8 Nisan 2015 Çarşamba

ALİ CABBAR’IN “TESELLİ İLACI” OPERATION ROOM’DA


Ali Cabbar, “Turkish Placebo - Teselli İlacı”,
2015, Sanded glass object /Kumlanmış Şişe,
50 editions.
Ali Cabbar’ın Teselli İlacı / Placebo Effect adlı kişisel sergisi, 10 Mayıs 2015 tarihine kadar Amerikan Hastanesi Sanat Galerisi Operation Room’da gösteriliyor. Sanatçının sokak sanatı ve pop çağrışımlı işlere ağırlık verdiği sergide, kâğıt üzerine tükenmez kalemle yapılmış desenler, stensil ve vinil yapıştırmaların yanı sıra bir yerleştirme ve üç boyutlu “sürpriz” bir çalışma da bulunuyor.
Galerinin taşıdığı isimden ve bir sağlık kurumu içinde yer almasından hareketle Ali Cabbar, politikadan güncel sanata, futboldan içkiye Türkiye gündemini meşgul eden konuları ameliyat masasına yatırıyor ve duruma uygun bir teselli ilacının sorunlara çözüm olabileceği fikrini tartışmaya sunuyor. Tıbbi bir kavram olan plasebo, gündelik yaşamda bazen “ağız yoluyla alınan” bir içki veya çay-kahve, bazen “duygularla iletilen” empati veya hoşgörü olarak farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Plasebonun, etkisine inanıldığı sürece kullanana iyi geldiği saptamasından yola çıkan sanatçı, Türkiye insanının teselli ilaçlarını güncel bir anlayışla ele alarak yeniden yorumluyor ve ikonlaştırıyor.

Brüksel’de yaşayan Ali Cabbar'ın son dönem İstanbul sergileri arasında; İstiklal Caddesi, Yapı Kredi’deki “Huzursuz Gölge” (2010) ve “Kırmızı Koridor” (2012) ile “Ah Pippa” yerleştirmesi (2013) sayılabilir. Galeri tarafından yayınlanan sergi kataloğu, sanatçının yeni çalışmalarını ve AICA Türkiye Başkanı, eleştirmen Evrim Altuğ’un sergideki işlerin çözümlemesini yaptığı yazısını içeriyor.

Ali Cabbar, “System Error - Sistem Hatası”, 
2014, Vinyl cut / Vinil oyma, 60x85 cm.
Detaylı Bilgi İçin
Amerikan Hastanesi Sanat Galerisi
Adres: Güzelbahçe Sok. No:20, Nişantaşı/İstanbul
Tel: 444 3 777

ALİ CABBAR’S “PLACEBO EFFECT” AT THE OPERATION ROOM
Ali Cabbar’s latest solo show Placebo Effect is on view at Amerikan Hastanesi Operation Room Gallery, from April 2 until May 10, 2015. The exhibit features his latest works in pop and street art styles, ballpoint pen drawings, stencils and vinyl cuts on paper. There is also an installation and a 3D object included in the show.
Inspired by the name of the gallery (Operation Room) and its unique location in a medical complex,  Ali Cabbar explores the idea of placebo effect in a social context and analyses controversial issues —politics, contemporary art, sports and alcohol among others — that causes extreme polarization in Turkey today. He argues that although originally a medical concept, placebo appears in our daily lives in various forms such as comfort food and drink (taken orally) or empathy and tolerance (conveyed by emotions), and iconizes them as possible placebos used by the people of Turkey.

Ali Cabbar, “Enjoy Tradition - Çay için! Kahve için!”,
2014, Vinyl cut / vinil oyma, 60x85 cm, 10 editions.
Brussels based Ali Cabbar’s previous Istanbul shows include “Disquiet Shadow (2010) and “Red Passage” (2012) as well as an installation titled “O Pippa, where art thou? ” (2013) all shown at Yapı Kredi in Istiklal Street. The new exhibition is accompanied by an illustrated catalogue which includes an article by AICA Turkey president and art critic Evrim Altuğ.

For More Info
Amerikan Hastanesi Sanat Galerisi
Address: Güzelbahçe Sok. No:20, Nişantaşı/Istanbul/Turkey

Tel: 444 3 777



Ali Cabbar, “We Die / Kill For These Colors - Biz Bu Renkler İçin Ölürüz / Öldürürüz”, 2014, Mixed media / Karışık teknik, Diptych / İkili. 
Ali Cabbar, “The Tragic Ending of My ‘Prince Charming’ Performance, Fortunately Not Seen by Any Audience – ‘Beyaz Atlı Prens’ Performansımın Neyse ki Hiç Kimsenin Görmediği Acıklı Sonu”, 2015, Vinyl cut / Vinil oyma, 60x85 cm each, Quadriptych, Dörtlü seri, 4 editions.

Ali Cabbar, “Drinks With Mr. Hulusi At The Gentlemen’s Club - İhap Hulusi ile Monşerler Kulübünde İki Kadeh”, 2014, Drawing / desen, 85x60 cm.

5 Nisan 2015 Pazar

YILDIRIM MAYRUK ANILAR MÜZAYEDESİ

Yıldırım Mayruk.
11 Nisan’da Pera Mezat Müzayedecilik’in Organizasyonuyla Dedeman Otel İstanbul'da
Ünlü müzayede ve antika firması Pera Mezat Müzayedecilik, Türk modasına damgasını vurmuş Yıldırım Mayruk’un yaşamına yolculuk eden eşyalarını, 11 Nisan 2015, Cumartesi günü Dedeman Otel İstanbul’da yeni sahipleriyle buluşturacak.
Türk modasının ünlü ismi Yıldırım Mayruk’un ev eşyalarının ve koleksiyonlarının yer aldığı “Yıldırım MAYRUK Anılar Müzayedesi” Pera Mezat Müzayedecilik tarafından 11 Nisan 2015, Cumartesi günü, saat 14.30’da Dedeman Otel İstanbul’da gerçekleştirilecek.
1960’larda başladığı profesyonel meslek hayatı boyunca ilham aldığı eserleri toplamaya özen gösteren Yıldırım Mayruk, müzayede ile ilgili; “Tablolar, eşyalar, gümüşler, aksesuarlar, tekstil ürünleri, porselenler detaylarında sakladığı estetik unsurları hep bana sundu. İşte bu yüzden bu koleksiyonlarını yaşarken başkalarının da hizmetine sunmak üzere bir müzayede ile başkalarının beğenisine sunmaya karar verdik. Yaşanmışlıkların hikayeleri her birinde sertifikalanmış olarak gelecek nesillere iletmek istiyorum” açıklamasını yapıyor.

FAUSTO ZONARO (İtalyan, 1854-1929), İmzalı, “Rufai Dervişleri”,
tuval üzeri yağlıboya, 40x67 cm.
Müzayedenin öne çıkan eserleri arasında Osmanlı saray ressamı Fausto Zonaro’nun “Dervişler” tablosu, Osmanlı Türk ressamı Tekezade Sait Efendi’nin iki adet yağlı boya tablosu, oryantalist birçok tablo ve objenin yanı sıra, Fenerbahçe kulübüne özel üretilmiş altmışaltı parça, her birinden bir adet üretilmiş çok özel bir koleksiyon dikkat çekiyor.

GIROLAMO GIANNI (İtalyan, 1837-1895), İmzalı 1878, “Constantinople”, tuval üzeri yağlıboya, (Eser koruma amaçlı, Rantuvale edilmiştir), 23x48 cm.
Mobilyadan şamdanlara, sofra takımlarından karaf takımına, tablolardan eski Türk işi örtülere toplam 528 eser müzayedede satışa sunulacak. Pera Mezat Müzayedecilik Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Gacıroğlu yaptığı açıklamada: “Değerli modacı Yıldırım Mayruk’un dünden bugüne uzanan bir zaman tüneli niteliği taşıyan birbirinden değerli eşyalarını ve koleksiyonlarını sanatseverlerle buluşturacak olmaktan çok büyük mutluluk duyuyoruz” dedi. Koleksiyonerler, müzayedede satışa çıkan tüm ürünleri 3-10 Nisan 2015 tarihine kadar Dedeman Otel İstanbul Pınar Salonu’nda görebilir.

TEKEZADE SAİT EFENDİ, 
Eski Türkçe İmzalı, 
Hicri 1325 Miladi 1909 tarihli, 
tuval üzeri yağlıboya, 27x35 cm.
PERA MEZAT MÜZAYEDECİLİK
Hüseyinağa Mah. Duduodaları Sok. No:8 Balıkpazarı/BEYOĞLU
T: +90 212 293 11 16 (Pbx)
www.peramezat.com

Ayrıntılı bilgi için:
Binnur Musaoğlu / BMpr İletişim&Tanıtım / binnur@bm-pr.com / 0532 452 55 73

YILDIRIM MAYRUK
1940 yılında Bursa’da 5 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak doğdu. Babası Ispartalı, annesi ise Giresun’un Şebinkarahisar ilçesindendir. Asker olan babası, Yıldırım Mayruk 12 yaşındayken hayatını kaybetti.
Yıldırım Mayruk, terzi olan ablasından etkilenerek bu mesleğe gönül verdi. İlk diktiği elbise, 15-16 yaşlarındayken 2,5 yaşlarındaki yeğenine tasarladığı ipekli gülkurusu bir elbise oldu. Daha sonra annesine biri ekose, diğeri çizgili kumaştan iki tayyör de dikti. 1960 yılında askerlik hizmetinden döndükten sonra ablasının terzi atölyesinde çalışmaya başladı. Lise yıllarında şapka yapıp satarak başladığı moda hayatına 1960’lı yılların başında Bursa’dan İstanbul’a gelerek Beyoğlu’ndaki Çiçek Pasajı’nın kapısının tam karşısında Güney Palas’ta bir çatı katında atölye kurarak devam etti. Kısa sürede atölyesini de, ününü de büyüttü. Sonrasında ise terzilerin katıldığı bir defileye 10 elbise ile katıldı. O defile sonrasında Yıldırım Mayruk, dönemin piri sayılan sosyete terzisi “Mualla Özbek” ile tanıştı. Mualla Özbek ile tanıştığında, kendisine “Benden sonra bayrağı sen taşıyacaksın” demiş ve defilenin sonrasında atölyesi müşteri akınına uğramıştır. Beyoğlu’ndaki atölyede 10 sene çalıştıktan sonra Şişli’ye, oradan Teşvikiye’ye geçti. 22 yıl Teşvikiye’de çalıştıktan sonra şu an bulunduğu Gümüşsuyu’ndaki atölyesine taşındı. Moda Laboratuvarı’nda çok başarılı çalışmalar yaptı. Pek çok ünlü sanatçıya yaptığı kostümlerle ünlenen Yıldırım Mayruk, dünya sosyetesi, siyaset ve cemiyet hayatından birçok isim için tasarımlar yapmaya devam ediyor.

ÇİFT İTALYAN ŞAMDAN, 18.yüzyıl.
PERA MEZAT MÜZAYEDECİLİK
Çağdaş Türk sanatını ve Osmanlı dönemi el sanatlarını dünyada yaygınlaştırmak ve Türk sanatseverler ile buluşturmak amacıyla 2010 yılında kurulan Pera Mezat Müzayedecilik firması, Osmanlı ve Avrupa antikalarının yer aldığı buna ek olarak alanında uzman olduğu nümismatik (madeni ve kağıt para, madalya, jeton, objeler ve efemera) ve çeşitli koleksiyonlara sahip bir sanat ve antika galerisi olarak hizmet veriyor.
Türk resim sanatı ve Osmanlı dönemi el sanatlarını dünyaya tanıtarak kültürler arası köprü oluşturmayı kendine görev edinmiş, kurucusu Mehmet Gacıroğlu yönetimindeki Pera Mezat Müzayedecilik, çalışmalarıyla uluslararası sanat platformlarında da faaliyet gösteriyor. Aynı zamanda düzenlediği müzayede ve sanat etkinliklerini, internet ve yazılı medya aracılığıyla dünyanın birçok ülkesinde yayınlayarak uluslararası arenada sanat ve antika konusunda takip ediliyor.
Mehmet Gacıroğlu’nun sahip olduğu Osmanlı kağıt para koleksiyonu ise dünyadaki bir numaralı Osmanlı kağıt para koleksiyonu olarak biliyor. 2011 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen sergiyle koleksiyonunu tescilleyen Mehmet Gacıroğlu, ayrıca yayınlamış olduğu Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye adlı kağıt para kataloğu ile uluslararası üne sahip “IBNS – International Bank Note Society” tarafından “Yılın Kitabı Ödülü” ne layık görüldü.Pera Müzayedecilik her yıl dört kez “Osmanlı ve Karma Sanat Eserleri”, altı kez “Efemera&Nümismatik Müzayedesi” (kitap, para, jeton, madalya, harita, gravür, kartpostal ve fotoğraflar) gerçekleştiriyor.

İNGİLİZ SERVİS MASASI
BİR KOLEKSİYONER OLARAK YILDIRIM MAYRUK

Antika tutkunuz nasıl başladı?
Babam ben doğduğumda 60 yaşında bir asker emeklisiydi. Dolayısıyla benim büyüdüğüm evde böyle bir şey yoktu. Bu tutku, Beyoğlu’na ilk atölyemi açtığım zaman iki üç sene sonra aynı apartmanda üç daireyi birden kaplayan bir atölyem olması ve orada güzel bir ortam yaratmaya karar vermemle başladı. İlk aldığım parça şu anda yatak başı yaptığım bir kornişti. Bu şekilde yavaş yavaş bir tutku başladı. Yıllarca devam etti. Hepsini nasıl aldığımı bugün gibi hatırlıyorum.

Zaman içinde değişti mi hep böyle aldıklarınız?
Ben sofraya çok meraklıyım. Çok gurme biri değilim belki ama güzel bir sofrada yemek yemek isterim. Sofra ile ilgili çok parça var o yüzden.

Bir koleksiyoner olarak en çok ne tür parçalar ilginizi çekiyor?
Eşya ve resim. Salonda kullanabileceğim eşyalar... Kanepe, koltuk, onların yanına gidecek aksesuarlar ve resim, bir de mutfakla alakalı şeyler.

CHRISTOFLE BRONZ LAMBA,
Fransız "Emile-Auguste Reiber" dizaynı
Charles Christofle damgalı gaz lambası
Müzayedede toplam 528 parça satışa çıkıyor. Nasıl bir emekle oluşturuldu bu koleksiyon? Nerelerden topladınız?
Önce Şişhane’deki antikacılar çarşısından alışverişe başladım. Sonra zaman zaman İtalya’dan aldım. Fransa’ya zaten ne zaman gidersem gideyim bir günümü bitpazarını gezerek geçiririm hep, o hayalle giderim. Gördüğüm güzel şeyleri ve getirtebileceğim her şeyi dünyanın çeşitli yerlerinden topladım.

Ve şimdi radikal bir kararla satışa çıkarmaya karar verdiniz antika koleksiyonunuzu... Bu kararı nasıl verdiniz?
Genellikle sevdiğim parçaları aldım, tarihi değerinden ziyade bende bulunmasını istediğim, sevdiğim parçaları topladım. Hemen hepsini de özenle kullandım ama şimdi bir hayat değişikliği yapmayı düşünüyorum ve bu eşyaların bir köşede durmasından yana değil, kullanılmasından yanayım. Ben aldığım zaman da onların yaşanmışlıkları vardı. Ben mutlulukla kullandım, dilerim alanlar da refah içinde, mutlulukla kullanırlar.

Kendiniz için bıraktığınız birkaç parça var mı?

Müzayedeye satışa çıkardıklarımın yanı sıra evimde halen hatırı sayılır parçalar var. Yatak odam olduğu gibi duruyor mesela. Müzayedeye çıkanlara rağmen masa kurulduğu zaman o masayı gümüşleriyle birlikte eksiksiz olarak tamamlayacak kadar eşyam var hala. 
İTALYAN ÇİFT ŞAMDAN, İtalyan "Vercelli 3" imalatçı damgalı.
MURASSA PURO KABI

ANSEN: “No(ir)land”

Ansen, The Master's Calling, 2015,
C-Print, Fuji crystal archive pearl paper,
face mount to plexiglass mounted on dibond,
102 x 130 cm.
x-ist, 9 Nisan – 9 Mayıs, 2015 tarihleri arasında Ansen’in yedinci kişisel sergisi No(ir)land’e ev sahipliği yapıyor. No(ir)land, sanatçının küçükken bolca karıştırdığı ansiklopedi sayfalarından aklında kalanların, bugünkü gerçeklikle harmanlanmasından oluşan, senaristin bir çocuk, oyuncuların ansiklopedi görsellerindeki Viktoryan ve barok karakterler, mekanın ise “no land” olduğu bir diyar. Sanatçının hayal dünyası, aslında bugün kaçıp kurtulmak istedikleriyle harmanlanmış, alternatif bir gerçeklik oluşturuyor. “No land”in aslında içi boşalan bir dünyayı mı, yoksa var olan dünyadan kaçılan bir vatanı mı anlattığını sorguluyoruz.
Hayal ve gerçeğe, geçmiş ve geleceğe ait olgular, batı literatürlü ansiklopedi görsellerine yedirilmiş doğu referansları, paradokslarla dolu bir distopyaya bizi davet ediyor. Futuristik bir çocuk kitabının resimleri gibi, yine futuristik bir ansiklopedinin açıklamalarını yanında istiyor.
Mekanikleşmiş, buruşmuş, köşeli formlar sanatçının prizmatik mekan algısıyla birleşince biçimsel bir oyuna, yeni bir form arayışına dönüşüyor. Ansen’in her serisinde olduğu gibi, gizli politik referanslar oldukça yerinde kullanılmış; göze batmadan, dozunu aşmadan keşfedilmeyi bekliyor.
Teknolojinin ve politikanın nefes alacak alan bırakmadığı şu “modern” dünyada, aslında bu seri bir özüne dönüş, bir kaçış, bir hayal kurma fırsatı yaratıyor.
Ansen’in ışıklı kutular içinde sergilediği işleri ise yeni çağın vitrayları olarak okunabilir. Arkadan ışık alan dini temalı portrelerin yerini, bu kez yapay bir “kutsal” ışıkla hayat bulan, mekanik ve robotik karakterler almış; bugünkü değerlerin sentetikliğini vurguluyor.

Ansen, The Homeland, 2015, Duratrans print with led blacklight light box, 120 x 84 cm.
Ali Şimşek serginin katalog yazısında No(ir)land’i şöyle anlatıyor:
“No(ir)land, kara kıta, kara ülke ya da “yok ülke”... Aslında Silikon Vadisi’ne üşüşen hayaller, mitler ve kapatıldığımız kıtalar üzerine bir masal anlatılan.
Ansen, 17. yüzyıldan çizgi romanlara, çocuk illüstrasyonlarına, makine aksamlarına sızan Barok kıvrımı, 2000’lerin “yeni ekonomisi” ve medyasıyla buluşturuyor. Dantelin, soğuk, minimalist yüzeylere, robot köpeklere düşen gri gölgesini boyuyor Ansen...
Monolit barok iktidarı gösteriyor; direnerek süzülen incecik umudu…”

Ansen, The Eclipse, 2015, C-Print, Fuji crystal archive pearl paper, face mount to plexiglass mounted on dibond, 115 x 150 cm.
Ansen (Kayseri, 1978)
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü mezunu sanatçının, “x-ist-ence” (2004), “Direniş” (2006), “Tehdit” (2008) ,“İz” (2009), “Malevolence” (2011) ve “Alliance” (2013) isimli kişisel sergileri x-ist’te sanatseverlerle buluştu. Sanatçının yapıtları Sotheby’s  2009, 2010, 2011, 2012 ve Christie’s Dubai 2011, 2012 Türk Çağdaş Sanatı Müzayedelerinde yer aldı. 2005 yılından itibaren katıldığı yurtiçi ve yurtdışı karma sergiler arasında “Genç Açılım” (Pera Müzesi, İstanbul, 2005), “Yeninin Geleneği: Çağdaş Asya Sanatının Yeni Yüzleri” (Sakshi Galeri, Tayvan, 2009), “Türk Çağdaş Fotoğrafı Üzerine Subjektif Bir Panorama” (Maison des Métallos, Paris, 2009), “Confessions of Dangerous Minds” (Saatchi Galeri, İngiltere, 2011) ve “Samawi Koleksiyonu II Sergisi” (Ayyam Galeri, Dubai, 2012), "Özerk ve Çok Güzel” (Akbank Sanat, İstanbul, 2014), "Formsuz" ( Santral İstanbul, 2014),  "Genç Koleksiyonerler Sergisi" (Elgiz Çağdaş Sanat Müzesierkezi, İstanbul, 2014)  bulunmaktadır. Sanatçı ayrıca, Contemporary İstanbul’06, 07, 08, 09, 10, 11, 12, 13 & 14, Art Fair Cologne’06 (Almanya, 2006), CIGE’08 – Çin Uluslararası Galeri Fuarı (Pekin, Çin, 2008), ShContemporary’09 (Şanghay Asya Pasifik Güncel Sanat Fuarı), SCOPE New York 2010, ArtRT HK’10 (Hong Kong Uluslararası Sanat Fuarı), SCOPE Basel 2010, Art Beat 2011 (İstanbul), Art Dubai 2011 & 2012, Art14London, ArtInternational 2013 & 2014 (İstanbul) ve 2012 fuarlarında yer aldı. Ansen ilk baskısı 2010 yılında gerçekleşen “Unleashed: Contemporary Art from Turkey” adlı kitapta yer aldı.

ANSEN | “No(ir)land”
x-ist is hosting the seventh solo exhibition by Ansen between April 9 and May 9, 2015.
As a combination of today’s reality and of what is left in the artist’s mind from the encyclopedia pages he often used to scan in his childhood, No(ir)land is a place where the scriptwriter is a child, the players are the Victorian and Baroque characters of the encyclopaedia illustrations, and the space is a “no land”. The artist’s imagination actually builds an alternative reality combined with what he would like to currently avoid and run away from. In fact he is opening to question whether “No land” is an emptied world or a land to escape to from the existing one.

Paradoxes such as reality and fictional, past and future, eastern references embedded in the encyclopaedic illustrations of the western literature all combine to form a dystopia in Ansen's work. Each piece resembles illustrations in a futuristic children’s book, demanding the accompanying text from an imaginary, futuristic encyclopaedia. As mechanized, wrinkly, angular forms meet the artist’s prismatic perception of space, they transform into a game, a new quest for form.

In this modern world dominated by politics and technology, Ansen's new works in fact offer an opportunity to return to essence, to escape and to fantasize.
On the other hand, Ansen’s lightboxes can be interpreted as the contemporary versions of stained glass. This time the backlit religious portraits are replaced by mechanic and robotic characters animated by an artificial “sacred” light, highlighting the synthetic idea of "modern" values.

In the exhibition’s catalogue text, Ali Şimşek explaines No(ir)land as:
“NO(ir)LAND, black continent, black country or “no country”… The story told is about dreams, myths on the forehead invading the Silicon Valley, and about the continents we are imprisoned in.
Ansen combines the 17th century Baroque curve sneaking into comics, children’s illustrations and machine parts with the “new economy” and media of 2000s. He paints the lace’s grey shadow cast upon cold, minimalist surfaces and robot dogs….
He illustrates the monolith baroque power; the slim hope floating in resistance…”

ANSEN (Kayseri, Turkey, 1978)
Ansen graduated from Mimar Sinan Fine Arts Faculty, Painting Department. He had six solo exhibitions at x-ist: “x-ist-ence” (2004), “Resistance” (2006), “Menace” (2008), “The Trace” (2009), “Malevolence” (2011) and “Alliance” (2013). Ansen's works were selected for the Sotheby’s London 2009, 2010, 2011 & 2012 and Christie’s Dubai 2011 & 2012 Contemporary Turkish Art Auctions. Among the group shows Ansen participated are “Young Expansions” (Pera Museum, Istanbul, 2005), “Tradition of the New: New Aspects in Contemporary Asian Art” (Sakshi Gallery, Taiwan, 2009), “A Subjective Panorama on Turkish Contemporary Photography” (Maison des Métallos, Paris, 2009), “Confessions of Dangerous Minds” (Saatchi Gallery, London, 2011), “Samawi Collection II Exhibition” (Ayyam Gallery, Dubai, 2012), “Formless”(Santral İstanbul,2014), “Young Collectors Exhibition” (Elgiz Çağdaş Sanat Merkezi, İstanbul,2014). Ansen’s work took place in such fairs as Contemporary Istanbul’06, 07, 08, 09, 10, 11, 12, 13 & 14, Art Fair Cologne’06 (Germany, 2006), CIGE’08 – China International Gallery Exposition (Beijing, China), ShContemporary’09 (Shanghai Asia Pacific Contemporary Art Fair), SCOPE New York 2010, ArtRT HK’10 (Hong Kong International Art Fair), SCOPE Basel 2010, Art Beat 2011 (Istanbul), Art Dubai 2011 & 2012,  fairs ArtInternational 2013 & 2014 (Istanbul). Ansen is featured in the book “Unleashed: Contemporary Art from Turkey” first published in 2010.

x-ist
Abdi İpekçi Caddesi Kaşıkçıoğlu Apt. No:42  D:2  34365 Nişantaşı İstanbul
www.artxist.com
info@artxist.com

T. +90 212 291 77 84  F. +90 212 343 69 35

CHRISTIE’S TO OFFER PICASSO’S ICONIC MASTERPIECE OF THE 1950s

PABLO PICASSO, Les femmes d'Alger (Version "O"), oil on canvas, 44.7/8 x 57.5/8in. (114 x 146.4cm.), Painted on February 14, 1955, © 2015 Estate of Pablo Picasso / Artists Rights Society (ARS), New York
Les Femmes d’Alger (Version “O”)
Christie’s is pleased to announce Pablo Picasso’s Les femmes d’Alger (Version “O”) will be among the star lots featured at Christie’s New York this Spring. This painting will be one of several masterpieces offered in ‘Looking Forward to the Past’, a sale created in the spirit of the many great curated auctions Christie’s has organized in New York and London in recent years. This majestic, vibrantly-hued painting is the final and most highly finished work from Picasso’s 1954-55 series in which he looked back to 19th century French master Eugene Delacroix for inspiration, and in the process created a new style of painting. Previously sold at Christie’s in 1997, as part of the legendary record-breaking sale of the Collection of Victor and Sally Ganz, this iconic work promises to cause a sensation on the global art market this spring. Christie’s has estimated the work to realize in the region of US$140 million.
Les femmes d’Alger (Version “O”) is among the first announced highlights of Looking Forward to the Past, an innovative addition to the spring calendar of auctions at Christie’s New York this May (see separate release for details). This tightly-curated sale focuses on the major artists of the 20th century and reflects a growing trend of cross-category collecting among Christie’s clients.
“From the auctioneer’s rostrum it has become clear that the many new global collectors chasing masterpieces have been waiting for an iconic Picasso to appear on the market. None is more iconic than Les femmes d'Alger. The sale on Monday 11 May promises to be a sale to remember,” said Jussi Pylkkanen, Christie’s Global President.
“Les femmes d'Alger, (Version “O”) is the culmination of a herculean project which Picasso started after Matisse’s death, in homage to his lost friend and competitor, and which over a period of 2 months and after nearly 100 studies on paper and 14 other paintings led to the creation of this phenomenal canvas in February 1955. With its packed composition, play on cubism and perspective, its violent colors, and its brilliant synthesis of Picasso’s lifelong obsessions, it is a milestone in Picasso’s oeuvre and one of his most famous masterpieces, together with Les demoiselles d’Avignon, 1907 and Guernica, 1937. One can arguably say that this is the single most important painting by Picasso to remain in private hands. Its sale on 11 May will be a watershed moment in the market for 20th century art,” stated Olivier Camu, Deputy Chairman, Impressionist and Modern Art.
“In today’s fast-paced world, it Is remarkable to think that Picasso’s Les femmes d’Alger exhibits as much freshness of perspective and approach as it did when it was painted,” declared Loic Gouzer, International Specialist, Post-War and Contemporary Art, who curated the ‘Looking Forward to the Past’ sale.

LOOKING TO DELACROIX, CREATING A MASTERPIECE
Picasso painted a series of fifteen variations on Delacroix’s Les femmes d'Alger between December 1954 and February 1955, designated as versions A through O. Throughout his series, Picasso references the Spanish master’s two versions of the shared subject, intermingling their elements. Picasso is quoted as having an imaginary conversation with Delacroix, “You had Rubens in mind, and painted a Delacroix. I paint [the Les femmes d’Alger series] with you in mind, and make something different again," (ed. M. McCully, A Picasso Anthology: Documents, Criticism, Reminiscences, London, 1997, p. 251).
Picasso had been fascinated by Delacroix all his adult life, and by Les femmes d'Alger in particular. Picasso’s companions testify to this intense fixation; Sir Roland Penrose states, “This picture haunted his memory,” (R. Penrose, Picasso: His Life and Art, Berkeley, 1985 (3rd ed.), p. 395). In her 1964 book, Francoise Gilot recounted: “He had often spoken to me of making his own version of Femmes d’Alger and had taken me to the Louvre on an average of once a month to study it. I asked him how he felt about Delacroix. His eyes narrowed and he said, “’That bastard. He's really good.’”
In addition to being an homage to Delacroix, Picasso conceived the series as an elegy to his friend and great artistic rival, Henri Matisse. Matisse had died in November 1954, five weeks before Picasso began the series. Matisse viewed Delacroix as his immediate forebear in terms of color and Orientalist subject matter. Carrying this legacy forward, Picasso stated, “When Matisse died, he left his odalisques to me as a legacy,” (R. Penrose, Picasso: His Life and Art, Berkeley, 1985 (3rd ed.), p. 396).
Over the years, Les femmes d'Alger (Version ‘O’) has been featured prominently in major Picasso retrospectives all over the world, including at The Museum of Modern Art, New York in 1957 and 1980, The National Gallery in London in 1960, the Grand Palais, Paris in 1966-1967, The Metropolitan Museum of Art, New York in 1968, and more recently at the
survey ‘Picasso et les Maîtres’ at the Louvre in 2008-2009, as well as at ‘Picasso: Challenging the Past’, at London’s National Gallery in 2009, and ‘Picasso & Modern British Art’ at the Tate Britain in 2012.

THE GANZ PROVENANCE
Les femmes d’Alger (Version “O”), 1955 last appeared at auction in 1997, as a key highlight of Christie’s sale devoted to the celebrated collection of Victor and Sally Ganz. The Ganzes were the original owners of the the full, 15-painting series Les femmes d’Alger, bought directly from Picasso’s dealer Daniel Kahnweiler, who had cannily insisted that one buyer purchase the entire group. Victor and Sally Ganz complied, acquiring the series on June 6, 1956 for $212,500. They later sold ten to the Saidenberg Gallery, keeping Versions C, H, K, M and O for themselves. Version C was sold in 1988 following the death of Victor Ganz, and the remaining four, including Version “O”, were sold as individual lots at the 1997 sale at Christie’s New York. The collection totaled $206.5 million, setting an auction record for any single-owner collection at the time. Les femmes d’Alger (Version “O”) was sold for $31,902,500, more than twice its high estimate of $12 million.
Additional highlights of Looking Forward to the Past will be announced in the coming weeks, prior to the start of an international highlights tour, which will further celebrate 20th century art and its legacy through a program of events and exhibitions designed to inspire engagement and discussion among collectors and art enthusiasts.

3 Nisan 2015 Cuma

FRIEDER BURDA, MARK ROTHKO’SUNU SATIYOR…

Mark Rothko (1903-1970), “No.36 (Black Stripe)”, 1958, tuval üzerine yağlıboya, 156.9 x 169.9 cm, açılış fiyatı: 30-50 milyon dolar, (Rothko Burda © 1998 Kate Rothko Prizel & Christopher Rothko Artists Rights Society (ARS), New York).

Burda Yayıncılık imparatorluğunun varislerinden Frieder Burda, Mark Rothko’nun, “No. 36 (Black Stripe)” isimli, 1958 yılına tarihlenen eserini satmaya karar verdi. Kırmızı zemin üzerine siyah şeritli eser, ilk bakışta adeta insanı büyülüyor. Rothko’nun tartışmasız en önemli çalışmaları arasında yer alan “No. 36 (Black Stripe)”, 13 Mayıs 2015 tarihinde Christie’s New York’ta 30-50 milyon dolar açılış fiyatıyla satışa sunuluyor. 9 Mart 2015 tarihindeki Dolar kurunu baz aldığımızda, eser 78-130 milyon Türk Lirası gibi oldukça yüksek bir tahmini bedelle müzayedeye çıkıyor.

YAZI: ÜMMÜHAN KAZANÇ
ummuhankazanc@gmail.com

1998 yılında Baden-Baden’li sanat patronu, Frieder Burda Vakfı’nı kurar. Vakfın en önemli amacı uluslararası üne sahip koleksiyonun, sürekli olarak halka açık olmasıdır. Kesinlikle bağış almadan, tamamen vakfın imkânlarıyla 20 milyon euro harcanarak 2004 sonbaharında müze açılır. Şu anda Almanya Baden-Baden’deki müze, Avrupa’nın en önemli özel müzeleri arasında yer alıyor. Klasik modernizm ve çağdaş sanata ait yaklaşık 1000 resim, heykel, obje ve kâğıt üzerine çalışmanın sergilendiği Frieder Burda Müzesi’nde, Picasso’nun son döneminin önemli sekiz yapıta da yer alıyor. Max Beckmann, Wilhelm Lehmbruck, Alexej von Jawlensky, August Macke, Ernst Ludwig Kirchner, Karl Schmidt-Rottluff, Alman Ekspresyonizmi bölümünde yer alan sanatçılar. New York Soyut Ekspresyonizminin kendi alanında bir ekol yaratan Amerikan sanatçılarından Adolph Gottlieb, Mark Rothko, Willem de Kooning, Clyfford Stil, Jackson Pollock’un eserleri bir Avrupa müzesinde görülebilecek kadar özel bir seçki sunuyor. 1960 sonrası Alman Sanatı bölümünde Georg Baselitz, Markus Lüpertz, Almut Heise, A. R. Penck, Anselm Kiefer, Sigmar Polke, Imi Knoebel, Gerhard Richter, Dieter Krieg ve Eugen Schönebeck’in çok önemli çalışmaları bulunuyor.

Bunca önemli sanatçının eserinin yer aldığı müzeden, Mark Rothko’nun, “No. 36 (Black Stripe)” isimli eserini seçerek satışa sunmak, 1968 yılından bu yana tutkuyla sanat eseri biriktiren Frieder Burda için hiç kolay olmasa gerek. Burda bu konuda, seçimin üzerinde çok düşünülerek karar verildi, açıklamasını yapıyor.
1958 yılında, Rothko’nun Manhattan Seagram Binası’ndaki Four Seasons Restaurant’ın duvarları için özel olarak hazırladığı seriye ait “No. 36 (Black Stripe)”, sanatçının kariyerinin sıra dışı anlarından birinin örneği. Şimdi bu eserler, Londra Tate Modern’deki ünlü Rothko Odası’nda sergileniyor. Frieder Burda’nın yaklaşık 30 yıl önce satın aldığı eser daha önce müzayedeye çıkmamış ve Londra Tate Gallery, Tokyo National Museum of Modern Art, Melbourne The National Gallery of Victoria, Sidney the Art Gallery of New South Wales müzelerindeki önemli Rothko sergilerinde ve 2001 yılında Fondation Beyeler’de düzenlenen Rothko Retrospektifinde yer aldı.
Frieder Burda, bu kadar önemli bir eserin, müze ile ilgili uzun vadeli planlarını gerçekleştirmek, müzenin finansal alt yapısını güçlendirmek ve genç çağdaş sanatçıların eserlerini satın alabilmek amacıyla müzayedeye verilmesini kararlaştırdıklarını belirtiyor. Frieder Burda Müzesi’nde, genç nesil sanatçılara da destek vermek amacıyla her yıl sergiler düzenleniyor ve koleksiyona 1990 sonrası sanat çalışmaları da ekleniyor. Michael Bach, Damian Loeb, Frank Bauer, Malcolm Morley, Herbert Brandl, Markus Oehlen, Sabine Dehnel, Heribert C. Ottersbach, Marc Desgrandchamps, Simon Pasieka, Tim Eitel, Neo Rauch, Richard Estes, Christoph Ruckhäberle, Stefan Ettlinger, Peter Schmersal, Bernard Frize, David Schnell, Anja Ganster, Dirk Skreber, Eberhard Havekost, Florian Thomas, Anton Henning, Corinne Wasmuht, Johannes Hüppi, Matthias Weischer, Karin Kneffel, Thoralf Knobloch, Uwe Kowski ve Susanne Kühn müzede eserleri bulunan genç nesil sanatçılar.

Müze eserlerini satışa sunmak olağan kabul edilebilir mi?
Yurtdışında müzelerin uzun vadeli yararı için bazı eserlerini satışa sunması normal kabul edilmeye başlandı. Pre-Rafael ve Amerikan Gerçekçi Sanat koleksiyonu ile tanınan Amerika’daki Delaware Art Museum 2014 yılında, yenilenme ve geliştirme masraflarının karşılanabilmesi için müzenin en favori eserlerinden bir olan William Holman Hunt’ın “Isabella and the Pot of Basil” isimli çalışmasını satışa sundu.
Aynı şekilde, 2013 yılında Metropolitan Sanat Müzesi, koleksiyonuna ait 3.290 adet eserini satarak, toplam 5.4 milyon dolar gelir elde etti. Müzeden ise şu açıklama yapılmıştı: “Müzedeki eserlerin sürekli korunması ve restore edilmesi için bütçe gerekiyor. Ayrıca yeni yapılan alımlar için de alana ihtiyaç var. Oldukça büyük bir binaya sahip olsak da, koleksiyonunda toplamda 1.5 milyon adetten fazla eser bulunan MET’in bile depolarının bir sınırı var.”
BPN Bank’ın iflas etmesiyle Portekiz hükümetine geçen 85 adet Joan Miro eserinin, 2014 yılında satılmasına karar verilmişti. Bankanın iflasıyla ortaya çıkan borçların ödenebilmesi için mahkemenin satılabilir kararına rağmen, halkın baskıları sonucu eserlerin satışı durdurulmuştu.
Ya Türkiye… Pera Müzesi’nin “Kaplumbağa Terbiyecisi”ni ya da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi’nin Şeker Ahmet Paşa’nın “Orman ve Geyik” isimli eserini, müzeyle ilgili uzun vadeli planları gerçekleştirmek amacıyla satışa sunduğu haberi yayılsa, ülkemiz sanat camiasında nasıl bir bölünme yaşanacağını düşünmek bile istemiyorum.

İlk Yayınlanma Tarihi: www.sanatonline.net, Mart 2015.


Bahçe var ama domates yetiştirmek yasak!

Superpool’dan Selva Gürdoğan
ve Gregers Tang Thomsen.
New York MoMA’da 10 Mayıs 2015 tarihine kadar izlenebilecek “Düzensiz Büyüme: Genişleyen Mega Kentler için Taktiksel Şehircilik” sergisi için, altı küresel metropolde -Hong Kong, İstanbul, Lagos, Mumbai, New York ve Rio de Janeiro- yeni mimari olanakları incelemek için, araştırmacılar ve uygulayıcılardan oluşan disiplinlerarası ekipler bir araya geldi. Her ekip sergiden on dört ay önce bir dizi atölye çalışması yaparak, belirli bir şehir için öneriler geliştirdiler. İstanbul’da faaliyet gösteren uluslararası mimarlık firması Superpool ve Paris’ten atelier d’architecture autogeree, İstanbul için geliştirdiği önerilerle sergide yer alıyor. Sergi ile ilgili sorularımızı Superpool’dan Selva Gürdoğan ve Gregers Tang Thomsen yanıtladı.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ
ummuhankazanc@gmail.com

Sayın Gürdoğan ve Thomsen, MoMA’da yer alan serginin tanıtım metninde bir felaket senaryosu okuyoruz: ‘2030 yılında, dünya nüfusu şaşırtıcı bir şekilde 8 milyar olacak. Bu nüfusun üçte ikisi şehirlerde yaşayacak. Çoğu fakir olacak. Sınırlı kaynaklar ile bu düzensiz büyüme dünya genelinde toplumların karşılaştığı en büyük zorluklardan biri olacak. Gelecek yıllarda, şehir yetkilileri, kent planlamacıları ve tasarımcılar, ekonomistler ve diğerleri, önemli sosyal ve ekonomik felaketleri önlemek için güçlerini birleştirmeleri gerekecek, bu genişleyen mega şehirleri yaşanabilir kılmak için birlikte çalışacaklar.’ Durum gerçekten bu kadar kötü mü yoksa hala umut var mı?
Aslında bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyoruz ve bu yüzden soruyu sürekli gündemde tutmamız gerekiyor. Birçok eski gelenekte dünyanın, insanın dengede olması, dengenin bozulmaması derdi vardır... Yin-yang gibi. Çevreciler dengenin bozulma eşiğinde olduğunu, geri dönülemeyecek bir noktaya gelinmek üzere olduğumuzu söylüyor. Çevreci dediğimizde kuşlardan, böceklerden ibaret başka bir dünyanın savunucuları anlaşılıyor bazen. Oysa hepimiz dünyaya verdiğimiz tahribatı oturduğumuz yerden yani şehirlerden yapıyoruz. Hem ekolojik, hem sosyolojik olarak dengesi bozulmak üzere olan şehirlerimiz ve bir dünyamız var. MoMA için Paris’ten atelier d’architecture autogeree (aaa) ile beraber hazırlanan çalışmanın da derdi, kişilerin bu konuda yapabileceklerinin bir kataloğu aslında.

İstanbul: Post-Kentsel Dönüşüm Taktiksel Eylemler. 2014. KİTO perspektifi, (© Superpool).
Sorularımızı detaylandırmadan önce Superpool ve ekibini tanıtabilir miyiz? Bugüne kadar hangi sergi ve projelerde yer aldınız?
Superpool 2006’da Gregers Tang Thomsen ve Selva Gürdoğan tarafından başlatılmış bir mimarlık ofisi. İstanbul’u ve şehirleri anlamaya hep meraklı olduk. İlk haritalama çalışmamız ‘Dolmuş ve Minibüs Haritası’ oldu, sonrasında ‘Mapping Istanbul / İstanbul’u Haritalamak’ adlı bir kitap üzerinde çalıştık. Audi Urban Future Initiative 2012’de İstanbul trafiğinin yakın geleceği üzerine bir çalışmamız oldu. Aynı zamanda TailorCrete adlı dört sene süren ve inşaat endüstrisinde karmaşık geometrilerin yapımında robot kullanımının arttırılmasını amaçlayan bir araştırma projesi içinde yer aldık. Superpool’un yanı sıra Columbia Üniversitesi Mimarlık Fakültesine ait Studio-X Istanbul’un yürütücülüğünü de yapıyoruz.

Superpool’un bugüne kadar yer aldığı sergilere ve katıldığı projelere baktığımız zaman, bu sergide yer alması şaşırtıcı değil. Türkiye’den sadece siz mi davet edildiniz? Süreç nasıl gelişti? Son sergileme aşamasına gelene kadar ekipler nasıl çalıştı?
MoMA’daki serginin küratörü Pedro Gadanho, İstanbul Modern Müzesi’nin YAP programı için burada olduğu zaman sanırım birkaç ekip ile görüştü. Sonrasında sergide yer almamızı istediğini öğrendik. Çalışılan her şehir için biri yerel biri de farklı bir şehirden iki ekip eşleştirildi. Ekolojik sürdürülebilirlik konuları üzerine çalışan ve aktivist bir yapısı olan atelier d’architecture autogeree (aaa)’in kurucuları Constantin Petcou, Doina Petrescu ile çalıştık. Tüm ekipler New York, Shenzen ve Viyana’da bir araya geldi. Ancak bu aslında pek de yeterli olmadığı için aaa ile İstanbul’da da buluştuk ve işlemek istediğimiz konularda mutabık kalıncaya kadar konuştuk, tartıştık. Serginin kataloğunda da yer alan ortak bir metin oluşturduk. İş bölümü sonrasında biz, Superpool’un hazırladığı video için Memed Erdener ile beraber çalıştık. Bu da bizim için çok güzel bir deneyim oldu.

Sergiye konu olan altı şehir de -Hong Kong, İstanbul, Lagos, Mumbai, New York ve Rio de Janeiro- gerçekten hem nüfus hem de kentsel gelişim açısından oldukça problemli. Tabii ki bizim ilgi alanımız İstanbul. Sizin İstanbul için önerilerinizi hangi açıdan ele aldığınızı öğrenebilir miyiz? Sergilenen projenizi detaylı olarak anlatabilir misiniz? TOKİ’ye karşı KİTO (Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu) oldukça ilginç bir yaklaşım.
‘Düzensiz Büyüme’nin genel çerçevesi kentte yoksulluğa ve gecekondulara (slum areas) gönderme yapıyor. Ancak İstanbul’un Lagos, Mumbai ya da Rio de Janeiro gibi bir gecekondu alanı kalmadı. İstanbul’un çoğu semti, post-gecekondu dediğimiz yasallaştırılmış ve iyi kötü bir alt yapısı sağlanmış yerler. Yoksulluk yok demeyeceğim ancak ‘İstanbul’da kontrolsüz bir şekilde ne büyüyor?’ diye sorulduğunda bizce cevap, orta sınıf için tüketici bir hayat tarzı ve bu hayatın mekansallaştığı TOKİ ve benzeri siteler. Kilometrelerce uzanan yüksek katlı tek tek blokların olduğu bir şehir hızla büyüyor. Bu neredeyse ekmek almak için bile alışveriş merkezine arabayla gitmeye mecbur bırakan bir yerleşim. Bahçesi var ama domates ekmek yasak. Ev, araba ve iki çocuk ile televizyon önünde biten bir yaşam hayali hızla alternatiflerini yok sayıyor.
Gelişmekte olan ekonomilerin şehirleri, kendi ‘informalite’lerinden neredeyse utanır. Oysa ‘informalite’ bir yandan da kişilerin inisiyatifini kullanabilmesi demektir. Burada üzerinde düşünülmesi gereken ince bir çizgi var. 
KİTO (Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu), TOKİ’nin bizce sembolü haline geldiği ‘ıslah edilmiş’ şehrin 20 yıl sonrasını hayal ediyor. Hayal bu ya, İstanbul’un mahalle, yardımlaşma, sosyal girişim kültürü TOKİ koşullarında bile yeşermiş, TOKİ sakinleri sitelerini çevreleyen o sıkıcı duvar yerine atölyeler, dükkanlar açmışlar...

KİTO (Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu) Projesi’nin nasıl çalıştığı konusunda daha detaylı bilgi alabilir miyiz?
TOKİ gelişimleri, küresel kapitalizmin içinde dünya çapında bir durumu yansıtan, İstanbul’da egemen sınıf olarak yeni bir orta sınıfın ortaya çıkmasına paralellik gösterir. Bizim önerimiz, bu orta sınıfın, ekolojik ve sosyal maliyetlerine rağmen, tüketim ve rahat yaşam isteğinin düzensiz gelişmesine işaret ediyor.
Kitle iletişim araçlarında sürekli yer alan reklam kampanyaları da Türk ailelerine örnek oluşturacak bir rüya inşa ediyor: bir otomobil sahibi olmak ve rahat dekore edilmiş ve en son teknolojik ev eşyalarıyla donatılmış bir apartman dairesi sahibi olmak! Ödeyecekleri fiyat hayattan izole olmak, çalışmaya gitmek için uzun yollar kat etmek, trafikte ve yoğun alışveriş merkezlerinde saatler harcamak, yüksek servis ve bakım ücretleri ve uzun dönem borçluluğa rağmen bir TOKİ dairesi, bu hayali gerçekleştirmenin ilk adımı.
Yunanistan, İspanya, Arjantin ve küresel krizden etkilenen diğer birçok ülkede görüldüğü gibi, bu son derece borçlu orta sınıf, bir durgunluk döneminde en savunmasız sosyal gruptur. Derinleşen yakıt tüketimi ve kaynak kıtlığıyla, Türkiye’deki olumlu ekonomik eğrinin aynı şekilde aşağı doğru çekmeye başlayacağını hayal edebilirsiniz, iklim değişikliği gibi küresel dinamiklerle yaklaşan sorunları da işin içine katmak gerek. Bu şartlar altında, mevcut tüketici yaşam tarzı çökecek ve bugünün orta sınıfı, yarının fakiri haline gelecektir. Büyük borç, büyüyen işsizlik, yükselen enerji, yakıt, yiyecek ve hizmet fiyatları ile karşı karşıya kalındığı zaman, TOKİ sakinleri güçlükleri yenmek zorunda kalacak.
Bizim önerimiz olan Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu (KİTO), bir post-kentsel gelişim ajansı ve TOKİ komplekslerinin geleceği için alternatif bir pozitif senaryo öneriyor. Mevcut TOKİ toplu konutlarının açık kaynak ile canlandırıldığı, vatandaş odaklı bir dönüşüm hayal ediyoruz. KİTO farklı ölçeklerde çalışacak ve çok katmanlı çabuk toparlanma hareketi sağlayacak. Bu iyileştirilmiş alanlarda, ekipmanlarda, hizmetlerde ve kurumlarda bir dizi ortak üretim yapacak.
KİTO’nun toplu etkileşim ve iletişimi, online ağ aracılığıyla kolaylaştırılacak -KİTO’da- alternatif bir ekonomi yaratacak, yerel eylemlere değer katacak ve insanlara yapmak, vermek, paylaşmak ve enerji, ürün, bilgi ve beceri tasarrufu yapma konusunda yetki verecek, güçlendirecek. Motivasyonu artırmak ve daha fazla sivil hareketi kolaylaştırmak için yeni bireysel ve kolektif profiller ortaya çıkacak: şehri tüketmek yerine, sakinler artık güçlükleri yenerek ortak-üretim yapacak.
Farklı ölçeklerde farklı stratejiler ya da taktikler önerdik. Bunların bir kısmı aaa’nin önerisiyle Avrupa’nın değişik kentlerinde uygulanmış.
Bölge ölçeğinde yeşil ve mavi altyapı hazırlamak için kent çiftlikleri yaratılacak: meralar, ormanlar, balıkçılık için göletler, nehirler, kanallar, güneş ve rüzgar çiftlikleri... Toplum arazi ortaklıkları, kredi birlikleri ve yerel kalkınma bankaları gibi ortaya çıkan bir dizi ortak kurum ve kuruluşlar, vatandaşların bu tesisler ve hizmetler için toplu yatırımcılar, yöneticiler ve hissedar olarak hareket etmesini sağlayacak.
Site ölçeğinde TOKİ’nin mevcut kapalı duvarları ve çitleri, kendi kendine yeten hizmet alanlarına dönüştürülecek. Yeni tesisler 3-D baskı yoluyla bölgenin sakinleri tarafından inşa edilecek ve sosyal işletmeler, zaman bankaları, yerel mağazalar, marketler, atölyeler ve yerel radyo gibi üretim, hizmet ve dağıtım faaliyetlerine ev sahipliği yapacak.

Bu acil taktiksel kentleşme formlarının ya da önerilerinin pratikte uygulanabilirlik şansı var mı yoksa bir ütopya mı?
Pratikte şehir her zaman taktik geliştiriyor, hele İstanbul. Biz bu taktiklerin hepsini ‘ıslah etmeye’ çalışıyoruz toplum ve yönetim olarak. 

Sergide biraz da ironik bir yaklaşım var. Disiplinlerarası ekipler, mega kentlerde yaşanan sorunlara çözüm önerileri sunarken, aslında mega kentlerde yaşanan sorunların başında bugüne kadar uygulanan mimari, kentsel planlama hatalarına da gönderme yapmış oluyor. Bu durumda; mimarların, şehir planlamacılarının potansiyel rollerindeki değişiklikler neler olmalı?
Çok doğru bir soru. Ekonomisini inşaat sektörü üzerine kuran yerlerde, daha fazla inşaat ekonomik büyüme için iyidir ve bundan da mimarın ne şikayeti olabilir? Büyük projeler yapılacaksa iyi mimarlar tarafından yapılmaları daha iyi değil midir? Bunlar hep çelişkili sorular. Ameliyat yaparak para kazanan hastanenin hastaya yaklaşımındaki gibi mimarın konumu da çelişkiler içeriyor. Burada genç, yeni kurulmakta olan ofislerin daha idealist olmak için manevra kabiliyeti var. Herkes için Mimarlık ya da Sokak Bizim gibi oluşumlar heyecan verici.

İstanbul’a daha önceki birçok projeniz ve KİTO ile farklı açılardan baktınız. Hala bu şehirde yaşamaktan mutlu musunuz?
Evet, galiba.


Yayınlanma Tarihi: Ümmühan Kazanç, İstanbul Art News, Şubat 2015.

25 Mart 2015 Çarşamba

NİMET DEMİRBAĞ SANLIMAN: KİTRE BEBEKLERİN KORUYUCU MELEĞİ

Nimet Demirbağ Sanlıman, (Fotoğraf: Ümmühan Kazanç).
Nimet Demirbağ Sanlıman, dile kolay, tam 65 yıldır kitre ya da başka bir tabirle Türk belgesel bebek sanatı çalışmalarına aralıksız olarak devam ediyor. Bebek yapımı olarak nitelendirilse de daha önce litaratürde tam bir sınıflandırma yapacak kadar örneği bulunmadığından “belgesel bebek yapımı” olarak adlandırılabilecek sanatın nadir ustalarından. İlk bakışta bu bebekleri yapmak kolay gibi görünebilir ama ciddi emek ve sabır isteyen bir sanat dalı. Bebeklerini, kitre ve pamuk kullanarak tek tek parmaklarını, kollarını, başını, ayak-bacaklarını hazırladıktan sonra doğru oranlarda ve konunun pozuna uygun olarak bir araya getiriyor. Kıyafetlerin ve ifadelerin gerçek olmasına büyük özen gösteriyor. Ve ortaya bu muhteşem eserler çıkıyor.
Ressam Tayfur Sanlıman ile evli olan Nimet Demirbağ Sanlıman, aslında sadece icra ettiği sanatıyla değil eğitimi, yaşam tarzı, Soroptimist Federasyonu’ndaki hayırseverlik çalışmaları ve 30 yıldır hiç aralıksız devam ettiği yoga kurslarıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Nimet Demirbağ Sanlıman, Kumarbazlar, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Sayın Nimet Demirbağ Sanlıman, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kitre bebek nedir ve bu konuda çalışmaya nasıl karar verdiniz? Hocanız Zehra Müfit Saner Hanım ile tanışmanız nasıl oldu?
N.S.- Ben çocukluğumdan beri bebeklere çok düşkünüm. Büyüme çağında da bir sürü oyuncak bebeğim vardı. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okudum. Orada da sanat kursu vardı, hemen oraya kayıt oldum ve ileride hep sanat çalışmayı düşünüyordum. Mezun olduktan kısa bir süre sonra hocam Zehra Müfit Saner Hanım ile tanıştık ve ben ders almak istediğimi söyledim. ‘Tamam, gel bir bakalım, ne yapabilirsin’ dedi. Atölyesine gittim ve onu seyrettim, o da bana göstererek çalışıyordu zaten. Bir dahaki gelişinde ‘öğrendiklerini yap bir göreyim’ dedi. Götürdüm, ‘tamam devam edebilirsin’ dedi. Zehra Hanım ile çok önemli bir dönem geçirdim. Aradığım bu olabilir diye düşündüm galiba ki, dört elle sarılmışım ona. Hakikaten bu işle uğraşmak benim bütün hayatıma etki yaptı. Yön verdi, çok kapılar açtı. Sonra beraber uluslararası sergilere katıldık. Dereceler aldık. Zehra Hanımın vefatı Türkiye için büyük bir kayıptır, aynı zamanda ressamdı da kendisi. Bana; ‘benden sonra bu sanatı sen devam ettireceksin, elimi sana veriyorum’ dedi. Ben bu işi zaten yüklenmişim demek ki, bu olaylar 1950’li yıllarda oluyor. Zehra Hanımın vefatından sonra 1955 yılında Beyoğlu’ndaki Amerikan Haberler Merkezi’nde büyük bir sergi açtım. O zaman sergi salonları yok denecek kadar azdı, orası çok büyük sergiler yapan bir yerdi. Dekorlu falan bir sergi açmıştık, çok ses getirdi. Gazetelerde, dergilerde yer aldı. O kadar çok kalabalık gruplar geliyordu ki anlatamam. Daha sonra Ankara ve İzmir Amerikan Haberler Merkezi’nde birer sergi açtım. Bu arada başka yerlerde de bir çok sergilerim oldu.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Ayakkabı Tamircisi, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Kitre bebeklerin yüz ifadelerini geliştirmek ve daha iyi fırça kullanmak için Topkapı Sarayı’nda Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’den tezhip ve minyatür sanatı eğitimi de almışsınız. Bu dönemi biraz sizden dinleyebilir miyiz? Sayın Süheyl Ünver ile ilgili neler anlatabilirsiniz?
N.S.- Kitre bebek sanatıyla uğraşırken daha iyi fırça kullanmak istediğimi fark ettim. Topkapı Sarayı’nda Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in tezhip ve minyatür sanatı kursuna başladım. Bu amaçla başladım ama Süheyl Bey’in konuşmaları, dersleri beni o kadar çok etkiledi ki, aşağı yukarı sekiz yıl orada eğitim aldım. Tabii bu arada bebek hep devam ediyor.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Ağanın Kızı Fatma ile Rençper Mehmet (Türkiye Birincisi),
Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Kitre bebeklerin yapımını gerçekleştirmek için ciddi bir eğitim de almışsınız. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Atölyesine, Salzburg’da yine bir yaz heykel akademisine katılmışsınız.
N.S.- Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Atölyesine misafir öğrenci olarak katıldım, orada da yaklaşık 2.5-3 yıl kadar heykel çalıştım. Bu işi ne kadar çok sevdiğimi orada daha çok anladım. Torunum olduktan sonra da, 1989 yılında, Salzburg’da yine bir yaz heykel akademisinin heykel bölümünü bitirdim. Salzburg’daki hocam Türk olduğumu anlayınca ‘aa tabii, orada genç kızlara bu tarz eğitim yoktur, iyi ettiniz geldiniz’ dedi, Macar’dı kendisi. Bunun çok yanlış olduğunu, Türkiye’de akademi olduğunu, bayanların da oraya devam ettiğini anlattım. Kurs bittiği zaman bana teşekkür etti. ‘Yanlış bir izlenimi olduğunu, Türkiye’de güzel şeyler olduğunu öğrettiniz’ dedi. Buradaki en iyi çalışan öğrencim de sizsiniz’ dedi.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Sokak Çalgıcıları, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Kaç yıldır bu sanat ile uğraşıyorsunuz?
N.S.- 1950 yılından bu yana yani 65 yıldır uğraşıyorum. Benim için bir hobiydi ama bir meslek haline geldi. Zehra Hanımın başlattığı bir sanat ama şimdi çok yaygın. Olgunlaşma Enstitülerinde ya da bireysel olarak ilgilenenler var.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Semazen, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Kitre bebekler bazen, Türk belgesel bebek yapımı veya sanatı olarak da tanımlanıyor. Siz kitre bebekleri nasıl tanımlıyorsunuz? “Yaşamdan Kesitler” diye tanımladığınız oluyor.
N.S.- Bu iş yüzde yüz el işi bir defa. Belgesel deniyor çünkü daha eskiye ait, belgelenebilecek konular ele alınıyor. Ben bebek denmesinden hiç hoşnut değilim. Nitekim görenler de çok yanlış bir fikrimiz varmış, biz oyuncak bebek zannettik diyorlar çoğu kez. Ama dışarıda da “doll” yani bebek olarak geçiyor. Bu yerleşti artık değiştirmek doğru olmaz. Günümüzde Bebek kelimesi birkaç değişik anlam dışında o kadar “çocuk oyuncağı” anlamında kullanılmaktadır ki kelimenin ilkel kullanım amaçları neredeyse tümüyle unutulmuştur. Oysa “idol” yani tapınılan şey anlamına gelen Yunanca kelime 18. yüzyıldan sonra İngilizceye bugünkü anlamıyla “Doll” olarak geçmiştir. Aslında bu küçük insan figürleri (Bebekler) insanlık tarihi kadar eskidir. Eski medeniyetlere ait mezarlarda dini ve oyuncak amaçlı figürinler bulunmuştur. Benim yaptığım insan figürleri ise, “Yaşamdan Kesitler” sunmak amaçlıdır. Belgesel olması da bir hakikat. Örneğin şurada yaşlı çiftin hayatı bir hakikat, ‘Ayakkabı Tamircisi’ artık belge. Tabii günümüzün konuları da yapılıyor. Daha romantik sahneler de olabiliyor.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Lehimci, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.

Ü.K.- Aslında bu bebekler çok yönlü bilgi de gerektiriyor. El sanatı bilmek, dikiş bilmek, kumaş seçimi, her şey çok önemli.
N.S.- Çok doğru. Burada üç önemli nokta var. Proporsiyon bilgisi olması lazım. Önce konuyu seçince ona göre çalışmak lazım. Yüzdeki ifade, duruştaki ifade, hangi konuyu seçmişseniz o ifade… Etüt etmek gerekiyor. Bazen eski resimlerden, heykellerden fikir alabiliyorsun. Bir de doğrudan insanları tetkik ederek, algılamalar alıyorsun ve onları aksettiriyorsun. Kıyafet çok önemli, seçilen kumaş çok önemli. Seçtiğin kişiye uygun olandan başka kıyafet giydiremezsin, örneğin Anadolu kadınını temsil ediyorsan otantik kıyafetler seçmen lazım. Aslında çok da zevkli bir iş bu.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Hanımefendi, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Şimdi gelelim bu kitre bebeklerin yapımına; hangi malzemeleri kullanıyorsunuz? Bu malzemeler nasıl birleştiriliyor? Kitre nedir ve nasıl üretilir? Ayrıca kitrenin dışında kıyafetler, mekan, aksesuarlar için de onlarca malzeme gerekli. Bu malzemeleri nasıl bir araya getiriyorsunuz? Dikiş, nakış gibi diğer el sanatlarını da bilmek gerekiyor. En önemli kuralınız ise her şeyi aslına sadık yapmakmış.
N.S.- Ana malzeme kitre, pamuk ve teldir. Kitre, Anadolu’da yetişen gevel otunun özsuyudur. Bu bitkiyi çiziyorlar. Onun özsuyu akıyor ve katı hale geliyor. Bunu suya koyduğunuz zaman, likit hale geliyor. Hem yapıştırıcı hem de sertleştirici bir malzeme. Olgunlaşma Enstitülerinde yapılan bebekler için teller falan hep ölçülü yapılıyor. Ben ölçü kullanmıyorum çünkü hareket önemli benim figürlerimde. Önce parmaktan başlıyorum, teli kesiyorum ve etrafına pamuk sarıyoruz ve kitreye batırıyorum. Sonra parmaklar yan yana getirilip el meydana geliyor. Ellerden kola geçiliyor. Başı çalışırken, yine içinde tel var, kağıttan kafa yapılıyor, üstüne pamukla şekil veriliyor ve ifade oluşturuluyor. Bacaklar da ayrı olarak çalışılıyor. Onları birleştirdiğiniz zaman böyle vücut ortaya çıkıyor.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Yufka Açan Gelin, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Aslında çok basitmiş gibi anlatıyorsunuz ama eminim çok zor bir süreç. Bir figürü yapmak ne kadar sürüyor?
N.S.- Zaman, konuya bağlı. Ayırdığınız zaman önemli. Çok yoğun çalıştığımda bir haftada bitiriyorum. Bazen daha çok zaman gerekiyor. Bazı kompozisyonları bitirmek, ‘Ayakkabı Tamircisi’ gibi bir yaz boyu sürebiliyor.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Boyacı ile Delikanlı, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- ‘Ayakkabı Tamircisi’ çok detaylı bir çalışma.
N.S.- Evet, oldukça detaylı. Bozcaada’da Yerel Tarih Araştırma Merkezi var. Oradan bu fikri edindim ve oraya bir ‘Ayakkabı Tamircisi’ yapayım dedim. Bir de hikayesini yazdım. Bu kadar detay yapıldı. Genç bir tanıdığım bazı detayları yaptı. Bir ayakkabı tamircisinin kullandığı tüm aletlerin orijinalinin küçüklerini yaptım. Yazın müzede kalıyor, kışın müze kapandığı için ben eve alıyorum. Depoda bırakmak istemiyorum.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Mustafa-Susuzluk, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- 1960 yılında Beyoğlu’nda Elif Bebek Atölyesi’ni açmışsınız.
N.S.- Bu arada evlendim, eşimin yardımıyla atölye açtık. Önceleri el yapımı bebekler yaptık, büyük otellerde satılıyordu. Bu bebekler koleksiyonerlere gidiyordu.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Askerlik Hatırası ve Foto Dikran, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Sanırım Hilton’da bir vitrininiz varmış.
N.S.- Evet, oradan müşteriler gelirdi. Tek tek yapılan fügürlerdi. Aradan 5-10 sene geçince artık piyasa bizi zorlamaya başladı. Kitre bebekleri çok miktarda yapmak imkansız. Bu defa seri üretime geçtik ve turizm sektörüne döndük.

Ü.K.- Bu atölyede ne maceralar yaşadınız?
N.S.- Çok ilginç olaylar oluyordu tabii. Orada çalışan kızlarım vardı. Onların hepsini öğrencim diye kabul ediyordum. Onlara bu işi öğreterek işi götürdük. Hep ‘burası okul, burası ilaç’ derlerdi. ‘Buraya geldiğimiz zaman problemlerimizi, sıkıntılarımızı unutuyoruz’ derlerdi. Konya’dan bir ‘Semazen Grubu’ siparişi aldık. Daha doğrusu benim büyük bir kompozisyonum Konya’da Mevlana Müzesi’nde teşhir ediliyordu, semazenler aynı zamanda dönüyordu. Oradaki tüccarlar da bu semazenlerden istediler. Onlara da yaptık. Ticari bir anlaşma da yapılıyor tabii. Fakat bir tanesi ödeme yapmıyordu. Telefon ettim. Sonra da mektup yazdım. ‘Ben artık sizinle hiçbir şekilde görüşmeyeceğim, sizi Hz. Mevlana’nın ellerine bırakıyorum’ dedim. Ertesi gün adam kendisi kalktı geldi, ‘siz ne yaptınız Nimet Hanım. Beni öyle bir yerimden vurdunuz ki’ dedi. Ben de ‘başka yapacak bir şeyim kalmamıştı’ dedim. Böyle enterasan şeyler oluyordu tabii.

Ü.K.- Bebeklere başlamadan önce hiç eskiz yapıyor musunuz?
N.S.- Hiç yapmıyorum. Direkt başlıyorum.

Ü.K.- Proporsiyonları oluşturmak eskiz yapmadan zor olmuyor mu?
N.S.- Hiç zor olmuyor. Eskiz yapmak benim için daha zor. Artık öyle bir birikim oluyor ki, yapmak istediğiniz şeyi biliyorsunuz. Çok da gerekirse, kıyafetler ile ilgili bilgi falan onları da araştırıyorsunuz.

Ü.K.- Uzun sanat yaşamınızda Kavuklu Hamdi, Yörük Çadırı, Semazen, Ayakkabı Boyacısı, Lehimci, Simyager, Balıkçı Kamil, Ağanın Kızı Fatma ve Rençber Mehmet (Türkiye 1. si) gibi pek çok bebek üretmişsiniz.
N.S.- Türkiye birincisi olan, ‘Ağanın Kızı Fatma ve Rençber Mehmet’ hala elimde. Zaten yarışmanın konusu buydu. Herkes bu konuyu yapacaktı. Benim Mehmet ile Fatma birinci oldu.

Ü.K.- Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Tekil figürlere ek olarak, kompozisyonlar da yapıyorsunuz. Kompozisyonlarınızı seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?
N.S.- Hakikaten hepsinin bir hikayesi var ve enterasan hikayeler. Örneğin ‘Bıçak Bileyici’yi bir kartpostaldan çalıştım. Şimdi olmayan bir meslek, ‘Yoğurtçu’ figürüm de öyle. Okullardan öğrenciler gelince ve ‘Yoğurtçu’ figürünü gördükleri zaman şaşırıyorlar. Bu ne yapıyor diye soruyorlar. Onlar için bu bir öğreti.

Ü.K.- ‘Balıkçı Kamil’ de enteresan.
N.S.- Bana ince delikli file lazımdı. Araştırdım, sordum o kadar küçük delikli file yok. Caddebostan’daki balıkçılara sordum. Bir balıkçı; ‘Bu kadar küçük delikli file olmaz ama ben bir araştırıyım. Yarın sen gel ben araştırmış olurum’ dedim. ‘Peki, senin adın ne’ dedim. Benim adım ‘Kamil’ dedi. Ben halbuki bebeğin adını zaten ‘Kamil’ koymuştum, yazın bitirmiştim. ‘Kamil’ deyince çok şaşırdım. Böyle ilginç tesadüfler de oluyor. 

Ü.K.- Aslına sadık kalmak, sizin figürlerinizin en önemli özelliği. Bu da belgesel niteliğini güçlendiriyor.
N.S.- Evet, çok doğru. ‘Arap Bacı’ figürümde örülmüş bir atkı vardır. Onu arıyorum, bulamıyorum. Benim örgü bir yeleğim vardı. Onun ucunu kestim üçgen şekilde ve atkı yaptım. Yani uygun bir kumaş bulduğum zaman elimden kurtulmaz.

Ü.K.- O zaman her şeyi biriktiyorsunuz.
N.S.- Öyleydi hakikaten, ağzına kadar kumaş dolu sepetlerim vardı. Sonradan onları çalışmak isteyen öğrencilerime verdim. Şimdi eskisi kadar çok çalışmıyorum, senede bir büyük kompozisyon yapıyorum. En son ‘Kumarbazlar’ diye bir kompozisyon çalıştım, onu da eski bir reklamda görmüştüm. Bir oyuncu ayağıyla hile yaparak, diğer oyuncuya kart uzatıyor, karşısındaki farkında değil ama bir şeyler olduğundan şüpheleniyor. ‘Yörük Çadırı’ vardı. ‘Simyager’ adlı çalışmam hocam Süheyl Ünver’in Tıp Tarihi Enstitüsü’nde şimdi. Mevlanı’nın torunlarının kurduğu Uluslararası Mevlana Vakfı Konya Şubesi için yaptığım ‘Semazenler’ var. Dokuz adet figürden oluşuyor. Bir de ‘Mıtrıp Heyeti’ var. Altı figürden oluşuyor. Onlarda Uluslararası Mevlana Vakfı Konya Şubesi’nde.

Ü.K.- Yurt içinde ve dışında birçok sergi de açmışsınız. Derviş ve Sema kompozisyonlarınız uzun yıllar Konya Mevlana Müzesi’nde sergilenmiş. Türkolog Anne Marie Shimmel bu bebeklerin benzerinden sipariş verip Almanya Margburg Dinler Müzesi’ne göndermiş. Başka nerelerde sergiler açtınız? Mutlaka ödül de almışsınızdır?
N.S.- Türkolog, Anne Marie Shimmel, Konya Mevlana Müzesi’nde ‘Derviş ve Sema’ kompozisyonlarını görünce, bunlardan istedi. Daha biraz küçüğünü yaptım. Şimdi Almanya Margburg Dinler Müzesi’nde sergileniyor. Eskişehir’de ve Bursa Mudanya’da sergi açtım. Bozcaada’da 4-5 senede bir sergi açarım. Geçen yaz bir barkovizyon gösterisi yaptım ve bebeklerin hikayelerini anlattım. Çok enteresan geldi oradaki dinleyicilere.

Ü.K.- Biraz da Bozcaada’daki atölyenizden bahsedebilir misiniz?
N.S.- Bozcaada’daki atölyemizde en büyük destekçim ve yardımcım eşim ressam Tayfur Sanlıman. Orada büyük bir atölyemiz var. Aksesuarları hep Tayfur yapar. Bozcaada’da çok rahat çalışabiliyoruz. Alt kat Tayfur’a ait. Üst katta benim atölyem var. Orada bütün yaz çalışıyoruz. İlkbahar’da gidiyoruz, Kasım ayı gibi İstanbul’a dönüyoruz.

Ü.K.- Dile kolay 65 yıldır hiç durmadan eşinizle birlikte çalışmaya devam ediyorsunuz. Müthiş bir şey bu.
N.S.- Tabii bu arada çocuklarımız büyüdü. Geçenlerde oğlum, ‘bu figürlerin hepsi bizden büyük’ dedi.

Ü.K.- Bebeklerin yapımında sizin için en önemli noktalardan biri yüz ifadesini çok iyi vermek ve gerçekçilik. Kıyafetlerinde, aksesuarlarında tüm detayları bulmak mümkün. Gerçek bir gözlemcilik ve araştırma gerektiriyor sanırım. Bebeklerde sizin duygularınızı, onlara derin sevgiyle ürettiğinizi görüyoruz. Sanırım yeni bir bebek yapımına başlamak, bir bebeğe hamile kalmak ve onu doğurmak gibi olsa gerek. Uzun ve meşakkatli bir süreç.
N.S.- İki sene evvel bir bey telefon etti. Elinde bir resim varmış, onu yapar mısınız dedi. Resmi gönderin bir bakayım dedi. ‘Bir ekmek fırınımız var, dededen kalma meslektir. Ben devam ettiriyorum’ dedi. Üniversite mezunu falan bir genç. Peki, yaparım dedim. Yaptım bitirdim, telefon ettik, geldi. Salona benden önce girmiş, bebeği eline almış, ay aynı o kişi. Aslında hiç görmedim. Sadece telefon ile konuştum. Çok enterasan, o da şaşırdı, biz de şaşırdık. Bunun için ne fiyat istersiniz diyor, ben bir fiyat söyleyemiyorum. Sonunda dedim ki, sana iki adres vereceğim bunun ücretini onlara göndereceksin. Biri Ağrı’da bir okul müdürü, diğeri de Erzurum’da köylere yardım götürdüğümüz zaman tanıdığım bir halı hocası. Parasını oraya yolla dedim. Ama fiyat hiç konuşmadık. Peki, ben gerekeni yaparım dedi. Müdür Bey’e ve halı hocasına durumu bildirdim. Ertesi gün okuldan Müdür Bey’den telefon geldi. Nimet Abla böyle bir şey olamaz, o kadar çok ihtiyacımız vardı ki okul için dedi. Öyle sıkışmıştık ki, gökten bir yardım gibi geldi, dedi. Kızım dediğim halı hocası da telefon etti. Nimet Anne, oğlumu evlendirdim, bir sürü borcum vardı, bu yardım gerçekten gökten inmiş gibi oldu dedi. Eksik olmasın ‘Fırıncı Mehmet’ ile çok güzel bir bağlantı oldu. Şimdi bana Nimet Anne der.

Ü.K.- Bu bebeklerin bir müzede sergilenmesini ister misiniz?
N.S.- Aslında eşimle Bozcaada’daki atölyeyi bir müze yapmayı hayal ettik ama biraz araştırınca, bu işin o kadar kolay olmadığını öğrendik. Yani devam ettirmek, izin almak, artık bunlarla uğraşacak vaktimiz yok. Tabii ki bir müzede olmalarını isterim.

Ü.K.- Siz aynı zamanda Türkiye’nin en önemli Soroptimistlerinden birisiniz. Soroptimist nedir ve Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu Derneği’nde kaç yıldır çalışıyorsunuz?
N.S.- Türkiye Soroptimist Kulüpleri’nde çalışmaya başlamam, bebekler kadar eski. 1955 yılında çalışmaya başladım. Federasyon başkanlığı yanı sıra çeşitli görevlerde bulundum. Federasyon ve Kulüpler olarak amaç, kadının statüsünü yükseltmek. Gültepe ve Balat’ta birer kültür merkezimiz var, oralarda kurslar açarak, konferanslar verdirerek uzun senelerden beri, kadınlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Hakikaten bu benim ikinci büyük meşgalem.

Ü.K.- Ne tür eğitimler veriliyor?
N.S.- Her türlü eğitim veriliyor. Bir kere beceriler kazandırılıyor. Gültepe’de Halk Eğitim Merkezi ile çalışıyoruz. Halk Eğitim Merkezi’nin programının tatbikini kontrol ediyoruz. Balat’ta da çok eski bir binayı, ikiz binayı tamir ettirip, orada da kurslar açıyoruz. Kitre Bebek Sanatı’nın Bu işin yayılması ve öğrenilmesi için de hakikaten çok gayret sarf ettim. Değişik derneklerde, evimde kurslar açtım, çok hevesli gençler, hanımlar var. Büyük bir heves ile başlıyorlar, bir süre sonra ‘Ayy Nimet Hanım bu çok zormuş, ben bunu yapamayacağım’ diyor. Şimdi üç tane öğrencim var, eve geliyorlar, istekliler. Hakikaten bir tanesinin bu işi benim ciddiye aldığım kadar ciddiye almasını çok isterdim. İnşallah bu öğrencilerim bunu yapacak.

Ü.K.- Aslında siz eğitiminiz, yaşam tarzınız ile Soroptimist’lerin yol göstermek istediği kadınlara canlı bir örneksiniz. İngilizce ve Fransızca biliyorsunuz, İtalyanca kursunu bitirdiniz ve yaklaşık 30 yıldır yoga yapıyorsunuz. Hayırseverliğiniz, sabrınız, sanatınız ile gerçekten örnek bir kişiliksiniz.
N.S.- Çok teşekkür ederim, böyle olması için gayret ediyorum.

KİTRE NEDİR?
Kitre, Anadolu’da yetişen muhtelif geven (Astragalus) çeşitlerinin gövdelerinden sızıp havada katılaşan, beyaz yahut krem renkli plaka veya şeritler halinde bulunan yapışma kabiliyeti az bir zamk cinsidir. Kitre, geleneksel bebek yapımında kullanılmaktadır. Ebru yapımında üstüne boya serpilecek suya yapışkan bir koyuluk vermek için kullanılır, herhangi bir suyla ebru yapılamaz. Kitre, Türkiye’nin iç Anadolu, güney ve güneydoğu bölgelerinde kırlarda yetişen yabani bir dikenin (geven) özsuyudur. Köylüler kırlarda geven dikeninin gövdesine bıçakla çizik atar, birkaç gün beklerler. Bitkinin özsuyu çizik bölgeden akar ve kurur. Bir ağaç kabuğuna benzer görünüm alır. Bu kabuklar tek tek toplanır. Kabuk şeklinde olan kitre aktarlarda satılmaktadır. Ebrunun suyu hazırlanırken musluk suyunun içine belli ölçülerde kitre konulur. Su, ağzı kapalı bir kapta bu şekilde bir süre bekletilir. Belli zaman aralıklarıyla çalkalanarak eriyen kitre özünün dağıtılması gerekir. Suyun yeterli yoğunluğa ulaşmasından sonra, içinde kalan erimemiş kitre kalıntılarını ayırmak için, ebru suyu iyice süzülmelidir.

NİMET DEMİRBAĞ SANLIMAN ÖZGEÇMİŞ
1927 Malatya doğumlu. Altı çocuklu Demirbağ ailesinin 5. Çocuğu. Babası Mehmet Sait Demirbağ, Atatürk’ün “Memleketi demir ağlarla örme” politikası kapsamında kurulan Demiryolu Şirketleri’nden birinin kurucu ortaklarından ve mühendislerinden biridir. Bu sebepten Aile devamlı Anadolu’nun değişik bölgelerinde dolaşmış. 1930 yılında, aile İstanbul’a yerleşmiş. Nimet Hanım çocukluk dönemi ile ilgili şu cümleyi aktarıyor: “İçinde çok mutlu ve bazı acı anıların yaşandığı Cihangir’deki güzel evimize taşındık ve orada 40 yıl geçirdik”.
1947 yılında Amerikan Kız Koleji’nden (Robert Kolej) mezun oldu. Okuldan mezun olduktan sonra Hocası Zehra Müfit Saner Hanımdan kitre bebek yapımı konusunda ders almaya başladı.
1955 yılında Beyoğlu Amerikan Haberler bürosunda ilk sergisini açtı (Büro tarafından yılın en başarılı sergisi olarak nitelendirilen bu serginin Ankara ve İzmir bürolarında da yinelenmesi önerildi). Ankara sergisinde “Dönen Dervişler” ile “Sema Kompozisyonu” Konya Mevlana Müzesi tarafından alındı ve yıllarca müzede sergilendi. Türkolog Anne Marie Schimmel’in isteği üzerine Margburg Dinler Tarihi Müzesi’ne de bir benzeri yapılıp gönderildi.
1950-1958 yılları arasında Topkapı Sarayı’nda Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver'in Tezhip-Minyatür derslerine ve 1957-1960 yılları arasında ise Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Atölyesi’ne misafir öğrenci olarak devam etti. Ayrıca torun sahibi iken de 1989 yılında ise, Salzburg Yaz Akademisi’nde heykel üzerine eğitim aldı.
1960 Yılında Beyoğlu-İstiklal caddesinde “Elif Bebek” atölyesini açtı. Aynı yıl eşi ressam Tayfur Sanlıman ile evlendi.
Sosyal faaliyetleri içinde en önemlisi Uluslararası İş ve Meslek Kadınları -Soroptimist- teşkilatı içindeki çalışmalardır. Amacı kadının statüsünü yükseltmek olan bu gönüllü kuruluşta Türkiye Federasyon Başkanlığı ve Milli Delegelik yaptı.
İnsanlık tarihi kadar eski olan figürlerin, günümüzde büyük sanayi haline gelene kadar geçirdiği evreleri ve “Bebeklerin Hikayesini” anlatan dia gösterisi ve sergisini içeren bir programı var.
Nimet Demirbağ Sanlıman, kitre ya da başka bir tabirle Türk belgesel bebek sanatçısıdır. Bebek yapımı olarak nitelendirilse de daha önce litaratürde tam bir sınıflandırma yapacak kadar örneği bulunmadığından “belgesel bebek yapımı” olarak nitelenebilecek sanatın nadir ustalarındandır.
65 yıllık sanat hayatında Kavuklu Hamdi, Yörük Çadırı, Semazen, Ayakkabı Boyacısı, lehimci, Simyager, Balıkçı Kamil, Ağanın Kızı Fatma ve Rençber Mehmet (Türkiye 1. si) gibi pek çok insansı bebek üretmiştir. Gerçeğe en uygun kompozisyonu oluşturmakta ana malzeme olarak kitre, daha sonra giydirmede çorap, kumaş ve başka birçok sıra dışı malzemeden yararlanmış, bu sayede gerçekçiliğin bebeklerin simalarına ve duruşlarına işlenmesi sağlanmıştır.
Hocası Zehra Müfit Hanım’ın izinden giden Nimet Demirbağ Sanlıman, Caddebostan ve Bozcaada’da yaşamakta ve çalışmalarına devam etmektedir.

NİMET SANLIMAN SERGİ VE DİA GÖSTERİLERİ
2014 Bozcaada Barkovizyon Gösterisi
2013 Bozcaada Sanat Galerisi
2011 Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat Merkezi
2010 Bozcaada, “Gençlere”
2008 Bozcaada Müzesi “Hakkı Usta” kompozisyon tanıtımı
2008 Hayela Toprak Sanat Galerisi, Mudanya / Bursa
2006 İzmir Türk Amerikan Derneği
2005 Caddebostan Irmak Okulları
2005 Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
2003 Bozcaada “Yaşamdan Kesitler” – Kaikias Oteli
2003 İTU Sosyal Tesisleri
2002 Saraybosna “Köklerimiz” konulu seminer
2001 Safranbolu Kültür Festivali
1997 Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
1988 Türk-Amerikan Üniversiteliler Derneği
1987 Türk - Japon Derneği
1968 Kızılay’ın 100. Yıldönümü Sergisi
1959 Türkiye Bebek Müsabakası, (Birincilik ödülü)
1958 Galatasaray Lisesi Sergisi
1956 Tarsus Gemisi ile Amerika
1955 Amerikan Haberler Büroları Sergileri
1953 İstanbul’un Fethinin 500. Yılı Sergisi
1950-51 Kızılay’ın düzenlediği Uluslararası Bebek Sergisi
Değişik Tarihlerde Levent - Şişli - Pendik - Etiler - Adana Ankara Soroptimist Kulüpleri

ÖĞRETMENLİK
- Rekreasyon Derneği
- Amerikan Dersanesi
- Halk Eğitim Merkezleri
- Atölye ve Evinde Özel Dersler

YER ALDIĞI GAZETE DERGİ VE TELEVİZYON
*Dilara Koçak İle İyi Yaşam - 45. Hafta 4. Gün, 24 Eylül 2014
*Sıradışı Kitre Bebek, TRT Belgesel, 8 Ekim 2013
https://www.youtube.com/watch?v=YRrs7lL3kn0
*Nimet Demirbağ SANLIMAN Resmi web sitesi: www.nimetdolls.com
*Anadolu, Sayı:24, Uşak, 2012
*Bohem, Sayı:2, Konya, 2012
*Merdiven Dergisi, Bozcaada Gazi Lisesi Dergisi, Sayı:3, 2011
*TRT Türk “İyi Yaşam” Programı, 2011
*CNN Türk Röportaj, 2010
*İzmir TRT1 Belgesel “El Yapımı” Programı, 2010
*Kardelen, Demiryol Meslek Okulu Mezunları Derneği Yayın Organı, Sayı: 72, 2010.
*İsmek El Sanatları Dergisi, Sayı:9-10, 2010.
*Kardelen, Demiryol Meslek Okulu Mezunları Derneği Yayın Organı, Sayı:67-68, 72, 2009.
*TRT2 Kitre Bebek Belgeseli, 2008
*Samanyolu TV, 2007
*NTV Gece Gündüz Programı, 2007
*Tûba Kabacaoğlu, “Bu Bebekler Hiç Büyümüyor”, Aksiyon, 04 Haziran 2007, (http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/bu-bebekler-hic-buyumuyor_518039).
*Müjgan Halis, Belgesel Bebek Sanatının Duayeni, 14 Haziran, 2007, Sabah
*http://www.istanbulunustalari.com/tr/usta/143/nimet-demirbag-sanliman
*http://kitrebebekyapimi.blogspot.com.tr/2011/04/nimet-sanliman.html
*“Ömrüm Ömrüm Programı”, TRT2, 25 Haziran 2006.
*“Küçük İnsan Figürleri ya da Bebek”, İlgi Dergisi, Yaz 2005.
*Haluk Şahin, “Yaşamdan Kesitler”, Radikal, 10 Ağustos 2003.
*Cumhuriyet Dergi, 20 Haziran 1999, Sayı:691, Sayfa: 6.
*Meydan Larousse Büyük Lugat ve Ansiklopedi, Sayı: 27-28, 1970
*Encyclopedia International, Cilt 6.
*Yirminci Asır, Sayı: 336, 1959.
*La Turquie Moderne, Janvier (Ocak) Sayısı, 1956.
*Nurcihan Neslihan Kesim / Fotoğraflar: Ara Güler, Resimli Hayat, Sayı: 38, Haziran 1955.
*Mehmet Ataker Röportajı, İstanbul Express, 1951.