zaman ne kadar büyük bir savaş verdiğimiz anlaşılır. Bunun değerinin yeterince kavranabildiğini
sanmıyorum. İşte bu kırk yıl içinde aklımda kalan en önemli noktalar, sanatta direnme
kararlılığımın hayatımı en çok zorladığı anlar oldu.
|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Kırk yılda ne kadar
sergi açtınız?
Kırk yılda yaklaşık 50 kişisel sergi açtım. Yüzlerce grup
sergisine katıldım. Aidiyet duygum yoktur. Bu nedenle süreç içersinde herhangi
bir gruba ait olmayı istemedim. Bağımsız kalmak istedim. Kendi deneylerimi,
kendi maceramı kendim yaşayayım ve bunun bedelini kendim ödeyeyim istedim. Onun
için de sanatımda çok risk aldım, bunun dünyada da örneği azdır. Kendini her
sergisi ile yenileyen, hem değişimini sürdürebilen, hem de kendi kalabilen
sanatçı… Kırk yıl boyunca bunu sürdürebilmek kolay değil. Ben fiyatlarım ile
öğünmüyorum fakat verdiğim mücadeleyi önensiyorum. Bu önemli bir savaşımdı.
Kırk yıl böyle geçti. Kuşaklar yetiştirdim. Bugün Türk resminde önemli yerlere
gelmiş pek çok sanatçı öğrencim oldu. Ben sanatçının bütün alanlara ilgili, tam
bir entelektüel olmasından yanayım. Çünkü bu donanımınız olmayınca yaptığınız
sanatta bir şeyler eksik kalıyor ya da çöküyor. Biz aydın olmak zorundayız. Aydın
olmanın zorunluluğu ile beraber gelen sorumluluklar da var. Atak olmalıyız,
cesaretli olmalıyız, düşündüğümüzü söyleyebilmeliyiz ve yapabilmeliyiz. Ben her
zaman yetiştiğim ortamın ve kültürel değerlerinin etkisini de hesaba katmama
rağmen sanatçılarımızı genelde ürkek buluyorum. Sanatçılar, toplumun
tepkisinden korkan, geri çekilen, küsen, içine kapanan insanlar olmamalı. Bu
çok yanlış. Sanat çetin bir mücadele. Sizin yaptığınızı birileri
değerlendiriyor. İyi ya da kötü diyor. Bunun çok duygusal çeşitlemelerini görüyorsunuz.
Bilim dışı, sanat dışı yaklaşımlar görüyorsunuz. Ahlaksızca, düşmanca yaklaşımlar
görüyorsunuz. Bütün bu kiri pası görmezlikten gelerek işimize devam etmek
zorundasınız. Öğrencilerime ilk olarak bunu öğretmeye çalışıyorum: ‘Cesaretli olun,
dürüst olun, hakiki olun ve dik olun. Kendi tarzınızı yaratın, farklı olun. Moda
bağımlısı olmaya çalışmayın, çünkü o yol çok kısa ömürlüdür. Toplum bu tür
figürleri kullanıp atar. Kalıcı olmak için ciddiyetinizi, inancınızı, sevginizi,
sanata ve izleyenlere saygınızı kanıtlamak zorundasınız.’ Ben ne kazandıysam
hep sanata yatırdım. Kendimi hep büyük bir kültürün parçası olarak hissettim.
İstedim ki halkımız dünya düzeyinde sergiler izlesin. Ben bunu yapabildiğim
ölçekte başarılıyım. Biliyorsunuz sponsorluklar da son birkaç yılda gelişti.
Bizim zamanımızda hiç yoktu. Bütün bunları kendi asistan bütçemizle, satabildiğimiz
tek tük resim ile başarmaya çalışırdık. Kırk yıl böyle geçti.
|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Türk sanatında öncü
karakterinizle büyük açılımlar yaratıyorsunuz, çağdaş sanatın özgür ifade
olanaklarını ve değer ölçütlerinin sınırlarını zorlayarak sanat alanlarınızı
sürekli yeniliyorsunuz. İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde yer alan
serginizde izleyicileri ne gibi sürprizler bekliyor?
Tabii ki yenilikler bekliyor. Ama bu yenilikler içinde mutlaka
benim geçmişimden, sorunlarımdan, üzerine eğildiğim temel meselelerden izler
göreceksiniz. Dünyaya bakışım değişmiyor, ama onu yansıtma biçimlerim değişiyor,
bunun malzemeleri değişiyor. Daha önce yine İş Bankası’nda açtığım ve Simavi
Ödülü alan sergim altı bölümden oluşmuştu. Mekânın büyüklüğünü düşünürsek bu
aslında altı ayrı sergi demektir. Bu sergi de öyle olacak. Çeşitli düzlemlerde
İstanbul’a bakış. Beni sanatçı
olarak var eden, koruyan, ilham veren, besleyen İstanbul ile dört temel yaşam
elementini özdeşleştirdim, şehre tarihiyle, geleceğiyle, bugünüyle bakan bir perspektif
oluşturdum. Fakat bu bir İstanbul pitoreski değil. Bu benim bakış açım olacak. Kentin
hissedip anlatamadığımız ya da görüp de yansıtamadığımız yanlarını anlatmaya çalışıyorum.
Biliyorsunuz çağdaş sanat büyük metropollerin sancılarından ortaya çıkmıştır.
Oralarda yaşayan, var olma mücadelesi veren çeşitli düzlemlerden gelen
insanların, karşılaşmaların oluşturduğu yoğun elektrik ve tartışmaların sonucunda
başarılmış işler. Onun için bu sergi bir İstanbul güzellemesi değil. İstanbul’a
bir övgü, teşekkür, bir ithaf ama İstanbul’un görülmeyen yüzleri başrolde
olacak bu sergide. Yani bir İstanbul kartpostalının arka yüzü.
|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Sergi, İstanbul
esintisiyle oluşturulmuş beş bölümlük bir bütün: “Hava-Su-Toprak-Ateş ve
İstanbul”. Sergiyi, “Benim en büyük hocam”, “En çok İstanbul’dan öğrendim”
dediğiniz İstanbul kentine adıyorsunuz. İstanbul’u Balkan Naci İslimyeli
farkıyla nasıl somutlaştırıyorsunuz?
Bu sergi bir retrospektif değil. Kırk yılın dökümü değil, son
bir yılın işleri. Kırk yıl sonra bir sanatçının hala genç, atak ve cüretkâr
olabileceğini kanıtlamak istediğim bir sergi. Bir yılda yaklaşık 200 eser
hazırlandı bu sergi için. “Dersaadet” bölümü eski İstanbul öykülerini anlatıyor
ve tuval üzerine çalışmalardan oluşuyor. “İstanbul-Anadolu Treni” bölümünde
gravürler ile İstanbul’un Anadolu’ya, Anadolu’nun İstanbul’a etkileri anlatılıyor.
Bir anlamda İstanbul’un değil, bizim ulus olarak tarihimizin ironik, acı acı
güldüren bir öyküsü. “Gölgeler Kenti” serisi, kentteki var olma dinamiğinin
fantezilerinden oluşuyor ve İstanbul’un gizemini kolajlarla anlatıyor. Masklar bölümünde
ise, İstanbul da varolmaya çalışan, özellikle afrika kökenli göçmen portreleri
üzerine geliştirdiğim bir seri var ve bu seriden çıkış yapan bir Video üçlemesi;
Kara Yazı, İç Yüzler ve Maskeler… Hepsi de insan bilmecesine içeriden bir bakış…
|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Sergideki yüz
okumalarının üzerlerinde Arap alfabesinden harfler var? Burada vermeye
çalıştığınız mesaj nedir?
İstanbul’un ve doğunun kaderi üzerine görsel analizler, bir
tür yüz okumaları. Kaligrafi ve hat sanatını çok severim. Babam da hat sanatına
tutkundu. Dedem de öyle imiş. Yüzler üzerine çizilmiş kaligrafilerle yüzlere
kazınmış geçmişi ve gelecek kaygılarını bugün üzerinden okumaya çalıştım. Yani ‘Alın
Yazısı’ eğretilemesi üzerine giderek yüzleri bir tür göstergeler alanına
dönüştürdüm. İfadeyi vurgulayacak, derinleştirecek, açığa çıkaracak ya da ters
yüz edecek biçimler kullandım. Başka bir deyişle, hattatın eliyle, yüzlere kader
haritaları nakşettim. Veya bu haritaları okumaya çalıştım.
Harflerin bir anlamı
yok değil mi?
Ben eski Türkçe bilmiyorum. Tamamen harflerle bir mimari
kurdum. İstanbul, Edirne ve Bursa’daki camilerde yer alan birçok ünlü hattatımızın
başyapıtlarını inceledim. Bunların içinden, yüzlerin anlamlarını
derinleştireceğine inandığım istiflerden yararlandım.
|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Fotoğraflar stüdyo
ortamında çekildi sanırım.
Çoğunlukla. Fakat onları bir maske etkisi yaratacak şekilde
tamamen değiştirdim. Gözleri bu yüzden yok. Kaşları yok ettim ve röliyef
etkisini güçlendirdim. Masklardaki gözlerin yerine seyircinin gözü yerleşşin,
içeriden bakış hali yaşansın istedim. İzleyici kendini o maskenin içinde hissetmeliydi.
Burada beni harekete geçiren şey, hayranlık duyduğum Afrika maske geleneği oldu.
Afrika’nın kadersiz ve güzel halkına, onların acılarına, İstanbul’daki var olma
serüvenlerine eski Türkçe yazının derin görsel etkisiyle katılmak istedim. Onlar
sayesinde ilk kez saf ve şiddetli renklere doğrudan açılabildim. Bu da konunun
hüznünü hafifleten neşeli bir serüven oldu benim için.
Bu seride kadın
yüzleri biraz daha ön planda görünüyor. Örneğin bir çalışmanızda kadın ağlıyor.
Kadının acılarına karşılık gelen gözyaşlarını stilize
noktalar olarak belirttim. Nokta Arap kaligrafisinde boyutu en küçük fakat
işlevi en büyük minimal güçtür. Yani zerre içinde derya. Bu nedenle noktalar, yüzlerdeki
acıyı tasvir ettiğinde etkisi de büyüyor. Kadın yüzleri öncelikli oldu. Afrika’nın
da Anadolu’nun da en bahtsız kesimi kadınlardır. Erkekler de öyledir ama
kadınlar acıları iki kat daha fazla yaşar. Çünkü bu savaşlarda onların hiç suçu
yok. Onlar yalnızca hayatı savunuyorlar ama ödül olarak ölümle yüzleşiyorlar.
|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Sergide video
çalışmalarınızın da önemli bir yeri var. Siz çok uzun yıllar önce video sanatı
konusunda çalışmaya başladınız değil mi?
1990’lı yılların başında İslam Eserleri Müzesi’nde devasa
boyutta bir video enstelasyonu sergisi açtım. İsmi “Sır”dı. Türkiye’deki en kapsamlı
video enstelasyonuydu ve önemli sponsor katkılarıyla gerçekleştirildi. Sergi çok
yadırgansa da mekânla uyumu tam istediğim ölçekteydi ve benim en sevdiğin
sergilerimden biri oldu. Yeni bir şeyler yapmak, onları sanatseverlerle paylaşmak
bana heyecan veriyor. Türkiye’de 1960 ve 70’lerden itibaren sanat adına çok
ciddi işler yapıldı. 80’lerden sonra yapılan işler daha dışarlıklı izlenimlerle
yapılan, daha global etkili çalışmalar oldu. Referans alanları hakiki ve
bilinçli olmayan ‘trendy’ işler ortalığı kapladı. Biz Türk’üz. Bunun
milliyetçilikle hiç alakası yok. Ama belli değerlerimizi yakından, ta içinden bilmemiz
gerekir. Bu değerleri tanımak ve tanıtmak, bunları yaptıklarımızın içinde aleyhte
veya lehte göstermek, taşıyabilmek önemli. Bunu hep yapmaya çalıştım. Bu
sergide “Çile” kavramını işleyen üç video çalışmam yer alıyor. Bir de benimle
yapılmış geniş bir söyleşinin yer aldığı video çalışması var. Videoların temel
konusu, yüzdeki kader çizgilerinin birbirine geçmesi. Birbirine bağlanan,
birbirini tetikleyen kaderler, insan ilişkileri… Bunlar hep yüzlerin birbirine
geçişleriyle, yaklaşıp uzaklaşmasıyla ve bir ritim içinde sürüyor. Diğer video
çalışmam da çile konseptiyle çok ilgili olmam sonucu ortaya çıktı. Biliyorsunuz
Doğu kültürlerinde olgunlaşmanın, yani kâmil olmanın yolarından biri çile, acı
çekmek. Hayatta da, sanatta da bu var. Yani acı çekmeden olgunlaşamıyorsunuz. Kullanıp
geçtiğimiz belli sözcüklerin derin anlamları üzerinde hep durmuşumdur. Kapı
çalar “Kim o?” deriz. Aslında ne kadar önemli bir sözcük. Karşımızdakinin kim
olduğu üzerine düşünmek… Kim? Resimlerimde altlık olarak gördüğünüz sözcükler
hep çile kavramıyla ilgilidir: Sabır, tövbe, hep, hiç, kül… Videolarda da bu
çile sürecini yorumsuz çektim. Bir yapıtın gerçekleştirimesi sürecinin nesnel
bir aktarımı gibi. Doğu efsanelerinde olduğu gibi yazdıklarım ben yazdıkça bir
taraftan hep siliniyor. Umarsız bir uğraş, bir çile… Tıpkı sanat gibi…
|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Ayrıca altında yazan
bir cümleyle politik gönderme yaptığınız gravürlerinizden sanırım bu sergide de
göreceğiz.
Bu sergide daha önce yaptığım “Tuhaflıklar Tarihi” serisinin
hiç sergilenmemiş bir bölümü olan “Dersaadet” ve “İstanbul-Anadolu Treni”
başlığı altında yer alan yaklaşık yeni 50 çalışma bulunuyor. Gravürler, İstanbul
üzerine farklı bir konsept. Çalışmaların altında yer alan cümleler yoğun bir
kara mizah içeriyor. Bizim toplumumuzda mizah olgusu çok gelişmedi. Hâlbuki acı
çekmiş toplumlarda, bir savunma olarak mizah gelişir ve incelir. Eleştirinin en
yaratıcı biçimidir mizah. Sözlü kültürümüzde sayısız parlak örneğine
rastladığımız mizah sanatımızda nedense pek yok. Şaka yaptığınız zaman ‘acaba
bunun altında bir hakaret mi var’ diye düşünüyor insanlarımız. Çok rahatsız ve
savunmacı bir toplum olduk… Benim babam karikatüristti, onun için mizah bana
çok yakındır. Resimlerime ve şiirlerime bakınca beni hep karamsar, karanlık bir
adam zannederler. Aslında onu dengeleyen yoğun bir mizah tarafım var. Onlar da bu
resimlerde ortaya çıkıyor.
İstanbul’un sizin
sanat yaşamınızda çok önemli bir yeri olduğunu tüm söyleşilerinizde ve
yazılarınızda belirtiyorsunuz. Sizi İstanbul ile ilgili en çok neler etkiledi?
Hangi semtleri seversiniz, hangi kafeleri, parkları sizin için bir sığınaktır?
Ben Cihangir’de yaşıyorum, yazlarımı Burgaz Ada’da
geçiriyorum. İstanbul büyüklüğünde bir metropolün hemen yakınında, Marmara’ya can
simidi gibi atılmış beş altı adanın olması bir mucize. Oraya ulaştığınızda
bambaşka bir atmosfere giriyorsunuz. Ben İstanbul’un bağımlısıyım, her köşesini
fakat en çok tarihi yarımadayı seviyorum. Uzun yıllarım boğazda geçti. Tadını
doya doya çıkardım. Fakat Tünel’den Karaköy’e oradan köprü aracılığıyla Eminönü’nün
cıvıltısına karışmak, Tahtakale’nin hakiki insan dokusu içinden Mercan yoluyla
Kapalıçarşı’ya ulaşmak, oradan Beyazıt meydanının eşsiz sahaflar çarşısını
gezmek, mola verip Çorlulu Ali Paşa medresesinde Elmalı Nargile çekmek, Kapalıçarşı’nın
canım Havuzlu Restoranında yemek yemek en büyük keyfim. Bunu yaz kış haftada
bir kez olsun mutlaka yaparım.
|
Balkan Naci İslimyeli.
|
Bu kadar duyguları
ile yaşayan bir sanatçının şiir yazması sürpriz olmasa gerek. Bu söyleşimizi
bir şiir ile tamamlarsak, İstanbul’a hangi şiirinizi hediye ederdiniz?
Ben şiirlerimi resim gibi tuvallerimin üzerine nakşederim
biliyorsunuz. Bu sergimde de İstanbul üzerine yazdığım şiirlerin bir dökümü
sunuluyor. Tuvallerin arka planında gördüğünüz karmaşık yazılar aslında benim o
konular üzerine yazdığım metinler veya şiirler. Bu sergideki konsepte uygun
olarak İstanbul şiirlerim panolar üzerinde de yer alacak. Artam Global Art
dergisi okuyucularına, sergideki şiirlerimden biri olan “İstanbul Düşü”nü
aktarıyorum:
İSTANBUL DÜŞÜ
Gece,
İstanbul yine
Kendisinden soyunmuş
Islak yatağında ve yorgun
Uykuya durmuş…
Geceler,
Bulaşıp her türlü suça
İnlerken kentin kösnül yataklarında
İstanbul gündüzün kirlerini
Unutmaya koyulmuş
Uyumuş...
Okula gidememiş çocuklar
Henüz bilmiyorken kötülükleri
Ve henüz ılıkken havalar
Issız köşelerinde kentin
Güzel rüyalara dalmış
Uyumuş...
Kalbinde, ta kalbinde kentin
Havalar çok soğuk, çok değişken olurmuş
Bir masalın büyüsüyle ona koşanlar
Geceler geceler boyu
Uykusuz, donmuş...
Bir çocuk kaval sesi duyup yatağında
Kalkıp onu bulmaya koyulmuş
Ama ses uzaklaşıp duruyormuş
Sonunda izlemekten yorulmuş
Uyumuş ulaşabildiği yerde
Ve düşünde
İstanbul kırmızı bir cennet olmuş...
Son olarak
okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Eskiler, “marifet iltifata tabidir” derlerdi. Biz iltifatsız
sanat yaptık yıllarca. Artık öyle olmasın. Birileri sanatı korusun, sevsin, sürdürsün.
Geleceğimiz, uluslararası saygınlığımız buna bağlı. Bu arada sanat yaşamım
boyunca beni destekleyen dostlarıma teşekkür ederim. Ama en çok da düşmanlarıma şükran borçluyum. Onlar
üstümü çizmeye çalışarak, görmezlikten gelerek, aleyhimdeki her türlü
çirkinliğe ve saldırıya gönülden katılarak beni bugünlere getirdiler. Tüm
okuyucularınıza, sanatı paylaşanlara, sevenlere, ona inananlara mutlu yıllar
diliyorum.