31 Ekim 2014 Cuma

PRENS AĞA HAN’IN 14 YILLIK HAYALİ GERÇEK OLDU 300 MİLYON DOLARLIK MÜZE KOMPLEKSİ AÇILDI

Ağa Han Müzesi Giriş, (© Gary Otte).


Yıllardır üzerinde titizlikle çalışılan çok özel bir projenin vücut bulmasını Toronto’da keyifle izledim. Büyük bir merak ve hevesle alt yapısının hazırlanmasını yakından takip ettiğim Ağa Han Müzesi-İsmaili Merkezi ve Bahçe’den oluşan kültür, sanat ve eğitim kompleksi, 12 Eylül’de sade fakat bir o kadar da etkileyici bir törenle açıldı. Prens Ağa Han ve kardeşi Prens Amyn Ağa Han, Kanada Başbakanı Stephen Harper ve Kanada Kültür ve Resmi Diller Bakanı Shelly Glover’ın yanı sıra sanat ve kültür dünyasının önemli isimlerinin açılışında hazır bulunduğu müzenin faaliyete geçmesi, dünya sanat camiası açısından büyük önem taşıyor. Müzede, 2015 yılında İstanbul ile ilgili açılacak serginin konusu ise şimdilik açıklanmıyor ama çok özel bir etkinliğin yolda olduğunun haberini verebiliriz.

ÜMMÜHAN KAZANÇ


Ağa Han Müzesi, (© Tom Alban 2013).



Ağa Han Müzesi, (© Gary Otte).
Ağa Han Müzesi, (© Gary Otte).
17 dönüm arazi üzerinde yer alan, ünlü Japon mimar Fumihiko Maki’nin tasarladığı ve şimdiden Kanada’nın en önemli yapıları arasında yer alan modern ve sade tasarımı ile Ağa Han Müzesi, Charles Correa’nın tasarladığı İsmaili Merkezi, Vladimir Djurovic’in peyzaj mimarlığını gerçekleştirdiği bahçelerin birlikteliğinden oluşan kültür sanat merkezinin planlanmasına 14 yıl önce başlanmış. 300 milyon Amerikan Dolarına mal olan kompleks, Toronto’nun 30-40 katlı yapılarına inat, yatay yayılımı, çevreyle olan muhteşem uyumu ve sade tasarımıyla dünyanın en çok konuşulacak kültür merkezlerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor. “Böyle bir kompleks için niçin Toronto seçildi?” sorusunun cevabı ise çok açık. Kanada’da Doğu Afrika, Tacikistan, Afganistan, Suriye ve daha dünyanın birçok yerinden göç etmiş ve Kanada bayrağı altında yaşayan yaklaşık 100.000 İsmaili Müslüman bulunuyor. Dünyada ise toplam 15 milyon İsmaili Müslüman yaşıyor. İsmaili Müslümanlarının yanı sıra Müslümanlığın diğer mezheplerine mensup birçok Müslüman burada yaşıyor. Kanada ayrıca farklı birçok din ve kültürden insanların barış içinde yaşadığı ülkelerden biri. Amerika’ya yakınlığı da göz önüne alındığında, Toronto İslam Eserleri Müzesi için mükemmel bir sahne oluşturuyor.
Müze ve İsmaili Merkezi ile ilgili önemli bir nokta dikkat çekiyor. Kültür kompleksi inşa edilirken, farklı milletlerden mimar, peyzaj mimarı ve danışmanlarla çalışılmaya özen gösterilerek İsmaili Müslümanlarının, Müslüman olsun ya da olmasın diğer dinlere ve kültürlere ne kadar yakın olduğu özellikle vurgulanmaya çalışılmış. Prens Ağa Han 12 Eylül’de yaptığı açılış konuşmasında bu yaklaşımlarını şöyle anlatıyor: “Hepsi uluslararası çevrelerde büyük üne sahip mimarlar tarafından tasarlandı ve ben bu büyük çok kültürlü duyarlılığı vurgulamak istiyorum. Charles Correa, örneğin, Hint kökenli ve de Hindu ve Hıristiyanlar için binalar tasarladı. 30 yıl önce bizim Vancouver’daki merkezimizi ailesi İtalyan kökenli olan mimar Bruno Freschi tasarladı ve erken dönem çalışmaları arasında bir Şıh ibadethanesi bulunuyor. Yeni Ağa Han Parkı, Lübnan asıllı mimar olan Vladimir Djurovic tarafından tasarlandı. Ve Ağa Han Müzesi, mükemmel bir Japon profesyonel olan Fumihiko Maki’nin eseridir. Bugün, bu sanatçıların bizimle birlikte olmasından dolayı çok memnunuz.”
Müslüman medeniyetlerin dünya mirasına sanatsal, entelektüel ve bilimsel katkılarına genel bir bakış sunmayı amaçlayan Toronto Ağa Han Müzesi’nin Daimi Koleksiyonunda, sanatsal stilleri ve malzemelerinin çeşitliliği ile geniş bir yelpazeyi yansıtan 1.000’den fazla eser bulunuyor. Portreler, tekstil, minyatürler, el yazmaları, seramik, çini, tıbbi metinler, kitaplar ve müzik aletleri, insanlık tarihinin 10 yüzyılını ve Çin’den İber Yarımadası’na kadar uzanan geniş bir coğrafyayı temsil ediyor. Müzede sergilenen eserleri ilk kez gördüğümde, tabii ki aklıma hemen Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Türk ve İslam Eserleri Müzelerimizde sergilenen eserler geldi. Sonra da asla karşılaştırma yapmamam gerektiğini düşündüm. Çünkü Ağa Han Müzesi, Kuzey Amerika ve Kanada’da açılan ilk İslam Eserleri Müzesi olma özelliğini taşıyor. Ve yıllardır tutkuyla biriktirilen İslam Eserlerinin bir müzede sergilenme hayalinin gerçekleşmesini gözler önüne seriyor.
Ağa Han Ailesi’nin bireylerinin birçoğunun eser bağışlayarak katkı verdiği koleksiyonun tarihi nesiller öncesine dayanıyor. Ağa Han’ın amcası Prens Sadruddin Ağa Han, vefat ettikten sonra eşi Prenses Catherine, Ağa Han’ı davet ederek muhteşem minyatürler, heykeller ve seramiklerden oluşan İslam Sanatı koleksiyonlarını ona emanet eder. Örneğin, şu anda müzedeki Bellerive Odası’nda sergilenen Prens Sadruddin Ağa Han’ın seramik koleksiyonu -İznik seramikler önemli bir yere sahip- paha biçilmez eserlerden oluşuyor. Daha sonra Prens Ağa Han’ın satın alma yoluyla geliştirdiği aile koleksiyonunu, bir müzede sergileme çabaları başlıyor. Koleksiyonda kağıt üzerine eserler, yaldızlı el yazmaları, Kuran yaprakları çok önemli bir yer teşkil ediyor. Diğer hazineler arasında ise şu eserler bulunuyor: En erken döneme tarihlenen, günümüze ulaşmış, İbn-i Sina’nın el yazması “El-Kanun fi’t-Tıb (Tıbbın Kanunu)” eseri; I. Şah Tahmasb için hazırlanmış Şehname (Kralların Kitabı)’den 10 yaprak resim; 19. yüzyıla ait, Türkiye’de yapılmış, kestane ağacı yaprağı üzerine altın ile kaligrafik kompozisyon; dönemine göre oldukça gelişmiş metal eserler, cam ve kaya kristali objeler, bilimsel aletler, çarpıcı taş ve ahşap mimari elemanlar…


Prens Ağa Han ve 
Kanada Başbakanı Stephen Harper, 
(© Moez Visram).
Kanada Başbakanı Stephen Harper ve
Ağa Han Müzesi Müdürü Henry Kim,
(© Gary Otte).


Prens Ağa Han İslam Eserleri Müzesi’nin gerekliliği konusunda ise şu açıklamayı yapıyor: “Son yıllarda öğrendiğim derslerden biri İslam ve Batı dünyasının, karşılıklı anlayış oluşturmak adına çok daha etkin bir biçimde birlikte çalışmaya ihtiyaç vardır, özellikle bu kültürler daha aktif bir etkileşim içinde ve iç içe geçmiş durumda. Biz, bu müze ile tüm İslam halklarının dini, etnik, dilsel ve toplumsal çeşitliliğinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını umuyoruz.”
Erken dönemlerden itibaren, Müslüman medeniyetler; coğrafyaların, dillerin ve kültürlerin olağanüstü çeşitliliğini yansıtmaktadır. Toronto -daha genel anlamda Kanada- bu çeşitliliği kucaklaması açısından uluslararası bir üne sahip. Toronto şehri, bu nedenle dünya kültürleri arasındaki karşılıklı anlayış, saygı ve hoşgörüyü teşvik eden bir kurum için ideal bir ortam sağlıyor.
Prens Ağa Han ve
Kanada Başbakanı Stephen Harper,
(© Gary Otte).
Prens Ağa Han, Ağa Han Müzesi Yönetim Kurulu Başkanı. 13 Aralık 1936 yılında İsviçre Cenevre’de doğdu. Çocukluğunun ilk dönemlerini Nairobi, Kenya’da geçirdi, İsviçre’de eğitim aldı ve 1959 yılında Harvard Üniversitesi İslam Tarihi Bölümü’nden şeref derecesi ile mezun oldu. Prens Ağa Han belki de en iyi geliştirme öncüsü olarak tanımlanabilir. 30 ülkede faaliyet gösteren, 80.000 kişinin çalışmasına imkan tanıyan ve çoğunlukla gelişmekte olan ülkelerde yer alan Ağa Han İş Geliştirme Ağı (AKDN)’nın kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı. Ağa Han İş Geliştirme Ağı, iyi sağlık hizmeti alınması, eğitim servisleri, dışlanmış toplulukların kültürel ve ekonomik olarak canlandırılması, mikro işletmelerin geliştirilmesi, ekonomik gelişme ve girişimcilik, sivil toplumun ilerlemesi, çevrenin korunması gibi karmaşık geliştirme alanlarında faaliyet gösteriyor.
Prens Ağa Han ayrıca Şii İsmaili Müslümanlarının 49. İmamı ve ruhani lideri. İslam’ın ahlaki değerleri gereği, dini liderler sadece inancı yorumlamakla kalmaz, içinde yaşadığı ve ilişkili olduğu toplumun yaşam kalitesini yükseltmekle de sorumludur. Bu nedenle Prens Ağa Han, 50 yıldan fazla bir süredir, Ağa Han İş Geliştirme Ağı (AKDN) aracılığıyla geliştirme konusunda çok yoğun bir şekilde çalışmaktadır. Ağa Han Müzesi, Ağa Han İş Geliştirme Ağı (AKDN)’nın bir ajansı olan Ağa Han Kültür Vakfı (AKTC), tarafından kurulmuş bulunuyor.
Aslında 2007 yılından bu yana, 1 milyon kişi Ağa Han Müzesi Koleksiyonu’nun ihtişamına çeşitli sergiler aracılığıyla şahit oldu. Paris Louvre Müzesi, St. Petersburg Hermitage Müzesi, Lizbon Gulbenkian Müzesi, Berlin Martin-Gropius-Bau, İstanbul S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, Kuala Lumpur Malezya İslam Sanatları Müzesi ve Singapur Asya Medeniyetleri Müzesi’nde düzenlenen sergilerde Ağa Han koleksiyonunun başyapıtları sergilendi. Dünyanın en değerli İslam sanat eserleri koleksiyonlarından biri olan Ağa Han koleksiyonunun seçkin örneklerini, 2011 yılında S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nde “Ağa Han Müzesi Hazineleri” başlıklı sergide izleme şansı yakalamıştık. Şimdi bu sergiyi gezme imkanı bulamayanlar, Toronto’da açılan Ağa Han Müzesi’nde eserleri daha detaylı bir şekilde inceleme şansına sahipler.

Ağa Han Müzesi, (© Gary Otte).


Ağa Han Müzesi,
(© Gary Otte).
Ağa Han Müzesi,
(© Gary Otte).

MİMAR FUMIHIKO MAKI’NİN YORUMUYLA MÜZEDE IŞIK KAVRAMI
Mimar Fumihiko Maki’ye kişisel bir mektup gönderen, Prens Ağa Han, Müze’nin ışık kavramı etrafında tasarlanmasını önerir. Işık, Prens Ağa Han’ın belirttiği gibi eski zamanlardan beri dünya dinleri ve medeniyetleri için kalıcı bir ilham kaynağı olmuştur. Mimar Maki, dahiyane şekillerde binaya doğrudan ve yaygın ışık davet eden bir tasarım ile cevap verir. Bina, tüm dış yüzeylerinin gün boyunca Güneş’ten ve gece boyunca da Ay’dan doğal ışık almasını sağlamak için kuzeye doğru 45 derecelik açıyla konumlandırılmış. Binanın dış cephesinde, değerli taşların form ve şekillerinden esinlenilmiş.
Esnekliği ve parlaklığından dolayı seçilen Beyaz Brezilya granitinden inşa edilen açısal duvarların yüzeylerinde gün boyunca ışık oyunlarını izlemek mümkün.
Mimar Fumihiko Maki tarafından tasarlanan Müze, mimar Charles Correa tarafından tasarlanan Toronto İsmaili Merkezi ile birlikte 17 dönümlük bir alanı paylaşıyor. Projede Moriyama ve Teshima Arhitects’in de katkısı bulunuyor. 10.500 metrekare brüt kat alanı üzerine kurulan müzenin sergileme galerileri 1.800 metrekare alana yayılmış. Müzenin performans sanatları ile ilgili etkinliklerinin düzenleneceği oditoryumu 350 kişilik ve tavanı 19.8 metre yüksekliğinde. Sergiler dışında, düzenlenecek konserler, seminerler, film, dans gösterimleriyle müzenin sürekli yaşayan ve hatta Müze Müdürü Henry Kim’in deyimiyle hiperaktif bir mekan olması amaçlanmış. www.agakhanmuseum.org adresinden planlanan performans sanatları etkinliklerinin detaylarını görmek mümkün.
Müzenin mimari tasarımının merkezini iç avlu oluşturuyor. Açık tavan planı sayesinde doğal ışık, 13 metre yüksekliğinde, ‘mashrabiya’ tekniğinde yani dantel motifleri ile işlenmiş camlarla çevrili avluya doluyor ve oradan müzenin galerilerine yayılıyor. Müzenin avlusunun etrafındaki dantel gibi işlenen pencereler gerçekten büyüleyici ışık oyunları yaratıyor. Bu zarif motifler, çağdaş bir mimari yapının koridorlarında ilerlerken, İslam Eserleri ile karşılaşacağınızı müjdeliyor. Açılış seremonisinde avluda düzenlenen sema gösterisine eşlik eden Pooria Pournazeri’nin tambur ve Ziya Tabassian’ın perküsyon performansı, gerçekten avlunun muhteşem ışık ve ses işlevini gözler önüne seriyordu. Işık teması, müzenin sergileme galerilerinde de devam ediyor. Müzeye mistik bir ışık yayan, geometrik desenlerle süslenmiş tavan pencerelerinin ilham kaynağı ise camilerdeki pencereler. Böylece kıymetli ve ışığa hassas sanat eserlerinin doğrudan gün ışığı alması da engelleniyor. Işık temasının yanı sıra boşluk ve sessizlik teması müze mimarisine hakim olan diğer elemanlar. Avlunun etrafındaki geniş koridorlar, sergileme alanlarının ferahlığı ve sessizliği, dış dünyanın karmaşasından sizi uzaklaştırarak adeta yenilenme hissi yaşamanızı sağlıyor. Müze tasarımında, İslam mimarisinin somut ve baskın olarak değil soyut olarak hissedilmesi en çok dikkat edilen konulardan biri olmuş. Böylece buram buram İslam mimarisi kokan bir mekan yerine, modern bir mimari içerisinde zarif İslami unsurların akıllıca kullanıldığı bir müzede bulunuyorsunuz. 
Mimar Maki’nin asistanlarından Gary Kamamoto ile müzeyi dolaşırken en çok ilgimi çeken noktalardan biri şu oldu: Müzenin koleksiyonlarının ileride genişleyeceği düşünülerek, müze duvarları rahatlıkla sökülüp, müze alanı genişletilecek şekilde tasarlanmış. Böylece koleksiyonlar genişledikçe, müze mimari olarak da genişleyebilecek.

SERGİLEME ALANLARINDA ADRIEN GARDÈRE İMZASI
Ağa Han Müzesi, Bellerive Odası,
(© Gary Otte).




Ağa Han Müzesi Sergi Alanından Görünüm,
(© Gary Otte).
Müzenin daimi ve geçici sergileme alanlarında, multimedya enstalasyonlarında ve ışıklandırmasında, Adrien Gardère Atölyesi’nin imzası bulunuyor. Paris merkezli firmanın daha önce çalıştığı müze ve sanat kurumları arasında Louvre Müzesi; Louvre-Lens Müzesi, Lens; Pas-de-Calais, Kuzey Fransa; John F. Kennedy Performans Sanatları Müzesi, Washington; Kahire İslam Sanatı Müzesi, Mısır bulunuyor.
Adrien Gardère, Ağa Han Müzesi için yaptığı çalışmada mimar Fumihiko Maki’nin yaklaşımına saygı göstererek, ziyaretçilerin ilgisini çekecek yeni yöntemler de kullanmış.
Yaya Tüneli: Ağa Han Müzesi’nin ana iki girişinden biri olan Yaya Tüneli ile ziyaretçiler koleksiyonun sıra dışı parçaları arasında yer alan tarihi kitaplar bölümüne ulaşıyor. Tünel girişinde yer alan ve tüm duvarı kaplayan dijital ekranda, müzenin koleksiyonundaki eserlerin motiflerinin, sanatçılar ve zanaatkârlar tarafından nasıl oluşturulduğu hareketli bir gösteri ile sunuluyor. Böylece hayranlık veren eserlere, nasıl bakılması gerektiği konusunda bir ipucu verilmiş oluyor. Eserlerin bütününe bakarken, detaylarda nelerin gizli olduğunun anlaşılması sağlanıyor.
Şehname Odası Enstalasyonu: Şık ve yaratıcı sergileme seçeneklerine imkan tanıyan müzenin koleksiyon galerisinde yer alan el yazmaları ışığa oldukça hassas. Daima Koleksiyon galerilerinde olduğu gibi burada da sade bir sergileme çözümü uygulanırken, paha biçilmez el yazmalarının en iyi şekilde sunulmasına çalışılmış.
Bellerive Odası: Prens Sadruddin Ağa Han’ın özel ilgi alanı olan ve Cenevre’deki ikametgâhında sergilediği oldukça ender bulunan Seramik koleksiyonuna ev sahipliği yapan Bellerive Odası, Prens’in sergileme tekniklerine sadık kalınarak, aynı sergileme dolapları buraya taşınarak düzenlenmiş.

İSMAİLİ MERKEZİ

Mimar Charles Correa,benzersiz bir cam kristal kubbe yaratmak için ışık,renk ve simetri ile oynayarak,geleneksel kubbe kavramlarını yeniden yorumlamış, Don Valley Parkway’den bakıldığında İsmaili Merkezi Cemaathanesi’nin kristalli buzlu cam kubbesi, kompleksin en yüksek noktasından geceleri ışık yayıyor, (© Gary Otte).

Ağa Han Müzesi’nden ortadaki park ile ayrılan İsmaili Merkezi, yine ünlü bir mimar olan Charles Correa imzası taşıyor. İsmaili Cemaati’nin dini ve sosyal ihtiyaçları düşünülerek tasarlanan merkezde, sosyal yardım etkinlikleri için de alanlar bulunuyor. İbadet salonunda (Cemaathane) aynı anda 800 kişi ibadet edebiliyor. İhtişamlı duvarları ve kompleksin en yüksek noktasını oluşturan kristal çatısıyla, merkez yine özel bir mimari başarı örneği. Kanada Vancouver, Londra, Lizbon, Dubai ve Duşanbe’de de birer İsmaili Merkezi bulunuyor. Dünyada 25 farklı ülkede, özellikle Orta ve Güney Asya, Afrika ve Orta Doğu’da İsmaili Cemaatine mensup Müslüman bulunuyor. Kanada’da ise yaklaşık 100.000 İsmaili yaşıyor. İsmaili Merkezlerinde konferans, seminer, sergi, kültürel ve sosyal etkinlikler düzenlenerek, İsmaili Müslümanların ahlaki ve kültürel değerleri anlatılıyor ve içinde yaşadıkları toplum ile uyum sağlamalarına yardımcı olunuyor.



Mukarnas formunda tasarlanmış tavan, ışığın sakin cemaathanenin içine akmasını sağlıyor, (© Gary Otte). (Mukarnas, İslam sanatında mimari yapılarda görülen geometrik bir bezeme çeşididir. İslam bezeme anlayışında mistik anlam, geometrik biçimler ve düzenlemelerin kurgusunda gizlenmiştir. Evrensel birlik ve denge düşüncesi çokgen ve çok köşeli yıldızlarla somutlaştırılmıştır).



ÇOK AMAÇLI BARIŞÇIL BAHÇELER





Ağa Han Müzesi Giriş, (© Gary Otte).



































Peyzaj mimarı Vladimir Djurovic’in (Sırbistan-Lübnan) tasarladığı açık alanlar, Toronto şehri için heyecan verici yeni bir yeşil alan sağlıyor. Aynı anda geleneksel ve çağdaş öğeleri bir arada sunan bahçeler, barışçıl bir vaha görünümü sunuyor. Prens Ağa Han, Vladimir Djurovic’in müzenin bahçe tasarımlarını gerçekleştireceği kesinleşince, ziyaret etmesi gereken İslam bahçelerinin bir listesini verir ve daha sonra tasarım konusunda tekrar konuşmalarını önerir. Humayun’un Mezarı ve Bahçeleri (Delhi, Hindistan), Fatehpur Sikri (Hindistan), İspanya Granada’daki El Hamra Sarayı’nın bahçelerine hayran olan mimar Vladimir Djurovic, kompleksin bahçelerini düzenlerken İslam bahçelerini, Ağa Han Müzesi için çağdaş bir dilde yorumlamış. İsmaili Merkezi ve Ağa Han Müzesi’nin ortasında yer alan bahçeler, bu binaların çağdaş mimarisini de tamamlıyor. Üç adet havuzun etrafında yer alan çim dinlenme alanlarının yanı sıra, geniş taş zeminler, açık alan sergileri ve performanslar için de muhteşem bir sahne oluşturuyor. Farklı mevsimlerde çiçek açan ağaç ve bitkiler tercih edilerek, bahçelerin yılın her günü ziyaretçilere şölen yaşatması amaçlanmış.


Ağa Han Müzesi Daimi Küratörü Filiz Çakır Phillip, 
(Fotoğraf: Ümmühan Kazanç).


AĞA HAN MÜZESİ’NDEKİ GURURUMUZ: FİLİZ ÇAKIR PHILLIP
İslam Sanatı uzmanı ve küratör Filiz Çakır Phillip, uzun yıllardır Türkiye’yi yurtdışında başarıyla temsil ediyor. Ağa Han Müzesi’nin son şeklini almasında Müze Müdürü Henry Kim ile birlikte başarıyla çalışan müzenin Daimi Küratörü Filiz Çakır Phillip, aynı zamanda “Sanatçının İzinde: Ağa Han Müzesi Koleksiyonu’ndan İmzalı Çizimler ve Resimler” sergisinin de küratörlüğünü üstlendi.

Sayın Filiz Çakır Phillip, İslam Sanatı uzmanı ve küratörü olarak uzun yıllardır Türkiye’yi yurtdışında başarıyla temsil ediyorsunuz. Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Klasik Arkeoloji ve Sanat Tarihi eğitimime Bilkent Üniversitesinde başladım. Justus Liebig-Universitaet Giessen’de Oryantalizm sanatçılarının -Ingres, Delacraoix, Gerome ve John Frederic Lewis- kadın betimlemeleri üzerine master tezimi yazdım. Frankfurt’taki Uygulamalı El Sanatları Müzesinde bir süre çalıştıktan sonra Berlin’e taşınıp Pergamon Müzesi’nde, İslam Sanatları Müzesi’nde ilk önce asistan sonra da küratör olarak yedi yıl çalıştım. Bu dönem içinde Berlin’de bulunan Silah Koleksiyonlarındaki araştırmalarımın ürününü İran silahları üzerine hazırladığım doktora tezimi Freie Universitesi Berlin’e teslim ettim. New York Metropolitan Müzesi İslam ve Silah Bölümlerine misafir araştırmacı olarak davet edildikten sonra, bir yıl İtalya’nın Floransa şehrinde Max-Planck-Society’e bağlı Alman Sanat Tarihi Enstitüsü’nde araştırmacı olarak bulundum. Şu anda Toronto Ağa Han Müzesi’nde küratör olarak çalışıyorum. Burada çalışmaya 2013 yılının Mart ayında başladım.

Müzenin inşasının dışında, siz ve ekibiniz uzun süredir müzenin açılması için yoğun olarak çalıştınız. Müzenin koleksiyonunda kaç eser bulunuyor, İslam Sanatının hangi dönemlerini kapsıyor?
Müzenin kuruluş fikri 2000 yılına kadar uzanıyor. Yaklaşık 14 yıldır müzenin kuruluşu için çalışıldı. Ben 18 aydır üzerime düşen görevleri gerçekleştirmeye çalışıyorum. Müzenin koleksiyonunda 1000’den fazla eser bulunuyor ve ilk İslam Sanatı örneklerini kapsayan 8. yüzyıl ile 19. yüzyıla kadar uzanan uzun bir tarihin ve geniş bir coğrafyanın en seçkin, nadide örneklerini görmek mümkün. Sergide; seramik, ahşap, maden sanatının ve kumaş gibi farklı malzemeden yapılmış ve üzerlerinde Kuran’dan metinlerin yer aldığı objelerin yanı sıra el yazmaları, resim sanatı ve seramik sanatı örnekleri de dikkat çekmektedir.

Her müzenin öne çıkan eserleri vardır? Ağa Han Müzesi’nin başyapıtları nelerdir?
Şah Tahmasb Şehnamesinden, 16. yüzyılın ilk yarısına ait Sultan Muhammed’in kaleminden olduğu bilinen “Court of Keyomars” minyatür resmi için başyapıt eserimiz diyebiliriz. Ardından İbn-i Sina’nın “Tıbbın Kanunu” el yazmasının ciltleri, 14. yüzyıla ait Moğol tipi erkek elbisesi, 16. yüzyıla ait II. Sultan Selim’in portresi diğer önemli eserlerimizden bazıları.

Koleksiyonda Türkiye’den de eserler bulunuyor. Kaç adet ve ne tip eserler var? Türk İslam sanatının yeterince temsil edildiğini düşünüyor musunuz?
Koleksiyon İznik seramiklerinde oldukça güçlü. Bunun dışında Osmanlı el yazmaları ve resim sanatı ve maden sanatı örnekleri de bulunuyor. 16. yüzyıla ait II. Sultan Selim’in portresi bulunuyor. Türk İslam sanatının yeterince temsil edildiğini söyleyemem. Örneğin Osmanlı halıları ve kumaşlarında çok açığımız var. Gelecekte bu alanlara eğilmek istiyorum.

Müzenin açılış sergilerinden olan ve 16 Kasım’a kadar devam edecek “In Search of the Artist: Signed Drawings and Paintings from the Aga Khan Museum Collection” (Sanatçının İzinde: Ağa Han Müzesi Koleksiyonu’ndan İmzalı Çizimler ve Resimler) sergisinin küratörlüğünü siz yaptınız. Bu sergi ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Üzerinde çalışırken çok zevk aldığım bir konuydu. Maden sanatından sonra resim sanatı üzerinde yoğunlaşmak yeni açılımlar sağladı. Resim ve kara kalem çalışmaların sanatçılarının, izini sürmekle ve keşiflerle geçirdim. Bu sergi üzerine çalışırken Türkiye’den ve uluslararası müzecilikte önde gelen resim sanatı uzmanlarından büyük destek gördüm.
Sergiyi üç bölümde ele aldım. Üstat Behzad’ı sanatçı olarak, Herat’ı da 15. yüzyıl Orta Asya örneği kültür merkezi olarak inceledim. İkinci bölüm sanatçıların Tebriz’e göçü, yeni Safavi sentezinin oluşumu ve Tebriz, Kazvin ve Isfahan şehirlerinin sanatçılar ve sanatseverler için kültürel merkez haline dönüşmelerinden yola çıkarak, bu gelişmelere öncülük eden sanatçıları ele aldım. Mesela Sultan Muhammad, Sadiki Bey ve Rıza Abbasi gibi.
Sergini son ve üçüncü bölümü de Babür resim sanatını kapsamakta. Tebriz ya da Herat’tan Hindistan’a gelen göçmen sanatçıları takipte Babür sanatının kuruluşu ve nasıl İran ve Hindistan Sanatı ile harmanlanışını ele aldım. Abd al-Samad Tebrizli bir sanatçı. Faruk ise Herat’tan gelmiş. Ama etkileri çok güçlü. Basawan Hintli bir ressam ve hükümdar koruması ve desteğiyle 40 yıl hizmet vermiş bir üstat. Mansur, hayvan betimlemelerinde öncülük yapan diğer bir sanatçı. Serginin yüzde 90’ı kendi eserlerimiz. Washington Freer and Sackler Galleries, Smithsonian Enstitüsü ve New York Metropolitan Müzesi’nden de ödünç eserlerin yanı sıra Prens Ağa Han’ın erkek kardeşi Prens Amyn’in koleksiyonunun da katkıları var.

Müzede bir de çağdaş sanat eserlerinden oluşan “Fikirlerin Bahçesi” isimli bir sergiye yer verdiniz.
Evet, 18 Ocak 2015’e kadar izlenebilecek ve misafir küratörümüz Sharmini Pereira’nın düzenlediği sergide, Bani Abidi, Nurjahan Akhlaq, David Chalmers Alesworth, Aisha Khalid, Atif Khan, İmran Qureshi’nin eserlerinin yer alıyor.

Sanırım 2015 yılında açılacak İstanbul ile ilgili bir sergi hazırlığınız var. Bu sergide ne gibi sürprizler olacak?
Düşündüğümüz sergi daha proje aşamasında. Kesin bir bilgi vermek zor olacak ama 19. yüzyıl eserleri ile çağdaş sanatı bir araya getirmek istediğimi söyleyebilirim.

Müzede sergilenen daimi koleksiyon sergisi dışında ne tip etkinlikler olacak? Sanırım çok yakın bir zamanda dünyanın önemli tarihçilerinin ve sanat tarihçilerinin katılacağı bir sempozyum var. Bu sempozyumun konusunu öğrenebilir miyiz? Türkiye’den ve dünyadan kimler davet edildi?
Müzede, daimi koleksiyonun yanı sıra özel sergiler, eğitim programları ve performanslar düzenlenecek. Yaklaşık 350 kişilik bir konferans salonumuz var, en yeni akustik teknoloji ile donanmış vaziyette. Burada çeşitli gösteriler, konferanslar ve konserler düzenlenebilecek. Historians of Islamic Art Association ya da kısaca HIAA olarak bilinen ve her iki senede bir gerçekleştirilen sempozyuma bu yıl Ağa Han Müzesi ev sahipliği yapacak. İslam Sanat tarihinin en ünlü ve önemli isimlerinin yanı sıra genç kuşaklardan da katılanlar olacak. Sempozyuma davet edilenler arasında Boğaziçi Üniversitesinden Dr. Oya Pancaroğlu, New York Metropolitan Müzesi’nden Dr. Sheila Canby, Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gülru Necipoğlu ve İslam Sanatları Müzesi Berlin’den Dr. Stefan Weber katılanlar arasında.

Müzenin koleksiyonu bağış ve satın alma yoluyla genişletilecek mi? Oldukça zengin bir kütüphane kurulması yolunda da çok önemli adımlar atılmış. Kütüphane dünyanın her yerinden araştırmacılara açık olacak değil mi?
Evet, müzenin koleksiyonu bağış ve satın alma yoluyla genişletilecek. Araştırmacılara açık olabilmek için kütüphanenin hacmini genişletmeye çalışıyoruz. Şimdiye kadar bağış ve satın alma yoluyla kütüphanenin hacmini 10.000 kitaba çıkartmayı başardık. İran Sanatı özelikle resim sanatı üzerine çok güçlü bir kütüphanemiz var. Hindistan ve Orta Doğu bunu takip etmekte. Gelecek için planladığım Osmanlı ve Türk Sanatı, mimarisi ve güzel sanatları üzerine olan kitaplarla kütüphaneyi zenginleştirmek. Evet, kütüphane ve koleksiyon dünyanın her yanından araştırmacılara açık.
“El-Kanun fi’t-Tıb (Tıbbın Kanunu)”, Cilt 5, İbn-i Sina (ö. 1037), İran veya Irak, kağıt üzerine opak suluboya ve mürekkep, Folyo: 21.2 x 16.4 cm, AKM510, (© 2014, Ağa Han Müzesi).

Usturlap, İber yarımadası, 14. yüzyıl,
bronz üzerine gümüş kakma,
çap: 13.5 cm,
AKM611, (© 2014, Ağa Han Müzesi).
“The Court of Keyomars”, Folyo 20v Şehname (Kralların Kitabı), I. Şah Tahmasb için yapılmış, Sultan Muhammed tarafından resmedilmiş, Tebriz, İran, yaklaşık 1522, kağıt üzerine opak suluboya, mürekkep, altın ve gümüş, 47 x 32 cm, AKM165, (© 2014, Ağa Han Müzesi).


İznik Tabak, Türkiye, yaklaşık 1570-80, sır altı boyama, 
çap: 34.3 cm, yükseklik: 7.4 cm, 
AKM687, (© 2014, Ağa Han Müzesi).


“Fildişi Boynuz” (Oliphant), Güney İtalya, 11.-12. yüzyıl, (gümüş geçmeler: İngiltere, erken 17. yüzyıl), fildişi oyma, gümüş geçmeler, uzunluk: 64 cm, yükseklik: 34 cm, AKM809, (© 2014, Ağa Han Müzesi).


TÜRKİYE’DEN AĞA HAN MÜZESİ’NE ÖZEL TASARIMLAR
Ağa Han Müzesi’nin kafesi, restoranı ve hediyelik eşya ve butik bölümü de müze ziyaretçilerinin kültür gezilerini daha keyifli geçirmeleri için özel olarak tasarlanmış. Örneğin, Şam’daki bir evin misafir odasına ait ahşap duvar kaplamaları ve mimari elemanlar, “Diwan” restoranda kullanılarak, sergileme ana galerilerin dışına taşırılmış. Ahşap duvar kaplamalarının üzerinde figüratif desenler ve tasvirler bulunuyor. Türkiye, İran, Kuzey Afrika, Orta Asya ve Hindistan mutfağından yemeklerin sunulacağı restoranda yemek yerken, İslam kültürünün güzelliklerini yaşamaya devam etmek mümkün.
Ağa Han Müzesi’nin hediyelik eşya ve butik bölümü müzenin koleksiyonunu yansıtmaya devam ediyor. Moda Tasarımı bölümünden mezun olan ve Müze’nin İş Geliştirme Müdürü Shoheb Gwaduri’nin yönetiminde, özellikle İslam ülkelerindeki tasarım firmalarına ve tasarımcılara yaptırılan çağdaş dekorasyon, kıyafet, mücevher gibi ürünler görülmeye değer. Burada bizi gururlandıran, iki önemli Türk tasarım firması Urart ve Anatoli ile gerçekleştirilen yoğun çalışmalar sonucu çok özel eserler ortaya çıkmış ve şimdiden en çok talep edilen ürünler arasında yer alıyor olması. Konu ile ilgili detayları Urart’tan Erol Sağmanlı ve Anatoli’den Beyhan Bağış’a sorduk.

Erol Sağmanlı, Urart.

URART İMZASI ŞİMDİ DE AĞA HAN MÜZESİ’NDE
Lady Gaga, Pippa Middleton, Madeleine Albright, Ürdün Kraliçesi Raina, Hillary Clinton, Helen Mirren gibi ünlülerin mücevher koleksiyonlarına girmeyi başaran Urart, şimdi de Ağa Han Müzesi’nin hediyelik eşya bölümü için çok özel tasarımlara imza attı. Konuyla ilgili sorularımızı Urart Yönetim Kurulu Başkanı Erol Sağmanlı yanıtladı.

Urart tasarımı seramik kase.
Sayın Erol Sağmanlı, son dönemde üzerinde çalıştığınız projelerden biri Kanada Toronto’da açılan Ağa Han Müzesi’nin hediyelik eşya bölümü için hazırladığınız tasarımlar. Urart, köklü bir firma olarak birçok müze için bu tip çalışmalar gerçekleştirmiş bulunuyor. Yine de Ağa Han Müzesi’nden böyle bir teklif geldiğinde neler hissettiniz?
Büyük bir heyecan hissettim. Yeniden eşi bulunmaz müze parçalarına dokunuyor olmak çok güzeldi. 1989 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi ile yaptığımız ilk çalışmayı hatırladım. Senelerdir kutularda bekleyen, üzerinde yalnızca var olduğu tarihi dönemin parmak izlerini taşıyan muhteşem parçaları kutulardan çıkarıp elime aldığımda çok heyecanlanmıştım. O eski hisleri yeniden yaşadım.

Tasarım süreci nasıl başladı ve nasıl devam etti? Ağa Han Müzesi için hazırlanan seride nelerden yola çıkıldı? Kaç çeşit ürün tasarlandı?
Kanada’dan müze yetkilileri tavsiye üzerine Urart’a geldiler. Daha önce İstanbul Arkeoloji Müzesi başta olmak üzere Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, New York Metropolitan Müzesi, Londra Kraliyet Akademisi gibi birçok müze için ürettiğimiz parçaları gösterdik. Onlar da Toronto’ya döndüklerinde Ağa Han Müzesi’ndeki çok değerli tarihi parçaların görsellerini gönderdiler. Hepsi birbirinden güzeldi... Biz de etüt ederek seçtiğimiz parçalarla neler yapabileceğimize ilişkin düşüncelerimizi paylaştık. Müze yetkilileri bazılarını onayladı, bazılarında ise “şu parçadan esinlenin, bu tasarım daha iyi” gibi öneriler getirdiler. Yine müze yetkililerinin koleksiyonlarına dair bize gönderdikleri kitaplar da tasarımlarımıza esin kaynağı oldu.
Toplam 34 modelden şimdilik 855 adet ürün tasarlayıp ürettik. Bu özel seride 34 farklı modelin 20’si çeşitli objeler, 14’ü ise takılardan oluşuyor.
Objelerde; bronzdan mermere, seramikten gümüşe, pirinçten cama uzanan çeşitlilikte malzemeden yapılmış vazolar, çanaklar, şişeler, zarf açacakları ve kavanoz gibi özgün tasarımlarımız Ağa Han Müzesi mağazaları için seçildi. Takılarda ise gümüş bileziklerden, ipek kordonlu bronz bileziğe, bronz küpelerden, 9 ayar altın kaplama broşlara yalın, modern ve şık mücevherler satışa sunuluyor.

Bir Türk firması olarak, Kanada Toronto’da tasarımlarınızın temsil edilmesi oldukça önemli. Bu bağlamda Türk firmaların ve tasarımcıların, dünya çapındaki başarısı konusunda neler söylemek istersiniz.
Evet, gerçekten çok değer verdiğimiz bir proje. Teşekkür ederim. Türk firmaları ve tasarımcıları artık dünyanın her yerinde ağırlığını hissettiriyor. Örneğin Autoban yalın, işlevsel ve farklı çizgileriyle dünya çapında bir tasarım stüdyosu. Yeni nesilden Ümit Benan kendine özgü stiliyle dünyaya açılan bir Türk modacı. Bunlar ilk aklıma gelenler.

Urart mağazalarında satışa sunduğunuz ürünlerin tasarımı ile bir müzeye özel hazırlanan tasarımlar arasında ne gibi farklar oluyor? Daha mı zor, daha mı kolay?
Müzeye özel ürün hazırlarken özellikle fiyatlandırmada kısıtlamalar oluyor. Alıştığımız bazı malzemeler altın, gümüş, yarı değerli taşlar yerine seramik, cam, porselen kullanıyoruz. Bu malzemelerin hem üretim koşulları hem de tasarıma uygun işlenme olanakları daha zor.

Urart, altın, gümüş, değerli taşlarla çok özel ve şık tasarımlar hazırlayan bir tasarım firması. Gelecekle ilgili planlarınız nelerdir?
Urart, bir mücevher ve obje tasarım firması olmanın da ötesinde, kültürleri buluşturma misyonunu çok farklı alanlarda sürdürüyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi İstanbul Arkeoloji Müzeleri başta olmak üzere New York Metropolitan Müzesi, İngiliz Kraliyet Akademisi’ne ürün tasarlayan ilk Türk markasıyız. Film festivallerinin de dahil olduğu sayısız kültür ve sanat projesine katkıda bulunduk. Uluslararası birçok tasarım yarışmasında ödüllerimiz var.  Çağdaş Türk sanatçılarının eserlerini sergiledik. Birçok kurumsal özel projeye imza attık.
Son dönemde moda, tasarım, kültür ve sanat gibi birçok alanda konularının ileri gelenleri ile farklı işbirlikleri gerçekleştiriyoruz. Bundan sonra da Urart dostlarıyla birlikte heyecanımızı yitirmeden, kültür mirasının estetik birikimini gelecek kuşaklara aktarmayı sürdüreceğiz.
Son koleksiyonumuz “Mutluluk”tan da söz edeyim: Efsanevi Kral Charlemagne’nin bugün Paris Louvre Müzesi’nde sergilenen, güneşi bile gölgede bırakacak kadar parlak, farklı renkli taşlarla bezeli “Joyeuse” isimli kılıcından esinleniyor. Kendini yeniden keşfedebilen, gizem duygusunu farklı sembollerle ifade etmeyi sevenler için günün anına uyum sağlayabilen bir koleksiyon.

ANATOLİ KLASİKLERİ TORONTO’DA
Anatoli tasarımı “Aliye Kase”.
Anatoli gibi oldukça genç bir firmanın, Ağa Han Müzesi’nin hediyelik eşya bölümü için hazırladığı özel tasarımları büyük ilgi görüyor. Tasarım ve üretim sürecini Anatoli’nin kurucusu Beyhan Bağış anlatıyor.

Sayın Beyhan Bağış kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Beyhan Bağış, Anatoli.
Aslen Bursalıyım, liseyi bitirdikten sonra bir yıl ODTÜ’de Sosyoloji okuyup esas hayalim olan Moda ve Mağazacılık okumak üzere Amerika’ya gittim. Fashion Institute of Technology’de Pazarlama ve Uluslararası Ticaret üzerine, sonra Bernard M. Baruch College’da girişimcilik üzerine MBA yaptım. Uzun yıllar boyunca satın alma, eğitim, satış dahil olmak üzere mağazacılık ve perakendenin birçok alanında çalışma fırsatı buldum. 
Çalıştığım şirketler Federated Department Stores, Saks Fifth Avenue gibi gerçekten mağazacılık ve marka yönetimi anlamında Amerika’nın önde gelen kurumlarıydı.
Amerika’ya gidişimin 14. yılında 2002’de eşimin görevi sebebi ile Türkiye’ye kesin dönüş yapmamın ardından Harvey Nichols İstanbul’un kuruluşunda Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım, daha sonra profesyonel yöneticilik kariyerime Vakko’da devam edip, 2009 yılı başında Vakko bayii oldum, buna ek olarak 2011 Nisan ayında kurduğum dünyanın en önemli değerlerinden biri olan Anadolu kültürünün günlük hayatımızla buluşmasından oluşan bir dekorasyon ve hediyelik eşya markası olan Anatoli konseptini oluşturdum. Şuan İstinye Park, Zorlu Center ve Armada Alışveriş merkezlerinde mağazalarımız bulunuyor, sürprizler ise yolda...

Anatoli gibi oldukça genç bir firmaya, Kanada Toronto’da açılan Ağa Han Müzesi’nin hediyelik eşya bölümü için özel tasarımlar hazırlama teklifi geldiğinde aklınızdan neler geçti?
Tabii ki çok heyecanlandık ve gururlandık. Ağa Han’ın sahip olduğu eşsiz koleksiyon parçaları, Anatoli’yi hayata geçirirken birçok ürünümüze ilham kaynağı olmuştu. Böylesine özenle seçilmiş koleksiyonun sergileneceği müze için de çok titiz bir çalışma yaptık.

Tasarımlar gerçekleşmeye yani üretilmeye başlayana kadar oldukça yoğun bir süreç yaşamış olmalısınız? Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz?
Ağa Han Koleksiyon parçalarını yakından takip ettiğimizden, onlar için koleksiyon hazırlamak bizi çok da zorlamadı. Tanıdık olduğumuz desen ve motifleri hem kendi bünyemizdeki üretim imkanlarımızla hem de ortak çalışmalar yürüttüğümüz üreticilerle kısa ama yoğun bir zaman diliminde hayata geçirdik.

Ağa Han Müzesi için hazırlanan seride neler var? Kaç çeşit ürün tasarlandı ve üretildi?
Şuan için Ağa Han Müzesi’nin hediyelik eşya bölümünde 37 çeşit ürünümüz yer alıyor. Kahve ve çay setlerinden, sahanlara uzanan bizim Anatoli klasikleri olarak adlandırdığımız bir serimiz raflarda yerini aldı. Bunun yanı sıra şimdiden ilgi gördüğünü bildiğimiz kol düğmesi modellerimiz, kitap ayraçlarımız bulunuyor. Tabii müze koleksiyonunun sahip olduğu parçalar gereği onlar için özel üretilmiş olan İznik çinilerinden de bir ürün grubu mevcut.

Kanada’da tasarımlarınızın satışa sunuluyor olması Türk motiflerinin, tarihinin ve kültürünün tanıtılması açısında da oldukça önemli. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? 
Böylesine özenle hayata geçirilmiş bir projenin içinde yer almak çok gurur verici. Anadolu kültürüyle harmanlanmış tasarımlarımızın dünyanın öteki ucunda da takdir görüyor olması iyi bir yolda olduğumuzun işareti. Kendimizi doğru anlattığımız sürece, sahip olduğumuz köklü değerlerin Kanada’da beğeni toplaması çok olası.

Müze’nin İş Geliştirme Müdürü Shoheb Gwaduri’nin yönetiminde,
özellikle İslam ülkelerindeki tasarım firmalarına ve tasarımcılara yaptırılan
çağdaş dekorasyon, kıyafet, mücevher gibi ürünler görülmeye değer. 

Ağa Han Müzesi Hediyelik Eşya ve Butik Bölümü, (Fotoğraf: Ümmühan Kazanç).

Ağa Han Müzesi Hediyelik Eşya ve Butik Bölümü, (Fotoğraf: Ümmühan Kazanç).

Ağa Han Müzesi Hediyelik Eşya ve Butik Bölümü, (Fotoğraf: Ümmühan Kazanç).














































KAYNAKÇA
Philip Jodidio, The Aga Khan Museum Toronto, Prestel Verlag, Munich, Berlin, London, New York, 2008.

Ruba Kana’an, Henry S. Kim, Assadullah Souren Melikian-Chirvani, Luis Monreal, D. Fairchild Ruggles, Pattern and Light Aga Khan Museum, Skira Rizzoli New York, 2014.


30 Ekim 2014 Perşembe

SETENAY ÖZBEK’TEN “İçsel İzlenimler" sergisi

Sergi Tarihleri: 6.11. - 21.12.2014
“İçsel İzlenimler”, bir dönem sergisidir. Her insanın hayatının belli dönemleri vardır ve her dönemin bir duygusu, rengi, mekânları, müziği, kokusu, kitapları, hayalleri ve insanları… Hayat, bu dönemlerin parçalarını oluşturarak bir bütün halinde bize yeniden sunar; işte o zaman yaratıcı gücümüzün ve ruhumuzun o zaman diliminden ne kadar etkilendiği ya da beslendiği sanatla yeniden ortaya çıkar.
Setenay’ın resimleri, sanatçının bir döneminin hikâyesidir ve şüphesiz ki ruhunun el attığı tüm sanat alanlarına coşkuyla yansımıştır. Serginin ön planda olan serisi, tamamlanmış büyük boyutlu kompozisyonların parçalara ayrılarak başka bir resim üzerine geometrik yerleştirmesiyle oluşmuş işlerden meydana gelmektedir ve sanatçıya göre asıl tamamlanma ikisinin birleşimiyle gerçekleşir. Bu sergide yer alan işler, daha önce izleyicilerle buluşmamış, büyük çalışmalara dayanan küçük işleri de içermektedir. Beyaz ve Siyah serilerinde öne çıkan bu tek parçalı küçük kompozisyonlar, içinde bulunulan dönemin ayrıntılarını hem kişisel hem toplumsal ölçekte farklı okumalara açmaktadır…
Setenay, bize hayatının bir dönemini gerek parçaları bütünleyerek, gerek bütünleri parçalayarak ifade ederken bu hikâyeye bizleri de davet ediyor; hayatımıza, o yoğun ve özel döneminin görsel ve ruhsal yansıması olan rengârenk, coşkulu sanatıyla dokunarak…

----
“Inner Reminiscences" exhibition by SETENAY ÖZBEK
Exhibition: 6.11. - 21.12.2014
Inner Reminiscences is an exhibition of a life period. All people go through different periods in their lives which have their own specific feelings, colours, spaces, music, scents, books, dreams and people … Human life forms itself by deconstructing the pieces of these periods, and presents them to us as a ‘whole’ again; this is the moment when our creativity and souls are affected or nurtured by these periods, and they reflect the art that we produce.
Setenay’s paintings form the story of a period in her life and undoubtedly, reflect all art fields that the hand of her soul could reach enthusiastically. The main series of the exhibition is formed by the geometric deconstruction of the completed large-scale paintings; these pieces are put on diverse completed paintings with different stories and according to the artist, the main work is completed when these two are combined with each other. The works in the exhibition also include small scale compositions which are related to the large-scale ones thematically. These Black and White Series which are formed by small compositions give the individual and social details of the period in which the artist has produced her works, and these works enable new readings for the audience…
Setenay opens up a period in her life either by defragmenting the pieces, or deconstructing the whole; she invites us into her story by touching our lives with her enthusiastic and colourful art which is the visual and spiritual reflection of her intense, special period of life...

ART350
Daily: 11:00 – 19:00 and by appointment
Her gün: 11:00 – 19:00 ve randevu ile
Tel.: +90 216 369 80 50
Bağdat Caddesi No: 350
34738 Erenköy, İstanbul

info@art350.com

27 Ekim 2014 Pazartesi

NAİF BİR MÜZE, NAİF BİR YARIŞMA VE NAİF TÜRK SANATÇILARININ BAŞARISI

Amanda A. White, “Jane ve Cassandra Austen, Steventon Kilisesi’ne Yürüyor, Christmas Sabahı”. 

Nebahat Karataş, "Kale".
Kanada, Quebec, Magog’da bulunan Musée International d'Art Naïf de Magog (Uluslararası Naif Sanat Müzesi Magog)’un düzenlediği REVIM14 (Rendez-Vous International à Magog-2014) isimli üç aşamalı yarışmada, iki Türk sanatçı başarılı sonuçlar elde etti.

YAZI: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Yarışma ve müze hakkında yazacaklarıma geçmeden önce, naif sanat ile ilgili uzun süredir aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak isterim. Arkeoloji ve Sanat Tarihi eğitimi üzerine, çağdaş sanat yüksek lisansı yapan biri olarak Mağara Sanatının öncülüğünü ve ilkelliğini; Rönesans’ın çığır açan coşkusunu; Çağdaş sanatın felsefesini ve kavramsal altyapısını; İslam Sanatının, kaligrafinin büyüleyici çekiciliğini, Geleneksel Sanatlarımızın buram buram Anadolu kokusunu da severim. Fotoğraf Sanatına tutkunum. Bir de Heykel Sanatı vardır ki, güzelliği ve özelliği karşısında söyleyecek çok fazla sözüm yok. Naif Sanatın çocuksu ruhunun tadını ise tarif edemem. Kısacası tüm sanat dallarına kendimi çok hissediyorum. Hepsinin aynı ölçüde desteklenmesi de en büyük hayalim. Ne yazık ki herkes SANATKÂR ya da ZANAATKÂR olamıyor.
Son yıllarda dünyada ve özellikle Türkiye’de çağdaş sanata verilen destek nedeniyle, bırakın naif sanatçılarımızı, birçok önemli başarıya imza atmış orta kuşak sanatçımızı, güzel sanatlar fakültelerinden mezun olan yüzlerce genç sanatçımızı ne fuarlarda, ne bienallerde, ne de önemli galerilerin sergilerinde göremiyoruz. Türkiye’nin önemli sanat etkinliklerinde sürekli aynı 100 (bu da iyimser bir rakam) sanatçının ismi geçiyor. Devlet desteğinin de neredeyse yok olduğunu var sayarsak, birçoğu kendi çabalarıyla sanat camiasında var olmaya çalışıyor.
Bu anlamda İstanbul’dan fersah fersah uzak, oldukça küçük ölçekli bir müze de olsa, Magog Müzesi’nde düzenlenen yarışmada iki Türk sanatçımızın başarılı olmasını çok önemsiyorum. Yarışmanın en başından itibaren, Müze yetkililerinin –ki neredeyse müzenin tüm ekibi gönüllü olarak çalışıyor- sanatçılara gösterdikleri yakınlık, yarışmanın tanıtımı ve de ülkemize kadar gelerek ödüllerinin takdim edilmesi, bir kez daha yurtdışında sanatın her dalına gösterilen saygıya hayran olmamı sağladı. Birçok sanat dalının neredeyse görmezden gelindiği ülkemizde, bir hayalin gerçek olmasını ve tüm plastik sanat dallarının eşit ölçüde desteklenmesini, onlarca farklı temada müzemiz olmasını, sanat sokaklarının açılmasını, daha fazla sayıda sanatçımızın, daha fazla sayıdaki fuarlarda temsil edilmesini umut ediyorum.

REVIM14 (Rendez-Vous International à Magog-2014)
Magog Müzesi’nin düzenlediği REVIM14 (Rendez-Vous International à Magog-2014) Yarışmanın ilk aşamasında “Ville de Magog” isimli, 1000 Kanada Doları değerindeki “Büyük Jüri Ödülü”nü İngiltere’den Amanda A. White (ABNA üyesi), “Jane ve Cassandra Austen, Steventon Kilisesi’ne Yürüyor, Christmas Sabahı” isimli eseri ile almaya hak kazandı. Fransa, İtalya, Rusya, Brezilya ve Kanada’dan katılan uluslararası jüri üyeleri aynı zamanda yarışma sonucunda düzenlenen büyük sergi için 22 eseri de seçti. Bu 22 eser arasında Türkiye’den Hayal İrtegün’ün bir çalışması da yer alıyor olması gurur verici. Sergi, 21 Aralık 2014 tarihine kadar devam ediyor.
Yarışmanın ikinci aşamasında, yarışmaya katılan tüm 89 eser -sergilemeye layık görülenler de dahil- internet üzerinden oylamaya sunuldu. 9255 oy sonucu yine önemli naif sanatçılarımızdan Nebahat Karataş “KALE” isimli eseriyle 500 Kanada Doları değerindeki “Cloud Prize”a layık görüldü. “Cloud Prize”ın sponsoru Claude Bernier, bir sanat hamisi ve Magog Müzesi’nin destekçilerinden. Yarışmanın bu bölümünün bir diğer ilginç detaylarından biri, oy kullanan 9255 kişi arasından tombala sistemi ile seçilen Bayan Pierrette Duguay’a, Alain Bissonnette isimli Kanadalı naif sanatçının orijinal bir eseri hediye edilmiş olması.
Yarışmanın üçüncü aşaması ise “Büyük Jüri”nin seçtiği ve 21 Aralık 2014 tarihine kadar sergilenen 22 eser için, sergiyi gezen sanatseverler tekrar oy kullanacak ve “Kalp Durdurucu - Prix coup-de-coeur” olarak adlandırılan ödülü kazanan sanatçı Ocak 2015’te açıklanacak. 500 Kanada Doları değerindeki bu ödülün sponsoru ise Musée International d'Art Naïf de Magog’un kurucusu ve sanatçı Yvon M. Daigle.

KÜLTÜR ELÇİSİ JAQUES DUPONT
Bu yarışmadan nasıl haberim olduğunu da anlatmak isterim. İzmir’in Çatalkaya Dağı’ndaki Kavacık Köyü’ne yerleşen ve çalışmalarına buradaki atölyesinde devam eden önemli naif sanatçılarımızdan Şebnem Çamdalı (http://sebnemcamdali.8m.com) ile uzun süredir dostluğumuz devam ediyor. Kanada’daki bir yarışmadan davet aldığını ve yazışmaları onun adına yapıp yapamayacağım konusunda bir ricada bulundu. Ben de seve seve kabul ettim. Magog Müzesi’nin yöneticilerinden Jacques Dupont ile bu vesileyle yazışmaya başladık. Yazışmalarımız sırasında Jacques ve eşi Linda ile dostluğumuz da gelişti. Yarışma bitiminde Jacques ve eşi, hem yarışmaya katılan sanatçılarla tanışmak, hem de ödüllerini takdim etmek üzere ülkemize geldi. İzmir’de Hayal İrtegün ile buluştular, Kuşadası’nda Nebahat Karataş’ı ziyaret ederek ödülünü sundular. Hatta Şebnem Çamdalı’nın yaşadığı Kavacık Dağ Köyü’ne bile giderek birkaç gün geçirdiler. Biz de İstanbul’da çok keyifli bir gün geçirme şansı yakaladık. Şu noktayı özellikle belirtmek isterim ki, Müze’nin profesyonel müdürü dışındaki tüm ekibi, Jacques da dahil olmak üzere gönüllü olarak çalışıyorlar. Amaçları Naif Sanata destek vermek ve daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak. Teşekkürler Jacques!...

YVON M. DAİGLE’NİN NAİF SANAT MÜZESİ HAYALİ
Kanadalı naif sanatçı Yvon M. Daigle’nin hayali olan Musée International d'Art Naif de Magog (MIANM), 24 Eylül 2002 yılında 18 ülkeden sanatçının, 168 sanat eserini sergilemek üzere kapılarını açar. Müzenin tarihi, koleksiyonu ve etkinlikleri ile ilgili detaylı bilgiye http://artnaifmagog.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Yvon M. Daigle, Bathurst, New-Brunswick’te 1939 yılında doğar. Sacred Heart University of Bathurst’ta Sanat Eğitimi alır, Laval Üniversitesinden İlahiyat Lisansı ve Moncton Üniversitesinden ise felsefe yüksek lisansı alır. 1969’dan 1997 yılına kadar felsefe eğitimi verir. 1975 yılında çok yakın bir arkadaşının vefatı üzerine resim ile ilgilenmeye başlar. Bir gece rüyasında Çinli Bilgelere benzeyen yaşlı bir adam “Siyaha Bürün” der ve o günden sonra kendini naif sanata adamaya karar verir ve “Naif Sanatın Ruhunun Dostu” olur. Müze hayalinin gerçekleşmesi 25 yılı bulur. Kendi Uluslararası Naif Sanat Müzesi’ni açmak isteyen naif sanatçı Yvon M. Daigle, birçok ülkeye seyahat eder, eser satın alır, değiş tokuş yapar, müze için bağış kabul eder. Bugün, Musée international d'art naïf de Magog’un koleksiyonunda 32 ülkeden 250 sanatçının 700 eseri bulunuyor ve Kanada’nın sadece Naif Sanata adanmış tek müzesi olma özelliğine sahip.

NEBAHAT KARATAŞ ve “CLOUD PRIZE”
“Cloud Prize”a layık görülen naif sanatçımız Nebahat Karataş ile yarışma ve naif sanat konusunda konuştuk.

Sayın Nebahat Karataş, öncelikle tebrik ediyoruz. Kanada, Quebec, Magog’da bulunan Musée International d'Art Naïf de Magog (Uluslararası Naif Sanat Müzesi Magog)’un düzenlediği REVIM14 (Rendez-Vous International à Magog-2014) isimli üç aşamalı yarışmada, internet üzerinden verilen 9255 oy sonucu “KALE” isimli eseriniz “Cloud Prize”a layık görüldü. Yarışma hakkında düşünce ve duygularınızı öğrenebilir miyiz?

Musee International d'Art Naif de Magog'un yarışması benim için bir ilk. Resmimin kültürel ağırlıklı oluşu ve uluslararası bir yarışmada Türkiye’yi temsil etmesi heyecan vericiydi. Sunumu ve duyuruları sıcak, ifadeleri samimi, titiz ve nitelikli kişiler tarafından hazırlanmış güzel bir yarışma.

Resim ile ilgilenmeye üniversite yıllarında başlamışsınız. Hocanız usta naif sanatçı Fahir Aksoy’un da yönlendirmesiyle “Naif Sanat” alanında çalışmaya karar vermişsiniz. 2004 yılındaki sergi kataloğunuz için Fahir Aksoy kaleme aldığı yazısında şunları söylüyor: “Bazı insanlar doğuştan sanatsal yaratılara yatkın olarak kendilerini kanıtlamak isterler. Nebahat Karataş, birinci kategoriye giren bir sanatçı. Yaşam denen bu kısa dünya yolculuğunda, yaşam hazzı ve heyecanı veren ve onu belli bir seviyeye yücelten olgu hiç kuşkusuz sanatsal uğraşılarıdır. Sanat, onun yaşamında, ‘olmazsa olmaz’ bir olgudur.” Siz naif sanat yolculuğunuzu bize anlatabilir misiniz?

Naif sanat yolculuğum 1995 yılında, Devlet Resim ve Heykel Müzesindeki resim kursuyla başladı. Detaylı çalışmalarımdan sanat eleştirmeni İbrahim Karaoğlu’nun Fahir Aksoy’a bahsetmesiyle, Erdek’te yaşayan Fahir hocam beni telefonla aradı. Tanıştık ve sohbet sonrası naif çalışmalarım için kursu bırakmamı önerdi. Bana, Türk Tarih Kurumu Yayınlarından NASÜHÜ'S-SİLAHİ (MATRAKÇI)’dan yedi resim ödevi verdi. 4-5 aylık bir çalışmayla yaptığım resimleri Erdek’teki Hocama götürdük. “Bu iş tamam, yolun açık olsun. Ama unutma bu yol çok dik bir yokuştur” dedi. Daha sonra misafirimiz olarak Ankara’ya geldi ve çalışmalarımı gördü. Yıllar içinde dostluğumuz devam etti ve karma sergilerde buluştuk. Naif sanatla ilgili bize yüklediği bilgiler ve öneriler bu yolculuğumda bana ışık olmuştur. İlk günkü heyecan ve sevgiyle yola devam ediyorum. Sevgili hocam Fahir Aksoy’u rahmetle anıyorum.

Türkiye’de son yıllarda naif sanata yeterince ilgi ve destek verildiğini düşünüyor musunuz? Bu konuda neler yapılabilir?

Ülkemizde naif sanatın yeterince bilindiği ve tanıtıldığı kanısında değilim. Gençlere ve çocuklara naif resmi tanıtmak isterim. Ben resimlerimi heyecan, keyif ve coşku içinde yapıyorum. Onların da bu hazzı duymalarını isterim. Özgürsünüz, kurallar sizin ve teknik kendi tekniğiniz, hiçbir bağlantınız yok. Kurslarda ve okullardaki resim derslerinde içgüdüler ve hayal güçleri ön plana çıkmalı. İlkeler, teknik bilgiler ve eğitim ayrı bir yol olmalı.

Kazandığınız 500 Kanada Doları değerindeki ödülü Karataş Vakfı’na vereceğinizi biliyoruz. Biraz da vakıf çalışmalarınız hakkında bilgi alabilir miyiz? Bu vakfın kuruluş hikayesi oldukça hüzünlü. Ama tam anlamıyla bir yaşama tutunma hikayesi.
Hayatta her sonun bir başlangıç olduğunu biz yaşayarak öğrendik. Karataş Vakfı, kaybettiğimiz oğullarımız adına kuruldu. 1998 yılında kurulan vakfımızın amacı; spor, eğitim, sağlık ve sanatta gençlerimize ve çocuklara destek olmak. İhtiyacı olan başarılı öğrencilere burslar veriyoruz, Gökçe Karataş İlkokulu’nun temel ve kalıcı giderlerine yardımcı olarak çalışmalarımız sürüyor. 1999-2008 yılları arasında; her yıl Türkiye genelinde düzenlenmiş olan spor ödülleri, Vakıf tarihinde güzel bir anı olarak kalacaktır. Ayrıca vakfımız bu yıl 13.sü yapılacak olan Ankara Çapında İlkokullararası resim yarışması hazırlıklarına da başladı. (http://www.karatasvakfi.org/)

Son olarak gelecek ile ilgili planlarınız öğrenebilir miyiz?


Yaşama tutunmanın sevgi ile olduğuna inanıyorum. Doğa’yı ve hayvanları seviyorum. Onların sevilip korunması için, çocuklar için ve tabii ki naif sanatın tanıtılması için gönülden çalışmalarım devam edecek. Kazandığım ödülle Ankara Kalesi, Seymenler ve Türkiye’yi tanıttığım için çok gururluyum. Yarışmayı düzenleyen yöneticilere sonsuz teşekkürler. Sizin de konuya ilginiz ve desteğiniz beni çok mutlu etti. Teşekkürler.

23 Ekim 2014 Perşembe

DENİZ SAĞDIÇ: “TİN, BENİM İÇİN; YAPITLARIMIN HAYATA GELİŞ SÜRECİNİN TAM KARŞILIĞIDIR.”














11 Kasım - 20 Aralık 2014 tarihleri izlenebilecek Ressam Deniz Sağdıç’ın kişisel sergisi ile ilgili sohbetimize eşi Sanat Yazarı Dolunay May da eşlik etti. Sadece sanat üretimi değil, sanat üretiminin arkasındaki felsefe ve sanatçının sosyolojik, psikolojik formasyonu da konuşmamızın odağını oluşturdu.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sevgili Deniz, “TİN” başlıklı sergin 11 Kasım – 20 Aralık 2014 tarihleri arasında Güneş Sigorta Sanat Galerisi’nde yer alıyor. Beşinci kişisel serginde, geçmişten buyana birçok sanatçının, düşünürün inceleme ve deneme alanına girmiş olan “Tin” kavramına pentür üzerinden nasıl bir bakış sunuyorsun?
Deniz: “Tin”, düşün dünyasınca dile getirilmiş, o dünyadan ayrı düşünülemeyecek sanatçıların da kafa yordukları bir terim. Üzerinde çokça düşünülmüş, işlenmiş, bu nedenle de aynı zamanda riskli, iddialı bir başlık. Ama sanatın tam da anlamının; bu tür tartışmaların, risklerin, iddiaların sularında yüzmek, düşün dünyasının temas ettiği düğümleri gevşetmeye çalışmak, kendince çözüm önerileri sunmak olduğunu düşünüyorum. Zaten kavramlar dünyası, düşünce adamlarının ve sanatçıların işgal ettiği yegâne alan değil midir? Bildiğiniz gibi terimin Batılı aslının dilimizdeki karşılığı bile tartışmalı. Ama tartışmanın taraflarının iddialarının yanında tabii ki “Tin”in benim düşün dünyamdaki karşılığıdır sergimdeki yapıtlar. “Tin” benim için; yapıtlarımın hayata geliş sürecinin tam karşılığıdır ki bu süreçten kastım, fırçanın tuvale ilk dokunduğu andan öte, beni etkileyen bir görüntünün, bir nesnenin, herhangi ruh halinin zihnimde oluşturduğu imgelemi yansıtabilme dinamiğidir.

Dolunay: Deniz ile beraberken bu duruma alışmak gerekiyor, örneğin birlikte yolda yürürken herhangi bir şey, bir ağaç, bir nesne, bizler için sıradan olan bir şeyi görüp dakikalarca inceler, o an sizinle birlikte değildir, bambaşka yerlere doğru gittiğini görebilir, bu durumuna alışık değilseniz endişe edebilirsiniz. Bir obje gibi yanına alabileceği bir şeyse, alır, değilse her zaman yanında taşıdığı defterini çıkarıp kendince resmetmeye başlar. Çoğu zaman baktığı şey ile çizdikleri bile bambaşka şeylerdir, dışarıdan bakan için…

Deniz: Bu bir idrak anı, pratik yansımalarında farklılıklar olsa da tüm sanatçıların, üreten ruh halinin bu şekilde işlediğini düşünüyorum. Hatta mağara duvarına püskürttüğü boyayla el izlerini bırakan öncül atalarımızın, aynı idrak halinin, kendi varoluşlarını deneyimleyen bir ruh halini yansıttıklarına inanıyorum. İzleyicinin, bu bahsettiğim süreçten ziyade resimlerimin karşısına geçtiğinde kendi ruh dünyasında tinsel bir yolculuğa çıkmasını, belleğinin tortuları arasında unuttuğu, belki de daha önce hiç fark etmediği bir özü deneyimlemeye teşvik edebilmeyi isterim.

“Aşk” olgusunun bu sergide ayrı bir yeri olacak gibi. Bu konuda neler söyleyebilirsin?
Deniz: “Tin” kavramı benim için aşkla ilintili. Ama bu günümüz kültürünün dile getirdiği anlamdan öte, düşünen bir zihnin, artık hayvandan ayrıştığı kesinleşen bir özün, algılamaya, anlamlandırmaya başlaması, anlamlı bulup yaşamaya karar vermesini sağlayan aşkı anlıyorum. Sanatın da bu aşkın bir aracı olarak var olageldiğini düşünüyorum. Aynı zamanda bu düşünürlerin ve sanatçıların kesiştiği bir başka nokta değil midir, filozof da sanatçı da öğrenme, sorgulama, kazıma aşkıyla yanıp tutuşmaz mı?

Genellikle resimlerinde “kadın” imgesini kullanıyorsun. Sanırım bu serginde de öyle. Kadın imgesi üzerinden vurgulamak istediğin kavramlar, söylemler nelerdir? Eşin ve Sanat Yazarı Dolunay May resimlerindeki kadın imgesini şu sözlerle anlatıyor bir yazısında: “Deniz Sağdıç resimlerinin merkezini bir kadın işgal eder. Bu kadınlar, Sağdıç’ın tercihinden öte bir bilinçaltının öngörülemez dışavurumudur çoğunlukla. Kadın imgelerinin, planlı bir eleştiriden öte güdülerin espasta hayat bulan uzamları olduğunu, formların çevresiyle oluşturdukları amorf ilişki ele verir. Deniz Sağdıç’ın hemcinslerine olan organik bağı değildir bu dışavurumun kaynağı. Bir insanlık halinin cesaret bulmuş yansımasıdır genel anlamıyla.” Bu cümlelere neler eklemek istersin?

Deniz: Aslında Dolunay güzel özetlemiş (Gülüyor). Şaka bir yana, kadının; günümüz dâhil, tarih boyunca insanlık halinin sosyolojik, kültürel, siyasal durumuna turnusol bir konumda olduğunu düşünüyorum. Şimdi siz söyleyince düşündüm de, benim yüksek lisans tezim bile kadın temeli üzerine kurulu. Bir toplumdaki ruh durumunu anlamak için kadına bakmanız kâfidir, öyle çok derinlere inmeye bile gerek yok, o toplumun kadınına ait herhangi bir fotoğrafa bile bakmanız yeterli gelecektir. İnanın en detaylı araştırmalar kadar veri sunacaktır size. Bu görülerin gerisinde bağlı olabileceğim tek düşüncenin sanatın kendi ideolojisi olduğunu sanıyorum, feminizm ya da herhangi başka kavramın öncül olduğu, ayrıştırıcı sistematiklerin varlığını tartışmalı buluyorum. Çoğu zaman bu tip yanıltıcı öngörülere neden olmamak için kadını, en azından imgesel anlamda konu etmemeye çalışsam da sonuçta “tin”in size fısıldadıklarından uzak duramıyorsunuz.

İlk bakışta “İşte bu bir Deniz Sağdıç resmi” dedirten bir resim tekniğin var. Okuyucularımız için tekniğin ve hangi sanat akımı içinde incelenmesi gerektiği konusunda bilgi alabilir miyiz?
Deniz: Evet, resimlerimin dediğiniz anlamda ayrışan bir doğası var. Hatta bu konudaki ilk tespit, profesyonel sanat hayatımın ilk yıllarında, sevgili Yahşi Baraz’ın; “Şimdiye kadar dünyanın her yerinde, binlerce sanatçının eserlerini izledim, seninkine benzer bir üslupla karşılaşmadım” sözüdür. O dönem sevimli bir jest cümlesi olarak karşıladığım bu sözün gerçeği yansıtabilme ihtimalini, Yahşi Baraz’ın tüm dünyadaki sanatı yerinde takip eden, onlarca yıllık bir tecrübeyi de arkasına alarak bu sözü sarf eden biri olduğunu sonradan öğrendim. O dönem bırakın dünya sanatını, Türk Sanat dünyasının üretimlerine bile pek aşina değilken, günümüzde internetin de imkanlarıyla, dünyada üretilen sanatın ne olduğuna dair bilginiz olmaması imkansız. Hala “resimlerin şu ressamınkilere benziyor” diyen bir tecrübe yaşamadım. Sanırım özgünlük dediğimiz de tam böyle bir şey. Ama özgünlük bıçak sırtı bir durumdur, çünkü sanatçılar değilse bile sanatseverler ya da sanat dünyasının sanatçılar dışındaki profesyonelleri de belli bir akımın takipçisi olabiliyorlar. Ama resimlerimin ayrışan yanı tekniğinden çok daha öte anlamlarda benim için. İzleyici için haliyle biçim olarak algılanan yapı, benim için ifademin pratikte hayat bulduğu bir yansıması. Dolayısıyla terminolojik olarak teknik diye tabir edilebilecek, öncül bir planlama yok ortada. İfade biçimim el yazım gibi, bir konunun eskizini bile yaparken istemim dışında, imgeler o yöne doğru şekil alıyorlar. Yağlıboyayı sevişimin ardında da bu gerçek var sanırım, çoğu zaman fırçam, yağlıboyanın kimyasal özelliklerini de arkasına katar, kontrolsüzce akar gider, tıpkı hiçbir akımın durağında mola veremeyeceği gibi.

Resimdeki başarını akademik hayatında da devam ettiriyorsun. Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü 2003 yılında Fakülte Birinciliği ile tamamlamışsın. 2013 yılında başladığın Doğuş Üniversitesi Plastik Sanatlar Yüksek Lisans Programı’na da Başarı Bursu ile kabul edilmişsin. Bu başarılı çizgini ileride nasıl bir noktaya taşımayı hayal ediyorsun. Kendin için çizdiğin büyük resimde neler var?
Deniz: Başta da söylediğim gibi sanatçı olmanın bir araştırma, bilme, öğrenme, sorgulama açlığı olduğunu düşünüyorum. Hal böyle olduğunda okul gibi, sizden bir öğrenim edimi beklenen durumlarda ister istemez beklentileri karşılamış oluyorsunuz. Sıra dışı bir gelişme olmazsa, halen öğrenim gördüğüm yüksek lisans programından da birincilikle mezun olacağım gibi görünüyor. Okulları çok değerli buluyorum açıkçası, kitaplarından takip etmeye çalıştığınız, yapıtlarını, seminerlerini izlemek için özel efor sarf ettiğiniz nice değerli bilim insanını karşınızda bulmaktan, bu anlamda daha heyecan verici ne olabilir. Her sanatçıda az veya çok bulunan akademizme mesafeli yaklaşım benim için de söz konusuydu, hala öyle. Sağ olsunlar, akademik çevrenin uzunca süredir gösterdiği ısrarın üzerine başarı burslu bir teşvik de eklenince kayıtsız kalmak imkansız hale gelmişti. Bu nedenle eğitimime devam edeceğim gibi görünüyor ama bir eğitimci olmak anlamında, en azından yakın gelecekte böyle bir kariyere sanat üretimi içerisinde yoğunlaşmam söz konusu olamayacak gibi duruyor.

Bilgi için:

Güneş Sigorta Sanat Galerisi
Güneş Plaza Büyükdere Cad. No: 110 Esentepe-Şişli-İstanbul
Tel: 444 1957

www.gunessigorta.com.tr

11 Ekim 2014 Cumartesi

YÜZYILLIK HİKAYE: YEŞİLÇAM

Hülya Küpçüoğlu, “Murat Soydan ve Hülya Koçyiğit”,  2014, tuval üzerine akrilik, 60x120 cm.  










Türk Sinemasının 100. Yılı kutlamalarına gönderme yapan Hülya Küpçüoğlu’nun “Yüzyıllık Hikaye: Yeşilçam” isimli sergisi Summart Sanat Merkezi’nde 16 Ekim-6 Kasım 2014 tarihleri arasında izlenebilir.
Denizhan Özer küratörlüğünde gerçekleşecek olan sergide; Hülya Küpçüoğlu Yeşilçam filmlerinden 100 yıl boyunca aklımızda kalan sinematografik imgeleri farklı renk katmanlarıyla oluşturduğu yüzeyler üzerinde izleyiciye sunuyor. 100 yıl boyunca hayatımızın bir parçası olan Yeşilçam karakterleri ve mekanlarının yer aldığı sergi 16 Ekim-6 Kasım tarihleri arasında Summart’ta görülebilir.
Görsel Sanatlar, müzik, edebiyat, felsefe, sahne ve performans sanatları alanlarında yeni bir buluşma noktası olan Summart, aynı zamanda sanatseverler için yoğun bir iş gününün sonunda dostları ile bir araya gelerek soluk alabilecekleri bir alan olarak tasarlandı. Çağdaş sanatı ve kültür hayatını yeniden yorumlamak isteyenlere Summart özgün seçenekler sunuyor.

Adres: Huzur Mh. Fazıl Kaftanoğlu Cad. No 3 Summa Plaza
Tel: 0 212 278 71 00

www.summart.org