heraklesin on iki görevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
heraklesin on iki görevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2021 Pazartesi

HERAKLES’TEN BU YANA NE DEĞİŞTİ Kİ?

Maide Bulak oto portre, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.


Maide Bulak’ın 7-31 Mart 2018 tarihleri arasında Nişantaşı F Sanat Galeri’de düzenlenen “Herakles” sergisi; mitolojinin en
 popüler kahramanlarından biri olan Herakles ya da Herkül’ün on iki görevi üzerinden, M.Ö. 2000’li yıllardan günümüze güç, iktidar, öfke, şiddet kavramlarının toplumsal, kültürel ve siyasi psikoloji açısından çok da değişiklik göstermediğini bir kez daha resim ve heykeller aracılığıyla plastize ediyor. Mart 2018 tarihinde ArtUnlimited dergisinde yayınlanan röportajı arşivde bulunması amacıyla bloğumda da yayınlıyorum.

 

 RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ


 

Maide Bulak,
Ümmühan Kazanç.


Ü.K.-Herakles’in on iki görevi -ya da dayatılan emirler-, mitolojinin en çok bilinen hikayelerinden biridir. İktidar, güç, varlık ve hatta şiddet olgularının ön plana çıktığı bu miti serginde Maide Bulak’ın bakış açısından ya da günümüzün sosyal değerleri üzerinden nasıl yorumluyorsun? M.B.-Herakles mitolojide önemli bir karakterdir. Gücü, cesareti, kurnazlığıyla ve yarı-tanrı kimliğiyle tanınır. Bu mitte, Herakles verilen emirler üzerinden bir kahramanlık hikayesi yaratmıştır çünkü bütün emirleri başarıyla gerçekleştirmeyi başarmıştır. Herakles’in on iki görevine yönelik bu yaptırımların sebebi verilen emirlerdir.

Verilen emirler, çoğunlukla ya da her zaman yapılması gereken bir durumu ya da olayları ortaya çıkarır. Emirler, insanın üzerinde büyük bir baskı yaratır ve bu dayatılan bir durumdur. Emri kabul edebilmemiz için bizden daha kuvvetli birinden emir almamız ya da hiyerarşik bir düzen içinde olmamız gerekmektedir. Günümüzde emir alma ya da verme durumu; din, devlet, askerlik, aile vb. gibi birçok hiyerarşik kurumlarda varolmaya devam eder. Komutan askere, anne çocuğuna, işveren işçisine emirler vere dursun, bunun psikolojik yansımalarını ve yığılmalarını görmezden geliriz. Emir almanın doğal bir süreç olduğunu sanırız. Çünkü bu sistemin içine doğmuşuzdur. Emir verilerek büyütülmüşüzdür. Herakles’in hikayesinde de, mitolojik bir figür, toplum dışına itilme korkusunun yanı sıra vicdani rahatsızlığını gidermek amacıyla emre itaat eder.

Bu sergimde Herakles’in hikayesi üzerinden, son yıllarda tüm dünyada emir-komuta zincirinin giderek adaletten uzaklaşmasına, demokratik değerlerin yitirilmesine, şahsi cinnet vakaları sonucu kadınların gördüğü şiddete, çocukların öldürülmesine kendi sanatsal ifadem ile dikkat çekmeye çalıştığımı söyleyebilirim.


 

Maide Bulak, Keryneia Geyiği, 2013, Fotoğraf kağıdı üzerine karışık teknik, 106x126 cm.


Ü.K.-Herakles’in on iki görevini, sergide yer alan eserler bağlamında nasıl anlattın?
 Nemea Aslanı, Lerne Hydra’sı, Erymanthos Yabandomuzu, Keryneia Geyiği, Stymphalos Gölü Kuşları ve diğerleri… Mitin bu kötülüklerini anlatırken, sen de oldukça mücadele vermiş olmalısın resimlerin karşısında? Ne kadar süredir bu proje üzerinde çalışıyorsun?
M.B.-Herakles’e her biri birbirinden zor görevler verilir ve başarıyla tamamlar. Herakles gerçekleştirdiği bu görevlerin kazanımında, başarının en temel ve bariz biçiminin hayatta kalmak ve yara almadan kurtulmak duygusu olduğunu ortaya koyar. ‘Kitle ve İktidar’ isimli kitabın yazarı Elias Canetti’ye göre; insan bu duyguyu edinmek için iki yol izler. İlk olarak insanın tehlikeyi belli bir mesafede tutmak istemesi, ikinci yol ise tehlikeye izin vererek yüzleşmesidir. Herakles ikinci yolu seçer. Kahraman, öldürerek hayatta kalmaya çalışır. Günümüzde de kitle, kahraman veya kurban rollerini üstlenmiştir. Seçimlerimizin, yaşantımızdaki enerjinin başlıca kaynaklarıdır. Bu doğrultuda kendini kurtarmak için en uzun zamanı harcayabilirsin. Yeni bir yaşam oluşturma adına... Kurtulmayı başaramayan kurbanlar ise kuşkusuz özgürleşmeyenlerdir.

Canetti şöyle devam eder; ‘Tehlikeyle yüzleşen ve ondan gerçekten kurtulan, sonra bir başka tehlikeyle yüz yüze gelen, hayatta kalma anlarını üst üste yığan insan, yaralanmazlık duygusunu edinen insandır. Ancak bu duyguyu elde edince gerçekten bir kahraman olur, her türlü riski göze alabilir; çünkü artık korkacağı hiçbir şey kalmamıştır. Hayatta kalmanın en alt biçimi öldürmedir. Hayatta kalma mücadelesinde her insan diğer bütün insanların düşmanıdır ve asıl galibiyet olan hayatta kalmayla karşılaştırıldığında, çekilen bütün ıstırap önemsizdir. Bu kahramanın seçtiği yoldur.’

Evet, bu sergiyi gerçekleştirmem ve bitirmem beş yılı buldu. Bu benim için de uzun ve zorlu bir süreçti. Bu zaman zarfında, dönem dönem kurban veya kahraman rolüne büründüm. Bu seriyi hayata geçirirken ‘kurban’ rolünde olduğumda, bazı noktalarda kaçış içinde olduğumu gördüm. Kahramanlık anlarımda; yeniden bu mitin canlandırılmasına ya da toplumsal ve siyasi sorunlara sanat üzerinden dikkat çekmeye çalıştım.



 

Maide Bulak, Stymphalos Kuşları-2, 2015, Fotoğraf kağıdı üzerine karışık teknik,
142x106 cm., (özel koleksiyon).


Ü.K.-Bu sergiden diğerlerinden farklı olarak heykeller de yer alıyor. Bu sergi için özel olarak
 tasarladığın heykelleri biraz anlatabilir misin?
M.B.-Evet, bu sergide ilk defa heykel işlerim oldu. Bu heykellerin, sergide hikayenin gereği, tamamlayıcısı olacağını düşündüm. Herakles bir görevi, Geryoneus’un sığırlarını Cebelitarık Boğazı’ndan geçirerek Yunanistan’a götürmekti. Libya çölünü geçmek zorundaydı. Aşırı sıcaktan dolayı Güneş’e bir ok atar. Güneş de ona cesaretinden dolayı altın bir kayık verir. Böylelikle görevini yerine getirebilir. Buradaki en önemli olgu, tehlikeyi saptamakla yüzleşmiş olmasıdır. Aslında bu riski artırmış gibi görünmektedir fakat ona meydan okumuştur. Bu altın kayık, Herakles’in sürüyü götürme ve çölde kalma mücadelesinde, doğanın ona sunacağı bir ödül haline dönüşmüştür. Dayanma gücünün, yenilmezlik duygusunun onu daha bütünlüklü bir zırh gibi sarmasını sağlamıştır. Bu hikayeyi altın bir kayık ile sembolleştirdim.

Doğa ve mitoloji ayrılmaz bir bütündür. Bu mitin sembolik anlamlarından yola çıkarak, sihirli, altın boynuzlu Ceryneian geyiğini ve Hesperides’lerin koruduğu altın elma veren ağaç heykellerini tasarladım.


 

Maide Bulak, Altın Elma, 2018, bronz, altın kaplama elma, 36x39x37 cm.  detay.


Ü.K.-Soyut - Figüratif Ekspresyonist resimlerinde oldukça farklı bir teknik kullanıyorsun. Öncelikle kendine has tekniğinle elde edilen ettiğin gri, siyah, beyaz lekesel arka plan ile daha sonra resme dahil olan figürler arasındaki güçlü bağı nasıl tanımlarsın?

M.B.-Resmin genelinde elde ettiğim monokrom bir dilin üstünden ilerliyorum. Evet, bunu farklı bir teknikle sunuyorum. Fotoğraf kağıdının üzerinde yarattığım tonajlarla, kompozisyonlarımda bir bütünsellik elde ediyorum. Siyahın ve grinin onlarca tonunu elde ettiğim zemin üzerine, figür ya da nesnelerin organik bir şekilde yer almalarını sağlayıp, renklerle ilişkiye geçirip, organik dokular elde ediyorum. Tanımladığınız gibi Soyut-Figüratif Ekspresyonist resimlerimde; fondaki soyutlamalarımı, fondan figüre renk geçişlerinde iletiyorum. Böylece, karanlık-aydınlık, şiddet-sakin gibi kavramları ön plana alabiliyorum. Figür ya da figürlerle karşılaşılma anlarında, bunun dramatik ve uyarıcı bir anlam örgüsünde olmasını sağlıyorum.

 

Ü.K.-Fırat Arapoğlu, sergi kataloğu için kaleme aldığı yazısında Herakles serini şöyle anlatıyor: ‘Küresel ölçekte çoğunlukla gözlemlediğimiz gibi bir -öfkeli insan- durumuna tanığız, şiddet her yere yönelmiş ve dağılmış durumda. Total bir huzursuzluk halini gösteren bu durum, pozitif bir kanala aktarılamaz mı? Karşıtlık ve çatışma, pozitif bir sürecin ilk başlangıcı olarak görülemez mi? Maide Bulak da bize, resimleri ve heykelleri aracılığıyla, sanatın çığlığını iletir gibidir. Böylece mitoloji, sadece mitoloji değil, yaşayan bir kültüre, çağımızın bir panoramasına dönüşür. Bu serinin gücü, tam da burada yatmaktadır.’ Bu seri üzerinden çağımızdaki şiddet konusu resimlerinin gizli ancak ana fikri midir?

M.B.-Ana fikirlerden bir tanesi diyebiliriz. Ama genel anlamda toplum ve iktidar başlığı altında toplayabiliriz. Toplumu bir arada tutan verilen emirlerdir ve bunu kabul edebilmemiz için kendimizden daha kuvvetli bir şey olduğunu varsaymamız gerekir. Korku içinde yayılan bir durumdur. Bu durum ne tartışılır ne de sorgulanır, sadece uygulamaya yöneltir. Bu baskı tanımlanamayan bir şiddeti açığa çıkartır. İtaatkâr kişiliklerde düşmanca hisler uyandırır. Bu aslında tarihsel bir döngüdür. Dayatılan emirler silsilesi ile yüzleşmek, içimizde oluşan şiddeti dönüştürebilmek, bu döngüyü kırmak gerekiyor. Doğanın simgeleriyle oluşturduğum figürlerde, insanın şiddete başvurmadan önceki fiziksel ve ruhsal halini izleyiciye sunmak istedim.

 

Ü.K.-İnsanlık tarihini İlk Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ, Yakın Çağ gibi sözde insanlığın gelişimi üzerinden dönemlere ayırarak inceliyoruz. Hatta şu anda Uzay Çağı’nda yaşadığımız kabul ediliyor ama insanoğlunun bazı açılardan psikolojik ve kültürel evrime hiç uğramadığını, hatta ilkel kaldığını bile söylemek mümkün. ‘Herakles’ten bu yana ne değişti ki?’ desek yanlış olmaz sanırım.

M.B.-Tarihte, insanoğlunun birçok düşmanı olmuştur. Bunları kıtlık (açlık), hastalıklar (salgınlar), savaş (şiddet) adı altında toplayabiliriz. Çağımızda bunları bir nebze olsun mücadele edilir duruma getirmiş olmak, doğayla başa çıkma mücadelesini gösterir bize. Fakat kendimize düşmanlığımız, zaferi getirecek en zor durumdur. Bu doyurulamaz bir egodur. Oysaki hayatta kalanın verdiği savaş, şiddetin dozajını her seferinde biraz daha artıracaktır. Bu yaptırımların sonucu belki de iktidar olma duygusudur. Sürekli tekrarlanan hayatta kalma dürtüsüyle hazzına devam eder.

Bu doğrultuda insanın kendine sorması gereken soruları olacaktır. Ne kadar şiddete eğilimliyiz? Yaşantımızda aldığımız emirleri bir kurban olarak mı yoksa bir kahraman olabilmek için mi hayata geçiririz?



Maide Bulak, Diomedes’in Kısrakları, 2017, Fotoğraf kağıdı üzerine karışık teknik, 90x106 cm.