Mario Prassinos, “Othello (1963)”, Yün, alçak çözgülü halı, 120 x 145 cm., Özel
Koleksiyon, © ADAGP, Paris 2016 |
Pera Müzesi, 25 Mayıs – 14 Ağustos 2016
tarihleri arasında “Mario Prassinos, Bir Sanatçının İzinde:
İstanbul-Paris-İstanbul” sergisi ile sanat yaşamına 20. yüzyıl avangartları
arasında Paris’te başlayan Mario Prassinos’u ağırlıyor. Sergi, 20. yüzyılın bu
özgün ve Türkiye için gizli kalmış sanatçısını, doğumunun 100. yılında, doğduğu
semt Pera’da sanatseverlerle buluşturuyor. Sorularımızı serginin küratörü Seza
Sinanlar Uslu yanıtladı.
RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ
Ü.K.- Seza Hn, sizin küratörlüğünüzde
Pera Müzesi yine özel bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Mario Prassinos (1916-1985),
Türkiye için gizli kalmış bir sanatçı dersek yanlış olmaz sanırım. Mario
Prassinos ile ilgili bir sergi açma bir fikri nasıl olgunlaştı?
S.S.U.-
Bu soruya biraz detaylı yanıtlayacağım zira bu hikâye çok ilginç. 2006-07
yıllarında doktora tez araştırmam sırasında 19. yüzyılın Pera’sında yayımlanan
Fransızca gazeteleri dönemin entelektüel ve sanatçılarını takip edebilmek üzere
tarıyordum. Bu çalışmada Stamboul gazetesinde özellikle bir yazarın eleştiri
yazıları ilgimi çekiyordu. Bu kişi Prétextat Lecomte’du. Adının Prétextat oluşu
sıra dışı gelmişti, çünkü Fransızca “prétexte” kelimesi bahane demekti. Nereye
baktıysam bilgiler derinleşmiyordu. Esrarengiz bir figürdü. Sonra bir gün
google’a sordum bana “Les Prétextats” isimli Mario Prassinos’un yazdığı kitabı
gösterdi. Kitabı tanıtan sitede kitabın resimli olduğu bilgisi vardı. Hemen
sipariş ettim. Kitap geldi. Bir heyecan açtım, Prétextat’nın yüzünü göreceğim
gibi bir hisse kapılmıştım ki, siyah beyaz ve soyut yapıtlar gördüm. Resimlerin
altında Mario Prassinos yazıyordu. Yani kitabın yazarı bu resimlerin de
sahibiydi. Prétextat daha belirlenmeden şimdi de Mario Prassinos çıkmıştı.
Mario
Prassinos, “Sarı-Kırmızı-Siyah Ağaç (1962)”, Aside yedirme baskı, akuatint ve soğuk kazı, 76 x 56,5 cm., FNAC 35357, Centre national des arts plastiques, © ADAGP, Paris 2016 |
Kimdi
bu Mario? Kitabı bir solukta okudum ve anladım ki Prétextat, Mario’nun
anneannesinin ikinci eşi yani üvey dedesiydi. Mario, ressamdı. İstanbul’da
doğmuştu. Ama yaşamı Paris’te devam etmiş ve 1985’te de ölmüştü. Kime
ulaşabilirim derken kızı Catherine Prassinos’la irtibat kurdum ve 2009 yılında
Paris’te babasının evinde kendisini ziyaret ettim. Gerek o gün evde gördüğüm
yapıtlar, gerekse daha sonra eriştiğim çalışmalar ve Mario’nun kişisel öyküsü
beni çok etkiledi. Gördüğüm eserler çok çarpıcıydı ama hiç birini tanımıyordum.
2011 yılı sonunda Catherine’i tekrar ziyaret ettiğimde sergi fikrimi ona açtım,
bir dosya yapıp Pera Müzesi’ne gidebileceğimi söyledim, görüşlerini aldım. Sanatçının
yapıt eksperi olarak yardımcı olacağını söyledi ve ben 2012’de Pera Müzesi’nin
kapısını çaldım. Mario, onlar için de bilinmeyen bir isimdi, ama kısa zamanda
bu saklı kalmış sanatçıyı, doğduğu topraklara geri getirme fikri hepimizi öyle
güçlü bir yerden cezbetti ki doğumunun 100. yılında Pera’lı bu Rum sanatçıyı
yine Pera’da izleyicilerle buluşturmaya karar verdik.
Ü.K.- İstanbul’da Rum kökenli sanatçı
bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mario Prassinos’un sanat yolculuğunu
sizden dinleyebilir miyiz? Daha çok eğitim aldığı Paris’teki sanat dünyasından
etkilenmiş, döneminin moda akımlarını takip etmiş bir sanatçı diyebilir miyiz?
S.S.U.-
Paris’teki sanat ortamından nasıl etkilendiğine gelmeden evvel dilerseniz çok
kısa çocukken İstanbul’daki ev ortamından bahsedelim. Zira sanatla tanışması
Paris’e gitmeden çok evvel doğduğu evde gerçekleşiyor. Şöyle ki, Mario’yu bulmamıza
bahane olan Prétextat Lecomte gazetesindeki eleştiri yazılarının yanı sıra bir
ressam ve mozaik ustası olarak da tanınıyor. Baba Lysandros Prassinos ise
edebiyat öğretmeni ama amatör bir ressam ve fotoğraf denemeleri yapan biri. Düşünün
bir çocuksunuz, evde bir odada babanız, diğerinde dedeniz sürekli sanatla
ilgililer, okuyor, yazıyor ve çiziyorlar. Bu durum size nasıl etkiler? Bu alt
yapı üzerine Paris’teki ilk gençlik yıllarına baktığımıza Mario’yu öncelikle
edebiyat çevresinde görüyoruz. Henri Parisot ile tanışıyorlar. Parisot –
Prassinos dostluğu, haftalık mektuplaşmalarla kısa sürede Mario’nun kitap
illüstrasyonlarının ortaya çıkışını hazırlıyor. Ve hemen akabinde 21
yaşındayken dönemin büyük sanatçılarının katıldığı L’Art Cruel sergisine davet
ediliyor. Bu ilk tecrübeden sadece 45 gün sonra da ilk kişisel sergisini açıyor
ve savaş başlayana kadar Prassinos sürrealizmin genç temsilcilerinden biri
olarak kendini gösteriyor.
II.
Dünya Savaşı ve sonrasında sürrealizmin etkisini yitirdiğini, modernizmin
kavramsal sürece yöneldiği bu yıllarda Mario’nun da bir anlamda kendi yoluna gittiğini
söyleyebiliriz. Soyut çalışmalar hala etkili olmakla beraber, bu yıllarda resmi
kendini anlama aracı olarak kullanmaya başladığını görüyoruz.
Mario
Prassinos, Eygalières, Provence (1983), Fotoğraf: Yves Gallois, Centre d’Archives Mario Prassinos, © ADAGP, Paris 2016 |
Ü.K.- Mario Prassinos, sanatının ilk
dönemlerinden farklı bir yöne evriliyor ve 1970’li yıllarda İstanbul’dan izler
taşıyan peyzajlar üretmeye başlıyor. Sanatçının bu dönemi hakkında neler
söyleyebilirsiniz? Mario Prassinos’un İstanbul’unu nasıl tanımlarsınız? Hangi
yıllar arasında İstanbul’da yaşamış? Sanırım Paris’te vefat etmiş.
S.S.U.-
Türk Peyzajları serisi aslında bir anda ortaya çıkmıyor. 1958 yazını Spetses
adasında geçiren sanatçı, burada servi resimleri yapıyor. Servilerin Prassinos
için özel bir anlamı var. Çocukken evlerinin terasından Üsküdar’daki servi
koruluklarını izlediğini yazıyor sanatçı. Spetses adasının da Büyükada ile
ilişkili gördüğünü ifade ediyor. Yani serviler, belleğinde yer alan imgelerden
biri olarak sanatçının geçmişe yönelişinin hazırlayıcısı oluyorlar. Nitekim bu
yönelme onu bir taraftan da ata figürlerine; baba ve dedesine odaklanmasını ve
soyut imgesel portreler yapmaya sevk ediyor. Türk Peyzajları tam da bu safhalardan
sonra ortaya çıkıyor; diğer bir deyişle ressam ata figürlerden ata yurduna
yöneliyor.
Mario’nun
İstanbul’unu tanımlamaya gelirsek resimleriyle beraber sanatçının kaleme
aldıklarına da bakmak gerekir. Ölmeden iki yıl önce yazdığı La Colline Tatouée
/ Dövmeli Tepe kitabı açıkçası küratör olarak benim için de çok önemli bir
kaynaktı. Ressamın tam bir yazara dönüştüğü bu kitapta yer yer kurgusal yer yer
bellekten dökülen anılar Mario’nun geçmişine, doğduğu şehre dair hislerini
zihnindeki İstanbul’u anlamamızda yol gösterici oldu. 6 yaşında yaşadığı yerden
ayrılan bir çocuk neyi ne kadar hatırlayabilir diye sorabiliriz. Ama bu sorunun
cevabı Mario Prassinos özelinde neredeyse tüm bir sanat kariyeri olarak
karşımıza çıkıyor desek mübalağa etmiş olmayız. Ölene kadar İstanbul’a hiç gelmemiş
olmasına rağmen, resimlerinde bilinçaltından gelen imgelerle çocukluğuna
dolayısıyla İstanbul’a dair imgelerin izini sürerken bir yandan da olanca
samimiyetiyle geri dönmeyi hayal etmiş olduğunu görüyoruz.
Ne
mutlu ve hoş bir sürprizdir ki araştırmalarımız sonunda Prassinos Ailesi’nin İstanbul’daki
evini bulduk. Hatta dairenin sakinleriyle Catherine Prassinos’u da buluşturduk.
Böylece sergi kataloğunda Son Sözde Mario Prassinos’un yazdığı eve geri dönüş
hayalini de bir biçimde gerçekleştirmiş olduk.
Ü.K.- Sanatçı, resim çalışmalarının yanı
sıra kitap illüstrasyonları, dokuma ve gravürler de gerçekleştirmiş. Sergide bu
eserlerin de örnekler yer alıyor. Sergi için Mario Prassinos retrospektifi
diyebilir miyiz?
Evet,
sergiyi retrospektif bakış açısıyla kurguladık. Dekor, kostüm ve seramik
tasarımları dışında tüm farklı teknik ve farklı tür yapıtlarından en özel, en
çarpıcı örnekleri seçtik.
Mario
Prassinos, Kırmızı Alpilles (1978), Bakır üzerine akuatint, aside yedirme baskı
ve kazıma, 57 x 76 cm., FNAC 35371, Centre national des arts plastiques, ©
ADAGP, Paris 2016 |
Ü.K.- Serginin hazırlanmasında
sanatçının kızı Catherine Prassinos’un da önemli bir rolü var. Mario
Prassinos’un eserlerinin uzmanı aynı zamanda. Babasının sanatına bu şekilde
sahip çıkması ve temsil etmesi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
S.S.U.-
Fransa’da oldukça yaygın bir durum bu aslında. Sanatçıların eserleri
vefatlarından sonra ailenin mülkiyetine geçiyor. Ve aile bireyleri de eğer
ilgileri varsa doğal olarak eksper olarak tanımlanıyorlar. Neticede “babamın
resimlerini en iyi ben tanırım” dediklerinde karşılarında kimse hayır deme
cesareti bulamıyor. Dolayısıyla çok sanatçı yetiştirmiş Fransa’da bu yolla eksper
olmuş çok isme rastlıyoruz. Catherine Prassinos da bu yolla eksper olmuş ama babasının
yapıtlarını gerçekten iyi bilen ve araştıran biri. Öyle ki bu sıfatı kendi
yaşamında profesyonel bir mesleğe dönüştürmüş.
Soldan
sağa: Pera Müzesi Genel Müdürü Özalp Birol; Mario Prassinos uzmanı Catherine
Prassinos; sergi küratörü Seza Sinanlar Uslu. |
Ü.K.- İstanbullu izleyicilere, bu
sergiyle ilgili ne gibi özel ipuçları verebilirsiniz? Sergiyi gezerken
özellikle neyi atlamamalılar? Hangi eserin önünde özellikle daha fazla vakit
geçirmemeliler?
S.S.U.-
Hepsinin! Ben bir şey söylemesem de izleyiciler sezgisel olarak birçok esere
önü alınmaz bir merakla kendiliğinden yaklaşacaklardır. Bundan eminim
diyebilirim zira sergilediğimiz yapıtlar hakikaten çok çarpıcı ve farklı. Her
bir eserin ağırlığı öylesine göz ardı edilemezdi ki sergiyi tasarlarken mekânı
dengeli kullanmaya eser sayısını kontrollü tutarak mekânda bir tür eser
bombardımanı yapmamaya özellikle özen gösterdik. Bilgi panolarında da
olabildiğince net ve duru olmaya çalıştık. İzleyiciler için tatmin edici
olacağını umuyorum.
Bununla
beraber şunu söyleyebilirim ki, benim zihnimde İstanbul’da bir Mario Prassinos sergisi
yapma fikrini doğuran yapıtları dokumalarıydı. Özellikle Turquerie, Rose Turque
ve Suaire yani kefen çalışması benim için sergide mutlaka yer alması gereken
eserlerdi. Öyle de oldu.
Mario
Prassinos, “Kuzgun (1952)”, Ağaç baskı, 28 x 36 cm., Centre d’Archives Mario
Prassinos, © ADAGP, Paris 2016 |
Ü.K.- Son olarak Türk Sanat Camiasından
sanatçılarla yakın ilişkisi olmuş mu? Öğrencisi olan Türk sanatçılar var mı?
S.S.U.-
1950-60’larda Türkiye’den Paris’e giden, oraya yerleşen birçok sanatçı var.
Araştırma sürecinde bu konuyu derinleştirmek istemiş olmama rağmen çok net
ilişkiler saptayamadım. Catherine “Bir Abidin vardı, bize gelirdi, babamla Türk
ve Rumu oynarlardı aralarında” diyor. Muhtemelen Abidin Dino’dan bahsediyor. Ama
bugün bunu kesinleştirecek yanıtı alabileceğimiz Dino Ailesinden kimse yok.
Umuyorum ki bu röportaj vesilesiyle Prassinos’u tanıyanlar çıkabilir ve bize
ulaşabilirler. Benim kişisel kanaatim Mario’nun Fransa’daki popülerliğini göz
önünde bulundurursak ve de içinde yer aldığı güçlü entelektüel çevreyi dikkate
alırsak onu tanımış yerli sanatçılarımız mutlaka olmalı.
En
azından şundan emin olabiliriz ki bu sergi ile bu şehirde Mario Prassinos’u
bundan sonra tanıyan çok kişi olacağız.
Mario Prassinos, “Denizin Gecesi (1972)”, Bakır üzerine akuatint ve soğuk kazı, 76 x 56 cm., FNAC 35364, Centre national des arts plastiques, © ADAGP, Paris 2016 |
Mario Prassinos, “Ağaçlar (20 Temmuz 1984)”, Tuvale yapıştırılmış Arches kâğıdı üzerine yağlıboya, 75,4 x 105,8 cm., FNAC 35303, Centre national des arts plastiques, © ADAGP, Paris 2016 |