26 Aralık 2022 Pazartesi

“Zamane İstanbulları” Sergisi Pera Müzesi'nde: Megakent İstanbul’un Bin Bir Yüzü

Ahmet Sel.


Pera Müzesi, yeni sergisi Zamane İstanbulları ile bu kez megakent İstanbul’un güncel görsel anlatılarını bir araya getiriyor, günümüz İstanbul’una dair yaratıcı bir okuma denemesi sunuyor. 23 Aralık’ta açılan sergide, İstanbul’da yaşayan ve birbirinden farklı tarzlarda üreten 11 fotoğraf sanatçısı izleyiciye İstanbul’dan çarpıcı kesitler sunuyor. Sergi kataloğu ise, sergiyi oluşturan işlerden ilhamla, aynı konular hakkında çalışan, araştıran, düşünen veya kurmacalar yaratan yazarların kaleme aldığı metinlerle zenginleşiyor. Refik Akyüz ve Serdar Darendeliler’in küratörlüğünde gerçekleşen Zamane İstanbulları, 30 Nisan 2023 tarihine dek açık kalacak.

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nin yeni sergisi Zamane İstanbulları 11 fotoğraf sanatçısının yakın tarihli çalışmalarını farklı temalar altında buluşturuyor. Silva Bingaz, Osman Bozkurt, Ci Demi, Kıvılcım Güngörün, Ekin Özbiçer, Emin Özmen, Ahmet Sel, Ali Taptık, Kerem Uzel, Erdem Varol ve Cansu Yıldıran’ın  işlerinden oluşan fotoğraf sergisi, sanatçıların kenti kişisel bir etkileşim alanı olarak yorumlama pratiklerini ve İstanbul sokaklarında karşımıza çıkan olağanüstü, bir o kadar da olağan tuhaflıkları gündeme getiriyor. Bu temalar arasında kentin boşluk, yalnızlık, tekinsizlik ve eğretiliklerle bezeli topoğrafyası, sosyal ve politik hareketlilikleri, son yıllarda iyice belirginleşen göç meselesi, toplumsal hiyerarşi skalasında ‘öteki’ olarak etiketlenmeden yaşayabilmek için İstanbul’a sığınan genç bireyler, yüzyılın son çeyreğinde sayıları katlanarak artan mega projelerden biri olan Kanal İstanbul da var.


Ci Demi.


Serginin küratörleri Refik Akyüz ve Serdar Darendeliler, Zamane İstanbulları’nın kentin değişim ve dönüşüm haline dair bir anlatı olduğunu ifade ediyorlar: “Yaşadığımız son çeyrek yüzyıl, İstanbul’un fiziki anlamda katlanarak büyüdüğü, buna bağlı olarak ve bu sergideki işlerin de konu edindiği iç ve dış kaynaklı göç, mutenalaştırma, kentsel dönüşüm, politik ortam gibi başka nedenlerle de kültürel değişime uğradığı, giderek geçmişiyle bağını kaybettiği veya kaybettirildiği ilginç bir dönem. İşte Zamane İstanbulları, İstanbul’un içinde bulunduğu bu değişim ve dönüşüm haline dair güncel anlatıları bir araya getirip kentin bugününe dair katmanlı bir bakış oluşturma ve gelecekte bugünü inceleyecekler için hatırı sayılır bir kaynak yaratma umuduyla şekillenen bir fotoğraf sergisi.”

Serginin kentten belli kesitler almaya ve bugün deneyimlenen farklı İstanbullardan örnekleri ortaya koymaya çalıştığını belirten Akyüz ve Darendeliler, sanatçıların bunu yaparken sadece İstanbul’daki yaşama odaklanarak burada yaşayanların hayatlarını göstermeye değil, bilakis kentin topoğrafyasına ve yapılı çevresine, güncel sosyal/politik hareketliliklerine, ekolojik meselelerine, sokaklarındaki olağanüstü ama aslında olağan tuhaflıklarına, alternatif kültürlerine, tarihi boyunca var olan ama son on yılda iyice belirginleşen göç meselesine de değindiklerini belirtiyorlar.

Küratörler, İstanbul hakkında araştıran, düşünen, kurmacalar üreten bir grup yazarın, Yaşar Adnan Adanalı, Fırat Genç, Şebnem İşigüzel, Melisa Kesmez, Biray Kolluoğlu, Gamze Toksoy ve Sibel Yardımcı’nın sergideki fotoğraflardan yola çıkarak kaleme aldıkları metinlerin ise hem sergiye hem sergi kataloğuna önemli bir katman daha eklediğine ve zenginleştirdiğine dikkat çekiyorlar.


Erdem Varol.


Hafıza ve değişim

Zamane İstanbulları sergisinin katılımcılarından Emin Özmen’in çalışması, hem İstanbul’un kent hafızasında hem de yakın dönem Türkiye tarihinde önemli bir mihenk taşı olan Gezi Direnişi’nden bugüne kentteki toplumsal hareketliliğin peşine düşen fotoğraflardan oluşuyor.

Yirmi yılı aşkın süredir Türkiye’deki toplumsal değişimi belgeleyen Kerem Uzel, kentteki en sıcak gündemlerden biri olan, siyasi ve ekolojik açıdan büyük tartışma yaratan, Karadeniz ve Marmara Denizi’ni birbirine bağlayacak Kanal İstanbul projesi güzergâhında çektiği fotoğraflardan oluşan işleri ile Zamane İstanbulları’nda yerini alıyor.

Osman Bozkurt İstanbul’un nispeten yeni rekreasyon alanlarına, kente hakim kılınan taşra estetiğine, sürdürülebilirlikten uzak kent peyzajlarına ve bu alanlarla insanların kurdukları ilişkilere bakıyor.

Ali Taptık bir dönem Osmanlı’da modernitenin merkez üssü olmuş, İstanbul’un yakın zamana kadar nispeten ‘doğal’ kalmış ama son yıllarda hızla gelişen Kağıthane ve Şişli sınır bölgesindeki Galata, Keçi ve Cendere derelerinin etrafında orta-alt sınıfın yerleştiği mahallelerdeki yapısal dönüşümü güncel fotoğraflar, eski serilerinden bazı fotoğraflar, çeşitli kurumların arşivlerinden edindiği ve üzerinde ufak değişiklikler yaptığı haritalar üzerinden anlatıyor.

Ahmet Sel son yıllarda hem Türkiye hem de İstanbul özelinde çokça tartışılan bir gündem maddesi olan ‘göç’ meselesini ele alan ve sergi için özel ürettiği çalışmalarıyla Zamane İstanbulları’nda yer alıyor.


Cansu Yıldıran.


İstanbul’a sığınmak

Cansu Yıldıran uzun yıllara dayanan ve şimdiden binlerce fotoğraftan oluşan bir külliyata dönüşen fotoğraf serisinde, ailelerinden veya genel anlamda toplumdan baskı görmeden, toplumsal hiyerarşi skalasında öteki olarak etiketlenmeden, istedikleri gibi yaşayabilmek, kendileri olabilmek için İstanbul’a sığınan ama bu sığınmanın zamanla kentin belirli noktalarına sıkışma haline dönüşmesi ihtimaliyle de karşı karşıya kalan bireylerin, bir anlamda da kendi sonradan edinilmiş ailesinin yaşamına odaklanıyor.

Silva Bingaz İstanbul’u bir kişisel deneyim alanı olarak ele alıp yorumlayan bir isim. Gündelik hayatın yakıcı gerçeklerine zemin olduğu için İstanbul’u kendisi için en tehlikeli yer olarak gördüğünü söyleyen Bingaz, belgecilikten, tanımlamaktan, olanı olduğu gibi çekmekten ve formlar içine sıkışmış güzel fotoğraflar oluşturmaktan hoşlanmayan, sezgileriyle hareket eden ve hissettiklerini izleyicilere aksettirmeye çalışan bir fotoğrafçı.

Kıvılcım S. Güngörün sokak sokak dolaşarak kimi kısa bir zaman sonra yitip gidecek uçucu İstanbul parçaları toplayıp biriktiren ve bunları bir araya getirip kentle kurduğu epey karmaşık, biraz kasvetli, biraz oyunbaz ama her daim merakla şekillenen ilişkiyi anlatma yolunu seçen takıntılı bir koleksiyoncu/fotoğrafçı.

Ci Demi, tam anlamıyla bir İstanbul fotoğrafçısı. Tüm işleri İstanbul’a, İstanbul’la ilgili aşina tuhaflıklara odaklanıyor ve uğursuz olarak tanımladığı enerjinin peşinden koşuyor.

En büyük ilham kaynağı İstanbul olan, kentin sokaklarında rastladığı canlı/cansız süjelerine olabildiğince yakınlaşıp onları flaşının ışığıyla ‘parlatmaktan’ çekinmeyen tarzıyla dikkat çeken Erdem Varol İstanbul’un Doğu ile Batı, gelenek ile modernite, kalabalıklar ile tek başınalık arasında kalmışlığını çoğu zaman nüktedan bir dille görselleştiren bir seçkiyle sergide yer alıyor.

Ekin Özbiçer ise özelleştirme, metalaştırma ve muhafazakâr değerlerin daha da yükselişe geçtiği son 10-15 yılda Türkiye’nin geçirdiği sosyal ve politik değişimleri İstanbul ölçeğinde, görece daha batılılaşmış bir orta sınıf mensubu olarak, hem kendine hem de kentine oryantalist bir bakışla, kentin sokaklarında karşılaştığı kendiliğinden oluşmuş mizansenlerle görselleştiriyor. 

22 Aralık 2022 Perşembe

HORASAN İLE KEYİFLİ SÖYLEŞİ

https://www.youtube.com/watch?v=LBy5W9GSN6Q&t=696s

Mustafa Horasan bize muhteşem atölyesini açtı ve tüm samimiyetle sorularımızı yanıtladı. Röportajımızın tamamı Youtube kanalımda. 

HORASAN KİMDİR?

1965’te Aydın, Karacasu’da doğdu. 1986’da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nü bitirdi. Çalışmalarını İstanbul’daki atölyesinde sürdürmektedir. Birçok üniversitede görev yapan sanatçı, halen mezun olduğu üniversitede ders vermektedir. Horasan’ın yurti çinde ve yurt dışında özel koleksiyon ve müzelerde eserleri bulunmaktadır.

Yurtiçi ve yurtdışında katıldığı önemli sergiler: 1990 Grand Palais, “Paristanbul”; 1999 Sharjah Bienali; 1999 Karşı Sanat, “Ölüm=Ölüm”; 2001 “Modern Türk”, Has Ahırlar, Topkapı Sarayı; 2002 “Harem”, UPSD Sanat Merkezi; 2005 “Hırsız Kent”, Aksanat; 2009 İstanbul Modern “Yeni Yapıtlar Yeni Ufuklar” ve 2009 “Berlin İstanbul Next Wave”, Martin Gropius Bau.

Başlıca kişisel sergileri: 1992 Kare Sanat Galerisi; 1998 “Alacakaranlık”, Teşvikiye Sanat Galerisi; 2003 “Gece Bahçesi”; 2005 “İstila”, Evin Sanat Galerisi; 2007 “Kontrol Odası”, Milli Reasürans Sanat Galerisi; 2010 “İçimdeki Şeytanı Öldürürsen Meleği de Öldürürsün”, “Çarpışma”; 2012 “Labirent”, Pi Artworks.

Katıldığı uluslararası fuarlar: Contemporary Istanbul, Scope Basel, Art Dubai, Marrakech Art Fair, “A Selection of collection of Istanbul Modern” Bahrain National Museum, ArtInternational İstanbul ve Armory Show NY.


7 Aralık 2022 Çarşamba

BURÇİN ERDİ: “İNSAN RUHU İÇİN BİR GEN YOK”

Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik | mixed media on canvas, 120,5x140 cm.


Labirent Sanat 8 Aralık 2022 – 14 Ocak 2023 tarihleri arasında Burçin Erdi’nin son dönem çalışmalarının yer aldığı “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” isimli sergisini ağırlıyor.

“(…) doğa tanımlamaları içinde cebelleşirken karşıma çıkan; aslında son gibi gözükenin bir başlangıç olduğunu gördüm. Benim için ölüm bir başlangıç oldu. Doğada ölüm yoktu ve doğa sürekli kendini tekrarlayıp yeniliyordu. Bu dairesel hareketin başlangıcı bedenimizde (hücrede) başlıyordu. İnsan doğumu ölümünün başlangıcı değil miydi? Ve karşıtlıklar birbirine ne kadar benziyordu”.

Burçin Erdi “Doğa Ana” (2018) ismini verdiği sergisinin kataloğunun giriş yazısında, üretimini şekillendiren doğum-ölüm karşıtlığının, resimleri üzerindeki belirleyici etkisinden söz eder. İnsanı diğer canlı varlıklardan ayıran, tam da bu sonluluğunun bilincinde varlık olması değil midir? Ölümle yüzleşme zorunluluğumuz, yaşamın temel açmazlarından kaygıya sebep olur. Yaşamlarımızın bir noktasında, derin bir varoluşsal anlam krizi olarak ortaya çıkan kaygı, kim olduğumuzu seçme sorumluluğumuzu açığa çıkarır ve bize hayatımızda değişiklik yapma ilhamı verir. Varoluşçu psikoterapist Rollo May kaygıyı, “sanki dünya kapınızı çalıyordur ve bir şey yaratmak, bir şey yapmak zorundasınızdır” benzetmesiyle tanımlar. Dolayısıyla kendi özünü bulabilmiş insanlar için kaygının; yaratıcılık ve cesareti teşvik eden özelliğini vurgular.


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik - mixed media on canvas, 125x160 cm.


Belirsizlik içinde ileri atılan bireyin duyumsadığı, geleceğe yönelik umut, insan ruhunun arkasındaki itici güçlerden biridir. Umut insanın seçtiği kişi olabilmesi, zorluklara katlanması, bu zorlukların üstesinden gelmesi ve ilerlemesi için gerekli motivasyonu sağlar. Bu, türümüzün tanımlayıcı özelliğidir. Bir sebeple umudu ortadan kaldırdığınızda, aslında insanlığının bir parçasını da ortadan kaldırmış olmaz mıyız? Peki, bir kişinin geleceği; kendi seçimleri, kaderi, şansı, hırsı, arzusu, tutkuları veya zekasıyla değil de anne babasının seçimleriyle belirlenseydi, durum nasıl olurdu? Bu türden bir belirlenim, kişinin yaşamında umuda yer bırakır mıydı? Başkası tarafından kurgulanmış bir yaşamın, varoluşun sorumluluğu kimde olurdu? Kendi irademizin dışında şekillenen bir yaşamın otantikliğinden bahsedilebilir mi?

21. yüzyılda ticarileştirilmiş genetik mühendisliğinin toplum üzerinde yaratabileceği olası sosyal sonuçları konu edinen “Gattaca” (1997) filminde toplumun cinsiyet, etnisite veya ırka göre kutuplaşması yerine, bireyin toplumdaki yerini ve değerini belirlemenin birincil yolu olarak, kişinin genetiğinin kalitesine yöneldiğini görürüz. Bir kişinin geleceği artık hayatında bir şeyler yapma arzusu veya hırsı tarafından belirlenmez, bunun yerine zeka, atletizm veya işyerindeki potansiyel için, genetik yatkınlıklarına göre değerlendirilir.  Nihayetinde süper insan nesilleri yaratmak öylesine iyi sonuçlar vererek yaygınlaşmıştır ki, gen düzenlemesi ile tasarlanmayan çocuklar görece azınlıktır. Genetiği düzenlenmiş süper insanlar kadar yetenekli ve güçlü olmadıkları içinde toplumsal yaşamda ayrımcılığa uğrarlar. Filmde genetiğine müdahale edilmemiş Vincent ve genetiği tasarlanmış kardeşi Anton’un birlikte büyüme sürecine tanık oluruz. Vincent'ın ruhu ve hayallerine ulaşma isteği, toplumu alt etmesini sağlar. Tanrı vergisi genetiğiyle bile istediğini elde eder. Günümüzde dünyaya hükmetme gücüne sahip insanın (beyaz-batılı-erkek) teknolojinin olanaklarıyla, türünü kusursuzlaştırma mücadelesinde gözden kaçırdığı, karşıtların birbirini var etmesi olabilir mi?


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik - mixed media on canvas, 125x160 cm.


İnsanın evreni ve kendi varlığını anlamlandırma sürecinde, belki de üzerinde en az bilgiye ulaştığı kavram zihindir. İlkçağ Yunan felsefesinde “psykhe”, tüm yaşamın temel ilkesi olarak “ruh”; bilincin merkezi olarak da zihin anlamında kullanılırdı. Bu iki anlamıyla bağlantılı olarak, bedene can veren yaşama gücü, yaşam ya da canlılık ilkesi olarak kullanılmıştır. İlkçağ düşünürleri bedeni, ruh-beden düalizmi içinde yorumlamıştır ve ikincil konumda tutulmuştur. Platon bedeni ruhun mezarı olarak, kökleri artık gökte değil yerde olan bir insanlığın kökten kusuru olarak görmüştür. Dini öğretilerde de beden gelip geçici olan, hazların ve günahların kaynağıdır. David Le Breton “Bedene Veda”da çağdaş bilimsel söylemde bedenin, kişiyi taşıyan kayıtsız bir madde olarak düşünüldüğünü; artık özneden ontolojik olarak ayırt edilen bedenin, iyileştirmek için üzerinde etkide bulunulan bir kullanım nesnesine dönüştüğünü; insanın kimliğinin kökü değil, kişisel kimliğin içinde eridiği bir hammadde olduğunu ifade eder.

Gattaca için de kusurlu, hastalıklara açık, kırılgan olan, bedeniyle tamamen faydacı amaçlı bir sipariş nesnesine dönüşen çocuğun, kendi kimliğine ne kadar yer kaldığı sorusu, sanki kökeni çevreleyen koşullar önemsizmiş gibi sorulabilir. David Le Breton; çocuğun, endüstriyel çoğaltılabilirlik çağında, Benjamin’in incelediği sanat eseri gibi biricikliğini, aura’sını, farkını kaybetmez mi? sorusu cevabını içinde barındırır.

Burçin Erdi’nin Labirent Sanat’ta “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” başlığı altında bir araya getirdiği resimlerinde orman, mağara gibi doğa betimlemelerinin merkezinde neonatal ya da fetüsleri görüyoruz.


Burçin Erdi, 11222, 2022, tuval üzerine karışık teknik | mixed media on canvas, 30x30 cm. 

Bu izleyende ister istemez ilk anda orman ya da mağara olarak algıladığımız yerin aslında anne karnı olabileceği fikrini yaratıyor. Gördüğümüz insan bedeninin mikroskobik görüntüsü mü, yoksa doğa içindeki bitkilerin ya da ağaçların bir soyutlaması mı? Yoksa beklenen, eşzamanda her iki yaşam kaynağına dair bir anlatı kurmamız mı? Yeni doğan; sanatçının izi olan resmin mi, yoksa atalarının hükmetmeye çalıştığı doğanın mı merkezindedir? Nitekim bilim ve tekniğin geldiği son aşamada kadın bedeninin de işlevlerinin teknik olarak formüle edildiği, hakim olunabilen biyolojik bir ayrıntıya indirgendiği söylenebilir.

Burçin Erdi’nin Labirent Sanat’ta gerçekleşecek sergisi ismini, Vincent’in yaşadığı zorlu süreçlerden sonra dile getirdiği “insan ruhu için bir gen yok” repliğinden alıyor. Doğum-ölüm, doğa-insan, insan-hayvan, zihin-beden, doğal-yapay gibi ikilikler Burçin Erdi’nin düşünsel ve üretim süreçlerini etkileyen gizil kavramlar.  “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” sergisiyle tüm bu sorulara yatıştırıcı, nihai yanıtlar aramaktan çok geleceğe dair önermeler üzerinde düşünmek ve tartışmak için sizleri 8 Aralık 2022 – 14 Ocak 2023 tarihleri arasında Labirent Sanat’a bekliyoruz.

Kaynaklar:

•Burçin Erdi, “Doğa Ana | Mother Nature” sergi broşürü, 25 Aralık 2018-18 Ocak 2019, Cer Modern Hub – Ankara.

•David Le Breton, “Beden Veda”, Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yayıncılık, İstanbul-Ekim 2016.

•Rollo May, “Yaratma Cesareti”, Çeviren: Alper Oysal, Metis Yayınları, İstanbul-Şubat 2015.


Burçin Erdi.


Burçin Erdi Kimdir?

Burçin Erdi 2003 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim bölümünden Sakıp Sabancı Özel Sanat Ödülü’nü alarak üçüncülükle mezun oldu. Yüksek lisansını ve sanatta yeterliliğini aynı üniversitede tamamladı. Tez çalışmalarını İspanya Sevilla Üniversitesi’nde yaptı. Bir dönem İspanya’da yaşadı. 33. DYO Resim Yarışması, T.C. Orman Bakanlığı Resim Yarışması, 3. Şefik Bursalı Resim Yarışması gibi birçok yarışmada önemli derecelerin sahibi oldu. Birçok uluslarası ve yurtiçi sergi, fuar, bienallere katıldı. Eserleri özel ve banka koleksiyonları, müze ve galerilerde yer alan Burçin Erdi, İstanbul’daki atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor.

Labirent Sanat

Çatma Mescit Mah. Tepebaşı Cad. No: 56 K: 2 34430, Beyoğlu / İstanbul

Ziyaret saatleri: Salı - Cumartesi: 11.00 - 19.00

info@labirentsanat.com | +90 531 712 45 25


5 Aralık 2022 Pazartesi

Brave and Strong Women of Wencke Uhl

Wencke Uhl, who often reflects images of women from different ethnic backgrounds on her canvases, strongly advocates reclaiming the female body and femininity through the eyes of a female artist.

Interview by Ummuhan Kazanc

 

                                Wencke Uhl, “Salt’n’Pepper”, acrylic and paper on canvas, 120 x 120 cm.

Dear Wencke Uhl, at what stage of your life did you decide to be interested in art? When was the breaking point?

I’m not sure when I got interested in art, but I have always been a very visual person. Be it illustrations, photographs, movies or fashion and lifestyle – I like looking at things. To this day, I can enjoy a beautiful cinematography as much as a good story, just like I don’t judge but I do appreciate a pretty book cover, and I find clothing an expression of personality.

I have painted for as long as I can think of.­ Probably like most kids, it was one of the first things I did. I have always painted and or created one thing or another, but I think I took up painting more excessively in recent years, because I finally have enough time to pursue it seriously.


        

                                    Wencke Uhl, “Pretty in Pink”, 2022, Acrylic and oil on canvas, 100 x 120 cm.


You are a figurative paintress and you draw inspiration from human beauty and the female form. What does figure painting mean to you?

What I like about figure painting is that I find the human expression is among the strongest and most diverse forms of articulation. A facial expression or posture can comprise and reflect so many feelings at once – more than a tree, house, animal or, to me, also abstract objectless art ever could. Also, as a teenager I wanted to become a fashion designer. I believe painting women is a remnant from this time.

While most of my paintings have a somewhat realistic approach, I’m not striving to be a photorealistic paintress. I like adding strong contrasts, patterns, or playing with exaggerated light and shade whenever I feel it supports the mood or attitude I want to convey.

Do you work with a live model or do you paint with inspiration from the people around you?

I use photographs for reference. These can be of random people I see in magazines or online, stars and starlets or people around me. It’s not so much about the specific person though but about a mood or the way the person holds themselves that catches my interest. And I always modify my paintings from the reference photo to make it my own creation and not just a copy.


Wencke Uhl in her studio.


 

What do the women who make up the subject of your paintings tell the audience, do they have a message?

They’re strong, emancipated women of every ethnicity and I wish both to counter traditional images (of women) as being subordinate or inferior and to promote diversity, self-confidence, and freedom. Moreover, women have long been underrepresented in the arts and have usually been filtered through the male gaze. So, while I’m not much of a feminist, I’m a strong advocate of reclaiming the female body and femininity through the female gaze.

Popular culture, gender rights, identity, equality should be an endless source of inspiration for you. How popular culture and social events affect you and your art?

They are a huge influence for me. I love how popular culture has evolved in recent decades – how stereotypes are broken down into more diverse categories and images, and I love the vibrant culture it thus continues to create. This dynamic is exactly what I’d like to portray and reflect in my art.

According to “Social Identity Theory” identity is formed, among other factors, by our significant others, so family and friends and today also strongly by the media. And while the media in the past have fostered very limited social roles of and for women, just like other marginalized groups, I’d like to add my version to the cluster.

In your paintings, women look very strong and are represented in bold colors. How would you explain this approach?

I came of age on the 90’s, the beginning of establishing the image of emancipated women in popular culture. This image strongly influenced my view of the world and how it should be. So, I feel like passing on and nurturing this image. I like using bold colors because I find it underlines the bold attitude I wish to convey, but also because I simply find it aesthetically pleasing.


                       Wencke Uhl, “Looking Out”, 2021, Acrylic and paper on high-quality canvas stretcher, 70 x 70 cm.



We see combination of different art styles like pop art, realism, impressionism, illustration art and so on in your paintings. Can you tell us a little about your style and technique?

I just like all those styles a lot and wouldn’t want to decide for one. More importantly though: all those styles are a reaction to their time. As, for example, impressionism was a reaction to the rise of photography, which threatened to replace hitherto realistic painting and thus, created the desire to newly establish painting as a relevant form of art. In the same way my mix of styles and mediums is a product of today’s reality, in which boundaries are floating and we have seemingly endless influences and possibilities.

Lastly, can we learn about your futures plans? Do you have exhibitions?

I currently have a group exhibition at Maison 10 in New York City, which I’m very excited about, and which runs until mid-August. I do have two projects in mind for the fall, but nothing’s been finalized, so I can’t tell, yet J


Wencke Uhl Biography

Wencke Uhl is a contemporary figurative painters living and working in Germany. She draws inspiration from human beauty and the female form. As a teenager Uhl wanted to become a fashion designer and her fashion-forward aesthetic continues to shine alongside the deliberate and differentiated elements that define the vivacious and independent nature of her subjects. Uhl still likes to “dress” women in shapes and patterns, but her focus shifted from the purely fashion-oriented to including elements of storytelling. 

Her works capture a situation, a moment, or an expression, playing with concepts of identity and self-image, and reflecting the vibrant pop culture and mood of today’s transitional time. Emancipation, diversity, equality, and liberty are a natural and inherent part of her idea of how the world should be. Consequently, she is usually drawn to subjects displaying a certain independence, strength, and nonchalance.

Freed of the male gaze, Uhl celebrates femininity by capturing images of powerful women that have their own agenda and that defy objectification and subordination. Her subjects are dripping in bold colors that exude a compelling and vivid dynamic. Uhl creates her paintings using acrylics, oil paint and decoupage. Experimenting with different techniques, texture, and patterns, Uhl demonstrates mastery of graphic lines, composition, and color theory.

While her themes, saturated color palette and way of stylization employ the aesthetic vocabulary of pop art, her style also draws on realism, impressionism, illustration art and modernism as well as film and photography. Thus, it firmly places her in the pluralism of contemporary art. Her work is sold internationally throughout the US, Europe, and Australia.