20 Mayıs 2014 Salı

AHMET YEŞİL: “GÖRSEL OLAN SATAŞIR, ÖRTER VE ESTETİK AKLIN DUYARLIĞINA YERLEŞİR”



Ahmet Yeşil’in resimlerine ilk baktığınızda onun imzası haline gelen deniz-gemi halatı ve makara ipliklerini görürsünüz. Sonraki bakışlarınızda bu ipler sizi görsel bir şölenin içine çeker. Resimler size sataşır, tüm benliğinizi sarmaya başlar ve aklınızda siz ne görmek isterseniz o imge, o görsel lezzet kalır. Ressam Ahmet Yeşil, “Görsel Dokunuşlar” ismini verdiği 100. Kişisel sergisiyle Oberhausen Sarayı Ludwig Galeri Panorama Salonu’nda sanatseverlerle buluşuyor. Sergi, 24 Ağustos 2014 tarihine kadar izlenebilir.     

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sayın Ahmet Yeşil, 100. Kişisel serginiz olması sebebiyle özel bir anlam taşıyan “Görsel Dokunuşlar” serginiz, Almanya’nın Oberhausen şehrindeki Oberhausen Sarayı Ludwig Galeri Panorama Salonu’nda 4 Mayıs’ta açıldı ve 24 Ağustos 2014 tarihine kadar devam ediyor. Siz de açılışa katıldınız. Bize biraz açılış atmosferini ve izleyicilerin tepkilerini anlatabilir misiniz? Siz neler hissettiniz?
4 Mayıs’ta belirtiğiniz mekan da sergimin açılışında ki atmosferi anlatmak çok zor. Her yeni sergide yaşanılan heyecanın, coşkunun, endişenin -tabi bu endişe bir korkma, ürkme ifadesi değil- 100. sergimin önemli bir sanat mekanında olması durumu diye bilirim.

Sizin sergi açtığınız mekanın bir diğer galerisinde usta sanatçı Andy Warhol’un da sergisi vardı. Afişleriniz yana yana Almanya sokaklarında yer aldı. Nasıl bir duygu?
Evet, sergimin açılışına giderken; mekanın dışında, yollarda ve iç açık alanında Andy Warhol afişleri ile yana yan asılmış görünce çok mutlu oldum. Sanat tarihinin bu çok önemli sanatçısının sergisi ile benim sergimin bulunduğu mekanlar karşılıklı, aynı galeriye ait iki bina içinde olması onur verici. 100. Sergimin yanı sıra 34 yıllık sanat yaşamımın en önemli ödülü gibi bir duyguyu hissettirdi.

“Görsel Dokunuşlar” seriniz ile ilgili kaleme aldığınız metinde şu cümleleriniz dikkat çekiyor: “Sanatın yarattığı estetik/plastik değerler, dünyaya yansıyan bir atmosfer kurar. Gündelik yaşama kilitlenmiş insanların da, belki hiç ilgilenmedikleri bu yansımaların içinden geçmesi kaçınılmazdır; çünkü görsel olana bakmanın ötesindeki görme biçimi, yaşamı algılayan aklın görsel dokunuşlarıdır. Onları hiç istemese de yakalar, emerek içine soğurur ve beklemediği birileriyle ortak algıya zorlar.” Bu söyleminiz sizin eserlerinizi çok iyi tanımlıyor. İzleyicinin bu görsel dokunuşların içine girmemesi imkansız. Eserlerinizin yıllardır keyifle izlenmesinin en önemli sebeplerinden biri bu olsa gerek. Bu söyleminize neler ekleyebilirsiniz?
Esasında cevap da bu sorunun içinde. Bunu biraz açarsak; günümüzde gelişen teknoloji, getirdikleri ve götürdükleri ile görsel, yazınsal ve sanal sosyal iletişim kanalları yoluyla hazır davetli izleyici ile yaşamın günlük akışı içinde, hazırlıksız izleyici farkında olsa da olmasa da görsel olana dokunarak yaşamın akışı içinde buluşturuyor. Akar olan her şey kendi yatağını da geliştirerek yapar ki, buna eğitimi sanatın evrensel gücünü katmalısınız. Katamasanız yerel kalırsınız. Sergimin açılışında, sanatçı toplumundan sanat toplumunu yaratmış bilinçli bir izleyici topluluğu vardı, görsel olana dokunabilen, soran, sorgulayan izleyici karşısında siz de kendi gardınızı güçlü kılabilmek için bir sanatçıda olması gereken bilgi ve sanatınıza ait dilin söylemi içinden güçlü olarak izleyiciye dokunuyorsunuz. İzleyicin donanımı da size katkı sağlıyor.

“Görsel Dokunuşlar” serinizde daha önceki çalışmalarınızdan farklı olarak kusursuz iplik-halat kurgusunun içinden fırlamaya başlayan daha soyut imgeler görüyoruz. Yeni bir içsel patlamanın mı işaretleri bu görsel dokunuşlar?
Evet, kendi içinde bir dönemi oluşturan bir konseptin tüm tematik simgeleri dışlayarak, dış dünya ile plastik değerlerle soyut bir dil üzerinden görsel dokunuşlardır yaratmaya çalıştığım.

Sanat yaşamınızın en başından buyana, deniz-gemi halatı ve makara iplikleriyle görsel bir şölen sunuyorsunuz. Belli ki bilinçaltınıza yerleşen bu imge, sanatsal bir ifade aracına döndü ve sizin imzanız haline geldi. 100 kişisel sergi açtıktan sonra bu sanatsal objenin yerine, başka bir şey kullanmayı hiç düşündünüz mü?
Benim sanat serüvenimi yakından izleyenler, siz de bilirsiniz, kendi içinde zaten sürekli yeni dönemleri olanı, üreterek dönem geçişlerini görebilirsiniz. Her sanat yapıtının, yaratıcısına ait bir ifadenin anlamsal değeri üzerinden çalışan bir dışavurumu olduğunu söyleyebiliriz. Kendinize ait boşluklar üzerinden içe ve dışa dönük sorular sormaya başladığınızda yapıtın tüm boşluklarını semantik olarak doldurmaya başlarsınız. Sonrasında bilinç ve bilincin spontane refleksleriyle ortaya çıkan sanatsal edim, plastize edilmiş bir ifadenin resmi araçsallaştırması suretiyle bir tür dile dönüşür. İşte bu dil, sanat olması bakımından resmin, kendi olanağında karşıma çıkardığı yeni keşif mecralarının olasılıklar alanıdır. Yani birinin anı defterini okumaya başladığınızda her günün farklı izlerini görürsünüz, ama defter tümüyle kişinin kendisine aittir.

Bu serginiz ile birlikte birçok yeni sergi teklifi daha geldiğini duyduk. Önümüzdeki günlerde sizin eserlerinizi hangi ülkelerde göreceğiz?
Yurtdışında Almanya Oberhausen’de Ludwig Müzesi’nde 4 Mayıs-24 Ağustos 2014 tarihleri arasında, üç ay sürecek bir kişisel sergim var.
2015 yılında, Galeri Daniel Besseiche ile Cenevre ve Paris galerilerinde iki sergi düşünülüyor.
2014 yılında Aralık ayında Paris Carrousel du Louvre Müzesi’nde S.N.B.A. Salon Sergisi var.
2 Ekim - 2 Kasım 2014 tarihleri arasında Lüksemburg’ta karma bir sergiye katılıyorum.
Ekim 2014’te Düsseldorf’ta bir sergi için görüşmeler devam ediyor.
Yurtiçinde ise İzmir’de 1 Kasım 2014’te Ekol Sanat Galerisi’nde bir sergi ve Tüyap Sanat Fuarı’nda Galeri Soyut’la birlikte bir karma sergi projem mevcut.


Bilgi için: www.ahmetyesil.com

13 Mayıs 2014 Salı

HALİL AKDENİZ’DEN ‘KAVRAMLAR ÖTESİ’ BİR SERGİ

Usta sanatçı Prof. Halil Akdeniz’in 24 Mayıs’a kadar Nişantaşı Bozlu Art Project’te devam eden “Sınırlar Ötesi” isimli sergisindeki son çalışmalar, izleyenleri bilindik kavramların ötesine taşıyor. Eserlerin, bu tanımsız yöne doğru giden evrilme sürecine şahitlik etmek ise, sergi ötesi bir deneyim yaşamınızı sağlıyor.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sayın Akdeniz, Bozlu Art Project Nişantaşı’nda 24 Mayıs’a kadar devam eden “Sınırlar Ötesi” isimli serginizde son yapıtlarınızdan bir seçki sunuyorsunuz. Kültürel veriler, simgeler ve işaretlerden yola çıkarak meydana getirdiğiniz yapıtlarınızın yer aldığı serginin oluşum sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Bozlu Art Project, sadece galeri hizmeti veren bir mekan değil, aynı zamanda bir arşiv ve araştırma merkezi de. Sergi hizmetinin ötesinde hedefleri olan bir kuruluş. Böyle bir yerden teklif gelince memnun oldum ve bu sergiyi açmaya karar verdim. Bu sergimde, ilk defa burası için gerçekleştirdiğim yeni resimlerim de var. 

Daha önceki çalışmalarınızda resmin sınırlarını, kullandığınız malzeme ve yöntemlerle zorladığınızı, çeşitlendirdiğinizi görmüştük. Serginin adından anlaşılacağı gibi, son çalışmalarınızda, artık resmin duvar yüzeyinden koparak tüm mekanı kapsayan, bütünleyen bir forma doğru evrildiğine tanık oluyoruz. Sanatınızdaki bu yeni yapılanmayı nasıl açıklarsınız? Sizin tanımlamanızla ‘kavramlar ötesi resim’ ile entelektüel bir çeşitlilik mi öne çıkıyor? Gerçi yenilik sizin doğanızda var.
Sanat çalışmalarım, çevresel, tarihi ve kültürel verilerle şekillenen yazı, işaret, simge ve bilgi nesnelerinin yer aldığı bir yapılanma içindedir. Resimlerim artık iki boyutlu yüzey anlatımına bağlı sınırları aşarak, değişik malzeme ve nesnelerle mekana yayılan, kavramlar ötesi, tanımsız yöne doğru giden bir evrilme sürecinde olup sanatsal anlatım biçimleri, malzeme ve içerikte zenginleşerek, mevcut kavramların ve tanımların ötesine uzanan yeni açılımlar içermektedir.
Bugün artık dünyaya farklı odaklı bakış açılarıyla bakıyoruz. Günümüzde, özellikle içinde bulunduğumuz dönemde, fiziki ve sosyal çevre içindeki konumlarımız, sosyal ilişkilerimiz, psikolojik dünyalarımız ve bunları belirleyen kültür ortamı ve kültür öğeleri çok önemli görülmektedir. Bizi kültür biçimlendiriyor. Her ne kadar kültür kuramcıları kültürü biz biçimlendiriyoruz diyorlarsa da, ben olaya öbür ucundan bakıyorum. Sanatçı olarak beni kültürün sonuçları ilgilendiriyor. Kültürü biz biçimlendirdiğimiz kadar, bana göre, kültür de bizi biçimlendiriyor. Sanatçı olarak o kültürün içinde üretiyor ve kültürle/kültürlerle biçimlenen sanat deneyimlerimizi ortaya koyuyoruz. Bu bağlamda bakıldığında benim de sanatımın temel kaynağını “kültür” oluşturduğunu söyleyebilirim. Kültürel veriler, simgeler, işaretler vb. benim sanatsal malzemelerim. Bunlar, benim sanatsal çalışma sürecimde farklı malzeme ve teknikler içinde dönüşürler. Sanatsal yaratma süreçleri oldukça komplike bir süreçtir ve yaratılan eserin, dönemin felsefi, sosyolojik ve sanatçının psikolojik yapısıyla ilgili boyutları vardır. Bu nedenle bir sanat eserini belli konulara ve bakış açısına indirgeyerek tam olarak açıklamak da pek mümkün değildir. Hatta sanatı çok fazla açıklamaya çalışmak, çoğu kez de sanatın doğasına ters düşer. Ama bunun tersi olarak izleyici de hep sanat eserinin açıklanması ve anlaşılması yönünde bir beklenti içindedir. Sanatçı eserini tamamladıktan sonra onu artık pek açıklama gereği duymaz. Hatta sanatçı, eseri üreten kişi olmasına rağmen her şeyi tam olarak açıklayamayabilir de. Bu, sanatçının bir zaafı değil, sanatın doğasıyla ilgili bir durumdur. Ve her sanatçının benliğinin derinliklerinde onu sanatında yönlendiren itici güçleri ve etki kaynakları vardır. Benim gözlemlediğim, hem sanatçılarda ve hem de bilim adamlarında yaratı kaynaklarının çoğunun bir itici güç olarak çocukluk dönemlerindeki yaşantılarına kadar uzandığıdır. Bunun birçok bilinen örnekleri var. Hatta yaşamlarında ayrı zamanlarda ve bir birinden bağımsız olarak yapılan şeylerin bile bir zaman sonra belli noktalarda buluşmaya ve kesişme göstermeye başladığı görülüyor.
Çocukluğum Antalya’da Likya ve Roma dönemi medeniyetlerinin kalıntılarının bulunduğu antik yörelerde geçti. Benim de çalışmalarımda, bugünkü fantezilerimin kökenlerinin, çocukluğumu üzerinde oynayarak geçirdiğim o yörelerin derin etkilerine dayandığı söylenebilir.
Değişik dönemleri içeren sanat yaşamımda; İzmir dönemimde ele almaya başladığım bilimsel destekli çevre sorunları ile ilgili İzmir çevre kirliliği üzerine olan çalışmalarım, sanat literatüründe; Türkiye’de seksenli yıllarda kavramsal düzlemde farklı eğilimler örnekleri içinde gösterilerek, sanatta çevresel ve kültürel tarihe ait verilerle şekillenen, simge, alıntı ve bilgi nesnelerinin yer aldığı bir yapılanma olarak değerlendirilmektedir. (Bkz. İpek Duben – Esra Yıldız, “Seksenlerde Türkiye’de Çağdaş Sanat: Yeni Açılımlar”, Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul 2008, s,29). Çevre bilinci olarak bugün gelinen noktada ise artık yeni bir çevre mekan algısı bilinciyle, ekolojik çevre, yeşil bir gelecek, yeşil mimari kavramları gibi yaşam alanlarını kapsayan kentsel dönüşüm projeleri gibi yeni ütopyalardan söz edilmektedir. Sanatçılar için de artık algılar, eski mekan ve sanat algısına karşılık gelmemektedir. Eskiden çevrede tek başlarına yer alan heykel ve benzeri sanat objeleri yerleştirme projeleri, bugün kamusal sanat, ‘entelektüel mekan tasarımı’ gibi daha kapsamlı kavramsal dönüşüm süreçlerine girmişlerdir. Bu yeni dönemin getirdiği sanatsal anlatım biçimleri de artık hem malzeme ve içerikte zenginleşen hem de mevcut kavramların ve tanımların sınırlarını aşan yeni açılımlar içermektedir.
Kültür felsefecileri, içinde yaşadığımız dönemi bir eleştiri ve çözümleme dönemi olarak görmekteler. Bu görüş, çağın veya modern bilincin kültürüdür. Hakim olan “üst” kavramların ve “üst” gerçekliğin irdelenip sorgulandığı bir dönemdir.
Benim sanatımda başından itibaren resimlerimde yer alan yazı, işaret, simge ve benzeri figürler, yalnızca formal olarak kullanılan elemanlar olmayıp bilakis temanın/konunun/konseptin ve sanatsal sürecin birer parçalarıdır. Bu süreçte; bunlar farklı mekan ve zaman referansları ile bir araya gelip benim sanatsal kurgumda yeni bir varlık ve düşünsel-görsel gerçeklik kazanırlar. Ve sonuçta oluşturdukları ‘bütün’ oldukça soyut, kapalı ve karmaşıktır. Bu oluşumlar, bir dizi sezgisel ve düşünsel süreçlerin sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bugün geldiğim nokta itibariyle sanatımdaki yapılanma, fiziki mekana bilgi ve sanatın ilave edildiği, çevre ile bilgi ve sanat iletişimi içinde ‘kavramlar ötesi’ diyebileceğim, tanımsız bir yöne doğru gitmektedir. 

Çalışmalarınızın içeriğini yaşadığımız coğrafyaya ait kültürel bellek biçimlendiriyor. Herkesin kültürel bellek algısı, özellikle sanatçıların oldukça farklılık ve çeşitlilik gösterir. Sizin kültürel belleğinizde en çok yer eden kavramları nasıl tanımlarsınız?
Evet doğru. Çalışmalarımın içeriğini içinde yaşadığım coğrafyanın kültürel belleği, anılarım, geçmişe ait kültür değerleri ile ‘şimdi’de buluşan çağdaş kültür değerleri oluşturmaktadır. Kültürler arasındaki diyaloglar-diyalogsuzluklar, çatışma ve diyalog güçlükleri, farklı mekan ve zaman referanslı birbirinden kopuk unsurların buluşması gibi kavramlar, eserlerimin oluşum mantığının arka planını oluşturmaktadır.

Yapıtlarınızda kullandığınız bu coğrafyaya ait yazılar, semboller, işaretler, imgeler sizin sanatsal ifadenizin en önemli elemanları. Aslında bu semboller bana hep Halil Akdeniz’in oluşturduğu -hiyeroglif gibi- yepyeni bir resimli alfabeyi çağrıştırmıştır. Bu alfabe ile oluşturduğunuz görsel metinleri nasıl okumalıyız? Her simge bir harfe denk gelmeyecektir ama kavramsal karşılığı oldukça yüklüdür sizin için.
Konseptlerime özgü bir teknikle oluşturduğum bir sanat dilim ve sanat söylemim var. Eserlerin isimleri, aynı zamanda esere bakış açısı ve okumaların ipuçlarıdır. İzleyicilerin fantezileri ile buluşan bu ipuçlarının dışında daha başka nasıl okunacağı ve okunmaları gerektiği konusunda bir şey söyleyemem.

En başından bugüne kadar kullandığınız simgelere bir isim vermeyi hiç düşündünüz mü?
Evet, son geldiğim nokta itibariyle bu ismi vermiş oldum zaten; “Kültür İmleri”. 

Sizin imzanız haline gelen simgelerinizden vazgeçip başka bir resim tarzı denemeyi düşündüğünüz oldu mu?
Yaptıklarımdan ve yapmakta olduklarımdan vazgeçip yeni bir resim tarzı denemeyi hiç düşünmedim. Zaten çalışmalarım, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle “kendi içinde yenilenerek devam ediyor, devam ettikçe de yenileniyorlar.” Daha başka bir tarza niye gerek duyayım ki!

Sizi birçok sanatçıdan ayıran önemli bir özelliğiniz var. Sanatsal faaliyetlerinizi tüm hızıyla devam ettirirken, Türkiye’de birçok sanat kurumunun açılmasında ve sürekliliğinin sağlanmasında çok önemli roller aldınız. Ege, Dokuz Eylül ve Bilkent Üniversitelerinde Resim ve Güzel Sanatlar Bölümlerini kurdunuz. Halen İstanbul’da Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel Sanatlar Bölümünde görevinizi sürdürüyorsunuz. Bu akademik başarılar sanatınıza nasıl yansıdı? Ya da akademik kariyer yerine keşke sanatıma daha çok zaman ayırsaydım dediğiniz oldu mu?
Hepimizin hayatında biraz keşkeler vardır tabi. Akademik yaşamda, idari görevle sanat yaşamı arasında bir kısım çelişkiler ve sıkışıklıklar olabiliyor. Bürokrasinin gereği sanat adına zaman kaybı oluyor şüphesiz. Akademik hayatta kabullenilmek ve uyulmak zorunda olunan bir kısım kurallar vardır. Buna karşılık sanat ise bağımsız ve özgür olmaya gerektirir. Burada zaten her ikisi arasında doğaları gereği bir çelişki söz konusu. Ancak bu, bana görev yaptığım üniversitelerde çok fazla engel oluşturmadı. Hatta Üniversitede olmam, sanatıma ekonomik olarak fazla bağımlı kalmadan, bazı şeyleri özgürce deneyimleme ortamı sundu diyebilirim. Akademik görevlerimle ilgili olarak da yetkilerim ve olanaklar çerçevesinde, sanat eğitiminin önünü hep yeniliklere açmaya çalıştım. Sizin de belirttiğiniz gibi çalıştığım üniversitelerde birçok güzel sanatlar bölümlerinin kurulması ve çağdaş yapılanmalarında katkılarım oldu. En son olarak da halen görev yapmakta olduğum Işık Üniversitesi’nde Türkiye’de ilkler arasında yer alan ve dünyadaki örnekleri arasında da özgün bir yapısı olan; sanat kuramı ve eleştiri yüksek lisans ve sanat bilimi doktora programlarını açtım.     

Son olarak resimlerinizin hangi aşamalardan geçerek son şeklini aldığını dinleyebilir miyiz? Malzeme ve tekniğin oluşturduğu katmanlar, kavramsal katmanlar ile nasıl buluşuyor?
Malzeme ve teknik aynı zamanda benim sanatsal sürecimin parçasıdır. Resimlerim önceden belirlenmiş bir kavramın illüstrasyonu ya da canlandırılması değildir. Süreç, katmanları ve kavramı birlikte oluşturur.

Almanya’da bir yayınevi tarafından hazırlanan 2014 Uluslararası Günümüz Sanatı adıyla çevirebileceğimiz dört dilde; Almanca, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca yayınlanacak (Internationale Kunst Heute/International art today!/ Art international aujord’hu!/Arte internaonale oggi!) kitaplarda siz de çalışmalarınız ile yer alıyorsunuz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi bugünün dünyasında bağlantılar, iletişimler artık hep internet üzerinden olmaya başladı. Bu yayında eserlerimin yer alması da böyle bir süreç sonucu oldu. Yayınevi, yayınlayacağı kitabın niteliğine uygun uluslararası sanatçı taraması yaparken benim çalışmalarım da dikkatlerini çekmiş, yayınevinden bir gün bir e-mail aldım; sanatımla ilgilendiklerini, biraz yayınlayacakları kitap hakkında da bilgi vererek, kitapta yer alacak sanatçılar arasında beni de aday seçtiklerini belirtiler ve benden sanatım hakkında daha fazla bilgi ve çalışma/eser örneği istediler. Ve değerlendirme sonucu jürilerinin belirlediği üç eserimle, Türkçesini 2014 Uluslararası Günümüz Sanatı diye çevirebileceğimiz Almanca/İngilizce/Fransızca/İtalyanca dört dilde yayınlanacak kitaplarına kabul edilmiş oldum.     

BOZLU ART PROJECT
Adres:  Teşvikiye Cad. No:45/131, İsmet Apartmanı D:1, Nişantaşı / İstanbul
Telefon: +90 212 232 72 32
Fax: +90 212 232 72 32

E-mail: contact@bozluartproject.com

12 Mayıs 2014 Pazartesi

ASIM İŞLER: “DÖNEMLER 1970-2007”


Çağdaş Türk resim sanatının önemli temsilcisi ressam Asım İŞLER’in (1941-2007) vefatının 7. Yılında, Mine Sanat Galerisi’nde gerçekleşen “DÖNEMLER 1970-2007”  başlıklı sergisinde; 1973 yılında Paris’te yaptığı 100x80 cm yağlıboya “Anne ve Çocuklar” adlı tablosu, 1989’da yapmış olduğu “Kılıçkaya’da” adlı 147x193 cm tuval üzerine yağlıboya yapıtı ve 2005 yılına ait “Verona’nın Baharı” başlıklı 200x150 cm tuval eseri, serginin çarpıcı yapıtları arasında yer alıyor.
7 Haziran 2014 tarihine kadar izlenebilecek sergide, sanatçının 1970 yılından 2007 yılına kadar yapmış olduğu tuval, Paris afiş resimleri, karton üzerine yağlıboya, karton üzerine karışık teknik ve gravürden oluşan 35 eserinin çoğu ilk kez sanatseverlerle buluşuyor. Eserler, İŞLER’in Paris’te ihtisas yaptığı 70’li yıllardaki, realist ve sosyo politik gerçekliği yansıttığı figüratif döneminden başlayarak, 80’li yıllardaki soyut dışavurumcu tarzda yaptığı eserleri, 1987-1992 yılları arasında yaşadığı 2. Paris dönemine ilişkin hem karton üzerine yaptığı yağlıboya hem de Paris Afiş resimleri gibi farklı teknikte ürettiği eserleri ile yaşamının son dönemine 2007’e değin yaptığı tuval eserlerinden geniş bir seçkiyi içeriyor.
Çağdaş resimde evrensel anlayışta ve soyut ekspresyonist eğilimde yapıtlar ortaya koyan İŞLER, yaşamı boyunca yurtiçi ve yurt dışında 35 kişisel sergi, 150’nin üzerinde karma sergi, fuar, bienal, trienal ve konferansa katılmış, 2003 yılında AKM Büyük Salonda “Üç Şehir, Resim ve Ben” adlı Retrospektif sergisini gerçekleştirmiştir.
1966 yılında, Cemal Tollu, Neşet Günal, Sabri Berkel gibi hocalar ile çalışarak İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisini bitiren İŞLER, 1970 -74 yılları arasında Devlet Avrupa konkurunu kazanarak resim ihtisası için Paris’e gitmiştir. Paris Güzel Sanatlar Akademisinde Boya resim, Gravür ve Litografi atölyelerinde, ayrıca önemli usta gravürcü S.W. Hayter ile Atelier 17’de gravür çalışmış, Sorbonne Üniversitesi’nde doktora çalışmaları yapmıştır. Salon des Realitées Nouvelles (1974)-Paris, Salon de Jeune Peinture (1974) Musée Art Moderne/Paris, 33. Salon de Montrouge (1988) Galeri Montenay/Paris, De Bonnard a Bazelitz (1993)/Bibliotheque Nationale de Paris, “PARİSTANBUL” Cite Internationale des Arts- Paris (1990) sergilerinde Türkiye’yi temsil etmiştir.
1987-1992 yılları arasında Fransız hükümetinin daveti ile Paris’te yaşamış ve çalışmıştır. 1989-90 yılları arasında Paris Güzel Sanatlar Yüksekokulu E.N.S.B.A ve 1991 yılında Paris Dekoratif Sanatlar Ulusal Yüksekokulu (Ecole Nationale Superieur Des Arts Decoratifs E.N.S.A.D) ile eğitsel ve sanatsal ilişkiler çerçevesinde, karşılıklı öğretim üyesi-sanatçı-sergi değişimi gerçekleştirmiş, Sorbonne Üniversitesi Plastik Sanatlar Fakültesi gravür atölyesinde de profesör olarak dersler vermiş olan İŞLER,1974-2003 yılları arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde resim ve gravür bölümü öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.
Sanatçının eserleri Victoria and Albert Museum-Londra, Bibliothèque Nationale de Paris–Fransa gibi önemli yurtdışı ve İstanbul-Ankara İzmir Resim Heykel Müzeleri, Elgiz Çağdaş Sanatlar Müzesi ve DEMSA gibi yurtiçinde önemli müzelerde ve T.C. Kültür Bakanlığı, Akbank, TEB gibi özel kurum ve birçok önemli kişisel koleksiyonlarda yer almaktadır.
İŞLER’in ardından 2007 yılında MAC ART’da “Asım İŞLER Anısına Paris Afiş Resimleri” Sergisi, 2013’te ise TAT-ART’ta “Dünyanın Tüm Renkleri” başlıklı son dönem sergilenmemiş yapıtlarından oluşan sergisi yapıldı.

MİNE SANAT GALERİSİ
Teşvikiye Mah. Prof. Dr. Müfide Küley Sok.
No:1/1 Yasemin Apt. D:5 34365 Nişantaşı, Şişli/İstanbul
+90 (212) 232 38 13
info@minesanat.com
www.minesanat.com


10 Mayıs 2014 Cumartesi

AHMET YEŞİL 100. KİŞİSEL SERGİSİ İLE ALMANYA’DA


Uluslararası bilinirliliğe sahip ressam Ahmet Yeşil, “Görsel Dokunuşlar” ismini verdiği 100. Kişisel sergisiyle Oberhausen Sarayı Ludwig Galeri Panorama Salonu’nda sanatseverlerle buluşuyor. Sergi, 4 Mayıs-24 Ağustos 2014 tarihleri arasında izlenebilir.

Ahmet Yeşil sanatsal pratiği ile ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Yaşamın gerçekleriyle her an yüzleşme durumumuz, görüntünün anlam değerleriyle yüzleşme biçiminde karşımıza çıkar. Bu ise yaşamın her boyutundaki görüntüler/yansımalar arasında kendimize ait olanla buluşmamız demektir.
Bulma, buluşma, kavuşma, keşfetme kişinin kendi gerçeğiyle yüzleşmesidir.
Duyguların, olguların insana ait saf, onu özgün kılan gerçeğiyle buluşmasıdır.
Sanatın yarattığı estetik/plastik değerler, dünyaya yansıyan bir atmosfer kurar. Gündelik yaşama kilitlenmiş insanların da, belki hiç ilgilenmedikleri bu yansımaların içinden geçmesi kaçınılmazdır; çünkü görsel olana bakmanın ötesindeki görme biçimi, yaşamı algılayan aklın görsel dokunuşlarıdır. Onları hiç istemese de yakalar, emerek içine soğurur ve beklemediği birileriyle ortak algıya zorlar.
Görsel olan sataşır, örter ve estetik aklın duyarlığına yerleşir.”          

Bilgi İçin:
Ludwig Galerie Schloss Oberhausen
Konrad-Adenauer-Allee 46
46049 Oberhausen
www.ludwiggalerie.de
Tel. 0049 (0)208 412 49 28

Fax. 0049 (0)208 412 49 13        

FLAVIO FAVELLI “GRAPE JUICE” SERGİSİYLE İSTANBUL’DA

İtalyan sanatçı Flavio Favelli (Floransa, 1967)’nin 16 Mayıs Cuma günü saat 18.30’da küratörlüğünü Vittorio Urbani’nin yaptığı “Grape Juice” başlıklı İstanbul’daki ilk kişisel sergisi açılıyor. Sergi 14 Haziran tarihine kadar son İstanbul Bienali’nin ana merkezlerinden olan Galata Rum Okulu’nun ana salonunda ziyarete açık kalacak.
“Grape Juice” sergisi Türkiye’deki İtalyan Büyükelçisi Gianpaolo Scarante’nin İstanbul’daki rezidansı olan Venedik Sarayı’ndaki rezidans projesi için Maria Rosa Sossai idaresinde ve Cristina Cobianchi başkanlığındaki Roma’da faaliyet gösteren bir kültür derneği olarak faaliyet gösteren AlbumArte tarafından üretilen bir proje olan Anteprima dizisinin üçüncüsü için sanatçının İstanbul’da geçirdiği bir araştırma ve çalışma sürecinin meyvesi.
Favelli’yi bu çalışmaya yönelten içinde üzüm suyu içeren eski bir teneke kutunun üstünde yer alan etikette gördüğü desen oldu. Bu üzüm suyu Amerika’da üretilmişti ve Coca Cola Şirketine aitti, adı da Hi-C idi. Etiket üzerinde yer alan beyaz yıldız ve “C” harfi Favelli’ye Türk bayrağını hatırlattı. Bu sembolik resimden bir sanat eseri doğdu: “Grape Juice” sergiye adını verdi.
“Grape Juice” dört farklı projeden oluşuyor. Salonun girişinde, salonu atriumdan bölen camekâna sanatçı bir İstanbul görüntüsü yerleştirmeyi düşündü, belki günbatımında şehrin bir kuşbakışı manzarası. Ya da şafak vakti. Favelli “kartpostal” tadında bir görüntüyü tercih etti: klişe, klasik, ölümsüz, romantik ve aynı zamanda melankolik bir Doğu görüntüsü.
Salonun tam merkezinde geri dönüşümlü demir kullanarak yapılmış panellerden oluşmuş sanayi tadında bir konteyner görünümlü bir yapı yerleştirilmiş. Sanatçı materyal arayışında, yazar Ferit Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi”ni gerçekleştirmesinde asistanlığını yapmış olan mimar Murat Özelmas’ın yardımını aldı ve şehrin sanayi kesimlerini ve banliyölerini dolaşarak bu materyalleri beraberce topladılar.
Büyük salonun sonundaki beyaz duvar ise emaye boyalı dört kare panel ile kaplandı ve üstlerinde 1970’li yıllarda Türkiye’de tedavülde olan paralara ait bir takım detaylar yerleştirildi. Bunlardaki zarif ve dekoratif filigran ülkenin klasik sembolleriyle birlikte üretildi.
Sanatçı niş-tiyatro bölümünde ise bir masa üzerine kendisinin “etkileyici” olarak tanımladığı bir obje sergiledi: İtalya’da bulduğu sadece Türkiye için üretilmiş bir Coca Cola şişesi. Sıradan basit banal gibi gelen ama çoklu anlamlar ve öneriler içeren bir obje.
Anteprima#3 programı İstanbul’da mevcut olan kurumlarla sinerji içinde, halk ve Flavio Favelli’yi değişik fırsatlarla buluşturuyor. Bunlardan ilki Bilgi Üniversitesi tarafından MA Management programı kapsamında düzenlenen Talk serisinin bir bölümünü oluşturan 8 Mayıs saat 19.00’da gerçekleşecek olan “Istanbul according to Flavio Favelli”. İkinci adım olan “An artist in residency” ise İstanbul İtalyan Kültür Merkezi tarafından Casa d’Italia Tiyatrosunda 17 Mayıs saat 17.00’de gerçekleşecek olan Roma MAXXI Arte’nin direktörü Anna Mattirolo, sanat eleştirmenleri Cristiana Perrella ve Paola Ugolini’nin katılımlarıyla ve küratör Vittorio Urbani’nin moderatörlüğünde gerçekleşecek olan (İtalyanca/Türkçe simultane çeviri) Sanatçıyla Sohbet. İtalyan Kültür derneği olan Visioni Future ile olan işbirliğinden Favelli’nin İstanbul’daki rezidans programını ve “Grape Juice” sergisini anlatan, Cristina Cobianchi, Flavio Favelli, Cristiana Perrella ve Vittorio Urbani tarafından yazılmış metinlerin de yer aldığı bir kitap-katalog İtalya’da ve yurtdışında dağıtıma sunulacak.

Galata Rum Okulu
Kemeraltı Cad. No: 25
34425 Galata BEYOĞLU / İstanbul

Etkinlik Türkiye’deki İtalya Büyükelçiliği, İstanbul İtalyan Kültür Merkezi, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Türkiye’de İtalyan Ticaret Odası ve AlbumArte tarafından gerçekleştirilmiş.
Bilgi İstanbul:  İstanbul İtalyan Kültür Merkezi, info.iicistanbul@esteri.it
Bilgi İtalya: AlbumArte, Via Flaminia, 122  00196  Roma, info@albumarte.org (www.albumarte.org).


10 Nisan 2014 Perşembe

TEMÜR KÖRAN “AĞAÇ” İSİMLİ SERGİSİYLE EVİN SANAT GALERİSİ’NDE


Çağdaş Türk Resminin önemli temsilcilerinden biri olan Temür Köran, Ağaç isimli on dokuzuncu kişisel sergisiyle 17 Nisan – 20 Mayıs 2014 tarihleri arasında Evin Sanat Galerisi’nde izleyicisiyle buluşuyor. Sergi, sanatçının yağlıboya ve desenlerini bir araya getiriyor. Kendi çevresini olduğu kadar güncel olayları da kendine özgü yorumuyla tuvallerine yansıtan Temür Köran, anlatmak istediği öyküyü veya durumu kullandığı imgelerle işaret ediyor. Birçok resmin ağaç imgesinin etrafında şekillendiği sergiyle ilgili sanatçı, temsili bir durumun işareti olarak ağaç imgesini kullandığının altını çiziyor. 
Cesur renk kullanımının öne çıktığı resimlerde, biçim ve renk birlikteliği dinamik bir yapı ve çok katmanlı bir görsellik oluşturuyor. Temür Köran yeni sergisinde de izleyicilerini, kendi dünyasında çok yönlü bir yolculuğa çıkarıyor.
Temür Köran, 1986 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yüksek Resim Bölümü’nden mezun oldu ve 1996 yılında aynı üniversitede Sanatta Yeterlilik programını tamamladı. Çeşitli müze ve özel koleksiyonlarda eserleri bulunan sanatçı, İstanbul’daki atölyesinde çalışmalarına devam ediyor.

Evin Sanat Galerisi
Büyük Bebek Deresi Sokak No:13 Bebek 34342 İstanbul
Tel:+90(212)265 81 58 Faks:+90(212)257 76 75
www.evin-art.com 
galeri@evin-art.com
https://tr-tr.facebook.com/pages/Temür-Köran/171322756246872

TEMÜR KÖRAN HAKKINDA
1986    Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Yüksek Resim Bölümü Devrim Erbil Atölyesi’nden mezun oldu.
1996    Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sanatta Yeterlilik programını bitirdi.

ÖDÜLLER  
1997    Türkiye Jokey Kulübü Resim Yrş., Mansiyon, İstanbul
1996    Adana Çimento Sanayi Resim Yrş, 2.lik Ödülü, Adana
1988    Turgut Pura Vakfı, Mansiyon, İzmir
1988    22. DYO Resim Yarışması, Başarı Ödülü, İzmir
1985    Tiglat Gal., Genç Sanatçılar Yrş., Mansiyon, İst
1985    İst. Ünv. Gençlik Yılı Rsm. Yrş., 1.lik Ödülü, İst
1985    1. Şeref Akdik Resim Yrş., MSU, 1.`lik Ödülü, İst

ONLINE SERGİLER        
03.04.2012      "Seyir" - Temür Köran - Evin Sanat Galerisi
06.05.2010      "İçerisi ve Dışarısı" - Temür Köran - Evin Sanat Galerisi
29.04.2008      Temür Köran Resim Sergisi - Evin Sanat Galerisi
26.12.2006      "Göçebe Bellek" - Temür Köran - Evin Sanat Galerisi
01.12.2005      Temür Köran Resim Sergisi - Evin Sanat Galerisi
20.04.2004      Temür Köran "Çeşitlemer" Sergisi - Evin Sanat Galerisi
27.03.2003      Temür Köran Resim Sergisi - Evin Sanat Galerisi
02.04.2002      Temür Köran Resim Sergisi - Evin Sanat Galerisi
24.05.2001      Temür Köran Resim Sergisi - Evin Sanat Galerisi
23.05.2000      Temür Köran Resim Sergisi - Evin Sanat Galerisi
06.05.1999      Temür Köran Resim Sergisi - Evin Sanat Galerisi
           
KİŞİSEL SERGİLER
2012    "Seyir", Evin Sanat Galerisi, İstanbul
2010    "İçerisi ve Dışarısı", Evin Sanat Galerisi, İstanbul
1997-2008      Evin Sanat Galerisi, İstanbul
1996    Asmalımescit Sanat Galerisi, İstanbul
1996    Ekol Sanat Galerisi, İstanbul
1993    Teşvikiye Sanat Galerisi, İstanbul
1990    Beytem Sanat Galerisi, İstanbul
1989    Yonca Modern Sanat Galerisi, İstanbul


6 Nisan 2014 Pazar

TAYFUR SANLIMAN “KABAHATLERİNİ” SERGİLİYOR…


Ustamız, hocamız, babamız Tayfur Sanlıman bir tevazu timsalidir. “Ne iş yaparsınız?” diye sorsanız, bugünlerde kolaylıkla telaffuz edilen “ben ressamım” kelimesi bile zor dökülür dudaklarından. “Boyacıyım” der. “Peki, ne boyuyorsunuz?” deseler, “resim boyarım” der. O yüzden resimlerini de o eskilerin tevazuuyla “kabahatlerim” olarak tanımlar. Ve kısa bir süre önce yaptığımız röportajda bu yaklaşımını şu sözlerle açıklar: “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz. Ben resimlerime istediğim kadar şaheser diyeyim -ki bu benim mezhebimde yoktur- mesleğimin onuruna çok saygı duyarım ama asla mesleğim ile övünmem. Mesleğimim onurunu kendi onurumun önünde tutarım ama asla mesleğim ile övünmem. O yüzden resimlerime ‘kabahatlerim’ der geçerim, takdir seyredenlerindir.”
Tayfur Hocamızın, 2013 yılı yazında Bozcaada’da oluşturduğu 26 adet kabahatinin yanı sıra bir adet de 1996 yılına ait kabahatini 12 Nisan-12 Mayıs 2014 tarihleri arasında Pusula Galeri’de izleyebilirsiniz.
Ahmet Oktay, Tayfur Sanlıman’ın sanat yaklaşımını “İsimsiz Resimlerle 50 Yıl” Sergi Katalog metninde şu sözlerle anlatıyor: “Sanlıman’ın adı ne olursa olsun (ister gerçeküstü, ister dışavurumcu soyut, ister minimalist vb.) herhangi bir akımın, bir ekolün, bir biçemin militanca yandaşı olmamıştır. Onun esas sorunu dünyayla, olayların, ilişkilerin, hayallerin ve gerçeklerin dünyasında olan, onlarla çarpışan ve uyuşan beni arasındaki kesintisiz iletişimdir. Bu iletişim, çokyapılıdır ve çok anlamlıdır ve deneyimlenmemişi neredeyse dışarıda bırakır…”
Usta ressam tuvalin karşısına geçince yaşadığı duyguları ise şu sözlerle anlatıyor: “İlham hanımı beklemem. Resmin sonunu tasarlamam. Temel rengi hazırlar, onunla yola çıkarım. Tuvale ilk darbeyi vurduğum anda başaramama korkusu kaybolur. Eskizle çalışmadığım için, yolda önüme çıkan tüm serüvenleri irdeler, resim hangilerini istiyorsa onları titizlikle korur, ötekileri acımadan atarım. Bu, bir fırtınanın içinde, fırtına gibi bir çalışma sürecidir. Resim bitinceye kadar aralıksız sürer. Çalışmanın başında boyayı, fırçayı, tuval alanını, ne yapmam gerekiyorsa ona göre, ben yönetir, yönlendiririm. Kararlarımı uygularım. Fakat süresi belli olmayan bir zaman sonra, üzerinde çalıştığım renk ve leke âlemi başıma patron kesilir. Artık resmin emrine girmek zorunludur. Ne isterse onu yaparım. Fazlalıklar atılacak, istediği yere istediği tonda lekeler konulacaktır. Ne bir eksik ne bir fazla. Bir bakarsınız resim sizi almış götürüyor. İşte bu arada ilham hanımla buluştuğum da olur. Arada o da bazı buyruklar verebilir. Yeteneğiniz el veriyorsa tüm bu buyruklar, resmin istekleri ve kural tanımazlığın kuralları içinde çıkar yolu bularak, son can alıcı rengi ya da lekeyi ya da ışığı yerli yerine koyup işi bitirirsiniz. Bundan sonrası ‘Acaba oldu mudur?’dur.”
O her ne kadar kendisini “yaşlı karınca” olarak tanımlasa da, bize göre hala “Bozcaada’nın delikanlısı”. Hadi “yaşlı delikanlı” diyelim. Bozcaada yazının renkleri, lekeleri ve ışıklarını Tayfur Hocamızın gözünden görebileceğiniz sergisinde buluşmak üzere.

TAYFUR SANLIMAN VİDEO RÖPORTAJ
RÖPORTAJ 1. BÖLÜM
RÖPORTAJ 2. BÖLÜM

TAYFUR SANLIMAN ÖZGEÇMİŞ
Ressam Tayfur Sanlıman, 1930 yılında Adana’da doğdu, sanatçı; ilk, orta, lise eğitimini doğduğu kentte tamamladı. 1951’de girdiği Orman Fakültesi’nden 1953’te ayrılarak askerlik görevini yaptı. 1955’te Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. Halil Dikmen ve Zeki Faik İzer atölyelerinde beş yıl çalıştı ve pekiyi derece ile diploma aldı. Resim sevgisi ile ilkokulda tanışan Sanlıman, ortaokulda Akademili hocası Latif Ariş tarafından yönlendirildi. Güzel Sanatlar Akademisi’nden sonra resimden uzaklaşıp on beş yıl çeşitli işlerde uğraş veren sanatçı, 1977’de Marmaris’in İçmeler Köyüne yerleşti ve resme yeniden başladı. Yerleştiği köy, yeni yerleşim alanları ve turistik amaçlarla betonlaşmaya başlayınca 1984’te İstanbul’a döndü. 1992’de Asmalımescit’te kendi atölyesini kurdu. 2001’e kadar aralıksız çalıştı. 1985’ten bu yana insan-doğa ilişkisini doğadan yana çıkarak irdeleyen ve dünyalıların bu gidişle varacağı sonu resim diliyle anlatmaya çalışan Sanlıman, soyut gibi algılanabilecek bir anlatımla doğayı, renkçi ve zaman zaman da figüral tasarımları ile toplumu yansıtmaktadır. 2006 yılında AKM-Atatürk Kültür Merkezi Sergi Salonu’nda “İsimsiz Resimlerle 50 Yıl” başlığı altında retrospektif sergisi açıldı ve sergiye eşlik eden sanatçı kitabı da yayınlandı. Bugüne kadar 30’dan fazla kişisel sergi gerçekleştiren Sanlıman, 2001 yılında İstanbul’u terk ederek Bozcaada’ya yerleşti.
Resim ile Marmaris’ten sonra “İkinci kez hesaplaşmaya oturdum” dediği çalışmalarına başladı. Resme yeniden başlayana kadar geçim endişesi ile yitirdiği 17 yılı tekrar kazanmak için Marmaris’ten bu yana arılar gibi çalışan Tayfur Sanlıman 2004 yılına kadar 16 yılını ödediği borcunu, 2006 Atatürk Kültür Merkezi retrospektifi ile son 1 yılı da ödeyerek bitirdi.
Şimdilerde kendisi resimleri için “kabahatlerim” diyor. Ve yaşlı karınca, Bozcaada doğasındaki atölyesinde çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. (www.tayfursanliman.com).

Pusula Sanat Evi
pusulasanat@gmail.com
Papa Roncalli Sokak, 118A, Harbiye Şişli – İstanbul

Telefon / Faks: 0212 2318695

4 Nisan 2014 Cuma

HÜLYA KÜPÇÜOĞLU’NUN “#YEŞİLÇAM #SİNEMA” RESİM SERGİSİ S-ART By SÜRMELİ’DE

Hülya Küpçüoğlu’nun yeni sergisi “#Yeşilçam #Sinema”, sanatın en çağdaş yansımalarının sergilendiği S-ART By Sürmeli’de, 10 Nisan Perşembe günü saat 18:00’ de başlıyor!
Açıldığı günden itibaren, Türk sanatının önemli sanatçı ve eserlerini ağırlayan S-ART by Sürmeli’de Yeşilçam havası esiyor. Sergi, sanatçının 2011-2014 yılları arasında yaptığı resimlerden oluşuyor ve Yeşilçam’ın sevilen simalarının portreleri, film sahneleri ve filmlerde sıklıkla görmeye alışkın olduğumuz Piyer Loti, Haydarpaşa gibi mekanlar ile geçmişi günümüze taşıyor.
Küpçüoğlu, özgün üslubu çerçevesinde görmeye alışkın olduğumuz figürleri, güncel bir dil ile yorumluyor.  Canan Beykal’ın sergi katalog yazısında belirttiği üzere ‘Hülya Küpçüoğlu’nun yeni sergisi bir yandan Duchamp’ın hazır nesneleri kullanmasıyla, diğer yandan Warhol ve Pop sanatın ikonseviciliğiyle ve kolaj tekniklerinin sanata uygulanışıyla yakından ilişkilidir.’
Sergi, Film-San ve Necip Sarıca’nın katkılarıyla gerçekleştirilmiş. Resim satış gelirinin belli bir miktarı Film-San’a verilecek. 

Hülya Küpçüoğlu’nun “#Yeşilçam #Sinema” sergisi, S-ART by Sürmeli sergi salonunda 27 Nisan tarihine kadar izlenebilir.

HÜLYA KÜPÇÜOĞLU
Adapazarı’nda doğdu. Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümünü 1988-1993 yılları arasında bitirdi. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Görsel ve Çevresel Sanatlar Bölümü Yüksek Lisans programına girdi ve 1997 yılında master programını tamamladı. Çalışmalarına İstanbul’daki atölyesinde devam eden sanatçının, farklı gazete ve dergilerde yazı ve röportajları da yayınlanmaktadır.

Bilgi ve rezervasyon için: 0212 272 11 61

3 Nisan 2014 Perşembe

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK: OTORİTE, İTAAT VE KONTROL ÜZERİNE


Teresa Henriques, 
"Wings / Kanatlar"
 2011
Bergsen & Bergsen Galeri, 10 Nisan - 24 Mayıs 2014 tarihleri arasında “Öğrenilmiş Çaresizlik: Otorite, İtaat ve Kontrol Üzerine” sergisine ev sahipliği yapıyor. Fatih Aydoğdu, Burçak Bingöl, Teresa Henriques, Olivier Hözl, Berat Işık, Gözde İlkin, Julia Oldham, Pınar Öğrenci, Yasemin Özcan, Sevim Sancaktar, İrem Tok, Pınar Yoldaş ve Maja Vukoje’nin sanatsal çalışmalarının yer aldığı serginin küratörlüğünü Işın Önol üstlenmiş.
Burçak Bingöl
Follower
Güne Bakan. 
Öğrenilmiş çaresizlik, deneyimlenmiş bir başarısızlığın içselleştirilerek, birey ve toplum psikolojisinde yeniden deneme edimine ve sürecin içinden çıkma mücadelesine ket vurulması şeklinde özetlenebilir. Organizma, hapsolduğu limitli durumun içinden çıkma mücadelesi verip, tüm çırpınmalarına rağmen çabaları sonuçsuz kaldığında, boşa kürek çektiği sonucuna vararak bir süre sonra mücadeleden vazgeçmek durumunda kalır. Ancak bu vaz geçmişlik durumu, içinden çıkabileceği koşullar oluştuğunda dahi, artık onun için aşılmaz olan, görünmez, öğrenilmiş, içsel sınırı haline gelecektir, eğer çaresizliği benimsediyse. 1967’de psikolog Martin Seligman tarafından ortaya atılan bu tez, özellikle cinsiyet politikası, ırkçılık pratikleri, soykırımlar, otoriterlik gibi hegemonyanın işleyişi üzerine çalışılan araştırma alanlarına ilham vermiştir. Limitlemeler altında geçirilen eğitim süreçleri, aile ve toplum tarafından verilen din, ahlak kuralları, toplumsal ve siyasal baskılar, hak ve özgürlüklerin ihlali ve medyanın yoğun hatırlatmaları ile bireyler ve toplumlar, var olan yaşam ve yönetim biçimlerini değiştiremeyecekleri sonucuna ulaşır ve çaresizliği öğrenirler.
“Öğrenilmiş Çaresizlik: Otorite, İtaat ve Kontrol Üzerine” isimli güncel sanat projesi, çaresizliğin öğrenilmesi konusuna, aile, din, psikoloji, nöroloji, politika, kent yapılanması, cinsiyet, medya, toplumsal öğrenme gibi çok yönlü bakış açıları ile üretilen işlerin bir araya geldiği, kolektif bir düşünme sürecinin ürünü. Ses, video, obje yerleştirmeleri, fotoğraf, grafiti, desen gibi çeşitli sanat pratiklerinin bir araya geldiği sergi, önerdiği sanatsal diyaloğun yanı sıra, çaresizlik öğrenisini unutmak ve aksini öğrenmek metaforu üzerine bir ortak düşünme, tartışma platformu oluşturmayı hedefliyor.

BERGSEN & BERGSEN GALERİ @MUSE
GAYRETTEPE MAH. HOŞSOHBET SK. SELENİUM PANORAMA RESİDENCE MAĞAZA 1 GAYRETTEPE -İSTANBUL
0212 356 10 53 – 55

1 Nisan 2014 Salı

PROF. DR. ZEYNEP ÇELİK VEHBİ KOÇ ÖDÜLÜNE LAYIK GÖRÜLDÜ

VE PARA ÖDÜLÜ OLAN 100 BİN DOLARI DA ALMAYA HAK KAZANDI
Osmanlı mimarisinin, kültürünün ve kent yaşamının dünya tarihine eklenmesi yönünde sayısız araştırmanın dayanağı olan çalışmalara imza atan Prof. Dr. Zeynep Çelik
“Kültür” Alanına Kattığı Değer ile 13. Vehbi Koç Ödülü’nün sahibi oldu.

KOÇ HOLDİNG YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA V. KOÇ: “BU ÜLKE HEPİMİZİN ÜLKESİ VE GÜCÜMÜZÜ ALDIĞIMIZ BU GÜZEL ÜLKEYE SAHİP ÇIKMAK DA HEPİMİZİN GÖREVİDİR.”
Türkiye’nin ilk özel vakfı olarak 45 yıl önce kurulan Vehbi Koç Vakfı tarafından, insanların yaşam kalitesinin artırılmasına katkıda bulunan kişi ve kurumları teşvik etmek amacıyla her yıl sırasıyla kültür, eğitim ve sağlık alanlarında verilen “Vehbi Koç Ödülü”ne, bu yıl kültür alanında Prof. Dr. Zeynep Çelik layık görüldü. New Jersey Institute of Technology’nin Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Zeynep Çelik, Osmanlı kent ve kültür mimarisini, Osmanlı’da şehir tarihini inceleyen ilk kadın tarihçiler arasında yer alıyor. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç, ödül töreninde yaptığı konuşmada, Prof. Dr. Zeynep Çelik’in çalışmalarıyla Osmanlı tarihçiliğinde çığır açtığını söyledi.
13. Vehbi Koç Ödülü’nün sahibi, tüm Koç Ailesi üyelerinin ve konukların katıldığı ödül töreninde açıklandı. Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu, Prof. Dr. Şevket Pamuk’un başkanlığını yaptığı Seçici Kurul’un önerdiği 3 aday arasından 13. Vehbi Koç Ödülü’ne kültür ve tarih alanına rehberlik eden başarılı çalışmaları ile Prof. Dr. Zeynep Çelik’i layık gördü. Prof. Zeynep Çelik’e ödülü Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç tarafından takdim edilirken, Prof. Dr. Zeynep Çelik, Vehbi Koç Ödülü ile birlikte para ödülü olan 100 bin doları da almaya hak kazandı.
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç, 13. Vehbi Koç Anma ve Ödül
Töreni’nde yaptığı konuşmada, Türkiye’de birçok birey ve kurumun, Vehbi Koç Vakfı gibi topluma değer yaratmak için her gün emek sarf ettiğine dikkat çekerken, “Bu örnek çalışmaların daha fazla tanınmasını ve takdir edilmesini sağlamak da Vakfımızın düsturu haline gelmiştir” dedi. Vehbi Koç Ödülü’nün her yıl Vehbi Koç Vakfı’nın üç temel faaliyet alanı olan eğitim, kültür ve sağlık alanlarından birine verildiğini, bu yıl kültür alanında değerli katkılarından dolayı Prof. Dr. Zeynep Çelik’in ödüle layık görüldüğünü kaydeden
Mustafa V. Koç şöyle konuştu: “Sayın Çelik, son otuz yılda Osmanlı kent, kültür ve zihniyet tarihine hayranlık uyandıracak derecede zengin katkılarda bulunmuş, bunu yaparken de Osmanlı tarihçiliğinin sıklıkla mahkûm olduğu içe kapanıklığı kırarak çok daha geniş bir çerçeveye açılmasını sağlamış olan bir tarihçidir” diye konuştu.
Mustafa V. Koç, konuşmasını hazırlarken hep birlikte içinden geçilen çalkantılı dönemin de etkisiyle Vehbi Koç’u daha çok andıklarını da dile getirirken şöyle devam etti: “Vehbi
Bey hayatta olsa bize ne salık verirdi?’ diye düşündük. Bugün yaşasa ‘İşinize sıkı sıkıya sarılın. Doğru bildiğinizden vaz geçmeyin. Sıkıntılar gelir, geçer; Aslolan kuvvetli bir müessese ve bu müesseseyi bir arada tutan değerlerdir’ derdi diye düşünüyorum.”
Mustafa V. Koç: “Tarafsızlık içinde ülkemiz meseleleriyle her zaman ilgili ve her zaman katılımcı olduk, gelecekte de böyle olmaya aynen devam edeceğiz.”
Türkiye’de pek çok gelişme yaşansa da ne yazık ki bazı olayların ve zaafların adeta kendini tekrar ettiğini gördüğünü de belirten Mustafa V. Koç, şunları söyledi: “Gelişmekte olan bir ülke olarak bu yolculukta gerek demokrasi gerekse de ekonomik açıdan birçok iniş çıkış yaşadık. Kuvvetle muhtemeldir ki gelecekte de bu tür sınavlardan geçeceğiz. Biz tüm bu iniş çıkışların etkilerini en aza indirebilmek için evrensel değerleri ve kurumsallaşma ilkelerini çıpamız olarak kabul ederek çalışmaya ve işimizi en iyi şekilde yapmaya devam ettik. Bunu yaparken de hiç bir zaman günlük siyasi çekişmelerin içine girmedik ve tarafsız kaldık. Ancak tabii ki bu ülke hepimizin ülkesi ve gücümüzü aldığımız bu güzel ülkeye sahip çıkmak da hepimizin görevidir. Bu tarafsızlık içinde ülkemiz meseleleriyle her zaman ilgili ve her zaman katılımcı olduk, gelecekte de böyle olmaya aynen devam edeceğiz.”
Mustafa V. Koç, 1973 yılında yayınlanan “Hayat Hikayem” kitabında merhum Vehbi
Koç’un kendine has, yalın üslubuyla, bir ömre sığması neredeyse imkânsız başarıları, mücadeleleri ve kazanımları, sanki hepsi çok kolaylıkla gerçekleşmiş gibi anlattığına dikkat çekerek, “Ama bilirsiniz ki, her başarısının arkasında aylar, hatta yıllarca süren çalışmalar, tartışmalar, ikna süreçleri vardır. Bugün bizi bir araya getiren ve 45 yıldır ülkemize çok değerli hizmetleri bulunmuş Vehbi Koç Vakfı’nın kurulabilmesi için bile tam yirmi yıl hiç pes etmeden çalışması bunun en güzel örneklerinden birisidir. Kurucumuzu bir kez daha saygıyla ve sevgiyle yâd ediyor; bize emanet ettiği tüm değerlere sonuna kadar sahip çıkacağımızı özellikle vurguluyorum” dedi.

PROF. DR. ZEYNEP ÇELİK
Son 30 yılda Osmanlı, kent ve kültür tarihine hayranlık uyandıracak derecede zengin katkılarda bulunmuş bir Mimarlık Tarihçisi: Prof. Dr. Zeynep Çelik. “Mimarlık tarihinin genişlemesi, esnekleştirilmesi, beklenmeyen yönlere çekilmesi, kritik bakışlarla yaklaşılması açısından benim neslimin hatırı sayılır bir yeri var” diyen Prof. Dr. Zeynep Çelik sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben de bu akımın bir parçası olmaktan hatırı sayılır bir onur duyuyorum. Çalışmalarımın getirdiği özel bir katkı, kültürlerarası ilişkilerin altını çizmek olmuştur. Geç devir Osmanlı imparatorluğunun hep Batı’ya mâl edilen modernitenin önemli bir parçası olduğunu ortaya koyduğumu sanıyorum. Bu artık gayet kabul edilen bir fenomen.”
1975 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun olan Prof. Dr.
Zeynep Çelik, Rice Üniversitesi’nden yüksek lisans, California Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. 1991 yılında New Jersey Institute of Technology Mimarlık ve Tasarım
Fakültesi’nde eğitim vermeye başlayan Prof. Dr. Çelik, bugün de aynı üniversitede öğrenciler yetiştirmeye, ortaya koyduğu eserlerle araştırdıklarını paylaşmaya devam ediyor.
İlk çalışması 1986 yılında yayınlanan Zeynep Çelik, “İstanbul’u Yeniden Yapmak: 19. Yüzyılda Bir Osmanlı Kentinin Portresi” isimli kitabı ile Türk Araştırmaları Enstitüsü Kitap Ödülü’nü kazandı. Bu kitap Osmanlı Dönemi şehir tarihçiliğinin ilk ciddi ve sistematik eseri niteliğini taşımaktadır. Sayısız çalışmanın sahibi olan, Prof. Dr. Zeynep Çelik,
Osmanlı kent, kültür ve zihniyet tarihi alanlarında yaptığı öncü ve özgün çalışmalarından dolayı 2013 yılında Boğaziçi Üniversitesi fahri doktora unvanına layık görüldü.

VEHBİ KOÇ VAKFI
Türk sanayinin duayeni merhum Vehbi Koç tarafından 17 Ocak 1969’da kurulan Vehbi Koç Vakfı, kuruluşunun 45. yılında Türkiye’ye kazandırdığı onlarca eserin ve on binlerce öğrenciye verdiği desteğin haklı gururunu yaşıyor. Türkiye’nin ilk özel vakfı olarak kurulduğu günden itibaren çağdaş ve gelişen bir Türkiye’ye katkı sağlamak amacıyla; eğitim, sağlık ve kültür alanlarında toplumun yaşam kalitesini yükseltecek öncü ve örnek hizmetler sunmaktır. Bugüne kadar Türkiye’ye eğitim alanında 28 kurum; sağlık ve kültür alanlarında 6’şar kurum kazandırmış ve yüzlerce projeye destek vermiş olan Vehbi Koç Vakfı’nın eğitim kurumları aracılığıyla verdiği burslar dışında 45 yılda burs vererek doğrudan destek olduğu öğrenci sayısı 45 bine ulaştı. 

VEHBİ KOÇ ÖDÜLÜ
2002 yılından bu yana eğitim, sağlık ve kültür alanlarında verilen ve topluma değer katan, örnek olan hizmetleri tanıtmayı ve ödüllendirmeyi amaçlayan Vehbi Koç Ödülü, 100.000 dolarlık değeri ile Türkiye’de tesis edilmiş en büyük maddi ödül olma özelliğini taşıyor.
*2002 yılında kültür alanında yaptığı çalışmalardan dolayı Topkapı Sarayı Müzesi’ne
*2003 yılında eğitim alanında yaptığı çalışmalardan dolayı Anne Çocuk Eğitim Vakfı’na
(AÇEV)
*2004 yılında sağlık alanında Bilkent Üniversitesi Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji ve
Genetik Bölümü’ne
*2005 yılında kültür alanı edebiyat alt başlığında Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya
*2006 yılında eğitim alanında kariyeri süresince okul öncesi eğitime yaptığı katkılar dolayısı ile dönemin Sakarya Valisi Nuri Okutan’a
*2007 yılında sağlık alanında DNA Onarımının Moleküler Mekanizmalarının Aydınlatılması ve Biyolojik Saatin Düzenlenmesinde dünya çapında çalışmaları bulunan Prof. Dr. Aziz Sancar’a
*2008 yılında kültür alanında Marmara Bölgesi tarihöncesi arkeolojisi alanına yaptığı katkılarından dolayı Prof. Mehmet Özdoğan’a
*2009 yılında eğitim alanında hayat boyu sürdürdüğü başarılı çalışmaları nedeniyle Prof. Dr. Türkan Saylan’a
*2010 yılında beyin ve damar hastalıkları konusunda uluslararası alanlarda elde ettiği başarılarla Prof. Dr. Turgay Dalkara’ya,
*2011 yılında Türkiye’nin en etkin ve etkili müzik yazarı, müzikolog ve müzik eleştirmeni olarak değerlendirilen Prof. Dr. Filiz Ali ile kendisinin kurduğu, genç müzisyenlere ufuk açmakla kalmayıp başarılı bir dönüşüm projesi olarak da yurt içinde ve dışında kendini kanıtlayan, ‘Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’ne (AIMA),
*2012 yılında Siyaset bilimi alanında yüzlerce öğrenci ve akademisyen yetiştiren, “Kadın” ve “Uluslararası Göç” konularında öncü ve örnek çalışmaları ile başarılı bir eğitimci ve ‘Hocaların Hocası’ olarak değerlendirilen Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a,
*2013 yılında buluşları tıp dünyasının metabolik hastalıklara bakış açısını tamamen değiştiren Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’e verilmiştir.


Vehbi Koç Vakfı’na ilişkin tüm gelişmeleri www.vkv.org.tr adresinden takip edebilirsiniz.