kibele sanat galerisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kibele sanat galerisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Şubat 2023 Çarşamba

Kırk Yıl Sonra Hala Genç, Atak ve Cüretkâr Bir Sanatçı: Balkan Naci İslimyeli

Balkan Naci İslimyeli.


Türk sanatında öncü karakteriyle büyük açılımlar yaratan, çağdaş sanatın özgür ifade olanaklarını ve değer ölçütlerinin sınırlarını zorlayarak sanat alanlarını sürekli yenileyen Balkan Naci İslimyeli, 27 Şubat 2010’a kadar İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde yer alan sergisiyle 40. sanat yılını kutluyor.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ



Balkan Naci İslimyeli, "Çile".


“…Sanatı, o sınırsız düş alanını sonuna kadar hayatımda tutmalı ve onun tam ortasında olmalıydım. O zaman görünür dünyada kapatıldığım yer neresi olursa olsun oradan kaçabilirdim; dosdoğru kendi ülkeme…” sözlerini yıllar önce söylemişsiniz. Dolu dolu 40 yıldır kendi ülkenizde yaşıyorsunuz. Bu 40 yıldan aklınızda kalan en önemli noktalar nelerdir?

40. sanat yılım… Evet, zaman çok çabuk geçiyor. Geriye baktığınızda ‘ne kadar çabuk geçti’ diyorsunuz ama tek tek yaşadıklarınızı hatırladığınızda çok uzun bir mücadeleden geçtiğinizi anlıyorsunuz. Bu sadece sanatsal mücadele değil, Türkiye’nin politik, siyasal ortamında verdiğiniz mücadele de var. Düşünün; üç büyük darbe ve hepsini bizim kuşak yaşadı. O koşullarda sanata devam etmek, edebilmek çok zordu. Bugün Türk modernizmini 1980’lerle başlatmayı düşünenler var, bu çok yanlış. Öncesinde verilen mücadeleyi, Turgut Özal döneminin sonrasındaki liberal açılım sürecinin geniş olanaklarıyla kıyasladığınız zaman ne kadar büyük bir savaş verdiğimiz anlaşılır. Bunun değerinin yeterince kavranabildiğini sanmıyorum. İşte bu kırk yıl içinde aklımda kalan en önemli noktalar, sanatta direnme kararlılığımın hayatımı en çok zorladığı anlar oldu.


Balkan Naci İslimyeli.


Kırk yılda ne kadar sergi açtınız?

Kırk yılda yaklaşık 50 kişisel sergi açtım. Yüzlerce grup sergisine katıldım. Aidiyet duygum yoktur. Bu nedenle süreç içersinde herhangi bir gruba ait olmayı istemedim. Bağımsız kalmak istedim. Kendi deneylerimi, kendi maceramı kendim yaşayayım ve bunun bedelini kendim ödeyeyim istedim. Onun için de sanatımda çok risk aldım, bunun dünyada da örneği azdır. Kendini her sergisi ile yenileyen, hem değişimini sürdürebilen, hem de kendi kalabilen sanatçı… Kırk yıl boyunca bunu sürdürebilmek kolay değil. Ben fiyatlarım ile öğünmüyorum fakat verdiğim mücadeleyi önensiyorum. Bu önemli bir savaşımdı. Kırk yıl böyle geçti. Kuşaklar yetiştirdim. Bugün Türk resminde önemli yerlere gelmiş pek çok sanatçı öğrencim oldu. Ben sanatçının bütün alanlara ilgili, tam bir entelektüel olmasından yanayım. Çünkü bu donanımınız olmayınca yaptığınız sanatta bir şeyler eksik kalıyor ya da çöküyor. Biz aydın olmak zorundayız. Aydın olmanın zorunluluğu ile beraber gelen sorumluluklar da var. Atak olmalıyız, cesaretli olmalıyız, düşündüğümüzü söyleyebilmeliyiz ve yapabilmeliyiz. Ben her zaman yetiştiğim ortamın ve kültürel değerlerinin etkisini de hesaba katmama rağmen sanatçılarımızı genelde ürkek buluyorum. Sanatçılar, toplumun tepkisinden korkan, geri çekilen, küsen, içine kapanan insanlar olmamalı. Bu çok yanlış. Sanat çetin bir mücadele. Sizin yaptığınızı birileri değerlendiriyor. İyi ya da kötü diyor. Bunun çok duygusal çeşitlemelerini görüyorsunuz. Bilim dışı, sanat dışı yaklaşımlar görüyorsunuz. Ahlaksızca, düşmanca yaklaşımlar görüyorsunuz. Bütün bu kiri pası görmezlikten gelerek işimize devam etmek zorundasınız. Öğrencilerime ilk olarak bunu öğretmeye çalışıyorum: ‘Cesaretli olun, dürüst olun, hakiki olun ve dik olun. Kendi tarzınızı yaratın, farklı olun. Moda bağımlısı olmaya çalışmayın, çünkü o yol çok kısa ömürlüdür. Toplum bu tür figürleri kullanıp atar. Kalıcı olmak için ciddiyetinizi, inancınızı, sevginizi, sanata ve izleyenlere saygınızı kanıtlamak zorundasınız.’ Ben ne kazandıysam hep sanata yatırdım. Kendimi hep büyük bir kültürün parçası olarak hissettim. İstedim ki halkımız dünya düzeyinde sergiler izlesin. Ben bunu yapabildiğim ölçekte başarılıyım. Biliyorsunuz sponsorluklar da son birkaç yılda gelişti. Bizim zamanımızda hiç yoktu. Bütün bunları kendi asistan bütçemizle, satabildiğimiz tek tük resim ile başarmaya çalışırdık. Kırk yıl böyle geçti.  


Balkan Naci İslimyeli.


Türk sanatında öncü karakterinizle büyük açılımlar yaratıyorsunuz, çağdaş sanatın özgür ifade olanaklarını ve değer ölçütlerinin sınırlarını zorlayarak sanat alanlarınızı sürekli yeniliyorsunuz. İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde yer alan serginizde izleyicileri ne gibi sürprizler bekliyor?

Tabii ki yenilikler bekliyor. Ama bu yenilikler içinde mutlaka benim geçmişimden, sorunlarımdan, üzerine eğildiğim temel meselelerden izler göreceksiniz. Dünyaya bakışım değişmiyor, ama onu yansıtma biçimlerim değişiyor, bunun malzemeleri değişiyor. Daha önce yine İş Bankası’nda açtığım ve Simavi Ödülü alan sergim altı bölümden oluşmuştu. Mekânın büyüklüğünü düşünürsek bu aslında altı ayrı sergi demektir. Bu sergi de öyle olacak. Çeşitli düzlemlerde İstanbul’a bakış. Beni sanatçı olarak var eden, koruyan, ilham veren, besleyen İstanbul ile dört temel yaşam elementini özdeşleştirdim, şehre tarihiyle, geleceğiyle, bugünüyle bakan bir perspektif oluşturdum. Fakat bu bir İstanbul pitoreski değil. Bu benim bakış açım olacak. Kentin hissedip anlatamadığımız ya da görüp de yansıtamadığımız yanlarını anlatmaya çalışıyorum. Biliyorsunuz çağdaş sanat büyük metropollerin sancılarından ortaya çıkmıştır. Oralarda yaşayan, var olma mücadelesi veren çeşitli düzlemlerden gelen insanların, karşılaşmaların oluşturduğu yoğun elektrik ve tartışmaların sonucunda başarılmış işler. Onun için bu sergi bir İstanbul güzellemesi değil. İstanbul’a bir övgü, teşekkür, bir ithaf ama İstanbul’un görülmeyen yüzleri başrolde olacak bu sergide. Yani bir İstanbul kartpostalının arka yüzü.


Balkan Naci İslimyeli.


Sergi, İstanbul esintisiyle oluşturulmuş beş bölümlük bir bütün: “Hava-Su-Toprak-Ateş ve İstanbul”. Sergiyi, “Benim en büyük hocam”, “En çok İstanbul’dan öğrendim” dediğiniz İstanbul kentine adıyorsunuz. İstanbul’u Balkan Naci İslimyeli farkıyla nasıl somutlaştırıyorsunuz?

Bu sergi bir retrospektif değil. Kırk yılın dökümü değil, son bir yılın işleri. Kırk yıl sonra bir sanatçının hala genç, atak ve cüretkâr olabileceğini kanıtlamak istediğim bir sergi. Bir yılda yaklaşık 200 eser hazırlandı bu sergi için. “Dersaadet” bölümü eski İstanbul öykülerini anlatıyor ve tuval üzerine çalışmalardan oluşuyor. “İstanbul-Anadolu Treni” bölümünde gravürler ile İstanbul’un Anadolu’ya, Anadolu’nun İstanbul’a etkileri anlatılıyor. Bir anlamda İstanbul’un değil, bizim ulus olarak tarihimizin ironik, acı acı güldüren bir öyküsü. “Gölgeler Kenti” serisi, kentteki var olma dinamiğinin fantezilerinden oluşuyor ve İstanbul’un gizemini kolajlarla anlatıyor. Masklar bölümünde ise, İstanbul da varolmaya çalışan, özellikle afrika kökenli göçmen portreleri üzerine geliştirdiğim bir seri var ve bu seriden çıkış yapan bir Video üçlemesi; Kara Yazı, İç Yüzler ve Maskeler… Hepsi de insan bilmecesine içeriden bir bakış…


Balkan Naci İslimyeli.


Sergideki yüz okumalarının üzerlerinde Arap alfabesinden harfler var? Burada vermeye çalıştığınız mesaj nedir?

İstanbul’un ve doğunun kaderi üzerine görsel analizler, bir tür yüz okumaları. Kaligrafi ve hat sanatını çok severim. Babam da hat sanatına tutkundu. Dedem de öyle imiş. Yüzler üzerine çizilmiş kaligrafilerle yüzlere kazınmış geçmişi ve gelecek kaygılarını bugün üzerinden okumaya çalıştım. Yani ‘Alın Yazısı’ eğretilemesi üzerine giderek yüzleri bir tür göstergeler alanına dönüştürdüm. İfadeyi vurgulayacak, derinleştirecek, açığa çıkaracak ya da ters yüz edecek biçimler kullandım. Başka bir deyişle, hattatın eliyle, yüzlere kader haritaları nakşettim. Veya bu haritaları okumaya çalıştım.

Harflerin bir anlamı yok değil mi?

Ben eski Türkçe bilmiyorum. Tamamen harflerle bir mimari kurdum. İstanbul, Edirne ve Bursa’daki camilerde yer alan birçok ünlü hattatımızın başyapıtlarını inceledim. Bunların içinden, yüzlerin anlamlarını derinleştireceğine inandığım istiflerden yararlandım.


Balkan Naci İslimyeli.


Fotoğraflar stüdyo ortamında çekildi sanırım.

Çoğunlukla. Fakat onları bir maske etkisi yaratacak şekilde tamamen değiştirdim. Gözleri bu yüzden yok. Kaşları yok ettim ve röliyef etkisini güçlendirdim. Masklardaki gözlerin yerine seyircinin gözü yerleşşin, içeriden bakış hali yaşansın istedim. İzleyici kendini o maskenin içinde hissetmeliydi. Burada beni harekete geçiren şey, hayranlık duyduğum Afrika maske geleneği oldu. Afrika’nın kadersiz ve güzel halkına, onların acılarına, İstanbul’daki var olma serüvenlerine eski Türkçe yazının derin görsel etkisiyle katılmak istedim. Onlar sayesinde ilk kez saf ve şiddetli renklere doğrudan açılabildim. Bu da konunun hüznünü hafifleten neşeli bir serüven oldu benim için.

Bu seride kadın yüzleri biraz daha ön planda görünüyor. Örneğin bir çalışmanızda kadın ağlıyor.

Kadının acılarına karşılık gelen gözyaşlarını stilize noktalar olarak belirttim. Nokta Arap kaligrafisinde boyutu en küçük fakat işlevi en büyük minimal güçtür. Yani zerre içinde derya. Bu nedenle noktalar, yüzlerdeki acıyı tasvir ettiğinde etkisi de büyüyor. Kadın yüzleri öncelikli oldu. Afrika’nın da Anadolu’nun da en bahtsız kesimi kadınlardır. Erkekler de öyledir ama kadınlar acıları iki kat daha fazla yaşar. Çünkü bu savaşlarda onların hiç suçu yok. Onlar yalnızca hayatı savunuyorlar ama ödül olarak ölümle yüzleşiyorlar.



Balkan Naci İslimyeli.


Sergide video çalışmalarınızın da önemli bir yeri var. Siz çok uzun yıllar önce video sanatı konusunda çalışmaya başladınız değil mi?

1990’lı yılların başında İslam Eserleri Müzesi’nde devasa boyutta bir video enstelasyonu sergisi açtım. İsmi “Sır”dı. Türkiye’deki en kapsamlı video enstelasyonuydu ve önemli sponsor katkılarıyla gerçekleştirildi. Sergi çok yadırgansa da mekânla uyumu tam istediğim ölçekteydi ve benim en sevdiğin sergilerimden biri oldu. Yeni bir şeyler yapmak, onları sanatseverlerle paylaşmak bana heyecan veriyor. Türkiye’de 1960 ve 70’lerden itibaren sanat adına çok ciddi işler yapıldı. 80’lerden sonra yapılan işler daha dışarlıklı izlenimlerle yapılan, daha global etkili çalışmalar oldu. Referans alanları hakiki ve bilinçli olmayan ‘trendy’ işler ortalığı kapladı. Biz Türk’üz. Bunun milliyetçilikle hiç alakası yok. Ama belli değerlerimizi yakından, ta içinden bilmemiz gerekir. Bu değerleri tanımak ve tanıtmak, bunları yaptıklarımızın içinde aleyhte veya lehte göstermek, taşıyabilmek önemli. Bunu hep yapmaya çalıştım. Bu sergide “Çile” kavramını işleyen üç video çalışmam yer alıyor. Bir de benimle yapılmış geniş bir söyleşinin yer aldığı video çalışması var. Videoların temel konusu, yüzdeki kader çizgilerinin birbirine geçmesi. Birbirine bağlanan, birbirini tetikleyen kaderler, insan ilişkileri… Bunlar hep yüzlerin birbirine geçişleriyle, yaklaşıp uzaklaşmasıyla ve bir ritim içinde sürüyor. Diğer video çalışmam da çile konseptiyle çok ilgili olmam sonucu ortaya çıktı. Biliyorsunuz Doğu kültürlerinde olgunlaşmanın, yani kâmil olmanın yolarından biri çile, acı çekmek. Hayatta da, sanatta da bu var. Yani acı çekmeden olgunlaşamıyorsunuz. Kullanıp geçtiğimiz belli sözcüklerin derin anlamları üzerinde hep durmuşumdur. Kapı çalar “Kim o?” deriz. Aslında ne kadar önemli bir sözcük. Karşımızdakinin kim olduğu üzerine düşünmek… Kim? Resimlerimde altlık olarak gördüğünüz sözcükler hep çile kavramıyla ilgilidir: Sabır, tövbe, hep, hiç, kül… Videolarda da bu çile sürecini yorumsuz çektim. Bir yapıtın gerçekleştirimesi sürecinin nesnel bir aktarımı gibi. Doğu efsanelerinde olduğu gibi yazdıklarım ben yazdıkça bir taraftan hep siliniyor. Umarsız bir uğraş, bir çile… Tıpkı sanat gibi…


Balkan Naci İslimyeli.


Ayrıca altında yazan bir cümleyle politik gönderme yaptığınız gravürlerinizden sanırım bu sergide de göreceğiz.

Bu sergide daha önce yaptığım “Tuhaflıklar Tarihi” serisinin hiç sergilenmemiş bir bölümü olan “Dersaadet” ve “İstanbul-Anadolu Treni” başlığı altında yer alan yaklaşık yeni 50 çalışma bulunuyor. Gravürler, İstanbul üzerine farklı bir konsept. Çalışmaların altında yer alan cümleler yoğun bir kara mizah içeriyor. Bizim toplumumuzda mizah olgusu çok gelişmedi. Hâlbuki acı çekmiş toplumlarda, bir savunma olarak mizah gelişir ve incelir. Eleştirinin en yaratıcı biçimidir mizah. Sözlü kültürümüzde sayısız parlak örneğine rastladığımız mizah sanatımızda nedense pek yok. Şaka yaptığınız zaman ‘acaba bunun altında bir hakaret mi var’ diye düşünüyor insanlarımız. Çok rahatsız ve savunmacı bir toplum olduk… Benim babam karikatüristti, onun için mizah bana çok yakındır. Resimlerime ve şiirlerime bakınca beni hep karamsar, karanlık bir adam zannederler. Aslında onu dengeleyen yoğun bir mizah tarafım var. Onlar da bu resimlerde ortaya çıkıyor.

İstanbul’un sizin sanat yaşamınızda çok önemli bir yeri olduğunu tüm söyleşilerinizde ve yazılarınızda belirtiyorsunuz. Sizi İstanbul ile ilgili en çok neler etkiledi? Hangi semtleri seversiniz, hangi kafeleri, parkları sizin için bir sığınaktır?

Ben Cihangir’de yaşıyorum, yazlarımı Burgaz Ada’da geçiriyorum. İstanbul büyüklüğünde bir metropolün hemen yakınında, Marmara’ya can simidi gibi atılmış beş altı adanın olması bir mucize. Oraya ulaştığınızda bambaşka bir atmosfere giriyorsunuz. Ben İstanbul’un bağımlısıyım, her köşesini fakat en çok tarihi yarımadayı seviyorum. Uzun yıllarım boğazda geçti. Tadını doya doya çıkardım. Fakat Tünel’den Karaköy’e oradan köprü aracılığıyla Eminönü’nün cıvıltısına karışmak, Tahtakale’nin hakiki insan dokusu içinden Mercan yoluyla Kapalıçarşı’ya ulaşmak, oradan Beyazıt meydanının eşsiz sahaflar çarşısını gezmek, mola verip Çorlulu Ali Paşa medresesinde Elmalı Nargile çekmek, Kapalıçarşı’nın canım Havuzlu Restoranında yemek yemek en büyük keyfim. Bunu yaz kış haftada bir kez olsun mutlaka yaparım.

Balkan Naci İslimyeli.


Bu kadar duyguları ile yaşayan bir sanatçının şiir yazması sürpriz olmasa gerek. Bu söyleşimizi bir şiir ile tamamlarsak, İstanbul’a hangi şiirinizi hediye ederdiniz?

Ben şiirlerimi resim gibi tuvallerimin üzerine nakşederim biliyorsunuz. Bu sergimde de İstanbul üzerine yazdığım şiirlerin bir dökümü sunuluyor. Tuvallerin arka planında gördüğünüz karmaşık yazılar aslında benim o konular üzerine yazdığım metinler veya şiirler. Bu sergideki konsepte uygun olarak İstanbul şiirlerim panolar üzerinde de yer alacak. Artam Global Art dergisi okuyucularına, sergideki şiirlerimden biri olan “İstanbul Düşü”nü aktarıyorum:

İSTANBUL DÜŞÜ

Gece,

İstanbul yine

Kendisinden soyunmuş

Islak yatağında ve yorgun

Uykuya durmuş…


Geceler,

Bulaşıp her türlü suça

İnlerken kentin kösnül yataklarında

İstanbul gündüzün kirlerini

Unutmaya koyulmuş

Uyumuş...

Okula gidememiş çocuklar

Henüz bilmiyorken kötülükleri

Ve henüz ılıkken havalar

Issız köşelerinde kentin

Güzel rüyalara dalmış

Uyumuş...


Kalbinde, ta kalbinde kentin

Havalar çok soğuk, çok değişken olurmuş

Bir masalın büyüsüyle ona koşanlar

Geceler geceler boyu

Uykusuz, donmuş...


Bir çocuk kaval sesi duyup yatağında

Kalkıp onu bulmaya koyulmuş

Ama ses uzaklaşıp duruyormuş

Sonunda izlemekten yorulmuş

Uyumuş ulaşabildiği yerde

 

Ve düşünde

İstanbul kırmızı bir cennet olmuş...

 

Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Eskiler, “marifet iltifata tabidir” derlerdi. Biz iltifatsız sanat yaptık yıllarca. Artık öyle olmasın. Birileri sanatı korusun, sevsin, sürdürsün. Geleceğimiz, uluslararası saygınlığımız buna bağlı. Bu arada sanat yaşamım boyunca beni destekleyen dostlarıma teşekkür ederim.  Ama en çok da düşmanlarıma şükran borçluyum. Onlar üstümü çizmeye çalışarak, görmezlikten gelerek, aleyhimdeki her türlü çirkinliğe ve saldırıya gönülden katılarak beni bugünlere getirdiler. Tüm okuyucularınıza, sanatı paylaşanlara, sevenlere, ona inananlara mutlu yıllar diliyorum.