ümmühan kazanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ümmühan kazanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2023 Cumartesi

AHMET YEŞİL’İN “İZ/LER” SERGİSİ BRIEFLYART’TA

Ahmet Yeşil, “İz (İmgeler 4)”, 2023, tuval üzerine yağlıboya, 200x150 cm.


Ressam Ahmet Yeşil’in son dönem çalışmalarından oluşan “İz/ler” başlıklı yeni kişisel sergisi, 14 Aralık’ta Brieflyart Galeri’de açılıyor! Açılış 14 Aralık 2023 Saat 18.00’da. 
Sanatçının, her zaman olduğu gibi duygu potasında erittiği anıları, birikimleri, özlemleri, tutkuları, acıları, mutlulukları bir ahenk içinde tuvale yansıttığı çok katmanlı eserlerinin yer aldığı sergi, sanatseverlere görsel bir şölen vadediyor. “İz/ler” sergisi, 14 Aralık 2023 – 14 Ocak 2024 tarihlerinde Brieflyart’ta ziyaret edilebilir.

Yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda sergi açan, karma sergilere dahil olan ve önemli koleksiyonlarda eserleri bulunan Ahmet Yeşil’in son dönem çalışmalarından oluşan “İz/ler” serisi de diğer çalışmalarında olduğu gibi çok katmanlı, çok sesli eserler. Aslında sanatçı eserlerini oluştururken duygularının izlerini aktarmak için yola çıkmaz. Duygu potasında erittiği tüm bu duygu anıları, birikimleri, yaşanmışlıkları, özlemleri, tutkuları, heyecanları, düşüncüleri, acıları, mutlulukları resmin oluşum sürecinde bir ahenk içinde fırçanın ritmiyle tuvale yansır. Resim bittiğinde bu ritim ahengi sanatçının kendisine de yepyeni sorular sormasına yol açar. İzleyici kadar sanatçı da resmin karşısında onlarca sorunun cevabını arar. Resim artık bir duygu denizidir. İzler, imgeye dönüşmüştür. Artık izleyici bu imgeler arasında kendi gerçeğini, kendi duygu fırtınalarını görmeye başlar. Sanatçı geri planda, hem kendi resmini hem de resmini inceleyenlerini izler.


Ahmet Yeşil, “İz (İmgeler 1)”, 2023, tuval üzerine yağlıboya, 200x160 cm. 

Sergi kataloğunu kaleme alan sanat yazarı ve eleştirmen Dr. Öğr. Üyesi Fırat Arapoğlu, Ahmet Yeşil’in “İz/ler” serisini şu cümlelerle anlatıyor: “Ahmet Yeşil’in çalışmalarında renk kullanımı, kompozisyon ve tema vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Doğanın güzelliği ve geçişler, ustaca yakalanır. Böylece doğanın dönüşümü, yaşamsal süreklilik ve kaçınılmaz olan, sanatçının çalışmalarında ustaca betimlenir. Bu Friedrich Nietzsche’nin izi, olmuş olan her şeyin sonsuz sayıda tekrarlanacağı fikri olan ebedi tekerrür fikriyle ilişkilendirmesine benzer. Ayrıca Ahmet Yeşil’in çalışmaları yer yer romantik ve hatta melankolik bir güzellik ve huzur içerir. Ama öte yandan kayıplar ve özlemlerle ilgilidir. Solgun renk kullanılan formlar, kaybolan bir şeyin veya birinin izlerini temsil eder. Bu, bir kişinin ölümünü, bir ilişkinin sonunu veya bir hayalin gerçekleşmemesini işaret eder. Böylece Platon'un Phaedrus'unda izi, konuşulan sözün soluk ve kusurlu bir taklidi olarak gördüğü yazıyla ilişkilendirmesinin ötesinde, Ahmet Yeşil ustaca izi görünür kılmaktadır. Bu kayıplarımızı ve kimliğimizi mütemadiyen anımsamanın ustaca inşa edilmiş bir yoludur.”

Sergi koordinatörlüğünü sanat editörü Ümmühan Kazanç’ın yaptığı “İz/ler” sergisinde sanatseverleri görsel bir şölen bekliyor. Kazanç, Ahmet Yeşil’in sergisini “Ahmet Yeşil’in sanatını ve yarattığı sıra dışı plastik dili, görsel şöleni anlamak, duyumsamak, hissetmek için, olağanca doğallığıyla sizi içine çeken tuvallerinin karşısında biraz vakit geçirmeniz yeterli. Siz resimleri, resimler de sizi anlayacaktır…” sözleriyle anlatıyor.

“İz/ler” sergisi, 14 Aralık 2023 – 14 Ocak 2024 tarihlerinde salı-cumartesi günleri 10.00 – 19.00; pazar günleri 13.00 – 19.00 saatleri arasında Brieflyart’ta ziyaret edilebilir.

Bilgi için:       

brieflyart.com

instagram.com/brieflyart

twitter.com/brieflyart

facebook.com/brieflyart

Adres: Gümüşsuyu Mah. İnönü Cad. Ongan Apt. No: 43A Beyoğlu/ İSTANBUL

(Alman Başkonsolosluğu karşısı)

Tel:0 (532) 179 29 62


Ahmet Yeşil, “İz (İmgeler 3)”, 2023, tuval üzerine yağlıboya, 160x120 cm.


AHMET YEŞİL HAKKINDA

Ahmet Yeşil, Mersin’de yaşıyor ve çalışıyor. 1973-1985 yılları arasında Ressam Nuri Abaç, İlhan Çevik ve Ernur Tüzün atölyelerinde resim eğitimini aldı. 2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne başladı. Sanatçının ülkemizde ve Almanya, Amerika, Kanada, Hollanda, İngiltere, Çin, Tayvan, Hindistan başta olmak üzere birçok özel koleksiyonda yapıtları yer almaktadır. Yurt dışında İngiltere Kraliyet Koleksiyonu, Kushimoto Türk Müzesi’nde; yurt içinde T.C. Cumhurbaşkanlığı Koleksiyonu, T.C. Kültür Bakanlığı Koleksiyonu, Eczacıbaşı Koleksiyonu, Akbank Koleksiyonu, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi gibi birçok müze ve kurum koleksiyonlarında eserleri yer almaktadır. UNICEF Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği üyesi olan Ahmet Yeşil, şimdiye kadar yurt içinde ve yurt dışında 132 kişisel sergi açtı, 321 karma ve yarışma sergisine katıldı. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda 25 ödül aldı. Sanatçı yurt dışında; Tac Mahal Sergi Salonu (Mumbai/Hindistan), Çağdaş Sanat Müzesi (Kazan/Rusya), Peninsula Galeri (Pekin/Çin), Haydar Aliyev Kültür Merkezi (Bakü/Azerbaycan), 101 Sanat Galerisi, (Taipei/Tayvan), Ludwig Galerie Schloss, (Oberhausen/Almanya), Amsterdam Hause of Art Gallery, (Amsterdam/Hollanda) gibi birçok kurumda sergi açmış, ülkemizi uluslararası platformlarda temsil etmiştir.

20 Mayıs 2014 Salı

AHMET YEŞİL: “GÖRSEL OLAN SATAŞIR, ÖRTER VE ESTETİK AKLIN DUYARLIĞINA YERLEŞİR”



Ahmet Yeşil’in resimlerine ilk baktığınızda onun imzası haline gelen deniz-gemi halatı ve makara ipliklerini görürsünüz. Sonraki bakışlarınızda bu ipler sizi görsel bir şölenin içine çeker. Resimler size sataşır, tüm benliğinizi sarmaya başlar ve aklınızda siz ne görmek isterseniz o imge, o görsel lezzet kalır. Ressam Ahmet Yeşil, “Görsel Dokunuşlar” ismini verdiği 100. Kişisel sergisiyle Oberhausen Sarayı Ludwig Galeri Panorama Salonu’nda sanatseverlerle buluşuyor. Sergi, 24 Ağustos 2014 tarihine kadar izlenebilir.     

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sayın Ahmet Yeşil, 100. Kişisel serginiz olması sebebiyle özel bir anlam taşıyan “Görsel Dokunuşlar” serginiz, Almanya’nın Oberhausen şehrindeki Oberhausen Sarayı Ludwig Galeri Panorama Salonu’nda 4 Mayıs’ta açıldı ve 24 Ağustos 2014 tarihine kadar devam ediyor. Siz de açılışa katıldınız. Bize biraz açılış atmosferini ve izleyicilerin tepkilerini anlatabilir misiniz? Siz neler hissettiniz?
4 Mayıs’ta belirtiğiniz mekan da sergimin açılışında ki atmosferi anlatmak çok zor. Her yeni sergide yaşanılan heyecanın, coşkunun, endişenin -tabi bu endişe bir korkma, ürkme ifadesi değil- 100. sergimin önemli bir sanat mekanında olması durumu diye bilirim.

Sizin sergi açtığınız mekanın bir diğer galerisinde usta sanatçı Andy Warhol’un da sergisi vardı. Afişleriniz yana yana Almanya sokaklarında yer aldı. Nasıl bir duygu?
Evet, sergimin açılışına giderken; mekanın dışında, yollarda ve iç açık alanında Andy Warhol afişleri ile yana yan asılmış görünce çok mutlu oldum. Sanat tarihinin bu çok önemli sanatçısının sergisi ile benim sergimin bulunduğu mekanlar karşılıklı, aynı galeriye ait iki bina içinde olması onur verici. 100. Sergimin yanı sıra 34 yıllık sanat yaşamımın en önemli ödülü gibi bir duyguyu hissettirdi.

“Görsel Dokunuşlar” seriniz ile ilgili kaleme aldığınız metinde şu cümleleriniz dikkat çekiyor: “Sanatın yarattığı estetik/plastik değerler, dünyaya yansıyan bir atmosfer kurar. Gündelik yaşama kilitlenmiş insanların da, belki hiç ilgilenmedikleri bu yansımaların içinden geçmesi kaçınılmazdır; çünkü görsel olana bakmanın ötesindeki görme biçimi, yaşamı algılayan aklın görsel dokunuşlarıdır. Onları hiç istemese de yakalar, emerek içine soğurur ve beklemediği birileriyle ortak algıya zorlar.” Bu söyleminiz sizin eserlerinizi çok iyi tanımlıyor. İzleyicinin bu görsel dokunuşların içine girmemesi imkansız. Eserlerinizin yıllardır keyifle izlenmesinin en önemli sebeplerinden biri bu olsa gerek. Bu söyleminize neler ekleyebilirsiniz?
Esasında cevap da bu sorunun içinde. Bunu biraz açarsak; günümüzde gelişen teknoloji, getirdikleri ve götürdükleri ile görsel, yazınsal ve sanal sosyal iletişim kanalları yoluyla hazır davetli izleyici ile yaşamın günlük akışı içinde, hazırlıksız izleyici farkında olsa da olmasa da görsel olana dokunarak yaşamın akışı içinde buluşturuyor. Akar olan her şey kendi yatağını da geliştirerek yapar ki, buna eğitimi sanatın evrensel gücünü katmalısınız. Katamasanız yerel kalırsınız. Sergimin açılışında, sanatçı toplumundan sanat toplumunu yaratmış bilinçli bir izleyici topluluğu vardı, görsel olana dokunabilen, soran, sorgulayan izleyici karşısında siz de kendi gardınızı güçlü kılabilmek için bir sanatçıda olması gereken bilgi ve sanatınıza ait dilin söylemi içinden güçlü olarak izleyiciye dokunuyorsunuz. İzleyicin donanımı da size katkı sağlıyor.

“Görsel Dokunuşlar” serinizde daha önceki çalışmalarınızdan farklı olarak kusursuz iplik-halat kurgusunun içinden fırlamaya başlayan daha soyut imgeler görüyoruz. Yeni bir içsel patlamanın mı işaretleri bu görsel dokunuşlar?
Evet, kendi içinde bir dönemi oluşturan bir konseptin tüm tematik simgeleri dışlayarak, dış dünya ile plastik değerlerle soyut bir dil üzerinden görsel dokunuşlardır yaratmaya çalıştığım.

Sanat yaşamınızın en başından buyana, deniz-gemi halatı ve makara iplikleriyle görsel bir şölen sunuyorsunuz. Belli ki bilinçaltınıza yerleşen bu imge, sanatsal bir ifade aracına döndü ve sizin imzanız haline geldi. 100 kişisel sergi açtıktan sonra bu sanatsal objenin yerine, başka bir şey kullanmayı hiç düşündünüz mü?
Benim sanat serüvenimi yakından izleyenler, siz de bilirsiniz, kendi içinde zaten sürekli yeni dönemleri olanı, üreterek dönem geçişlerini görebilirsiniz. Her sanat yapıtının, yaratıcısına ait bir ifadenin anlamsal değeri üzerinden çalışan bir dışavurumu olduğunu söyleyebiliriz. Kendinize ait boşluklar üzerinden içe ve dışa dönük sorular sormaya başladığınızda yapıtın tüm boşluklarını semantik olarak doldurmaya başlarsınız. Sonrasında bilinç ve bilincin spontane refleksleriyle ortaya çıkan sanatsal edim, plastize edilmiş bir ifadenin resmi araçsallaştırması suretiyle bir tür dile dönüşür. İşte bu dil, sanat olması bakımından resmin, kendi olanağında karşıma çıkardığı yeni keşif mecralarının olasılıklar alanıdır. Yani birinin anı defterini okumaya başladığınızda her günün farklı izlerini görürsünüz, ama defter tümüyle kişinin kendisine aittir.

Bu serginiz ile birlikte birçok yeni sergi teklifi daha geldiğini duyduk. Önümüzdeki günlerde sizin eserlerinizi hangi ülkelerde göreceğiz?
Yurtdışında Almanya Oberhausen’de Ludwig Müzesi’nde 4 Mayıs-24 Ağustos 2014 tarihleri arasında, üç ay sürecek bir kişisel sergim var.
2015 yılında, Galeri Daniel Besseiche ile Cenevre ve Paris galerilerinde iki sergi düşünülüyor.
2014 yılında Aralık ayında Paris Carrousel du Louvre Müzesi’nde S.N.B.A. Salon Sergisi var.
2 Ekim - 2 Kasım 2014 tarihleri arasında Lüksemburg’ta karma bir sergiye katılıyorum.
Ekim 2014’te Düsseldorf’ta bir sergi için görüşmeler devam ediyor.
Yurtiçinde ise İzmir’de 1 Kasım 2014’te Ekol Sanat Galerisi’nde bir sergi ve Tüyap Sanat Fuarı’nda Galeri Soyut’la birlikte bir karma sergi projem mevcut.


Bilgi için: www.ahmetyesil.com

20 Eylül 2013 Cuma

BURUN FARKIYLA İSTANBUL

BURUN FARKIYLA İSTANBUL

Ümmühan Kazanç

İstanbul’da hala keşfedilmeyi bekleyen o kadar çok güzellik var ki, her geçen gün şaşkınlığımız artıyor. Tarihi, doğası, kültürel yaşamı yüzlerce gizi barındırıyor sınırları içinde. Bir şehir turumuzda fark ettik ki, İstanbul burunlarıyla da apayrı bir dünya. Kimisi kendi sessizliğine gömülmüş uzaklarda, sadece bir deniz fenerine ev sahipliği yapıyor. Kimisi kalabalık, neşeli ve popüler. “Şehrin canlı hayatına bir de burada tanık olun” diyor sanki. Oradan denize daha yakınsınız, esinti daha kuvvetli, akıntı ve çalkantı daha şiddetli. Bir de burun farkıyla İstanbul’u yaşayalım ve sizlere aktaralım istedik. “Burun” kelimesini gönül rahatlığıyla sarf ettik yazımızda. Burnu oldukça büyük olduğu için bu kelimenin kullanılmasını yasaklayan Sultan II. Abdülhamit artık bizi duyamaz.
Turumuza Avrupa yakasından başlıyoruz, ilk durağımız Sarayburnu. Haliç ile Marmara Denizi arasında yer alan burna, M.Ö. 7. yüzyılda ilk olarak Megaralılar yerleşmiş ve kente Byzantion adı verilmiş. Akropolis ve etrafında çeşitli pagan mabetleri inşa edilmiş, Bizans Dönemi’nde ise Mangena sarayı, çeşitli kiliseler ve Ayasofya Sarayburnu’nda yerini almış. Bugün tüm ihtişamı ile İstanbul’a deniz yolundan gelenleri karşılayan Topkapı Sarayı Osmanlı Dönemi’nde yapılmış. Adını buradaki saraylardan alan burun, günümüzde Gülhane Parkı, geniş yürüyüş alanları, restoran ve çay bahçeleri ile büyük ilgi görüyor. Deniz akıntılarının ve çalkantılarının en güçlü olduğu bu noktadan, Marmara Denizi ve Boğazın seyrine doyum olmuyor. Denizden burna bakıldığında ise yeşillikler arasından fırlayan Topkapı Sarayı’nın kuleleri, Ayasofya ve Sultanahmet Camii’nin minareleri benzersiz bir görsel şölen sunuyor. Ayrıca Sarayburnu Cumhuriyet tarihimizde de ilginç olaylara tanıklık etmiş. Samsun’a gitmek üzere Sarayburnu Rıhtımı’ndan hareket eden Atatürk anısına yapılan heykel, yeşillikler arasından boğazı kucaklıyor. 1926 yılında Avusturyalı heykeltıraş Krippel tarafından yapılan bu üç metrelik bronz Atatürk heykeli mutlaka görülmeli. 1924 Ağustos’unda Mustafa Kemal Sarayburnu'nda ilk kez şapka giymiş, 1928
Ağustos’unda ise burada Türk Alfabesi ile ilgili konuşma yapmış. 
Ortaköy’ün Kuzey sınırında yer alan Defterdar Burnu ise burada bulunan Defterdar Paşa Camii’nden almış adını. Şimdi, Ortaköy Camii olarak bilinen ve 1853-1855 yıllarında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan Büyük Mecidiye Camii, Ortaköy’ün sembollerinden biri. Ortaköy ve Defterdar Burnu’nda bulunan ve 17. ve 18. yüzyıllarda inşa edilmiş onlarca yalı, 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Dolmabahçe Sarayı’nın yapımı için ortadan kaldırılmış. Esma Sultan ve Naile Sultan yalıları günümüze ulaşmayı başarmış ender yapılar. Boğaziçi Köprüsü’nün en güzel seyredildiği bu burunda yer alan kahveler, restoranlar, barlar ve sokak aralarına kurulan hediyelik eşya standları özellikle hafta sonları gençlerin uğrak yeri. Ayrıca iskeleden hareket eden küçük tekneler, keyifli boğaz turları için ideal. Gecesi ve gündüzü ile bambaşka bir eğlence kaynağı olan Ortaköy, İstanbulluların vazgeçemediği bir adres olma özelliğini koruyor.
16. yüzyılda muhteşem bağları, 19. yüzyılda ise çilek bahçeleri ile ün salan Arnavutköy’de bulunan Akıntı Burnu, İstanbul’un renkli köşelerinden biri. 18. ve 19. yüzyılda yalı ve köşkler ile kaplı olan semt, çeşitli büyük yangınlar sonucu, bu muhteşem yapılarını kaybetmeye başlamış. Akıntı Burnu’nda yer alan Hasan Halife Bahçesi, Sadrazam İzzet Paşa yalısı, Mektupçu İbrahim Efendi yalısı 1797 yılında çıkan bir yangında yok olmuş. Yine de Akıntı Burnu mevkiinde bugün yaşamlarını sürdürmeye çalışan yalılar, geçmişin haşmetini günümüze taşımayı başarıyor. Akıntı Burnu çevresinde yer alan geniş yürüme yolu, uzun sahil gezintisini sevenler için bulunmaz bir fırsat. Olta balıkçılığının en yaygın olduğu noktalardan biri yine Akıntı Burnu. Günün her saati, her yaştan kadın ve erkeğin buluşma noktası olan burun, tarihi iskelesi ve feneriyle şirin bir boğaz noktası. Lüks balık restoranları, barları ve modern kahveleri ile Arnavutköy ve Akıntı Burnu oldukça canlı ve renkli bir yaşam sunuyor.
Boğaziçi’nin bir başka keyifli semti Kireçburnu’nun adını Osmanlı Dönemi’nde burnun tam karşı yakasında bulunan kireç ocaklarından ya da buradaki kireç iskelesinden aldığı düşünülüyor. Yemyeşil doğası, temiz havası ile Osmanlı Dönemi’nin en önemli sayfiye yerlerinden olan bölge, bugün de bu özelliklerini korumayı başarmış. Ağaçlarla kaplı yamacı, sahildeki geniş ve uzun yürüyüş yolu, sahil lokantaları, boğaza açılmayı bekleyen gezinti tekneleri ile Kireçburnu, özellikle hafta sonu gezintilerini sevenlerin uğrak yeri. Üstelik boğazın Karadeniz’e açıldığı noktanın engelsiz seyredilebilmesi burayı diğer burunlardan farklı kılıyor.
Bir de İstanbul boğazında el değmemiş, sadece deniz fenerlerine ev sahipliği yapan burunlar da var. Bunlardan biri Çalı Burnu. Rumeli Kavağı’nı geçtikten sonra, yaklaşık yirmi kilometre ileride Garipçe Köyü’ne ulaşmanız gerekiyor. Özellikle doğa sporlarını sevenlerin ilgisini çekecek keyifli bir tırmanıştan sonra ulaşılan Çalı Burnu’nun tepesinde yer alan küçük bir deniz feneri boğaza Karadeniz’den giriş yapan gemilere yol gösteriyor. Tepelerden nefes kesen Karadeniz ve Anadolu Feneri manzarasını seyretmek ise tarifsiz.
Çalı Burnu’nun hemen karşı yakasında Fil Burnu ve daha sonra Kavak Burnu yer alıyor. Anadolu Kavağı’nı geçtikten sonra ulaşılan bu burunlarda da yerleşim yok ama İstanbul’un bozulmamış doğasının peşindeyseniz rotanız bu burunlar olmalı. Anadolu Kavağı’ndan Beykoz’a doğru ilerlerken karşımıza çıkan Selvi Burnu da sessiz sedasız yaşamına devam ediyor. Burası Beykoz balıkçılarının, balık avına çıktıkları bir iskeleyi barındırıyor.
İstanbul’un en eski yerleşimlerinden biri olan Kanlıca’nın da aynı adı taşıyan bir burnu var. Kanlıca Körfezi’nin güneyindeki bu çıkıntıya Lembos Burnu, Kıbrıs Muhassılı Burnu, Küçük Akıntı Burnu da deniliyor. Geçmişte yalıları, musiki alemleri ve tabii ki hala ününü koruyan yoğurdu ile tanınan semt, bugün sahildeki restoran ve kahveleri ile canlılığını koruyor. Burunda yer alan tarihi yalılar geçmişe tanıklık etmeye devam ediyor.
Kandilli Akıntı Burnu olarak da bilinen Kandilli Burnu, etrafını çevreleyen yemyeşil koruları ve ağaçlıkları ile görülmeye değer. İskelesinde yer alan balık lokantaları ve kahveleri keyifli bir gün geçirmek için mükemmel. Osmanlı Dönemi’nde bağları, bahçeleri, kasırları ve yalıları meşhur olan Kandilli, seçkin bir muhit olma özelliğini koruyor.
Boğaz’dan ayrılıp Marmara Denizi’ne doğru ilerlediğimizde Moda Burnu karşılıyor bizleri. 19. ve 20. yüzyılda İngiliz, Fransız, İtalyan aileleri ve onların yaptırdıkları muhteşem villaları ile tanınan Moda, plajı, iskelesi ve Deniz Kulübü ile dillere destan bir yaşamın sürdürüldüğü semtlerden biriydi. Şimdi çay bahçeleri, iskelesi etrafındaki şık restoranları ile özellikle hafta sonları oldukça ilgi gören burun, gün batımını seyretmek için ideal.
Adını 1562 yılında inşa edilen fenerden alan Fenerbahçe, hala burun kısmında bu tarihi fenere ev sahipliği yapıyor. Bizans Dönemi’nde yazlık sarayların, Osmanlı Dönemi’nde padişah bahçelerinin bulunduğu Fenerbahçe Burnu, bugün yine o günleri aratmayacak güzellikte bir parkı barındırıyor. Rengarenk çiçekleri, kahvaltı ve çay servisleri ile ünlü minik kahveleri ile hayatınızı renklendirecek bu park, her mevsim ayrı bir keyif sunuyor. 20. yüzyılın başında plajıyla da ünlü olan Fenerbahçe Burnu’nda bugün İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü ve Galatasaray Spor Kulübü'nün deniz sporları tesisleri sıralanıyor.
Çevrelerindeki yaşamları ile hafta sonu turları, akşam yemekleri, doğa gezintilerine olanak tanıyan burunlar, bizlere İstanbul’un burunlarıyla da bambaşka bir dünya olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.


Yazı: Ümmühan Kazanç, “Burun Farkıyla İstanbul”, Skylife, Ekim 2002, s.52-62.