sergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2023 Çarşamba

Ahmet Yeşil “Dip Dalga” İsimli Kişisel Sergisiyle Galeri Soyut’ta

Ahmet Yeşil, "Dip Dalga", 2023, tuval üzerine yağlıboya, 60x60 cm.


Galeri Soyut, 28 Nisan – 17 Mayıs 2023 tarihleri arasında, Yıldız / A Salonunda, Ahmet Yeşil’in “Dip Dalga” isimli kişisel resim sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatçının son dönem çalışmalarının yer aldığı sergide, giderek soyutlaşan halat imgeleri, izleyiciyi adeta büyülü bir yolculuğa çıkarıyor. Mersin’de yaşayan ve çalışan Ahmet Yeşil, 1973-1985 yılları arasında Ressam Nuri Abaç, İlhan Çevik ve Ernur Tüzün Atölyelerinde resim eğitimini aldı. 2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne başladı. Türkiye’de birçok özel koleksiyonda yapıtları yer alan sanatçının, Almanya, Amerika, Kanada, Hollanda, İngiltere, Çin, Tayvan, Hindistan başta olmak üzere önemli yabancı koleksiyonlarda da eserleri bulunmaktadır. Ahmet Yeşil, Unicef Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği üyesidir; şimdiye kadar 132 kişisel sergi açtı, 321 karma ve yarışma sergisine katıldı. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda 25 ödül aldı.

 

Ahmet Yeşil, "Kıyıdan", 2022, tuval üzerine yağlıboya, 80x60 cm.




Ahmet Yeşil, "Art-ık Zamanlar", 2023, tuval üzerine yağlıboya, 60x60 cm.



Ahmet Yeşil, "Son(uç)", 2022, tuval üzerine yağlıboya, 100x120 cm.


4 Şubat 2023 Cumartesi

Ali Elmacı “Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle” Sergisi ile PİLEVNELİ’de

Beni Kendinden Fazla Sev, 2022, Ali Elmacı ve PİLEVNELİ izniyle
​Fotoğraf: Fethi Karaduman.

Sanatçı Ali Elmacı’nın son dönem kağıt ve tuval eserleriyle birlikte ilk yönetmenlik deneyimini izleyiciye sunduğu yeni sergisi “Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle”, 14 Ocak-18 Şubat 2023 tarihleri arasında PİLEVNELİ Dolapdere’de ziyaret edilebilecek.

Sergide Ali Elmacı’nın görsel dili ve bakış açısını bu kez yeni bir ortama taşıyan, Bulut Reyhanoğlu prodüktörlüğünde hayata geçen üç yeni kısa metraj filmi izlenebilecek. Bu filmler: Hatice Aslan, Barış Demiröz, Gülnara Golovina, Hakan Meriçliler, Alper Saldıran, Melisa Şenolsun ve Ömer Ülger oyunculuğunda “Tadına Bakınca Kokusunu da Aldım”, Ahmet Rıfat Şungar ve Onur Ünsal oyunculuğunda “Bahçeye de Çıkarız” ve Aleyna Tilki oyunculuğunda “Beni Kendinden Fazla Sev”. “Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle” sergisine sanatçının özel koleksiyonlardan derlenen eserleri eşlik edecek. Bu sayede Elmacı’nın pratiğine bugüne kadar en kapsamlı bakışı sunacak.


22 Ekim 1976 yılında Sinop’ta doğan Ali Elmacı, 2010 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. Yapıtlarında iktidar, medya, güç, toplumsal kalıplar ve popüler kültür eleştirisini ele alan sanatçı, gerek toplumsal gerekse kişisel olguları çarpıcı boyutlarda yorumluyor ve kalıpları karikatürize ediyor.
“Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle” sergisini 14 Ocak-18 Şubat 2023 tarihleri arasında PİLEVNELİ’nin Dolapdere’deki mekânında ziyaret edebilirsiniz.

Beni Kendinden Fazla Sev, 2022, Ali Elmacı ve PİLEVNELİ izniyle
​Fotoğraf: Fethi Karaduman.



1 Şubat 2023 Çarşamba

Kırk Yıl Sonra Hala Genç, Atak ve Cüretkâr Bir Sanatçı: Balkan Naci İslimyeli

Balkan Naci İslimyeli.


Türk sanatında öncü karakteriyle büyük açılımlar yaratan, çağdaş sanatın özgür ifade olanaklarını ve değer ölçütlerinin sınırlarını zorlayarak sanat alanlarını sürekli yenileyen Balkan Naci İslimyeli, 27 Şubat 2010’a kadar İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde yer alan sergisiyle 40. sanat yılını kutluyor.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ



Balkan Naci İslimyeli, "Çile".


“…Sanatı, o sınırsız düş alanını sonuna kadar hayatımda tutmalı ve onun tam ortasında olmalıydım. O zaman görünür dünyada kapatıldığım yer neresi olursa olsun oradan kaçabilirdim; dosdoğru kendi ülkeme…” sözlerini yıllar önce söylemişsiniz. Dolu dolu 40 yıldır kendi ülkenizde yaşıyorsunuz. Bu 40 yıldan aklınızda kalan en önemli noktalar nelerdir?

40. sanat yılım… Evet, zaman çok çabuk geçiyor. Geriye baktığınızda ‘ne kadar çabuk geçti’ diyorsunuz ama tek tek yaşadıklarınızı hatırladığınızda çok uzun bir mücadeleden geçtiğinizi anlıyorsunuz. Bu sadece sanatsal mücadele değil, Türkiye’nin politik, siyasal ortamında verdiğiniz mücadele de var. Düşünün; üç büyük darbe ve hepsini bizim kuşak yaşadı. O koşullarda sanata devam etmek, edebilmek çok zordu. Bugün Türk modernizmini 1980’lerle başlatmayı düşünenler var, bu çok yanlış. Öncesinde verilen mücadeleyi, Turgut Özal döneminin sonrasındaki liberal açılım sürecinin geniş olanaklarıyla kıyasladığınız zaman ne kadar büyük bir savaş verdiğimiz anlaşılır. Bunun değerinin yeterince kavranabildiğini sanmıyorum. İşte bu kırk yıl içinde aklımda kalan en önemli noktalar, sanatta direnme kararlılığımın hayatımı en çok zorladığı anlar oldu.


Balkan Naci İslimyeli.


Kırk yılda ne kadar sergi açtınız?

Kırk yılda yaklaşık 50 kişisel sergi açtım. Yüzlerce grup sergisine katıldım. Aidiyet duygum yoktur. Bu nedenle süreç içersinde herhangi bir gruba ait olmayı istemedim. Bağımsız kalmak istedim. Kendi deneylerimi, kendi maceramı kendim yaşayayım ve bunun bedelini kendim ödeyeyim istedim. Onun için de sanatımda çok risk aldım, bunun dünyada da örneği azdır. Kendini her sergisi ile yenileyen, hem değişimini sürdürebilen, hem de kendi kalabilen sanatçı… Kırk yıl boyunca bunu sürdürebilmek kolay değil. Ben fiyatlarım ile öğünmüyorum fakat verdiğim mücadeleyi önensiyorum. Bu önemli bir savaşımdı. Kırk yıl böyle geçti. Kuşaklar yetiştirdim. Bugün Türk resminde önemli yerlere gelmiş pek çok sanatçı öğrencim oldu. Ben sanatçının bütün alanlara ilgili, tam bir entelektüel olmasından yanayım. Çünkü bu donanımınız olmayınca yaptığınız sanatta bir şeyler eksik kalıyor ya da çöküyor. Biz aydın olmak zorundayız. Aydın olmanın zorunluluğu ile beraber gelen sorumluluklar da var. Atak olmalıyız, cesaretli olmalıyız, düşündüğümüzü söyleyebilmeliyiz ve yapabilmeliyiz. Ben her zaman yetiştiğim ortamın ve kültürel değerlerinin etkisini de hesaba katmama rağmen sanatçılarımızı genelde ürkek buluyorum. Sanatçılar, toplumun tepkisinden korkan, geri çekilen, küsen, içine kapanan insanlar olmamalı. Bu çok yanlış. Sanat çetin bir mücadele. Sizin yaptığınızı birileri değerlendiriyor. İyi ya da kötü diyor. Bunun çok duygusal çeşitlemelerini görüyorsunuz. Bilim dışı, sanat dışı yaklaşımlar görüyorsunuz. Ahlaksızca, düşmanca yaklaşımlar görüyorsunuz. Bütün bu kiri pası görmezlikten gelerek işimize devam etmek zorundasınız. Öğrencilerime ilk olarak bunu öğretmeye çalışıyorum: ‘Cesaretli olun, dürüst olun, hakiki olun ve dik olun. Kendi tarzınızı yaratın, farklı olun. Moda bağımlısı olmaya çalışmayın, çünkü o yol çok kısa ömürlüdür. Toplum bu tür figürleri kullanıp atar. Kalıcı olmak için ciddiyetinizi, inancınızı, sevginizi, sanata ve izleyenlere saygınızı kanıtlamak zorundasınız.’ Ben ne kazandıysam hep sanata yatırdım. Kendimi hep büyük bir kültürün parçası olarak hissettim. İstedim ki halkımız dünya düzeyinde sergiler izlesin. Ben bunu yapabildiğim ölçekte başarılıyım. Biliyorsunuz sponsorluklar da son birkaç yılda gelişti. Bizim zamanımızda hiç yoktu. Bütün bunları kendi asistan bütçemizle, satabildiğimiz tek tük resim ile başarmaya çalışırdık. Kırk yıl böyle geçti.  


Balkan Naci İslimyeli.


Türk sanatında öncü karakterinizle büyük açılımlar yaratıyorsunuz, çağdaş sanatın özgür ifade olanaklarını ve değer ölçütlerinin sınırlarını zorlayarak sanat alanlarınızı sürekli yeniliyorsunuz. İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde yer alan serginizde izleyicileri ne gibi sürprizler bekliyor?

Tabii ki yenilikler bekliyor. Ama bu yenilikler içinde mutlaka benim geçmişimden, sorunlarımdan, üzerine eğildiğim temel meselelerden izler göreceksiniz. Dünyaya bakışım değişmiyor, ama onu yansıtma biçimlerim değişiyor, bunun malzemeleri değişiyor. Daha önce yine İş Bankası’nda açtığım ve Simavi Ödülü alan sergim altı bölümden oluşmuştu. Mekânın büyüklüğünü düşünürsek bu aslında altı ayrı sergi demektir. Bu sergi de öyle olacak. Çeşitli düzlemlerde İstanbul’a bakış. Beni sanatçı olarak var eden, koruyan, ilham veren, besleyen İstanbul ile dört temel yaşam elementini özdeşleştirdim, şehre tarihiyle, geleceğiyle, bugünüyle bakan bir perspektif oluşturdum. Fakat bu bir İstanbul pitoreski değil. Bu benim bakış açım olacak. Kentin hissedip anlatamadığımız ya da görüp de yansıtamadığımız yanlarını anlatmaya çalışıyorum. Biliyorsunuz çağdaş sanat büyük metropollerin sancılarından ortaya çıkmıştır. Oralarda yaşayan, var olma mücadelesi veren çeşitli düzlemlerden gelen insanların, karşılaşmaların oluşturduğu yoğun elektrik ve tartışmaların sonucunda başarılmış işler. Onun için bu sergi bir İstanbul güzellemesi değil. İstanbul’a bir övgü, teşekkür, bir ithaf ama İstanbul’un görülmeyen yüzleri başrolde olacak bu sergide. Yani bir İstanbul kartpostalının arka yüzü.


Balkan Naci İslimyeli.


Sergi, İstanbul esintisiyle oluşturulmuş beş bölümlük bir bütün: “Hava-Su-Toprak-Ateş ve İstanbul”. Sergiyi, “Benim en büyük hocam”, “En çok İstanbul’dan öğrendim” dediğiniz İstanbul kentine adıyorsunuz. İstanbul’u Balkan Naci İslimyeli farkıyla nasıl somutlaştırıyorsunuz?

Bu sergi bir retrospektif değil. Kırk yılın dökümü değil, son bir yılın işleri. Kırk yıl sonra bir sanatçının hala genç, atak ve cüretkâr olabileceğini kanıtlamak istediğim bir sergi. Bir yılda yaklaşık 200 eser hazırlandı bu sergi için. “Dersaadet” bölümü eski İstanbul öykülerini anlatıyor ve tuval üzerine çalışmalardan oluşuyor. “İstanbul-Anadolu Treni” bölümünde gravürler ile İstanbul’un Anadolu’ya, Anadolu’nun İstanbul’a etkileri anlatılıyor. Bir anlamda İstanbul’un değil, bizim ulus olarak tarihimizin ironik, acı acı güldüren bir öyküsü. “Gölgeler Kenti” serisi, kentteki var olma dinamiğinin fantezilerinden oluşuyor ve İstanbul’un gizemini kolajlarla anlatıyor. Masklar bölümünde ise, İstanbul da varolmaya çalışan, özellikle afrika kökenli göçmen portreleri üzerine geliştirdiğim bir seri var ve bu seriden çıkış yapan bir Video üçlemesi; Kara Yazı, İç Yüzler ve Maskeler… Hepsi de insan bilmecesine içeriden bir bakış…


Balkan Naci İslimyeli.


Sergideki yüz okumalarının üzerlerinde Arap alfabesinden harfler var? Burada vermeye çalıştığınız mesaj nedir?

İstanbul’un ve doğunun kaderi üzerine görsel analizler, bir tür yüz okumaları. Kaligrafi ve hat sanatını çok severim. Babam da hat sanatına tutkundu. Dedem de öyle imiş. Yüzler üzerine çizilmiş kaligrafilerle yüzlere kazınmış geçmişi ve gelecek kaygılarını bugün üzerinden okumaya çalıştım. Yani ‘Alın Yazısı’ eğretilemesi üzerine giderek yüzleri bir tür göstergeler alanına dönüştürdüm. İfadeyi vurgulayacak, derinleştirecek, açığa çıkaracak ya da ters yüz edecek biçimler kullandım. Başka bir deyişle, hattatın eliyle, yüzlere kader haritaları nakşettim. Veya bu haritaları okumaya çalıştım.

Harflerin bir anlamı yok değil mi?

Ben eski Türkçe bilmiyorum. Tamamen harflerle bir mimari kurdum. İstanbul, Edirne ve Bursa’daki camilerde yer alan birçok ünlü hattatımızın başyapıtlarını inceledim. Bunların içinden, yüzlerin anlamlarını derinleştireceğine inandığım istiflerden yararlandım.


Balkan Naci İslimyeli.


Fotoğraflar stüdyo ortamında çekildi sanırım.

Çoğunlukla. Fakat onları bir maske etkisi yaratacak şekilde tamamen değiştirdim. Gözleri bu yüzden yok. Kaşları yok ettim ve röliyef etkisini güçlendirdim. Masklardaki gözlerin yerine seyircinin gözü yerleşşin, içeriden bakış hali yaşansın istedim. İzleyici kendini o maskenin içinde hissetmeliydi. Burada beni harekete geçiren şey, hayranlık duyduğum Afrika maske geleneği oldu. Afrika’nın kadersiz ve güzel halkına, onların acılarına, İstanbul’daki var olma serüvenlerine eski Türkçe yazının derin görsel etkisiyle katılmak istedim. Onlar sayesinde ilk kez saf ve şiddetli renklere doğrudan açılabildim. Bu da konunun hüznünü hafifleten neşeli bir serüven oldu benim için.

Bu seride kadın yüzleri biraz daha ön planda görünüyor. Örneğin bir çalışmanızda kadın ağlıyor.

Kadının acılarına karşılık gelen gözyaşlarını stilize noktalar olarak belirttim. Nokta Arap kaligrafisinde boyutu en küçük fakat işlevi en büyük minimal güçtür. Yani zerre içinde derya. Bu nedenle noktalar, yüzlerdeki acıyı tasvir ettiğinde etkisi de büyüyor. Kadın yüzleri öncelikli oldu. Afrika’nın da Anadolu’nun da en bahtsız kesimi kadınlardır. Erkekler de öyledir ama kadınlar acıları iki kat daha fazla yaşar. Çünkü bu savaşlarda onların hiç suçu yok. Onlar yalnızca hayatı savunuyorlar ama ödül olarak ölümle yüzleşiyorlar.



Balkan Naci İslimyeli.


Sergide video çalışmalarınızın da önemli bir yeri var. Siz çok uzun yıllar önce video sanatı konusunda çalışmaya başladınız değil mi?

1990’lı yılların başında İslam Eserleri Müzesi’nde devasa boyutta bir video enstelasyonu sergisi açtım. İsmi “Sır”dı. Türkiye’deki en kapsamlı video enstelasyonuydu ve önemli sponsor katkılarıyla gerçekleştirildi. Sergi çok yadırgansa da mekânla uyumu tam istediğim ölçekteydi ve benim en sevdiğin sergilerimden biri oldu. Yeni bir şeyler yapmak, onları sanatseverlerle paylaşmak bana heyecan veriyor. Türkiye’de 1960 ve 70’lerden itibaren sanat adına çok ciddi işler yapıldı. 80’lerden sonra yapılan işler daha dışarlıklı izlenimlerle yapılan, daha global etkili çalışmalar oldu. Referans alanları hakiki ve bilinçli olmayan ‘trendy’ işler ortalığı kapladı. Biz Türk’üz. Bunun milliyetçilikle hiç alakası yok. Ama belli değerlerimizi yakından, ta içinden bilmemiz gerekir. Bu değerleri tanımak ve tanıtmak, bunları yaptıklarımızın içinde aleyhte veya lehte göstermek, taşıyabilmek önemli. Bunu hep yapmaya çalıştım. Bu sergide “Çile” kavramını işleyen üç video çalışmam yer alıyor. Bir de benimle yapılmış geniş bir söyleşinin yer aldığı video çalışması var. Videoların temel konusu, yüzdeki kader çizgilerinin birbirine geçmesi. Birbirine bağlanan, birbirini tetikleyen kaderler, insan ilişkileri… Bunlar hep yüzlerin birbirine geçişleriyle, yaklaşıp uzaklaşmasıyla ve bir ritim içinde sürüyor. Diğer video çalışmam da çile konseptiyle çok ilgili olmam sonucu ortaya çıktı. Biliyorsunuz Doğu kültürlerinde olgunlaşmanın, yani kâmil olmanın yolarından biri çile, acı çekmek. Hayatta da, sanatta da bu var. Yani acı çekmeden olgunlaşamıyorsunuz. Kullanıp geçtiğimiz belli sözcüklerin derin anlamları üzerinde hep durmuşumdur. Kapı çalar “Kim o?” deriz. Aslında ne kadar önemli bir sözcük. Karşımızdakinin kim olduğu üzerine düşünmek… Kim? Resimlerimde altlık olarak gördüğünüz sözcükler hep çile kavramıyla ilgilidir: Sabır, tövbe, hep, hiç, kül… Videolarda da bu çile sürecini yorumsuz çektim. Bir yapıtın gerçekleştirimesi sürecinin nesnel bir aktarımı gibi. Doğu efsanelerinde olduğu gibi yazdıklarım ben yazdıkça bir taraftan hep siliniyor. Umarsız bir uğraş, bir çile… Tıpkı sanat gibi…


Balkan Naci İslimyeli.


Ayrıca altında yazan bir cümleyle politik gönderme yaptığınız gravürlerinizden sanırım bu sergide de göreceğiz.

Bu sergide daha önce yaptığım “Tuhaflıklar Tarihi” serisinin hiç sergilenmemiş bir bölümü olan “Dersaadet” ve “İstanbul-Anadolu Treni” başlığı altında yer alan yaklaşık yeni 50 çalışma bulunuyor. Gravürler, İstanbul üzerine farklı bir konsept. Çalışmaların altında yer alan cümleler yoğun bir kara mizah içeriyor. Bizim toplumumuzda mizah olgusu çok gelişmedi. Hâlbuki acı çekmiş toplumlarda, bir savunma olarak mizah gelişir ve incelir. Eleştirinin en yaratıcı biçimidir mizah. Sözlü kültürümüzde sayısız parlak örneğine rastladığımız mizah sanatımızda nedense pek yok. Şaka yaptığınız zaman ‘acaba bunun altında bir hakaret mi var’ diye düşünüyor insanlarımız. Çok rahatsız ve savunmacı bir toplum olduk… Benim babam karikatüristti, onun için mizah bana çok yakındır. Resimlerime ve şiirlerime bakınca beni hep karamsar, karanlık bir adam zannederler. Aslında onu dengeleyen yoğun bir mizah tarafım var. Onlar da bu resimlerde ortaya çıkıyor.

İstanbul’un sizin sanat yaşamınızda çok önemli bir yeri olduğunu tüm söyleşilerinizde ve yazılarınızda belirtiyorsunuz. Sizi İstanbul ile ilgili en çok neler etkiledi? Hangi semtleri seversiniz, hangi kafeleri, parkları sizin için bir sığınaktır?

Ben Cihangir’de yaşıyorum, yazlarımı Burgaz Ada’da geçiriyorum. İstanbul büyüklüğünde bir metropolün hemen yakınında, Marmara’ya can simidi gibi atılmış beş altı adanın olması bir mucize. Oraya ulaştığınızda bambaşka bir atmosfere giriyorsunuz. Ben İstanbul’un bağımlısıyım, her köşesini fakat en çok tarihi yarımadayı seviyorum. Uzun yıllarım boğazda geçti. Tadını doya doya çıkardım. Fakat Tünel’den Karaköy’e oradan köprü aracılığıyla Eminönü’nün cıvıltısına karışmak, Tahtakale’nin hakiki insan dokusu içinden Mercan yoluyla Kapalıçarşı’ya ulaşmak, oradan Beyazıt meydanının eşsiz sahaflar çarşısını gezmek, mola verip Çorlulu Ali Paşa medresesinde Elmalı Nargile çekmek, Kapalıçarşı’nın canım Havuzlu Restoranında yemek yemek en büyük keyfim. Bunu yaz kış haftada bir kez olsun mutlaka yaparım.

Balkan Naci İslimyeli.


Bu kadar duyguları ile yaşayan bir sanatçının şiir yazması sürpriz olmasa gerek. Bu söyleşimizi bir şiir ile tamamlarsak, İstanbul’a hangi şiirinizi hediye ederdiniz?

Ben şiirlerimi resim gibi tuvallerimin üzerine nakşederim biliyorsunuz. Bu sergimde de İstanbul üzerine yazdığım şiirlerin bir dökümü sunuluyor. Tuvallerin arka planında gördüğünüz karmaşık yazılar aslında benim o konular üzerine yazdığım metinler veya şiirler. Bu sergideki konsepte uygun olarak İstanbul şiirlerim panolar üzerinde de yer alacak. Artam Global Art dergisi okuyucularına, sergideki şiirlerimden biri olan “İstanbul Düşü”nü aktarıyorum:

İSTANBUL DÜŞÜ

Gece,

İstanbul yine

Kendisinden soyunmuş

Islak yatağında ve yorgun

Uykuya durmuş…


Geceler,

Bulaşıp her türlü suça

İnlerken kentin kösnül yataklarında

İstanbul gündüzün kirlerini

Unutmaya koyulmuş

Uyumuş...

Okula gidememiş çocuklar

Henüz bilmiyorken kötülükleri

Ve henüz ılıkken havalar

Issız köşelerinde kentin

Güzel rüyalara dalmış

Uyumuş...


Kalbinde, ta kalbinde kentin

Havalar çok soğuk, çok değişken olurmuş

Bir masalın büyüsüyle ona koşanlar

Geceler geceler boyu

Uykusuz, donmuş...


Bir çocuk kaval sesi duyup yatağında

Kalkıp onu bulmaya koyulmuş

Ama ses uzaklaşıp duruyormuş

Sonunda izlemekten yorulmuş

Uyumuş ulaşabildiği yerde

 

Ve düşünde

İstanbul kırmızı bir cennet olmuş...

 

Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Eskiler, “marifet iltifata tabidir” derlerdi. Biz iltifatsız sanat yaptık yıllarca. Artık öyle olmasın. Birileri sanatı korusun, sevsin, sürdürsün. Geleceğimiz, uluslararası saygınlığımız buna bağlı. Bu arada sanat yaşamım boyunca beni destekleyen dostlarıma teşekkür ederim.  Ama en çok da düşmanlarıma şükran borçluyum. Onlar üstümü çizmeye çalışarak, görmezlikten gelerek, aleyhimdeki her türlü çirkinliğe ve saldırıya gönülden katılarak beni bugünlere getirdiler. Tüm okuyucularınıza, sanatı paylaşanlara, sevenlere, ona inananlara mutlu yıllar diliyorum.

7 Aralık 2022 Çarşamba

BURÇİN ERDİ: “İNSAN RUHU İÇİN BİR GEN YOK”

Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik | mixed media on canvas, 120,5x140 cm.


Labirent Sanat 8 Aralık 2022 – 14 Ocak 2023 tarihleri arasında Burçin Erdi’nin son dönem çalışmalarının yer aldığı “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” isimli sergisini ağırlıyor.

“(…) doğa tanımlamaları içinde cebelleşirken karşıma çıkan; aslında son gibi gözükenin bir başlangıç olduğunu gördüm. Benim için ölüm bir başlangıç oldu. Doğada ölüm yoktu ve doğa sürekli kendini tekrarlayıp yeniliyordu. Bu dairesel hareketin başlangıcı bedenimizde (hücrede) başlıyordu. İnsan doğumu ölümünün başlangıcı değil miydi? Ve karşıtlıklar birbirine ne kadar benziyordu”.

Burçin Erdi “Doğa Ana” (2018) ismini verdiği sergisinin kataloğunun giriş yazısında, üretimini şekillendiren doğum-ölüm karşıtlığının, resimleri üzerindeki belirleyici etkisinden söz eder. İnsanı diğer canlı varlıklardan ayıran, tam da bu sonluluğunun bilincinde varlık olması değil midir? Ölümle yüzleşme zorunluluğumuz, yaşamın temel açmazlarından kaygıya sebep olur. Yaşamlarımızın bir noktasında, derin bir varoluşsal anlam krizi olarak ortaya çıkan kaygı, kim olduğumuzu seçme sorumluluğumuzu açığa çıkarır ve bize hayatımızda değişiklik yapma ilhamı verir. Varoluşçu psikoterapist Rollo May kaygıyı, “sanki dünya kapınızı çalıyordur ve bir şey yaratmak, bir şey yapmak zorundasınızdır” benzetmesiyle tanımlar. Dolayısıyla kendi özünü bulabilmiş insanlar için kaygının; yaratıcılık ve cesareti teşvik eden özelliğini vurgular.


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik - mixed media on canvas, 125x160 cm.


Belirsizlik içinde ileri atılan bireyin duyumsadığı, geleceğe yönelik umut, insan ruhunun arkasındaki itici güçlerden biridir. Umut insanın seçtiği kişi olabilmesi, zorluklara katlanması, bu zorlukların üstesinden gelmesi ve ilerlemesi için gerekli motivasyonu sağlar. Bu, türümüzün tanımlayıcı özelliğidir. Bir sebeple umudu ortadan kaldırdığınızda, aslında insanlığının bir parçasını da ortadan kaldırmış olmaz mıyız? Peki, bir kişinin geleceği; kendi seçimleri, kaderi, şansı, hırsı, arzusu, tutkuları veya zekasıyla değil de anne babasının seçimleriyle belirlenseydi, durum nasıl olurdu? Bu türden bir belirlenim, kişinin yaşamında umuda yer bırakır mıydı? Başkası tarafından kurgulanmış bir yaşamın, varoluşun sorumluluğu kimde olurdu? Kendi irademizin dışında şekillenen bir yaşamın otantikliğinden bahsedilebilir mi?

21. yüzyılda ticarileştirilmiş genetik mühendisliğinin toplum üzerinde yaratabileceği olası sosyal sonuçları konu edinen “Gattaca” (1997) filminde toplumun cinsiyet, etnisite veya ırka göre kutuplaşması yerine, bireyin toplumdaki yerini ve değerini belirlemenin birincil yolu olarak, kişinin genetiğinin kalitesine yöneldiğini görürüz. Bir kişinin geleceği artık hayatında bir şeyler yapma arzusu veya hırsı tarafından belirlenmez, bunun yerine zeka, atletizm veya işyerindeki potansiyel için, genetik yatkınlıklarına göre değerlendirilir.  Nihayetinde süper insan nesilleri yaratmak öylesine iyi sonuçlar vererek yaygınlaşmıştır ki, gen düzenlemesi ile tasarlanmayan çocuklar görece azınlıktır. Genetiği düzenlenmiş süper insanlar kadar yetenekli ve güçlü olmadıkları içinde toplumsal yaşamda ayrımcılığa uğrarlar. Filmde genetiğine müdahale edilmemiş Vincent ve genetiği tasarlanmış kardeşi Anton’un birlikte büyüme sürecine tanık oluruz. Vincent'ın ruhu ve hayallerine ulaşma isteği, toplumu alt etmesini sağlar. Tanrı vergisi genetiğiyle bile istediğini elde eder. Günümüzde dünyaya hükmetme gücüne sahip insanın (beyaz-batılı-erkek) teknolojinin olanaklarıyla, türünü kusursuzlaştırma mücadelesinde gözden kaçırdığı, karşıtların birbirini var etmesi olabilir mi?


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik - mixed media on canvas, 125x160 cm.


İnsanın evreni ve kendi varlığını anlamlandırma sürecinde, belki de üzerinde en az bilgiye ulaştığı kavram zihindir. İlkçağ Yunan felsefesinde “psykhe”, tüm yaşamın temel ilkesi olarak “ruh”; bilincin merkezi olarak da zihin anlamında kullanılırdı. Bu iki anlamıyla bağlantılı olarak, bedene can veren yaşama gücü, yaşam ya da canlılık ilkesi olarak kullanılmıştır. İlkçağ düşünürleri bedeni, ruh-beden düalizmi içinde yorumlamıştır ve ikincil konumda tutulmuştur. Platon bedeni ruhun mezarı olarak, kökleri artık gökte değil yerde olan bir insanlığın kökten kusuru olarak görmüştür. Dini öğretilerde de beden gelip geçici olan, hazların ve günahların kaynağıdır. David Le Breton “Bedene Veda”da çağdaş bilimsel söylemde bedenin, kişiyi taşıyan kayıtsız bir madde olarak düşünüldüğünü; artık özneden ontolojik olarak ayırt edilen bedenin, iyileştirmek için üzerinde etkide bulunulan bir kullanım nesnesine dönüştüğünü; insanın kimliğinin kökü değil, kişisel kimliğin içinde eridiği bir hammadde olduğunu ifade eder.

Gattaca için de kusurlu, hastalıklara açık, kırılgan olan, bedeniyle tamamen faydacı amaçlı bir sipariş nesnesine dönüşen çocuğun, kendi kimliğine ne kadar yer kaldığı sorusu, sanki kökeni çevreleyen koşullar önemsizmiş gibi sorulabilir. David Le Breton; çocuğun, endüstriyel çoğaltılabilirlik çağında, Benjamin’in incelediği sanat eseri gibi biricikliğini, aura’sını, farkını kaybetmez mi? sorusu cevabını içinde barındırır.

Burçin Erdi’nin Labirent Sanat’ta “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” başlığı altında bir araya getirdiği resimlerinde orman, mağara gibi doğa betimlemelerinin merkezinde neonatal ya da fetüsleri görüyoruz.


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik | mixed media on canvas, 30x30 cm. 

Bu izleyende ister istemez ilk anda orman ya da mağara olarak algıladığımız yerin aslında anne karnı olabileceği fikrini yaratıyor. Gördüğümüz insan bedeninin mikroskobik görüntüsü mü, yoksa doğa içindeki bitkilerin ya da ağaçların bir soyutlaması mı? Yoksa beklenen, eşzamanda her iki yaşam kaynağına dair bir anlatı kurmamız mı? Yeni doğan; sanatçının izi olan resmin mi, yoksa atalarının hükmetmeye çalıştığı doğanın mı merkezindedir? Nitekim bilim ve tekniğin geldiği son aşamada kadın bedeninin de işlevlerinin teknik olarak formüle edildiği, hakim olunabilen biyolojik bir ayrıntıya indirgendiği söylenebilir.

Burçin Erdi’nin Labirent Sanat’ta gerçekleşecek sergisi ismini, Vincent’in yaşadığı zorlu süreçlerden sonra dile getirdiği “insan ruhu için bir gen yok” repliğinden alıyor. Doğum-ölüm, doğa-insan, insan-hayvan, zihin-beden, doğal-yapay gibi ikilikler Burçin Erdi’nin düşünsel ve üretim süreçlerini etkileyen gizil kavramlar.  “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” sergisiyle tüm bu sorulara yatıştırıcı, nihai yanıtlar aramaktan çok geleceğe dair önermeler üzerinde düşünmek ve tartışmak için sizleri 8 Aralık 2022 – 14 Ocak 2023 tarihleri arasında Labirent Sanat’a bekliyoruz.

Kaynaklar:

•Burçin Erdi, “Doğa Ana | Mother Nature” sergi broşürü, 25 Aralık 2018-18 Ocak 2019, Cer Modern Hub – Ankara.

•David Le Breton, “Beden Veda”, Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yayıncılık, İstanbul-Ekim 2016.

•Rollo May, “Yaratma Cesareti”, Çeviren: Alper Oysal, Metis Yayınları, İstanbul-Şubat 2015.


Burçin Erdi.


Burçin Erdi Kimdir?

Burçin Erdi 2003 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim bölümünden Sakıp Sabancı Özel Sanat Ödülü’nü alarak üçüncülükle mezun oldu. Yüksek lisansını ve sanatta yeterliliğini aynı üniversitede tamamladı. Tez çalışmalarını İspanya Sevilla Üniversitesi’nde yaptı. Bir dönem İspanya’da yaşadı. 33. DYO Resim Yarışması, T.C. Orman Bakanlığı Resim Yarışması, 3. Şefik Bursalı Resim Yarışması gibi birçok yarışmada önemli derecelerin sahibi oldu. Birçok uluslarası ve yurtiçi sergi, fuar, bienallere katıldı. Eserleri özel ve banka koleksiyonları, müze ve galerilerde yer alan Burçin Erdi, İstanbul’daki atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor.

Labirent Sanat

Çatma Mescit Mah. Tepebaşı Cad. No: 56 K: 2 34430, Beyoğlu / İstanbul

Ziyaret saatleri: Salı - Cumartesi: 11.00 - 19.00

info@labirentsanat.com | +90 531 712 45 25


30 Ekim 2022 Pazar

Feyzan Alasya “Gündüz Düşü / Daydream” Sergisiyle Galeri Diani’de

Feyzan Alasya.


Feyzan Alasya, “GÜNDÜZ DÜŞÜ / DAYDREAM” adlı sergisiyle 5 Kasım’dan itibaren Galeri Diani’de! Sanatçı bu sergisinde gerçekleri şiirsel bir dille yansıtırken hüznün, acının ve haykırışın evrenselliğini bir kez daha duyuruyor bize.

 “Sen şarkı söyle,  ben yürürüm senin şarkınla.

Sen bağır, acını ben duyacağım.” (Paul Valery)

Feyzan Alasya güçlü desenleri, çarpıcı resimleriyle şarkılarını söylüyor ve izleyenler hüznü ama bir yandan da umudu sezerek yürüyorlar onunla. Gerçeklerin şiirsel bir dille yansıtıldığı resimlerinde Valery’nin dizelerindeki hüznün, acının ve haykırışın evrenselliği bir kez daha duyuruluyor bize.


Feyzan Alasya, Levitation Nation I, 2022, tuval üzerine yağlıboya, 185x230 cm.


Feyzan Alasya’nın resimleri onun dünyayı anlamaya çalışma ve bir çözümleme yoludur. Onun yapıtlarının yaratım süreci Tahsin Yücel’in bir çözümleme yönteminden söz ederken belirttiği gibi “bir kendi ken­dini dinleme, kendi kendisiyle coşma alışkısı değil, öncelikle ‘başkası’nı anlama, ‘başkası’nı anlamanın nesnel koşullarını oluşturma çabasıdır”. Ve belki bu nedenle insanlığın yaşamı anlamlandırma isteğinin bir ürünü olan mitoloji, mitolojik figürler resmin izleğini oluşturmuştur.

Resim düzleminde kullanılan figürler eşsüremli bir dizge oluşturmaktadır. Bir yanda mitolojik figürler, bir yanda günümüzü çağrıştıran desenler aynı uzam içindedirler. Bu eşsüremlilik önceyi, şimdiyi ve sonrayı birlikte değerlendirmeye, belki de bir yüzleşmeye olanak sağar.

Onun zamansız resimlerinde anarşiden söz edilebilir. Her türlü otoriteyi reddeden anarşi bir başkaldırı olarak yansır bize. Bu başkaldırı aslında hüzünlerden, var olmanın acılarından yola çıkarak yaşam sevincinin ve mutluluğun arayışıdır. Bu arayış, dünyayı anlama çabası yaratılan bilinçli düşlerle sürer, güçlü desenleri düşlerin, düşlenenin yaratımıdır ve Sanat dünyayı yeniden yaratır. (Metin: P. Şükran Sabanuç).

Bu çarpıcı sergi siz izleyicileri 5-26 Kasım tarihlerinde Galeri Diani’de bekliyor.


Feyzan Alasya, Tepegöz, 2022, kağıt üzerine karışık teknik, 50x30 cm.



Feyzan Alasya Kimdir?

1976 İstanbul doğumlu sanatçı, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği mezunu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Anasanat dalında Yüksek Lisans yapan sanatçı, yaklaşık iki buçuk sene ressam Kasım Koçak ile çalıştı. İtalya’da Florence Academy of Art bünyesinde eski ustaların yağlıboya tekniklerini deneyimleme fırsatı da yakalayan sanatçının eserlerinde “desen” unsuru öne çıkarmaktadır. Feyzan Alasya’nın eserleri birçok koleksiyonda yer almakta ve çağdaş fuarlara katılmaktadır.

 

Galeri Diani

Gsm: 0533 236 31 34

Bostanbaşı Caddesi No 3/D Beyoğlu/ İstanbul

 

 

20 Ekim 2022 Perşembe

Hasan Basri İnan “Bir Ömürlük Misafir” Sergisiyle Galeri Soyut’ta


Hasan Basri İnan, “Bir Ömürlük Misafir”, 2022, Tuval Üzerine Yağlıboya, 80x60 cm.


Hasan Basri İnan “Bir Ömürlük Misafir” isimli sergisiyle 21 Ekim – 9 Kasım 2022 tarihleri arasında Galeri Soyut’ta.

Eser içerisinde yer alan imgeler, bir zamanlar yaşanmış ve yaşantı kesitlerinden anlık görüntü alınarak resmedilmiştir. İmgenin her parçası, kendi içinde bir içeriği taşımayı amaçlamıştır. Yapıtın içerisinde yer imge, izleyici ile göz göze gelmesi ve izleyiciyi uzun bir yolculuğa sürüklemesi, bu yolculukta izleyicinin belleğindeki bazı anıları kısa süreliğine hatırlanmasına neden olacaktır. Bu çekilen bir fotoğraf ya da bir nakkaş duyarlılığında işlenen arka plan…

Bu portreler üzerinde açığa çıkan eskiye olan yakınlık, siyah-beyaz fotoğrafların yağlı boyaya geçişinin ön zeminini hazırlamaktadır. Portre’nin, “Fotoğrafik Görüntü” temsili üzerinden hazırlan ve onları geleneksel çini ve kilim motifleriyle destekleyen yeni anlam arayışlarını da beraberinde getirmektedir. Fotoğrafik görüntünün içinde yer alan imge, onu yansıtan zaman algısını anlaşılabilecek bir biçimde somutlanmıştır. Resmedilen figürün siyah-beyaz olması, geçmiş zamanlardan bir felsefeyi uzak zamanlardaki köklerinden günümüze taşırken, kimi zaman resimlenen anonim portreler, kimi zaman aşina olduğumuzu sandığımız bir dervişin, kimi zamansa saraylı bir hanımefendinin tasviri olarak betimlenmektedir. Eserlerde arka planın renkli oluşu ise, dönemin insanı’nın ne zorluklar çekerek o kökboyaları ile yaptığı yünden ilmiklenmiş ipleri görmezden gelmek mümkün değil.


                                   Hasan Basri İnan, “Bir Ömürlük Misafir”, 2022, Tuval Üzerine Yağlıboya.80x60 cm.


Hasan Basri İnan
Hasan Basri İnan, 1992 yılında Malatya’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Mersin’de tamamladı. 2011 yılında Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ne dereceyle girdi. 2015 yılında Seramik Bölüm birincisi ve Güzel Sanatlar Fakülte ikincisi olarak mezun oldu. 2015 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, Seramik Bölümü, Yüksek Lisans Programını 1.lik ile kazandı. 2011 yılından beri, ressam Ahmet YEŞİ rehberliğinde sanatsal çalışmalarını sürdürmektedir. Türkiye Seramik Derneği ve Seramik Sanatı Eğitimi ve Değişimi Derneği üyesidir. 8 kişisel, 70’den fazla karma sergi, 10’dan fazla ulusal ve uluslararası jürili sergiler. Workshoplar, Sempozyumlar, Uluslararası Fuar ve çeşitli etkinliklerin yanı sıra Almanya, Fransa, İngiltere, Portekiz ve İspanya’daki uluslararası karma sergilerde yer aldı. 5 ulusal, 5 uluslararası ödülü vardır. 2018 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Seramik Bölümü Tezli - Yüksek Lisans Programını tamamlayan sanatçı, çalışmalarını Mersin’deki atölyesinde sürdürmektedir.

 

                            Hasan Basri İnan, “Bir Ömürlük Misafir'', 2021, Tuval Üzerine Yağlıboya ve Akrilik, 150x110 cm.


Hasan Basri İNAN

He was born in 1992 Malatya. He completed his primary and secondary education in Mersin. In 2011, he was admitted to the Mersin University Faculty of Fine Arts with degree. In 2015 Ceramics Department 1st. And Faculty of Fine Arts 2st. Graduated as. In 2015 Hacettepe University Institute of Fine Arts, Ceramics Department, won 1st. with the Masters Program. In Since 2011, he continues to receive painting courses from painter Ahmet Yesil. He is a member of the Turkey Ceramic Society, Ceramic Art Association Education And Society. He  8 solo, more than 70 group exhibitions, more than 10 national and international jüried exhibitions.  Workshops, Symposiums and Various Events. He 5 National, 5 International awards. In 2018 He graduated from Hacettepe University, Fine Arts Institute, Department of Ceramics - Master's Program. He continues his works in his workshop in Mersin.

 

Galeri Soyut

Adres: Yıldızevler, Şht. Mustafa Doğan Cd No:82/A, 06550 Çankaya/Ankara

Telefon: (0312) 438 86 70

3 Ekim 2022 Pazartesi

Serhat Akavcı, Fotoğraf Tekniğiyle Nereye Koşuyor?

Serhat Akavcı, LP035, 2022, foto heykel, deri üstüne dijital, baskı, 37x37x20 cm.



Labirent Sanat, 13 Ekim- 19 Kasım 2022 tarihleri arasında Serhat Akavcı’nın son dönem işlerinin yer aldığı “Loop” isimli kişisel sergisini sunuyor. C. G. Jung “Ruh, İnsan, Sanat, Edebiyat” kitabında modern tıbbın kurucusu Paracelsus’un öğretisine yer verir. “Paracelsus, Limbus bir dairedir, canlı dünya büyük bir dairedir, insan ‘Limbus minör’ yani küçük dairedir. Mikrokozmozdur. Dolayısıyla dışarıda olan her şey içerde, yukarıda olan her şey aşağıdadır” demektedir. İnsan bu sonsuz ve parçası olduğu evren içinde deneyimleri ile şekillenir. Doğduğu aile, coğrafya, toplumsal ve sosyo-kültürel yapı, ilişki halinde olduğu her şey ve genetik miras kişinin ‘ben’ini şekillendirir. Bununla beraber ‘ben’ de çevresini biçimlendirir. Kosmosda her şey birbiriyle ilişkilenme kapasitesiyle kuşatılmıştır. Her varlık birbirini deneyimlemeye açıktır.

Loop sergisi, açıklık içinde varoluşunu sürdüren bireyin, hayatının belli bir döneminde yaşadığı travmatik olguların yıkıcı etkisiyle mücadelesine ve bu olguların döngüsel yapısına odaklanmaktadır. Farkındalık şifalanma süreci için yeterli mi? Bu döngüyü kırmak mümkün mü? Bedensel çıplaklığı aşmak mı, zihinsel çıplaklığa ulaşmak mı, daha zor? Bizi kişisel deneyimlerimizi, sırlarımızı paylaşmaya iten motivasyon nedir? Kişi hangi koşul ve şartlarda merkeziliğinden çıkar? Kişisel deneyimin başka birine aktarımındaki sınırlar nelerdir? gibi sorular Serhat Akavcı’nın üretim sürecini şekillendirmektedir.


Serhat Akavcı, LP019, 2022, fotoğraf tabanlı dijital manipülasyon, arşivsel pigment baskı, 70x47 cm.


Tıpkı bedensel rahatsızlıklarımızın habercisi ağrı, ateş, vb. semptomlar gibi kronik mutsuzluğu, huzursuzluğu erteleyip, baskılamak, görmezden gelmek çoğu zaman kaçınılmaz olan daha büyük sıkıntıları temellendirir. Jung’un “…İnsan kendi gölgesiyle yüzleşip hesaplaşmayı öğrenirse dünya için gerçek bir şey yapmış olur, günümüzün devasa, çözülmemiş toplumsal sorunlarının küçük bir parçasını sırtlanmış olur” saptamasında aslında ilişkisel varlık olan insanın, bireysel açmazlarının, tüm çevresine hatta gelecek nesillere aktarabildiğini düşününce, travma ile baş edebilmenin ve döngüyü kırmanın önemini hissettirir.   

“Loop” sergisinin hazırlık sürecinde projeye dahil olan katılımcıların/modellerin kişisel öykülerini, deneyimlerini, hayattaki dönüm noktalarını aktarımıyla oluşan birikimin, beden dili üzerinden anlatımında ifade bulan Akavcı’nın işlerini 19 Kasım tarihine kadar Labirent Sanat’ta görebilirsiniz.

 

Labirent Sanat

Çatma Mescit Mah. Tepebaşı Cad. No: 56 K: 2 34430, Beyoğlu / İstanbul

Ziyaret saatleri: Salı - Cumartesi: 11.00 - 19.00

Detaylı bilgi ve daha fazla görsel için: info@labirentsanat.com | +90 531 712 45 25

 

Serhat Akavcı, LP032, 2022, fotoğraf tabanlı dijital manipülasyon, arşivsel pigment baskı, 57x46 cm.


SERHAT AKAVCI - “LOOP”

Labirent Sanat presents the solo exhibition titled “Loop” featuring Serhat Akavcı's latest works between 13 October-19 November 2022.

C. G. Jung, in his book “Spirit in Man, Art, and Literature”, includes the doctrine of Paracelsus, the founder of modern medicine. Paracelsus, “Limbus is a circle. The animate world is the larger circle, man is the ‘Limbus minor,’ the smaller circle. He is the microcosm. Consequently, everything without is within, everything above is below” says. Man is shaped by his experiences in this infinite universe of which he is a part. The family, geography, social and socio-cultural structure, everything he is in contact with, and genetic heritage shape the 'I'. However, the 'I' also shapes its environment. Everything in the cosmos has the capacity to be interrelated. Every being is open to experiencing each other.

Loop exhibition focuses on the individual's struggle with the destructive effects of the individual or social traumatic events he has experienced in a certain period of his life, and the cyclical nature of this phenomena. Is awareness sufficient for the healing process? Is it possible to break this cycle? Is it more difficult to overcome bodily nakedness or to attain mental nakedness? What motivates us to share our personal experiences and secrets? In what conditions does the person become decentralized? What are the limits to the transfer of personal experience to someone else? These questions shape the production process of Serhat Akavcı.

Serhat Akavcı, LP040, 2022, foto heykel, deri üstüne dijital baskı, 27x21x19 cm.


Just like pain and fever, which are the precursors of our bodily ailments, delaying and suppressing chronic unhappiness and uneasiness, often grounds the inevitable bigger problems. Considering that the individual dilemmas of the human being, who is essentially a relational being, can be transferred to his entire environment and even to future generations, in Jung's determination that “...if a person learns to face his own shadow and come to terms with it, he will have done something real for the world, shouldering a small part of today's huge, unresolved social problems” makes us feel the importance of dealing with our dark side and breaking the cycle.

You can see the works of Akavcı which are expressed in the body language of the accumulation created by the personal stories, experiences, and life-turning points of the participants/models involved in the project during the preparation process of the “Loop” exhibition, at Labirent Sanat until 19 November.

Labirent Sanat

Çatma Mescit Mah. Tepebaşı Cad. No: 56 K: 2 34430, Beyoğlu / İstanbul

Visiting hours: Tuesday - Saturday: 11.00 - 19.00

For more information and images: info@labirentsanat.com | +90 531 712 45 25

10 Ocak 2022 Pazartesi

BURCU PERÇİN: “YENİYE YÜKSELİŞ”

Burcu Perçin, “Burada Her Şey Var, Everything is Here”, 2021, tuval üzerine yağlıboya, 175x250 cm.


Burcu Perçin’in 11. kişisel sergisi “Yeniye Yükseliş” MERKUR’un yeni adresi Polat Piyalepaşa’da 25 Aralık’ta açıldı ve 5 Mart 2022 tarihine kadar görülebilir. Burcu Perçin ‘Yeniye Yükseliş’ sergisinde, kendini yenileyen doğanın içinde, yükselişe geçen yaşamları antik dünya üzerinden kurguluyor. Antik heykellerin doğayla bütünleşmesi, figürlerin kendi aralarında ve çevresiyle arasındaki ilişki ve etkileşim serginin odak noktasını oluşturuyor. Düşsel ve gerçek imgeleri bir arada kullanan Perçin, antikiteyi referans alarak, yeni teknik ve biçimsel yorumlarını, farklı disiplinler içinde bu sergide izleyiciyle buluşturuyor.

 

BURCU PERÇİN “ASCEND TO NEW”

Burcu Perçin, in her ‘Ascend to New' solo exhibition, constructs the rising lives in the self-renewing nature through the ancient world. The focus of the exhibition is; the restructuring of ancient sculptures in nature, the effect it creates by integrating with it, the relationship and interaction that the figures establish with each other and their surroundings.

Using imaginary and real images together, Perçin brings her new technical and stylistic interpretations to the audience in this exhibition in different disciplines, taking antiquity as a reference.

“Ascend to New” exhibition can be visited between December 25 and March 5, 2022.

 

Burcu Perçin, “Hayal Edebiliyorsan Gerçektir”, 2021, tuval üzerine yağlıboya, 150x215 cm.


BURCU PERÇİN ÖZGEÇMİŞ (Ankara, 1979)

Perçin, 2002 yılında Mimar Sinan Üniversitesi resim bölümünden mezun oldu. 2005 ve 2006 yıllarında Pi Artworks’te gerçekleştirdiği kişisel sergilerinin ardından, “İşlev” (C.A.M. Galeri, 2008), “Foto-Kolaj” (C.A.M Galeri, 2009), “Kayıp Mekan” (Galeri Nev, Ankara, 2010), “Yer Yok” (Operation Room, İstanbul, 2010), “Duvar İktidarı” (art ON, 2012), “Gizli Saklı” (Galeri Nev, Ankara, 2012), “Dağların Sahibi Yoktur” (artON, 2014) ve “Yeşili Doldurmak” (x-ist, 2017) adlı solo sergileriyle izleyiciyle buluştu.

Sanatçının katıldığı grup sergileri arasında “Genç Açılım” (Pera Müzesi, 2005), “Natur-mort” (Galerist, 2006), “DeforNation”, (Pi Artworks, 2006), “Sisyphos”, (C.A.M Galeri, 2008), “Istanbul Now” (Lukasfeichtner Galeri, Viyana, 2007), “Istanbul Art Affairs” (C.A.M Galleri-Gallery Hübner/Frankfurt, 2008), “Ego Kırılmaları 3” (C.A.M Galeri, 2009), “Kayıp Gerçekliğin İzinde” (Galeri Nev, Ankara, 2009), “+Sonsuz” (Cer Modern, Ankara, 2010), “ Doğa cennetse, kent cehennemdir” (Cer Modern, Ankara, 2011), “Karşılaşmalar: Türk Çağdaş Sanatı Kore’de” (Seul, Güney Kore, 2012), “x-tension” (Office 4200, Bursa, 2015) ve “Bir Endülüs Köpeği üzerine çeşitlemeler” (x-ist, 2015) bulunmaktadır. Perçin ayrıca, Art Fair Cologne’06 (Almanya, 2006), 'Contemporary Istanbul’06, 08, 09, 10, 11, 12, 13, 15 & 16 (İstanbul), ArtInternational 2015 (İstanbul), SCOPE Basel 2011 & 2012 ve Art Karlsruhe 2011 fuarlarına katıldı.

Genellikle tuval üzerine yağlıboya tekniğinde çalışan sanatçı, mekanları konu edinir. Bu mekanlar, sanatçının keşfettiği terkedilmiş alanlardan çektiği fotoğraflarla oluşturduğu kompozisyonlar sonucu ortaya çıkar.  Perçin’in konu edindiği endüstriyel alanları tuvale uyguladığı hareketli ve belirgin fırça vuruşları ve kendine özgü tekniğiyle aktarır. Sanatçının çektiği fotoğraflardaki mekan ve nesneler, onun daha sonra yapacağı kolajlarda farklı kompozisyonlar olarak karşımıza çıkar. Endüstriyel alanlar, fabrikalar, depolar, tershane gibi mekanlarla, kimi zaman bu mekanlarda bulunan nesneleri kimi zamanda başka yerlerde bulduğu nesne ve imgeleri birleştirerek yeni bir kompozisyon oluşturan sanatçı bu foto-kolajlarını yeniden yorumlayarak tuvale aktarır. Son dönem çalışmalarında grafitinin de resmine dahil olduğu görülür.

Perçin, unutulmuş alanlara dikkat çekerken mekana dair hafızayı yoklar. Ancak resimlerdeki grafitiler bu mekanların kullanılmaya devam edildiğini ve buralarda gizli saklı izler bırakıldığına işaret eder. Tuval resimleriyle öne çıkan sanatçının, fotoğraf, kolaj, boyayla müdahale ettiği fotoğraf baskı çalışmaları da bulunmaktadır.

Address: Polat Piyalepaşa. İstiklal Mah. Piyalepasa Bulvarı. 32/D Beyoğlu-İstanbul

For Info: galeri@galerimerkur.com