5 Haziran 2019 Çarşamba

TURGUT ERSAVAŞ’IN KİŞİSEL SERGİSİ: “DİJİTAL AŞK: HOMO SAPIENS’İN SON DURAĞI”

Turgut Ersavaş, “Sapiens’in Serüveni”, 2018, tuval üzerine karışık teknik, 110x160 cm.


Mimar ve Ressam Turgut Ersavaş, “DİJİTAL AŞK: HOMO SAPIENS’İN SON DURAĞI” isimli kişisel sergisiyle 11 - 28 Haziran 2019 tarihleri arasında Ziraat Bankası Tünel Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşuyor. 
Açılış: 11 Haziran 2019, Salı, Saat: 18.00-20.00

Turgut Ersavaş’ın “Dijital Aşk: Homo Sapiens’in Son Durağı” sergisi iki bölümden oluşuyor. Ersavaş, ilk bölümde; “Büyük Patlama (Big Bang)” yani Evren’in başlangıcından sonra, günümüzden milyonlarca yıl önce, ilk defa Doğu Afrika’da ortaya çıkan avcı-toplayıcı gruplardan, çağımızın Yapay Zekalı insansı Robotlarına ve belki de gelecek yüzyıllarda, Homo Sapiens (Zeki İnsan)’ın Mars’a uzanacak serüvenini kendi fırçasına özel yorumuyla izleyicilere sunuyor. Bilgi ve uzay çağını yaşadığımız ve baş döndürücü gelişmelere şahit olduğumuz şu yıllarda, bilgisayar teknolojisi ile insan bedenini konu alan biyo-teknolojinin, eşzamanlı olarak, bilim insanlarının, insan bedeni üzerindeki denemelerinin hangi aşamaya geldiği, Homo Sapiens’i nasıl bir geleceğin beklediği tartışmalarını Homo Sapiens’in son durağı neresi olacak sorusu ya da sorunsalıyla ortaya koyuyor.


Turgut Ersavaş, “Marsta Koloni”, 2019, tuval üzerine karışık teknik, 100x100 cm.
Bazı bilim adamları, filozof ve tarihçiler yakın bir gelecekte, Homo Sapiens’in ortadan kalkarak, yeni bir insan türünün ortaya çıkabileceğini, kitap, makale ve açıklamalarıyla iddia ediyorlar. Yeni bir insan türü ne zaman ortaya çıkar, doğaya ve gezegenimize nasıl davranır, duygularının başka güçler tarafından yönetilebileceği iddia edilen yeni insan türü ile yapay zekalı insansı robotların ilişkisi nasıl olur, “Aşk” yaşayabilirler mi; bu “Dijital Aşk” bildiğimiz gibi bir “Aşk” olabilir mi? gibi aklın sınırlarını zorlayan soruları tuvalleri aracılığıyla gündeme getiriyor. Ayrıca bugünlerde çok konuşulan “Mars’ta Yaşam” denemelerinin geleceğine de bir bakış sunuyor ve Mars’a gitme şansını yakalayabilenlerin, dünyadaki gibi doğal bir yaşam ortamı kurmasının mümkün olup olamayacağını, şu anda var olan insan bedeninin buna uyumluluğunun ya da uyumsuzluğunun yanı sıra Mars’ta koloni kurarak çoğlamanın gereği olan uzayda çocuk sahibi olmasının mümkün olamayacağının altını çiziyor.


Turgut Ersavaş, “Dijital Duygular”, 2002, tuval üzerine yağlı boya, 90x120 cm.
2000’li yıllardan bu yana, bilimsel ve teknolojik alandaki yeni ve sıra dışı buluşlar ve bu gelişmelerin insanoğlu ve dünyamız üzerindeki etkileri üzerindeki araştırmalarla yakından ilgilenen ve özellikle tarihçi Yuval Noah Harari ve fizik profesörü Stephen Hawking’in çalışmalarını takip eden Ersavaş, konuyla ilgili ilk tablosu “Dijital Duygular”ı - sergisinde görülebilir- 2002 yılında yapar.

Serginin ikinci bölümünde ise, Homo Sapiens’in yine kendisine, Zeki İnsan Toplumuna ve yaşadığı ekosisteme bilimsel gelişmelerin bilinçsiz kullanılmasıyla nasıl zarar verdiğinin altını çiziyor. ‘Proceedings of the National Academy of Sciences’ adlı dergide yayımlanan araştırmaya göre, 7,6 milyar insan, yeryüzünde yaşayan bütün canlıların yüzde 0,01’ini oluşturuyor. Ancak buna rağmen ortaya çıktığı ilk günden beri insanlık, gezegendeki vahşi hayvanların yüzde 83’ünün, bitkilerin ise yarısının yok olmasına yol açtı. Bu bağlamda Ersavaş, kendi bahçesinden, yaşadığı çevresinden yola çıkarak tuvaline aktardığı doğa, deniz, ağaç, çiçek, kuş, böcek gibi aslında birçoğumuz için sıradan görünen canlıların yok olduğunda gezegenimizin dengesinin nasıl bozulacağına dair naif bir bakış sunuyor.

Turgut Ersavaş.
AÇILIŞ: 11 Haziran 2019, Salı, Saat: 18.00-20.00

ZİRAAT BANKASI TÜNEL SANAT GALERİSİ
Adres: Asmalı Mescit Mahallesi, Müeyyet Sk. No:1, Tünel, Beyoğlu/İstanbul
Telefon: (0212) 251 42 48
Pazar, Pazartesi ve Resmi Tatil günleri hariç her gün 10.00-19.00 saatleri arasında gezilebilir.






Turgut Ersavaş, “Bahçemdeki Çekirge”, 2016, tuval üzerine akrilik, 83x80 cm.




3 Nisan 2019 Çarşamba

AHMET YEŞİL, NEW YORK GALLERY MAX SOHO’DA


Ahmet Yeşil, Sesler ve İzler, 2019, tuval üzerine yağlıboya, 130x98 cm.

Ahmet Yeşil, “Sesler ve İzler” serisinden son dönem çalışmalarının yer aldığı eserleriyle 3-26 Nisan 2019 tarihleri arasında New York Gallery Max SoHo’da izleyicilerle buluşuyor.

Ahmet Yeşil, “Sesler ve İzler” serisiyle ilgili kaleme aldığı yazısında şunları aktarıyor: “Yaratmanın yaşama karşı başkaldırı olduğu inancıyla, yaşanılan gerçekten kendi gerçeğimi yaratarak çoğalmaya çalışıyorum, sonsuzluğun içinde bilinmeyen boşluklara yaşam izlerimi bırakarak.

Yaratma,  cesaret gerektiren bir eylemdir. Rollo May’e göre yaratı ediminin olabilmesi için yoğun bir karşılaşma anı (encounter) yaşanması gerekir. Yaşama dair soruları sanatçının encounterlarıdır. 

Karşılaşma anından sonra yaratı sürecine giren sanatçı sorularının yanıtını kendi dili ile şiirsel, işitsel-plastik, dramatik ortaya koyar. Sanatçının kendi dili ile ortaya koyduğu imgelem her bakanın gözünde yeniden yaratılarak çoğalmaktadır. Yaratıda ortaya konan “söz”ün bıraktığı her iz izleyiciyle birlikte çoğalarak yaşamda var olmanın göstergesi olmaktadır.

Malzemenin imkânlarıyla sürdürülen, gerilim, sanatçının verimini doğrudan etkiler. Gerilim yerini uzlaşmaya bıraktıkça, sanatçının diliyle hayat arasındaki sürtüşme ortadan kalkar, söz barışın işgaline uğrar, söz tükenir, kalan izler bizi her çağda sonsuz devinim içinde sesin izlerini takip etmemizin rehberi olarak yaşamın katmanları arasındaki halkaları oluşturur. Sanatçı da izleyiciyle aynı ölçü de yeni yollara yöneliyor. Sanat eserini kurcalamak risk almaktır. Sanatçının çalışma süreci bittiğinde, ortaya çıkan ses tüm duyu ve birikimlerinin sanatçıya da hiç beklemediği sorular sorar. Bir uçurum kenarın da duruşun bilince etkisidir. Bilincin yaratığı ses dalgalarının geride bıraktığı dilin izleri de gerçekte onunla beraber izleyiciyi de sürükler bu serüvenin içine. Bu izler yaratının ses dalgalarının zaman, zaman duyamadığımız sormaya başladığımız anda duyduğumuz gerçekte eserin bize seslenişi kurduğumuz iletişimle bizi etkileyen imgelerdir izler dediğimiz gerçek bu imge duyumsaması izleyicinin kendi hakikati üzerinden duyumsadığı imlerdir…”

BİLGİ İÇİN
www.GalleryMaxSoho.com  
GALLERY ADDRESS:
552 BROADWAY, #401, (Buzz #9)
Between, Spring St. & Prince St.
NY, NY 10012


Ahmet Yeşil, Sesler ve İzler, 2019, tuval üzerine yağlıboya, 120x90 cm.

AHMET YEŞİL’S “VOICES AND TRACES” EXHIBITION AT GALLERY MAX SOHO
Ahmet Yesil’s “Voices and Traces” will be displayed April 3rd - 26th, 2019 at Gallery Max Soho.

Ahmet Yeşil writes about his “VOICES AND TRACES” series: “With the belief of it that creating is a rebellion against life, leaving my life traces into unknown spaces within infinity, I try to augment by creating my own reality out of the experienced reality.

Creation is a courage requiring act. According to Rollo May, in order for creation action to happen, there has to be an intense encounter. An artist’s questions regarding life are her/his encounters.

The artist who finds herself/himself in creation process following the encounter moment, performs the answers questions with -poetic, audial, plastic, dramatic- his/her own language.
The imagery which has been created by the artist with her/his own language multiplies within every single audience’ eye.

Every trace being left by “the word/ saying” performed in creation by multiplying, becomes the indicator of existence/presence in life.

Tension which is sustained by means of the material resources affects the productivity of artist. While the tension leaves its place to the reconcilation, the infighting dissappears between language of artist and life and then word gets exhausted and occupied by peace, remained prints compose the rings among the life layers in every era as the guide for following the voice marks in an endless action.

Artist heads for new ways equally the viewer does. Tampering with the art work is risk taking. When the artist’s work process is over, by all senses and accumulations the voice appears and asks unexpected questions to the artist. This is a cliff edge effect to the consiousness. In reality, the marks of language which is left by the vocal waves of consiousness carries away him along with the viewer into this adventure.

These marks are the voice waves of art work that could not heard sometimes and that could be heard when we begin to ask.  In reality the call of art work is the images affect us by establishing a communication. The reality, we named as marks, is an image sensation which can be obtained through viewer’s own truth.



Ahmet Yeşil, Sesler ve İzler, 2019, tuval üzerine yağlıboya, 150x100 cm.

AHMET YEŞİL   
Ahmet Yesil has been actively working as an artist since 1979. He has been featured in 117 solo exhibitions, participated in 297 mixed and contest exhibitions, and received 24 awards.

Even though he follows closely the art movements in the world and in Turkey, he clings to his own reality, developing his art as his brush portrays his longings, passions, excitement, emotions, ideas, pain and joy on the canvas. What needs to be emphasized is that he created an idiosyncratic visual language, which can only be defined as “Ahmet Yesil’s style”.

Like many artists, his early period stands out with landscape paintings. During this period, the artist mostly produced paintings that could be defined as impressionistic.
His second period can be defined as the figure period, during which he approached women and children in a social and societal context.

His third period (1990-1997) was the era when he really began to flourish as an artist. The image of rope began to attain an important place in his paintings and became an essential part of his compositions during this period.

In his fourth period as an artist, ropes and strings started taking up all the surface and content on the canvas. His recent works are detached from any thematic narrative; fully minimalistic works created by plastic and artistic power become semiotic and open pieces. The perfect harmony of rhythm, balance, lyricism, lighting, shadow and bright colors in Yesil’s paintings enable viewers from various cultures to immediately interact with the image.

That’s why his unique paintings have been exhibiting every year since 2006 at the Louvre Museum in Paris. In 2014, his work was exhibited at the same time across the hall from each other as Andy Warhol Retrospective at the Ludwig Galerie Schloss, in Oberhausen, Germany.  His paintings are included in many private/public collections and museums, like The Royal Family Collection, The Palace of the United Kingdom and The Turkish Presidential Parliament building. His work can be found across the globe in countries such as Japan, China, Germany, France, USA, Canada, Netherlands, Mexico, Azerbaijan, UK, and Turkey.  Ahmet Yesil’s “Voices and Traces” will be displayed April 3rd - 26th, 2019 at Gallery Max Soho.

FURTHER INFO
www.GalleryMaxSoho.com  
GALLERY ADDRESS:
552 BROADWAY, #401, (Buzz #9)
Between, Spring St. & Prince St.
NY, NY 10012


Ahmet Yeşil, Dipnotlar, 2019, tuval üzerine yağlıboya, 90x70 cm.

29 Mart 2019 Cuma

NADİDE AKDENİZ “ZAMANSIZ İMGELER” SERGİSİYLE LABİRENT SANAT’TA

Nadide Akdeniz, İsimsiz, 1994, tuval üzerine yağlı boya, 200x225 cm.


Nadide Akdeniz 4 Nisan – 4 Mayıs 2019 tarihleri arasında Labirent Sanat’ta “Zamansız İmgeler” başlıklı 26. kişisel sergisiyle 25 yılı kapsayan yönelimlerinden, farklı dönem ve tekniklerde ürettiği işleriyle izleyici karşısına çıkıyor.

Açılış: 4 Nisan 2019, Perşembe, Saat: 18.30 - 20.30

SÖYLEŞİ: Ümmühan Kazanç

Sayın Nadide Akdeniz, “Zamansız İmgeler” isimli 26. kişisel serginizle Labirent Sanat’ta izleyicilerle buluşuyorsunuz. Siz sanat yaşamınızın boyunca hem yağlıboya hem de karakalem, çini mürekkebi gibi tekniklerle birçok eser ürettiniz. Bu serginizde özellikle sizin deyiminizle ‘uykuda’ olan siyah-beyaz resimleriniz ve yağlıboya çalışmalarınız birbirleriyle ilk defa iletişime geçiyor ve adeta konuşuyor. Bu serginizin kurgusu hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu sergide 1993 ile 2019 yılları arasında, farklı malzemelerle yapılmış ve zamanın getirdiği farklılıkları da taşıyan resimlerim yer alıyor. Bir kısım resimlere unutulmuş dersek, bir kısmı hiç sergilenmemiş ve bazıları da bu sene yapılmış en son, yeni çalışmalarım. Bu uyuyan resimleri hayata döndürmek istedik. Yıllardır hiç sergilenmeyen resimleri de artık paylaşmak istedim. Galerinin hem bölünmüş hem de geçişli mekanlardan oluşması serginin kurgulanmasında etken oldu. Farklı yılları, farklılıkları bir araya getirebildik. Ayrıca galeri yöneticisi Hande Özdilim’in olağanüstü sezgisi ve resimlerime yaklaşımı da çok önemli. Böyle bir seçki ile serginin zenginleştiğini düşünüyorum.



Nadide Akdeniz, İsimsiz, 2013,
kağıt üzerine çini mürekkebi, 230x154 cm.



Aslında ilk bakışta, resmi doğru okuyamama sonucu, manzara ya da peyzaj olarak tanımlanabilecek çalışmalarınızda genellikle çağdaş yaşam alanlarından, anlarından, bazen de bizi biraz geçmişe götüren anılardan kesitler sunuyorsunuz diyebilir miyiz? Özellikle bu yeşil sarmalın içine gizlenmiş günlük kullanım objeleri, artık işlevini yitirmiş teknolojik nesneler bizlere neler anlatıyor?

Bu resimler, insanın doğayla, doğanın insanla ve insanın nesnelerle, nesnelerin insanla olan bağımlı ilişkisine göz atar. Doğa ile ilişkimiz her zaman çok ilgimi çekmiştir. Kimi zaman sevgiyle kimi zaman çok zalimce olan bu ilişki ve bu çelişki beni her yaşımda ve her durumda etkilemiştir. Resimlerde bitkiler kadar nesneler de seçilmişler ve yerlerini almışlardır. Nesneler doğa içinde hem kendileri olarak hem de üzerlerine yüklediğimiz anlamlarla yer alırlar. Böylece resmi okumaya başladığımızda doğanın ve nesnenin hikayesini beraber okumaya başlarız. Resimler, çokluğu - azlığı, üretmeyi - yok etmeyi, sıradanı - sıra dışılığı, benzerliği - farklılığı, uyumla uyumsuzluğu, zamanı - zamansızlığı, düzeni - karmaşıklığı ve daha da zıtlıkları anlatırken keskin ve şiddetli bir dil kullanmaz. Bu nedenle resimler böylesi zıtlıklar içerdikleri halde yanıltıcı bir şekilde seyredeni dahil eder ve müziğini duyurur.  

Yağlıboya resimlerinizde ise yeşilin bin bir tonu izleyiciyi adeta büyülüyor. Sizi ‘Yeşil’in ustası olarak tanımlamak yanlış olmasa gerek. Resimlerinizde doğa ve doğal sizin için ne ifade ediyor?

Doğa bana göre, gerçekten görkemli ve gizemli hatta tapılası ama nesnelerin de bir o kadar ilginç yaşamları var. Resimlere ilk bakıldığında her nesneyi, her noktayı boyamaktan ya da çizmekten ne kadar keyif aldığım hemen görülebilir. Bu çok ayrıntıcı resimler oldukça uzun ve yorucu bir zamanda ortaya çıkarken yoğun bir şekilde dahil olmam gerekiyor. 



Nadide Akdeniz, İsimsiz, 2012, tuval üzerine yağlı boya, 200x200 cm.

Prof. Dr. Frank Gunter Zehnder sizin çalışmalarınız ile ilgili şu yorumları yapıyor: “Nadide Akdeniz’in bitkilerle dolu büyük resimlerinde yaratıcı bir güç, yaşamı boyama sevgisi ve formal bir tutku, sessiz ama coşkulu bir şekilde bir aradadır. Büyük ve küçük boylardaki resimleri bakir orman tadında dallar, yapraklar ve meyvelerle bir ağ şeklinde kaplanmıştır. Bütün resimleri yeşilin tüm varyasyonları, sarı yeşilden mavi yeşile kadar ana renk olarak kaplar bazen aralarında beyazlar görülür bazen de kırmızılar sinyal verir veya kasvetli bir mavi gökyüzünü kaplar. İzleyici hayranlıkla bu el değmemiş gibi görünen bakir ormandaki tuhaf ve durgun medeniyet nesnelerine mesela bir şapka bir demlik bir sandalye, ayakkabı, manken ya da oksijen tüpünü fark eder. Bunlar dışlanmış, kaybolmuş ya da farkında olmadan oraya konulmuş gibi duran el yapımı ya da fabrikasyon, doğanın içinde duran heykellerdir. Bunlar ne kadar olurlarsa insanlarca daha keskin ve dikkat çekici olarak algılanır. Bu senaryolar kulis - sahne aksesuarı gibi görülse de diğer yandan bu sürreal rüya dünyası, korkutucu ama baştan çıkarıcı olduğu için seyirciyi resmin içine çeker. Bu resimler inanılmaz hayat dolu canlılık aynı zamanda gerçeğe benzeyen illüzyonlar ama illüzyonistik resme dönüştürülmüş gerçek gözlemlerdir. Bu Trompe l’oeil geleneğine de benzeyen eşzamanlı ifade ve yanılsama hem cennet gibi hem de korkutucu olarak hepsi aynı anda bulunmaktadır. Bu resimler çok katmanlı bir bilinçlenme, bilincine varma ve kendinden geçme durumudur.” Siz Prof. Dr. Frank Gunter Zehnder’in bu yorumu hakkında neler söylemek istersiniz?

Frank Gunter Zehnder sanatçı kitapları da yazan önemli bir sanat tarihçi. Bu nedenle resimleri doğru okuyup doğru açabiliyor. Benim resimlerimi de gerçekten doğru yorumladı. Eşinin galerisinde açtığım sergide beni şaşırtacak derecede olağanüstü bir konuşma yaptı. Ne yazık ki konuşmanın tamamı elimde değil.



Nadide Akdeniz, İsimsiz, 2019, kağıt üzerine kara kalem, 140,5x180 cm.

Son olarak, dile kolay 26. kişisel serginiz. ‘Bu uzun sanat yaşamınızı birkaç cümleyle özetleyebilir misiniz’ dersek, neler ilave etmek istersiniz?

İlk olarak 1969 yılında Sanat Tenkitçileri Cemiyeti’nin Ankara’da düzenlediği yarışmalı bir sergiye katıldım ve sanat yaşamım başlamış oldu. 1969 yılını başlangıç olarak kabul edersek bu yıl 50. Sanat yılım. Çok zor bir elli yıldı diyebilirim, adeta bir var olma savaşıydı. Hala da devam ediyor.


Nadide Akdeniz.

NADİDE AKDENİZ
1966 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü, Resim-Grafik Bölümünü bitirdi. Turan Erol, Adnan Turani ve Nevide Gökaydın’ın öğrencisi oldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Sanat Eğitimi Bölümünden lisans diploması aldı. Bir süre grafiker olarak çalıştı. Orta öğretim ve Yükseköğretim kurumlarında, 1975 ve 1980 yılları arasında İzmir Buca Eğitim Enstitüsü’nde, 1975 yaz dönemi Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü hızlandırılmış eğitim programlarında öğretmenlik ve grafikerlik yaptı. İlk dönem resimlerinde, İzmir’in kent yaşamı ve insanlarına ilişkin eleştirel bir gözlem çerçevesinde, yer yer ironik öğeleri de içeren bir anlayış ağır basarken; 1990’lı yıllarda, doğa ayrıntılarını fotogerçekçi teknikle yorumladığı yeni bir anlatıma yöneldi. Bu resimlerde titiz bir işçilik, mavi ve yeşil tonların egemen olduğu renkçi bir tutum dikkat çeker. Çalışmalarını İstanbul’daki atölyesinde sürdürmektedir.


LABİRENT SANAT
Asmalı Mescit Mah. Sofyalı Sok. No: 22 K: 1 34430, Beyoğlu / İstanbul
Ziyaret saatleri: Salı – Cumartesi | 11.00 – 19.00
info@labirentsanat.com | +90 212 243 86 81

3 Mart 2019 Pazar

DÂHİL OL! KEŞFET!

Ozan Atalan, Hala Oyunu Anlamaya Çalışıyorum, Video Projeksiyon, Taş, Ağ...


Bilsart, Esra Özkan küratörlüğünde bang. Art Innovation Prix by ArtBizTech iş birliğiyle Hale Arslan, İlayda Yeşilova ve Ozan Atalan’ın eserlerine Mart ayı boyunca sırasıyla ev sahipliği yapıyor.

DÂHİL OL! KEŞFET!
bang. Art Innovation Prix by ArtBizTech sergisinin temelinde ele alınan organik dayanışma kavramı; farklı disiplinlerden gelen kişilerin kendi yetkinliklerini ön planda tutarak, farklı bakış açılarıyla iş bölümünün gerçekleştiği karmaşık bir yapıya sahip olduğunun düşünüldüğü ancak karmaşık olmayan, iş bölümündeki görevlerin uzmanlık alanlarına göre dağıldığı bir dayanışmanın örneğini izleyiciye sunuyor.
Organik dayanışmanın oluşturduğu yapı, teknolojinin hayatımızdaki ilerleyişi ile melez bir yapıya dönüşmüştür. Öyle ki iş bölümünün oldukça sınırlı olduğu, farklılaşmanın olmadığı daha geleneksel bir yapıda ilerleyen mekanik bağ, organik bağ ile aynı dili konuşmaya başlayarak çalışma sistemlerini bir arada gerçekleştirmelerini sağlamaya başlamıştır. Aynı dili konuşmaya başladığımız noktada ise artık bilgi akışını iletmek için doğru kanalları kullanmaya başlar ve vermek istediğimiz mesajı ne olursa olsun belirlediğimiz kanal aracılığı ile şekillendirerek anlamlandırmaya çalışırız.
Kişi ancak deneyime başladığında; esere dokunduğunda, önünden geçtiğinde, onu dinlediğinde ya da izlediğinde ve en önemlisi sürecini merak etmeye başladığında yaratıcı edime katkı sağlamaya başlar. Projenin organik bir parçası haline gelerek eseri anlar ve ancak mesajı direkt olarak bir başka kişiye ilettiğinde eserin dış dünya ile bağlantısını kurmasına destek olur. Marina Abramovic’in An Artist Manifesto’da ifade ettiği gibi “bir sanatçının yaratımına girmek için sessiz bir an gereklidir.”
Sergi, izleyicinin sessiz bir anı bularak deneyime dâhil olmasını, eserin yaratım sürecini keşfetmesini ve eserle organik bir bağ kurmasını; sanatçının ise izleyicinin sessizliğini anlamasını, gerçekleşen deneyimle bağ kurmasını ele alıyor.
bang. Art Innovation Prix, sanatçının yaratım sürecine ancak paydaşların da dâhil olduğunda tamamlanabilen organik bir bağın kurulmasıyla bütünleşen bir seçki sunuyor.



Hale Arslan, İnsan Neden Saldırganlık Gösterir, Enstalasyon, 2 Kanallı V...

HALE ARSLAN
İNSAN NEDEN SALDIRGANLIK GÖSTERİR?
6 Mart- 12 Mart 2019
Bilsart Sanat Konuşmaları: Hale Arslan, Süleyman Yılmaz, Hakan Yılmaz, Mehmet Ünal
Moderatör: Esra Özkan
06/03/2019
Şiddet, tarihten günümüze insanın, özellikle çocukların maruz kaldığı en dramatik, en travmatik olaylardan biridir. İnsan bedenine ve ruhuna yapılan şiddet yapıtlarımın temel sorunudur. Çocukluğumda yaşamış olduğum travmatik olaylar şiddet ile yeniden yüzleşmeme ve şiddeti kavram olarak yeniden ele almama sebep oldu. Şiddet nesnelerinin vurma anında çıkarmış olduğu sesi ve yine vurma anında nesnenin uygulamış olduğu basıncı kullanarak yeni bir ifade alanı oluşturup şiddetin yaratmış olduğu tahribatı herkesin gözlemlemesini ve deneyimlemesini amaçlıyorum.
İnsan neden saldırganlık gösterir? projesi, şiddet nesnelerinin vurma eylemi ile gerçekleşen şiddetin izini bulma sürecinde elde edilen ses basıncını/ses gücünü araştırarak şiddetin yaratmış olduğu tahribatı ses ve görüntü üzerinden anlatılması üzerine kurgulanmıştır.


İlayda Yeşilova, Iso-line, Arduino, Sensor, Interaktif Deneyim, 2018 (sa...

İLAYDA YEŞİLOVA
ISO-LINE
14 Mart- 20 Mart 2019
Bilsart Sanat Konuşmaları: İlayda Yeşilova & Rabia Yorgancı Kındıroğlu
Moderatör: Esra Özkan
14/03/2019
İzleyici ile etkileşimli olarak gerçek zamanlı deneyimlenebilen Iso-line projesi bireylerin toplumda yaşadığı izole edilme hallerini ele alır. İnsanın benlik olarak sıkışıp içinden çıkamadığı zamanlar ve mekanlar vardır. İçinde bulunduğu bu fiziksel ortamdan kaçmak isteyip, terk etme eğilimi gösterse de bazı anlarda bunu başaramaz. Başaramadığı anlarda ise kendini toplumdan ve diğer bireylerden izole etmiş olur. Bireyin yalnızlığı seçip iç dünyası ile yalnız kalabileceği bir alan yaratırken, kendini dış dünyaya karşı soyutlar ve çevresindeki diğer bireyleri yok sayar. Bu yok sayılma durumu ise diğer bireyleri yalnızlığa iter, böylece bireyin isteği dışında gerçekleşen bir yalnızlık durumu oluşturur. Iso-line sosyal izolasyonun beraberinde getirdiği yalnızlığın bir seçim ve zorunluluk olduğu algısını iki farklı perspektiften yansıtmayı amaçlar. İzolasyonun temeli olan bu iki durum paradoksunu insanlara gösterebilmek için soyut temsilleri kullanır. İzleyici enstalasyon ile etkileşimini, enstalasyona fiziksel olarak yakınlaşarak oluşturur. Etkileşim olduğu süre zarfınca Iso-line, ziyaretçilere izole olma eylemini temsili olarak hem deneyimleyebilme hem de gözlemleyebilme olanağı sağlar.

OZAN ATALAN
HALA OYUNU ANLAMAYA ÇALIŞIYORUM
22 Mart- 28 Mart 2019
Bilsart Sanat Konuşmaları: Ozan Atalan & Nurseli Yorgancı
Moderatör: Esra Özkan
22/03/2019
Çocukların iç dünyası ana akım algıda genelde renkli olarak yerini almıştır. Benzer şekilde, “içimizdeki çocuk” deyimi sıkça karşımıza çıkmaktadır. Peki ya içimizdeki çocuk dünyada olup bitenleri kaygıyla izleyip karanlık bir oyunda anlamaya çalışıyorsa? Bir başka deyişle bu bir olup biteni anlama oyunuysa? Küresel ısınma, ekonomik krizler, doğal felaketler gibi çağdaş varoluşsal anksiyetelerin hayatlarımıza fazlaca müdahale ettiği bir dönemden geçiyoruz. Bu kaygıların temelinde ise insan-doğa arasındaki ayrımın yattığını düşünüyorum. Tanımsız bir çocuk oyununa analojik olarak bağlanan bu video enstalasyon, karanlık bir atmosfer yaratarak önündeki kültür-doğa ayrımını anlamaya çalışan, ona bir türlü anlam veremeyen, bu yüzden videoda yüzü sürekli dağılıp kendini bulamayan bir çocuk portresini HTML kodlarıyla kaplanmış taşlar ile birimleri dallarla değiştirilmiş saat mekanizmalarını bir araya getiriyor. İzleyici, incelemek için objelere yaklaştığında, projeksiyon ışığından ekrana vuran gölgesini de videoya dahil ederek deneyimin bir parçası haline geliyor ve bu durum, Platon’un Mağara Alegorisine de gönderme yapıyor.

BİLSART Hakkında
Bilsar, yıllardır güncel sanat alanında destek verdiği projelere bir yenisini ekledi. Sanatçılara video işlerini sergilemek için yeni bir alan yaratmak ve sanatseverleri bir araya getirmek amacıyla, ofis binasının garajını kâr amacı gütmeyen ve video sanatına odaklanan bir sanat mekânına dönüştürdü. Ocak 2018 itibariyle video sanatının güncel örneklerini, 15 günde bir değişen bir programla sunan Bilsart, yine bu alana odaklanan bir kütüphaneyi de kullanıma açtı.
Bu dinamik sergi programı dâhilinde koleksiyoner seçkilerine, küratöryel projelere, workshop ve panellere yer verecek olan Bilsart, aynı zamanda sanatçı, küratör ve koleksiyoner konuşmalarına da ev sahipliği yapıyor olacak.
Bilsart’ın kâr amacı gütmeyen bu sanat mekânının ajandasında yer alan bir diğer önemli etkinlik ise genç sanatçılara görünürlük sağlayabilmek adına yapacağı açık çağrılar.

Bilsart                                                                                               
Evliya Çelebi Mah, Kıblelizade Sk.
No:5/A 34430 Beyoğlu/İstanbul
Salı - Cumartesi
10.00 - 18.00

bilsart@bilsar.com                                     
www.bilsart.com                                                         
Bilsart | Bilsar’ın kâr amacı gözetmeyen bir sanat girişimidir.

27 Şubat 2019 Çarşamba

“BAKIŞ / GLANCE”: SALİHA YILMAZ - KADİR AKYOL

Kadir Akyol.
"Günlük hayatlarımızı, etrafımızı saran gündelik görüntülerle sürekli alışveriş halinde yaşıyoruz - genelde çok tanıdık, bazen beklenmedik ve yeni olabiliyor bu görüntüler ama bizi daima kendi hayatlarımız içinde doğruluyorlar.
Yine de bazen, aniden, beklenmedik bir şekilde ve çoğunlukla kaçamak-bakışların-yarı ışığında, bizimkiyle çakışan ve onunla hiç alakası olmayan başka bir görünür düzeni yakalayabiliyoruz." 
Sanatla Direniş, John Berger

SK Art Projects, 6 Mart – 3 Nisan tarihleri arasında Saliha Yılmaz ve Kadir Akyol’un “Bakış / Galance’’ adlı sergisini ağırlıyor. Galeri Artist Editions ve City’s Nişantaşı işbirliğinde düzenlenen sergide sanatçıların son dönem çalışmalarından oluşan bir seçki izlenebilecek.


Saliha Yılmaz.
“İnsanın en temel algılarından biri olan ‘bakma’ duyusu, belirli bir anlayışı içerdiği veya ifade ettiği ölçüde “bakış” halini alır. Sanat ise genel anlamda hayata alternatif bir varoluş alanı olarak böylesi imkanlı bir bakış alanıdır. Sanatçı kendi üslubuyla herhangi bir şey yaratmadan önce, yaşamı içinde bu bakışı “kurgular” ve sonuçta yaratılan eserler de bu bakışın izlerini taşıyan imgeler olurlar.
Son dönem eserlerinde güncel kent yaşamından kimlik meselelerine dek geniş konu aralığında; resim, heykel ve enstalasyon gibi interdisipliner üretimiyle öne çıkan Saliha Yılmaz, melez yapılar ortaya koyuyor. Kadın sorunları, cinsel politikalar, kentsel dönüşüm ve doğa ile ilişkilerimizi, desen, seramik ve pleksiglas gibi farklı malzeme ve teknikle işleyen sanatçı; ortaya insan, bitki, hayvan ve mimari karışımı formlarla hibrit örnekler çıkarıyor. Günümüz yaşantısı ve sosyo-politik sorunlarına eleştirel bir tonla yaklaşan “Yılmaz”; renk ve biçimi birarada kullanarak, her yönüyle giderek kimliksizleşen yaşamlarımızı “gerçeküstücü” bir bakışla sunuyor.

Kadir Akyol ise seçkide yer alan eserlerinde, temel bir disiplin olarak algıladığımız portre resmine kendi üslubunun bakışını katıyor. Yaşadığımız hız ve dijital çağında, popüler kültürden aldığı tanıdık figürleri, sıra dışı ve çok renkli paletiyle yorumlayan sanatçı, temsiliyet anlayışını genişleten bir ironi yakalayabiliyor. Portrelerdeki figürleri ait oldukları yer ve zamandan çekip çıkaran Akyol, böylece anlamsal olarak bir tür yabancılaşma etkisi ortaya koyarken; iktidar ilişkilerinin kültürel temsiline yönelik eleştirel bir bakış geliştirebiliyor.Gerçek anlamda belirli bir “bakma” anında, izleyicisiyle gözgöze kontak kurabilen bu portreler, her şeyin çoğalıp aslını yitirdiği günümüz dünyasında, şeylerin sahici doğasını sorguluyor.’’ Ali Gazi.


Kadir Akyol.

SK Art Projects
info@skartprojects.com



20 Şubat 2019 Çarşamba

“TAÇ MESAFESİ” SERGİSİ LABİRENT SANAT’TA

Ayşe Demirci, Nuh'un Gemisi - Gofer, 2018, karışık teknik, 30x30x20cm

Labirent Sanat, 21 Şubat - 30 Mart 2019 tarihleri arasında Taç Mesafesi | Crown Shyness başlıklı grup sergisiyle Ayşe Demirci, Hüseyin Aksoy, Murat Kosif, Serdar Oruç ve Sinan Orakçı’nın çalışmalarını bir araya getiriyor. Açılış: 21 Şubat 2019, saat: 18.30 - 20.30
Taç Mesafesi | Crown Shyness literatürde, bazı ağaç türlerinin en tepedeki dallarının kendi türünü korumak adına bıraktığı boşlukları tanımlamak için kullanılıyor. Boşlukların nedeni zararlı organizmaların bir ağaçtan diğerine geçmesini ve rüzgarda birbirlerine çarpmaları sonucu meydana gelebilecek zararları engellemek, ortak bir alan paylaştıkları için büyümelerini belli bir derecede sınırlandırmak ve fotosentez için kullanacakları ışığı maksimize etmek olarak açıklanan Taç Mesafesi tanımı, birlikte yaşamanın dinamiklerine dair bizi düşünmeye teşvik eden, doğada kendini ve dolaylı olarak diğer türleri korumak adına oluşan bir sistemin en anlamlı mesajlarından biri olarak yorumlanabilir.
İnsan doğada yaşam bulan, yaşamını doğa içindeki koşulların etkisiyle şekillendirip sürdüren, fiziksel ve ruhsal anlamda doğadan beslenip, ilişkiler ağı kuran, orada kültür ve medeniyetini inşa eden bir varlıktır. “Doğa”, uygarlıkların üzerinde yükseldiği fiziksel bir yapı olarak toplumların kendilerini gerçekleştirdiği, ruhsal olarak beslendiği ve imkanlarından yararlandığı bütünün kendisidir. Doğa, tüm canlıların birlikte var olduğu yaşam kaynağıdır. Bu çerçevede insan, kendini diğer yaşam formlarıyla birlikte daha büyük bir bütünün parçası olarak görmelidir.


Serdar Oruç, İsimsiz, 2018, kağıt üzerine karışık teknik, 45x45cm
Labirent Sanat’ta 21 Şubat’tan itibaren görülebilecek Taç Mesafesi sergisi, aynı coğrafyanın kültürel çeşitliliğinden ve kaynaklarından beslenip, eş zaman diliminde sanatsal üretimlerini sürdüren sanatçıların, güncel meseleleri faklı düşünce yapılarıyla ve medyumlarla ele aldıkları işlerine, doğa-insan diyalekti üzerinden bir bakış olanağı sunuyor.
Taç Mesafesi | Crown Shyness sergisinde yer alan işlerde genel anlamıyla doğa, var olanın bire bir sunumundan çok doğum, yaşam, ölüm, ekoloji, kimlik, yanılsama, gerçeklik ve uzam gibi kavramların açıklanması için metafor olarak ele alınıyor. Sergide sanatçıların güncel sanat pratikleri içinde doğadan yola çıkarak oluşturdukları metaforlar, işleri izleyiciler tarafından, farklı bakış açılarıyla yeniden ele almaya, yorumlamaya hatta fikirsel üretime katkıda bulunmaya davet ederken, anlamı derinlik kazanıyor.   
Küratörlüğünü Hande Özdilim’in yaptığı; Ayşe Demirci, Hüseyin Aksoy, Murat Kosif, Serdar Oruç ve Sinan Orakçı’nın son dönem işlerinin yer aldığı Taç Mesafesi | Crown Shyness başlıklı grup sergisini 30 Mart 2019’a kadar Labirent Sanat’ta izleyebilirsiniz.


Sinan Orakçı, No-1, 2018, karışık teknik, 80x160cm

Labirent Sanat
Asmalı Mescit Mah. Sofyalı Sok. No: 22 K: 1 34430, Beyoğlu / İstanbul
Ziyaret saatleri: Salı – Cumartesi | 11.00 – 19.00
info@labirentsanat.com | +90 212 243 86 81
Ayşe DEMİRCİ
1994'te Bursa'da doğdu. 2016 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden şeref öğrencisi olarak mezun oldu. Yüksek lisans eğitimine aynı üniversitede devam eden sanatçı katıldığı sayısız sergide, temelinde "mekan algısını" sorguladığı yapıtlarını izleyici karşısına çıkardı. Atölye çalışmalarına devam ederken, alternatif bir mekanda sergi açma hayalini sanatçı arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdi. 'Mağara' adını verdikleri bu sergide mekanı, fikri zeminine göre dönüştürme şansını yakaladı. Yapıtlarında, bireyin iç katmanlarından başlayıp kültürel zeminden de beslenerek yeni bir 'ben' bulma ve bu yeni 'ben' için kendine mekan var etme çabası anlatılır. Demirci, mekanı dış dünyadan korunma iç güdüsü ile sığınma alanı olarak değil de; bireyin kendini var ettiği, deneyimleme ve kurgulama şansı bulduğu alan olarak detaylandırır. Nihai olarak eserleri, bireyin olgunlaşma sürecinden sonra kendini bulduğu o anın sembolik bir uzantısıdır.

Hüseyin AKSOY
1996 yılında Mardin‘de doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar A.E.F Resim Anabilim dalı Hüseyin Avni Öztopçu atölyesinde öğrenim görmektedir. Birçok yarışmada ödül ve sergileme aldı, karma sergilere katıldı. Deneyerek çalıştığını sanatın deneysel olduğuna inanan ve çalışırken kendini hiçbir malzemeyle kısıtlamak istemeyen bunu yaparken de risk alarak bir simyacı gibi çalışmaktadır. Konularını tarihten ve güncel yaşamdan alarak toplumsal gerçekliğe politik bir bakış açısıyla dile getiren, bu imgeleri kullanırken “görmenin optik değil, ideoojik bir süreç” olduğunu belirtmektedir. Çalışmalarını İstanbul’da sürdürmektedir.

Murat KOSİF
1990 yılında İstanbul’da doğdu. 2009 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nü kazandı. Öğrenim süresi içinde çesitli karma sergilere katıldı, gravür uygulama atölyesini bitirdi ve öğrenci değişim programıyla bir yıl Sevilla Üniversitesi’nde eğitim gördü. Çalışmalarına Kadıköy’deki atölyesinde devam etmektedir.

Serdar ORUÇ
1987 yılında İstanbul’ da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünde, lisans ve lisans üstü öğrenim gördü. Yrd. Do. Dr. Hüseyin Avni Öztopçu atölyesinde sanatsal pratiklerini geliştirdi. Düşüncelerinin temel motivasyonunu oluşturan tabiat kavramı, tüm yapıtlarında, biçimsel ve tinsel anlamda deneyimlenmektedir. Tabiatın kendiliğindenliği, sürekli değişim ve dönüşüm hali, yaşamın oluşması için önceki yaşamların yok olması arasındaki ilişkisel bağlam sanat anlayışının iç iskeletini oluşturmaktadır. Yapıtlarında sürekli derinleşen içsel bir deneyin serüveni gözlenirken, izleyiciyi de ürkütücü bir yolculuğa davet etmektedir. Çalışmalarına İstanbul da devam etmektedir.

Sinan ORAKÇI
1995 yılında Bitlis’te doğdu. 2015 yılında Marmara Üniversitesi resim-iş öğretmenliği bölümüne girdi. NMK Çağdaş sanat atölyesi (İzmir), Ali Şimşek le çağdaş sanat atölyesi, gezgin ressamlar sanat atölyesi gibi birçok atölye ve sergiye katıldı. Çalışmalarını yaparken daha çok yaşadığı mekanlarla bağ kuran Orakçı genellikle atık malzemelerden yararlanıyor ve bu atık nesneleri dönüştürerek yeni bir gerçekliğe ulaşmayı hedeflemektedir.   İstanbul’da eğitimine devam etmektedir.