25 Mart 2015 Çarşamba

NİMET DEMİRBAĞ SANLIMAN: KİTRE BEBEKLERİN KORUYUCU MELEĞİ

Nimet Demirbağ Sanlıman, (Fotoğraf: Ümmühan Kazanç).
Nimet Demirbağ Sanlıman, dile kolay, tam 65 yıldır kitre ya da başka bir tabirle Türk belgesel bebek sanatı çalışmalarına aralıksız olarak devam ediyor. Bebek yapımı olarak nitelendirilse de daha önce litaratürde tam bir sınıflandırma yapacak kadar örneği bulunmadığından “belgesel bebek yapımı” olarak adlandırılabilecek sanatın nadir ustalarından. İlk bakışta bu bebekleri yapmak kolay gibi görünebilir ama ciddi emek ve sabır isteyen bir sanat dalı. Bebeklerini, kitre ve pamuk kullanarak tek tek parmaklarını, kollarını, başını, ayak-bacaklarını hazırladıktan sonra doğru oranlarda ve konunun pozuna uygun olarak bir araya getiriyor. Kıyafetlerin ve ifadelerin gerçek olmasına büyük özen gösteriyor. Ve ortaya bu muhteşem eserler çıkıyor.
Ressam Tayfur Sanlıman ile evli olan Nimet Demirbağ Sanlıman, aslında sadece icra ettiği sanatıyla değil eğitimi, yaşam tarzı, Soroptimist Federasyonu’ndaki hayırseverlik çalışmaları ve 30 yıldır hiç aralıksız devam ettiği yoga kurslarıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Nimet Demirbağ Sanlıman, Kumarbazlar, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Sayın Nimet Demirbağ Sanlıman, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kitre bebek nedir ve bu konuda çalışmaya nasıl karar verdiniz? Hocanız Zehra Müfit Saner Hanım ile tanışmanız nasıl oldu?
N.S.- Ben çocukluğumdan beri bebeklere çok düşkünüm. Büyüme çağında da bir sürü oyuncak bebeğim vardı. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okudum. Orada da sanat kursu vardı, hemen oraya kayıt oldum ve ileride hep sanat çalışmayı düşünüyordum. Mezun olduktan kısa bir süre sonra hocam Zehra Müfit Saner Hanım ile tanıştık ve ben ders almak istediğimi söyledim. ‘Tamam, gel bir bakalım, ne yapabilirsin’ dedi. Atölyesine gittim ve onu seyrettim, o da bana göstererek çalışıyordu zaten. Bir dahaki gelişinde ‘öğrendiklerini yap bir göreyim’ dedi. Götürdüm, ‘tamam devam edebilirsin’ dedi. Zehra Hanım ile çok önemli bir dönem geçirdim. Aradığım bu olabilir diye düşündüm galiba ki, dört elle sarılmışım ona. Hakikaten bu işle uğraşmak benim bütün hayatıma etki yaptı. Yön verdi, çok kapılar açtı. Sonra beraber uluslararası sergilere katıldık. Dereceler aldık. Zehra Hanımın vefatı Türkiye için büyük bir kayıptır, aynı zamanda ressamdı da kendisi. Bana; ‘benden sonra bu sanatı sen devam ettireceksin, elimi sana veriyorum’ dedi. Ben bu işi zaten yüklenmişim demek ki, bu olaylar 1950’li yıllarda oluyor. Zehra Hanımın vefatından sonra 1955 yılında Beyoğlu’ndaki Amerikan Haberler Merkezi’nde büyük bir sergi açtım. O zaman sergi salonları yok denecek kadar azdı, orası çok büyük sergiler yapan bir yerdi. Dekorlu falan bir sergi açmıştık, çok ses getirdi. Gazetelerde, dergilerde yer aldı. O kadar çok kalabalık gruplar geliyordu ki anlatamam. Daha sonra Ankara ve İzmir Amerikan Haberler Merkezi’nde birer sergi açtım. Bu arada başka yerlerde de bir çok sergilerim oldu.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Ayakkabı Tamircisi, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Kitre bebeklerin yüz ifadelerini geliştirmek ve daha iyi fırça kullanmak için Topkapı Sarayı’nda Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’den tezhip ve minyatür sanatı eğitimi de almışsınız. Bu dönemi biraz sizden dinleyebilir miyiz? Sayın Süheyl Ünver ile ilgili neler anlatabilirsiniz?
N.S.- Kitre bebek sanatıyla uğraşırken daha iyi fırça kullanmak istediğimi fark ettim. Topkapı Sarayı’nda Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in tezhip ve minyatür sanatı kursuna başladım. Bu amaçla başladım ama Süheyl Bey’in konuşmaları, dersleri beni o kadar çok etkiledi ki, aşağı yukarı sekiz yıl orada eğitim aldım. Tabii bu arada bebek hep devam ediyor.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Ağanın Kızı Fatma ile Rençper Mehmet (Türkiye Birincisi),
Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Kitre bebeklerin yapımını gerçekleştirmek için ciddi bir eğitim de almışsınız. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Atölyesine, Salzburg’da yine bir yaz heykel akademisine katılmışsınız.
N.S.- Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Atölyesine misafir öğrenci olarak katıldım, orada da yaklaşık 2.5-3 yıl kadar heykel çalıştım. Bu işi ne kadar çok sevdiğimi orada daha çok anladım. Torunum olduktan sonra da, 1989 yılında, Salzburg’da yine bir yaz heykel akademisinin heykel bölümünü bitirdim. Salzburg’daki hocam Türk olduğumu anlayınca ‘aa tabii, orada genç kızlara bu tarz eğitim yoktur, iyi ettiniz geldiniz’ dedi, Macar’dı kendisi. Bunun çok yanlış olduğunu, Türkiye’de akademi olduğunu, bayanların da oraya devam ettiğini anlattım. Kurs bittiği zaman bana teşekkür etti. ‘Yanlış bir izlenimi olduğunu, Türkiye’de güzel şeyler olduğunu öğrettiniz’ dedi. Buradaki en iyi çalışan öğrencim de sizsiniz’ dedi.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Sokak Çalgıcıları, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Kaç yıldır bu sanat ile uğraşıyorsunuz?
N.S.- 1950 yılından bu yana yani 65 yıldır uğraşıyorum. Benim için bir hobiydi ama bir meslek haline geldi. Zehra Hanımın başlattığı bir sanat ama şimdi çok yaygın. Olgunlaşma Enstitülerinde ya da bireysel olarak ilgilenenler var.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Semazen, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Kitre bebekler bazen, Türk belgesel bebek yapımı veya sanatı olarak da tanımlanıyor. Siz kitre bebekleri nasıl tanımlıyorsunuz? “Yaşamdan Kesitler” diye tanımladığınız oluyor.
N.S.- Bu iş yüzde yüz el işi bir defa. Belgesel deniyor çünkü daha eskiye ait, belgelenebilecek konular ele alınıyor. Ben bebek denmesinden hiç hoşnut değilim. Nitekim görenler de çok yanlış bir fikrimiz varmış, biz oyuncak bebek zannettik diyorlar çoğu kez. Ama dışarıda da “doll” yani bebek olarak geçiyor. Bu yerleşti artık değiştirmek doğru olmaz. Günümüzde Bebek kelimesi birkaç değişik anlam dışında o kadar “çocuk oyuncağı” anlamında kullanılmaktadır ki kelimenin ilkel kullanım amaçları neredeyse tümüyle unutulmuştur. Oysa “idol” yani tapınılan şey anlamına gelen Yunanca kelime 18. yüzyıldan sonra İngilizceye bugünkü anlamıyla “Doll” olarak geçmiştir. Aslında bu küçük insan figürleri (Bebekler) insanlık tarihi kadar eskidir. Eski medeniyetlere ait mezarlarda dini ve oyuncak amaçlı figürinler bulunmuştur. Benim yaptığım insan figürleri ise, “Yaşamdan Kesitler” sunmak amaçlıdır. Belgesel olması da bir hakikat. Örneğin şurada yaşlı çiftin hayatı bir hakikat, ‘Ayakkabı Tamircisi’ artık belge. Tabii günümüzün konuları da yapılıyor. Daha romantik sahneler de olabiliyor.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Lehimci, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.

Ü.K.- Aslında bu bebekler çok yönlü bilgi de gerektiriyor. El sanatı bilmek, dikiş bilmek, kumaş seçimi, her şey çok önemli.
N.S.- Çok doğru. Burada üç önemli nokta var. Proporsiyon bilgisi olması lazım. Önce konuyu seçince ona göre çalışmak lazım. Yüzdeki ifade, duruştaki ifade, hangi konuyu seçmişseniz o ifade… Etüt etmek gerekiyor. Bazen eski resimlerden, heykellerden fikir alabiliyorsun. Bir de doğrudan insanları tetkik ederek, algılamalar alıyorsun ve onları aksettiriyorsun. Kıyafet çok önemli, seçilen kumaş çok önemli. Seçtiğin kişiye uygun olandan başka kıyafet giydiremezsin, örneğin Anadolu kadınını temsil ediyorsan otantik kıyafetler seçmen lazım. Aslında çok da zevkli bir iş bu.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Hanımefendi, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Şimdi gelelim bu kitre bebeklerin yapımına; hangi malzemeleri kullanıyorsunuz? Bu malzemeler nasıl birleştiriliyor? Kitre nedir ve nasıl üretilir? Ayrıca kitrenin dışında kıyafetler, mekan, aksesuarlar için de onlarca malzeme gerekli. Bu malzemeleri nasıl bir araya getiriyorsunuz? Dikiş, nakış gibi diğer el sanatlarını da bilmek gerekiyor. En önemli kuralınız ise her şeyi aslına sadık yapmakmış.
N.S.- Ana malzeme kitre, pamuk ve teldir. Kitre, Anadolu’da yetişen gevel otunun özsuyudur. Bu bitkiyi çiziyorlar. Onun özsuyu akıyor ve katı hale geliyor. Bunu suya koyduğunuz zaman, likit hale geliyor. Hem yapıştırıcı hem de sertleştirici bir malzeme. Olgunlaşma Enstitülerinde yapılan bebekler için teller falan hep ölçülü yapılıyor. Ben ölçü kullanmıyorum çünkü hareket önemli benim figürlerimde. Önce parmaktan başlıyorum, teli kesiyorum ve etrafına pamuk sarıyoruz ve kitreye batırıyorum. Sonra parmaklar yan yana getirilip el meydana geliyor. Ellerden kola geçiliyor. Başı çalışırken, yine içinde tel var, kağıttan kafa yapılıyor, üstüne pamukla şekil veriliyor ve ifade oluşturuluyor. Bacaklar da ayrı olarak çalışılıyor. Onları birleştirdiğiniz zaman böyle vücut ortaya çıkıyor.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Yufka Açan Gelin, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Aslında çok basitmiş gibi anlatıyorsunuz ama eminim çok zor bir süreç. Bir figürü yapmak ne kadar sürüyor?
N.S.- Zaman, konuya bağlı. Ayırdığınız zaman önemli. Çok yoğun çalıştığımda bir haftada bitiriyorum. Bazen daha çok zaman gerekiyor. Bazı kompozisyonları bitirmek, ‘Ayakkabı Tamircisi’ gibi bir yaz boyu sürebiliyor.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Boyacı ile Delikanlı, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- ‘Ayakkabı Tamircisi’ çok detaylı bir çalışma.
N.S.- Evet, oldukça detaylı. Bozcaada’da Yerel Tarih Araştırma Merkezi var. Oradan bu fikri edindim ve oraya bir ‘Ayakkabı Tamircisi’ yapayım dedim. Bir de hikayesini yazdım. Bu kadar detay yapıldı. Genç bir tanıdığım bazı detayları yaptı. Bir ayakkabı tamircisinin kullandığı tüm aletlerin orijinalinin küçüklerini yaptım. Yazın müzede kalıyor, kışın müze kapandığı için ben eve alıyorum. Depoda bırakmak istemiyorum.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Mustafa-Susuzluk, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- 1960 yılında Beyoğlu’nda Elif Bebek Atölyesi’ni açmışsınız.
N.S.- Bu arada evlendim, eşimin yardımıyla atölye açtık. Önceleri el yapımı bebekler yaptık, büyük otellerde satılıyordu. Bu bebekler koleksiyonerlere gidiyordu.

Nimet Demirbağ Sanlıman, Askerlik Hatırası ve Foto Dikran, Fotoğraf: Kerem Sanlıman.
Ü.K.- Sanırım Hilton’da bir vitrininiz varmış.
N.S.- Evet, oradan müşteriler gelirdi. Tek tek yapılan fügürlerdi. Aradan 5-10 sene geçince artık piyasa bizi zorlamaya başladı. Kitre bebekleri çok miktarda yapmak imkansız. Bu defa seri üretime geçtik ve turizm sektörüne döndük.

Ü.K.- Bu atölyede ne maceralar yaşadınız?
N.S.- Çok ilginç olaylar oluyordu tabii. Orada çalışan kızlarım vardı. Onların hepsini öğrencim diye kabul ediyordum. Onlara bu işi öğreterek işi götürdük. Hep ‘burası okul, burası ilaç’ derlerdi. ‘Buraya geldiğimiz zaman problemlerimizi, sıkıntılarımızı unutuyoruz’ derlerdi. Konya’dan bir ‘Semazen Grubu’ siparişi aldık. Daha doğrusu benim büyük bir kompozisyonum Konya’da Mevlana Müzesi’nde teşhir ediliyordu, semazenler aynı zamanda dönüyordu. Oradaki tüccarlar da bu semazenlerden istediler. Onlara da yaptık. Ticari bir anlaşma da yapılıyor tabii. Fakat bir tanesi ödeme yapmıyordu. Telefon ettim. Sonra da mektup yazdım. ‘Ben artık sizinle hiçbir şekilde görüşmeyeceğim, sizi Hz. Mevlana’nın ellerine bırakıyorum’ dedim. Ertesi gün adam kendisi kalktı geldi, ‘siz ne yaptınız Nimet Hanım. Beni öyle bir yerimden vurdunuz ki’ dedi. Ben de ‘başka yapacak bir şeyim kalmamıştı’ dedim. Böyle enterasan şeyler oluyordu tabii.

Ü.K.- Bebeklere başlamadan önce hiç eskiz yapıyor musunuz?
N.S.- Hiç yapmıyorum. Direkt başlıyorum.

Ü.K.- Proporsiyonları oluşturmak eskiz yapmadan zor olmuyor mu?
N.S.- Hiç zor olmuyor. Eskiz yapmak benim için daha zor. Artık öyle bir birikim oluyor ki, yapmak istediğiniz şeyi biliyorsunuz. Çok da gerekirse, kıyafetler ile ilgili bilgi falan onları da araştırıyorsunuz.

Ü.K.- Uzun sanat yaşamınızda Kavuklu Hamdi, Yörük Çadırı, Semazen, Ayakkabı Boyacısı, Lehimci, Simyager, Balıkçı Kamil, Ağanın Kızı Fatma ve Rençber Mehmet (Türkiye 1. si) gibi pek çok bebek üretmişsiniz.
N.S.- Türkiye birincisi olan, ‘Ağanın Kızı Fatma ve Rençber Mehmet’ hala elimde. Zaten yarışmanın konusu buydu. Herkes bu konuyu yapacaktı. Benim Mehmet ile Fatma birinci oldu.

Ü.K.- Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Tekil figürlere ek olarak, kompozisyonlar da yapıyorsunuz. Kompozisyonlarınızı seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?
N.S.- Hakikaten hepsinin bir hikayesi var ve enterasan hikayeler. Örneğin ‘Bıçak Bileyici’yi bir kartpostaldan çalıştım. Şimdi olmayan bir meslek, ‘Yoğurtçu’ figürüm de öyle. Okullardan öğrenciler gelince ve ‘Yoğurtçu’ figürünü gördükleri zaman şaşırıyorlar. Bu ne yapıyor diye soruyorlar. Onlar için bu bir öğreti.

Ü.K.- ‘Balıkçı Kamil’ de enteresan.
N.S.- Bana ince delikli file lazımdı. Araştırdım, sordum o kadar küçük delikli file yok. Caddebostan’daki balıkçılara sordum. Bir balıkçı; ‘Bu kadar küçük delikli file olmaz ama ben bir araştırıyım. Yarın sen gel ben araştırmış olurum’ dedim. ‘Peki, senin adın ne’ dedim. Benim adım ‘Kamil’ dedi. Ben halbuki bebeğin adını zaten ‘Kamil’ koymuştum, yazın bitirmiştim. ‘Kamil’ deyince çok şaşırdım. Böyle ilginç tesadüfler de oluyor. 

Ü.K.- Aslına sadık kalmak, sizin figürlerinizin en önemli özelliği. Bu da belgesel niteliğini güçlendiriyor.
N.S.- Evet, çok doğru. ‘Arap Bacı’ figürümde örülmüş bir atkı vardır. Onu arıyorum, bulamıyorum. Benim örgü bir yeleğim vardı. Onun ucunu kestim üçgen şekilde ve atkı yaptım. Yani uygun bir kumaş bulduğum zaman elimden kurtulmaz.

Ü.K.- O zaman her şeyi biriktiyorsunuz.
N.S.- Öyleydi hakikaten, ağzına kadar kumaş dolu sepetlerim vardı. Sonradan onları çalışmak isteyen öğrencilerime verdim. Şimdi eskisi kadar çok çalışmıyorum, senede bir büyük kompozisyon yapıyorum. En son ‘Kumarbazlar’ diye bir kompozisyon çalıştım, onu da eski bir reklamda görmüştüm. Bir oyuncu ayağıyla hile yaparak, diğer oyuncuya kart uzatıyor, karşısındaki farkında değil ama bir şeyler olduğundan şüpheleniyor. ‘Yörük Çadırı’ vardı. ‘Simyager’ adlı çalışmam hocam Süheyl Ünver’in Tıp Tarihi Enstitüsü’nde şimdi. Mevlanı’nın torunlarının kurduğu Uluslararası Mevlana Vakfı Konya Şubesi için yaptığım ‘Semazenler’ var. Dokuz adet figürden oluşuyor. Bir de ‘Mıtrıp Heyeti’ var. Altı figürden oluşuyor. Onlarda Uluslararası Mevlana Vakfı Konya Şubesi’nde.

Ü.K.- Yurt içinde ve dışında birçok sergi de açmışsınız. Derviş ve Sema kompozisyonlarınız uzun yıllar Konya Mevlana Müzesi’nde sergilenmiş. Türkolog Anne Marie Shimmel bu bebeklerin benzerinden sipariş verip Almanya Margburg Dinler Müzesi’ne göndermiş. Başka nerelerde sergiler açtınız? Mutlaka ödül de almışsınızdır?
N.S.- Türkolog, Anne Marie Shimmel, Konya Mevlana Müzesi’nde ‘Derviş ve Sema’ kompozisyonlarını görünce, bunlardan istedi. Daha biraz küçüğünü yaptım. Şimdi Almanya Margburg Dinler Müzesi’nde sergileniyor. Eskişehir’de ve Bursa Mudanya’da sergi açtım. Bozcaada’da 4-5 senede bir sergi açarım. Geçen yaz bir barkovizyon gösterisi yaptım ve bebeklerin hikayelerini anlattım. Çok enteresan geldi oradaki dinleyicilere.

Ü.K.- Biraz da Bozcaada’daki atölyenizden bahsedebilir misiniz?
N.S.- Bozcaada’daki atölyemizde en büyük destekçim ve yardımcım eşim ressam Tayfur Sanlıman. Orada büyük bir atölyemiz var. Aksesuarları hep Tayfur yapar. Bozcaada’da çok rahat çalışabiliyoruz. Alt kat Tayfur’a ait. Üst katta benim atölyem var. Orada bütün yaz çalışıyoruz. İlkbahar’da gidiyoruz, Kasım ayı gibi İstanbul’a dönüyoruz.

Ü.K.- Dile kolay 65 yıldır hiç durmadan eşinizle birlikte çalışmaya devam ediyorsunuz. Müthiş bir şey bu.
N.S.- Tabii bu arada çocuklarımız büyüdü. Geçenlerde oğlum, ‘bu figürlerin hepsi bizden büyük’ dedi.

Ü.K.- Bebeklerin yapımında sizin için en önemli noktalardan biri yüz ifadesini çok iyi vermek ve gerçekçilik. Kıyafetlerinde, aksesuarlarında tüm detayları bulmak mümkün. Gerçek bir gözlemcilik ve araştırma gerektiriyor sanırım. Bebeklerde sizin duygularınızı, onlara derin sevgiyle ürettiğinizi görüyoruz. Sanırım yeni bir bebek yapımına başlamak, bir bebeğe hamile kalmak ve onu doğurmak gibi olsa gerek. Uzun ve meşakkatli bir süreç.
N.S.- İki sene evvel bir bey telefon etti. Elinde bir resim varmış, onu yapar mısınız dedi. Resmi gönderin bir bakayım dedi. ‘Bir ekmek fırınımız var, dededen kalma meslektir. Ben devam ettiriyorum’ dedi. Üniversite mezunu falan bir genç. Peki, yaparım dedim. Yaptım bitirdim, telefon ettik, geldi. Salona benden önce girmiş, bebeği eline almış, ay aynı o kişi. Aslında hiç görmedim. Sadece telefon ile konuştum. Çok enterasan, o da şaşırdı, biz de şaşırdık. Bunun için ne fiyat istersiniz diyor, ben bir fiyat söyleyemiyorum. Sonunda dedim ki, sana iki adres vereceğim bunun ücretini onlara göndereceksin. Biri Ağrı’da bir okul müdürü, diğeri de Erzurum’da köylere yardım götürdüğümüz zaman tanıdığım bir halı hocası. Parasını oraya yolla dedim. Ama fiyat hiç konuşmadık. Peki, ben gerekeni yaparım dedi. Müdür Bey’e ve halı hocasına durumu bildirdim. Ertesi gün okuldan Müdür Bey’den telefon geldi. Nimet Abla böyle bir şey olamaz, o kadar çok ihtiyacımız vardı ki okul için dedi. Öyle sıkışmıştık ki, gökten bir yardım gibi geldi, dedi. Kızım dediğim halı hocası da telefon etti. Nimet Anne, oğlumu evlendirdim, bir sürü borcum vardı, bu yardım gerçekten gökten inmiş gibi oldu dedi. Eksik olmasın ‘Fırıncı Mehmet’ ile çok güzel bir bağlantı oldu. Şimdi bana Nimet Anne der.

Ü.K.- Bu bebeklerin bir müzede sergilenmesini ister misiniz?
N.S.- Aslında eşimle Bozcaada’daki atölyeyi bir müze yapmayı hayal ettik ama biraz araştırınca, bu işin o kadar kolay olmadığını öğrendik. Yani devam ettirmek, izin almak, artık bunlarla uğraşacak vaktimiz yok. Tabii ki bir müzede olmalarını isterim.

Ü.K.- Siz aynı zamanda Türkiye’nin en önemli Soroptimistlerinden birisiniz. Soroptimist nedir ve Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu Derneği’nde kaç yıldır çalışıyorsunuz?
N.S.- Türkiye Soroptimist Kulüpleri’nde çalışmaya başlamam, bebekler kadar eski. 1955 yılında çalışmaya başladım. Federasyon başkanlığı yanı sıra çeşitli görevlerde bulundum. Federasyon ve Kulüpler olarak amaç, kadının statüsünü yükseltmek. Gültepe ve Balat’ta birer kültür merkezimiz var, oralarda kurslar açarak, konferanslar verdirerek uzun senelerden beri, kadınlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Hakikaten bu benim ikinci büyük meşgalem.

Ü.K.- Ne tür eğitimler veriliyor?
N.S.- Her türlü eğitim veriliyor. Bir kere beceriler kazandırılıyor. Gültepe’de Halk Eğitim Merkezi ile çalışıyoruz. Halk Eğitim Merkezi’nin programının tatbikini kontrol ediyoruz. Balat’ta da çok eski bir binayı, ikiz binayı tamir ettirip, orada da kurslar açıyoruz. Kitre Bebek Sanatı’nın Bu işin yayılması ve öğrenilmesi için de hakikaten çok gayret sarf ettim. Değişik derneklerde, evimde kurslar açtım, çok hevesli gençler, hanımlar var. Büyük bir heves ile başlıyorlar, bir süre sonra ‘Ayy Nimet Hanım bu çok zormuş, ben bunu yapamayacağım’ diyor. Şimdi üç tane öğrencim var, eve geliyorlar, istekliler. Hakikaten bir tanesinin bu işi benim ciddiye aldığım kadar ciddiye almasını çok isterdim. İnşallah bu öğrencilerim bunu yapacak.

Ü.K.- Aslında siz eğitiminiz, yaşam tarzınız ile Soroptimist’lerin yol göstermek istediği kadınlara canlı bir örneksiniz. İngilizce ve Fransızca biliyorsunuz, İtalyanca kursunu bitirdiniz ve yaklaşık 30 yıldır yoga yapıyorsunuz. Hayırseverliğiniz, sabrınız, sanatınız ile gerçekten örnek bir kişiliksiniz.
N.S.- Çok teşekkür ederim, böyle olması için gayret ediyorum.

KİTRE NEDİR?
Kitre, Anadolu’da yetişen muhtelif geven (Astragalus) çeşitlerinin gövdelerinden sızıp havada katılaşan, beyaz yahut krem renkli plaka veya şeritler halinde bulunan yapışma kabiliyeti az bir zamk cinsidir. Kitre, geleneksel bebek yapımında kullanılmaktadır. Ebru yapımında üstüne boya serpilecek suya yapışkan bir koyuluk vermek için kullanılır, herhangi bir suyla ebru yapılamaz. Kitre, Türkiye’nin iç Anadolu, güney ve güneydoğu bölgelerinde kırlarda yetişen yabani bir dikenin (geven) özsuyudur. Köylüler kırlarda geven dikeninin gövdesine bıçakla çizik atar, birkaç gün beklerler. Bitkinin özsuyu çizik bölgeden akar ve kurur. Bir ağaç kabuğuna benzer görünüm alır. Bu kabuklar tek tek toplanır. Kabuk şeklinde olan kitre aktarlarda satılmaktadır. Ebrunun suyu hazırlanırken musluk suyunun içine belli ölçülerde kitre konulur. Su, ağzı kapalı bir kapta bu şekilde bir süre bekletilir. Belli zaman aralıklarıyla çalkalanarak eriyen kitre özünün dağıtılması gerekir. Suyun yeterli yoğunluğa ulaşmasından sonra, içinde kalan erimemiş kitre kalıntılarını ayırmak için, ebru suyu iyice süzülmelidir.

NİMET DEMİRBAĞ SANLIMAN ÖZGEÇMİŞ
1927 Malatya doğumlu. Altı çocuklu Demirbağ ailesinin 5. Çocuğu. Babası Mehmet Sait Demirbağ, Atatürk’ün “Memleketi demir ağlarla örme” politikası kapsamında kurulan Demiryolu Şirketleri’nden birinin kurucu ortaklarından ve mühendislerinden biridir. Bu sebepten Aile devamlı Anadolu’nun değişik bölgelerinde dolaşmış. 1930 yılında, aile İstanbul’a yerleşmiş. Nimet Hanım çocukluk dönemi ile ilgili şu cümleyi aktarıyor: “İçinde çok mutlu ve bazı acı anıların yaşandığı Cihangir’deki güzel evimize taşındık ve orada 40 yıl geçirdik”.
1947 yılında Amerikan Kız Koleji’nden (Robert Kolej) mezun oldu. Okuldan mezun olduktan sonra Hocası Zehra Müfit Saner Hanımdan kitre bebek yapımı konusunda ders almaya başladı.
1955 yılında Beyoğlu Amerikan Haberler bürosunda ilk sergisini açtı (Büro tarafından yılın en başarılı sergisi olarak nitelendirilen bu serginin Ankara ve İzmir bürolarında da yinelenmesi önerildi). Ankara sergisinde “Dönen Dervişler” ile “Sema Kompozisyonu” Konya Mevlana Müzesi tarafından alındı ve yıllarca müzede sergilendi. Türkolog Anne Marie Schimmel’in isteği üzerine Margburg Dinler Tarihi Müzesi’ne de bir benzeri yapılıp gönderildi.
1950-1958 yılları arasında Topkapı Sarayı’nda Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver'in Tezhip-Minyatür derslerine ve 1957-1960 yılları arasında ise Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Atölyesi’ne misafir öğrenci olarak devam etti. Ayrıca torun sahibi iken de 1989 yılında ise, Salzburg Yaz Akademisi’nde heykel üzerine eğitim aldı.
1960 Yılında Beyoğlu-İstiklal caddesinde “Elif Bebek” atölyesini açtı. Aynı yıl eşi ressam Tayfur Sanlıman ile evlendi.
Sosyal faaliyetleri içinde en önemlisi Uluslararası İş ve Meslek Kadınları -Soroptimist- teşkilatı içindeki çalışmalardır. Amacı kadının statüsünü yükseltmek olan bu gönüllü kuruluşta Türkiye Federasyon Başkanlığı ve Milli Delegelik yaptı.
İnsanlık tarihi kadar eski olan figürlerin, günümüzde büyük sanayi haline gelene kadar geçirdiği evreleri ve “Bebeklerin Hikayesini” anlatan dia gösterisi ve sergisini içeren bir programı var.
Nimet Demirbağ Sanlıman, kitre ya da başka bir tabirle Türk belgesel bebek sanatçısıdır. Bebek yapımı olarak nitelendirilse de daha önce litaratürde tam bir sınıflandırma yapacak kadar örneği bulunmadığından “belgesel bebek yapımı” olarak nitelenebilecek sanatın nadir ustalarındandır.
65 yıllık sanat hayatında Kavuklu Hamdi, Yörük Çadırı, Semazen, Ayakkabı Boyacısı, lehimci, Simyager, Balıkçı Kamil, Ağanın Kızı Fatma ve Rençber Mehmet (Türkiye 1. si) gibi pek çok insansı bebek üretmiştir. Gerçeğe en uygun kompozisyonu oluşturmakta ana malzeme olarak kitre, daha sonra giydirmede çorap, kumaş ve başka birçok sıra dışı malzemeden yararlanmış, bu sayede gerçekçiliğin bebeklerin simalarına ve duruşlarına işlenmesi sağlanmıştır.
Hocası Zehra Müfit Hanım’ın izinden giden Nimet Demirbağ Sanlıman, Caddebostan ve Bozcaada’da yaşamakta ve çalışmalarına devam etmektedir.

NİMET SANLIMAN SERGİ VE DİA GÖSTERİLERİ
2014 Bozcaada Barkovizyon Gösterisi
2013 Bozcaada Sanat Galerisi
2011 Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat Merkezi
2010 Bozcaada, “Gençlere”
2008 Bozcaada Müzesi “Hakkı Usta” kompozisyon tanıtımı
2008 Hayela Toprak Sanat Galerisi, Mudanya / Bursa
2006 İzmir Türk Amerikan Derneği
2005 Caddebostan Irmak Okulları
2005 Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
2003 Bozcaada “Yaşamdan Kesitler” – Kaikias Oteli
2003 İTU Sosyal Tesisleri
2002 Saraybosna “Köklerimiz” konulu seminer
2001 Safranbolu Kültür Festivali
1997 Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
1988 Türk-Amerikan Üniversiteliler Derneği
1987 Türk - Japon Derneği
1968 Kızılay’ın 100. Yıldönümü Sergisi
1959 Türkiye Bebek Müsabakası, (Birincilik ödülü)
1958 Galatasaray Lisesi Sergisi
1956 Tarsus Gemisi ile Amerika
1955 Amerikan Haberler Büroları Sergileri
1953 İstanbul’un Fethinin 500. Yılı Sergisi
1950-51 Kızılay’ın düzenlediği Uluslararası Bebek Sergisi
Değişik Tarihlerde Levent - Şişli - Pendik - Etiler - Adana Ankara Soroptimist Kulüpleri

ÖĞRETMENLİK
- Rekreasyon Derneği
- Amerikan Dersanesi
- Halk Eğitim Merkezleri
- Atölye ve Evinde Özel Dersler

YER ALDIĞI GAZETE DERGİ VE TELEVİZYON
*Dilara Koçak İle İyi Yaşam - 45. Hafta 4. Gün, 24 Eylül 2014
*Sıradışı Kitre Bebek, TRT Belgesel, 8 Ekim 2013
https://www.youtube.com/watch?v=YRrs7lL3kn0
*Nimet Demirbağ SANLIMAN Resmi web sitesi: www.nimetdolls.com
*Anadolu, Sayı:24, Uşak, 2012
*Bohem, Sayı:2, Konya, 2012
*Merdiven Dergisi, Bozcaada Gazi Lisesi Dergisi, Sayı:3, 2011
*TRT Türk “İyi Yaşam” Programı, 2011
*CNN Türk Röportaj, 2010
*İzmir TRT1 Belgesel “El Yapımı” Programı, 2010
*Kardelen, Demiryol Meslek Okulu Mezunları Derneği Yayın Organı, Sayı: 72, 2010.
*İsmek El Sanatları Dergisi, Sayı:9-10, 2010.
*Kardelen, Demiryol Meslek Okulu Mezunları Derneği Yayın Organı, Sayı:67-68, 72, 2009.
*TRT2 Kitre Bebek Belgeseli, 2008
*Samanyolu TV, 2007
*NTV Gece Gündüz Programı, 2007
*Tûba Kabacaoğlu, “Bu Bebekler Hiç Büyümüyor”, Aksiyon, 04 Haziran 2007, (http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/bu-bebekler-hic-buyumuyor_518039).
*Müjgan Halis, Belgesel Bebek Sanatının Duayeni, 14 Haziran, 2007, Sabah
*http://www.istanbulunustalari.com/tr/usta/143/nimet-demirbag-sanliman
*http://kitrebebekyapimi.blogspot.com.tr/2011/04/nimet-sanliman.html
*“Ömrüm Ömrüm Programı”, TRT2, 25 Haziran 2006.
*“Küçük İnsan Figürleri ya da Bebek”, İlgi Dergisi, Yaz 2005.
*Haluk Şahin, “Yaşamdan Kesitler”, Radikal, 10 Ağustos 2003.
*Cumhuriyet Dergi, 20 Haziran 1999, Sayı:691, Sayfa: 6.
*Meydan Larousse Büyük Lugat ve Ansiklopedi, Sayı: 27-28, 1970
*Encyclopedia International, Cilt 6.
*Yirminci Asır, Sayı: 336, 1959.
*La Turquie Moderne, Janvier (Ocak) Sayısı, 1956.
*Nurcihan Neslihan Kesim / Fotoğraflar: Ara Güler, Resimli Hayat, Sayı: 38, Haziran 1955.
*Mehmet Ataker Röportajı, İstanbul Express, 1951.

NİMET DEMİRBAĞ SANLIMAN: KİTRE BEBEKLERİN KORUYUCU MELEĞİ

20 Mart 2015 Cuma

FİLİZ BAŞARAN BASKI RESİM SERGİSİ

Filiz Başaran’ın 1975 yılından yaklaşık günümüze kadar bir zaman dilimi içinde üretilen gravür-baskı resim dosyasında yer alan çalışmalardan bir seçki olarak sunulan sergi, Galeri Apel’de izlenebilir.
Düşünce ve duyarlılıkların iç içe geçtiği, ince, hassas bir teknikle çinko ve bakır plaka yüzeylere iğne uçlarıyla kazılarak oluşturulan gravürlerin kurgularında insan-doğa yorumları ön plana çıkıyor. Kadınlar, kuşlar, arslan, odalar, batan iğneler, yanık kibritler, baharlar, dikenli bahçeler, öğrenciler, askerler, kendi hikayelerini anlatırken, izleyiciye yeni bir serüven izleme olanağı sunuyorlar.
Sanatçı, bazı gravürlerini de, karışık teknikle yağlıboyaya dönüştürerek farklı bir dünya yaratıyor.
Filiz Başaran, sanatçı duyarlılığını aynı zamanda eğitimci kimliğiyle buluşturan özgün isimlerden biri.1972 yılında Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulunu bitirerek, Marmara Üniversitesi GSF Resim Bölümünde eğitmenliğe başlayan Filiz Başaran, halen Resim Bölümünde Profesör olarak çalışmalarını sürdürüyor.


Yağlıboya, baskı resim ve çeşitli tekniklerle ürettiği yapıtlarıyla kişisel sergiler açan sanatçının, gravürlerini toplu olarak sunduğu bu sergi, 9 Nisan’da Galeri Apel’de açılacak ve sanatseverler tarafından 9 Mayıs’a kadar görülebilecek…
           
GALERİ APEL
Hayriye Cad. No:5A 80060 Galatasaray / İstanbul
Tel: +90 212 292 72 36
www.galleryapel.com




18 Mart 2015 Çarşamba

HALİL AKDENİZ “KÜLTÜR İMLERİ”

Halil Akdeniz, Simgesel Yığınak, 2011, tuval üzerine akrilik-ağaç-demir konstüksiyon.

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı Nisan ayı etkinlikleri kapsamında sanatseverleri yeni bir resim sergisi ile daha buluşturuyor.
Halil Akdeniz “Kültür İmleri” sergisi, 1 - 26 Nisan 2015 tarihleri arasında Ofis Sanat Merkezi’nde izlenebilir.
Ofis Sanat Merkezi’nde 1 - 26 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan sergide, sanatçının özellikle son dönem çalıştığı resim dizisi “Kültür İmleri”nden örnekler yer alıyor. Grek, Hitit, Likya, Frigya gibi çok sayıda kültürlere ev sahipliği yapmış olan Anadolu, sanatçının son dönem çalışmalarının konsept ve düşünce kaynağını oluşturmaktadır. Çalışmalarında, yazı, işaret, simge ve benzeri figürler, yalnızca formal olarak kullanılan elemanlar değil, bilakis sanatsal sürecin birer parçalarıdırlar. Bu süreçte; mekân, zaman ve işlevlerinde değişime uğrayarak yeni bir varlık ve düşünsel-görsel gerçeklik kazanırlar. Ve sonuçta oluşturdukları ‘bütün’ oldukça soyut, kapalı ve karmaşıktır.
Prof. Halil Akdeniz, 1944 yılında Antalya’da doğdu. Gazi Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Ege, Dokuz Eylül ve Bilkent Üniversitelerinde Resim ve Güzel Sanatlar Bölümleri’ni kurdu. Bu üniversitelerde bölüm başkanlıkları, fakülte kurulu üyelikleri, üniversite senatosu ve üniversite yönetim kurulu üyeliklerine kadar çeşitli kademelerde görev aldı. T.C. Bonn ve Berlin Büyükelçiliği Kültür Müşavirliği ve 2001’de Kültür Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği görevlerinde bulundu. Halen Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görevini sürdürmektedir.
Halil Akdeniz’in, çağdaş yorum ve sanatsal çözümleri içeren eserleri, birçok ulusal ve uluslararası sergi, bienal, trienal, sanat fuarları ve müze sergilerinde yer aldı. Sanatçı, birisi yurtdışında birincilik ödülü (altın madalya) olmak üzere iki uluslararası ve birçok ulusal ödüle değer görüldü. 1998 yılında başarıları ve Türk Sanatı’na katkıları dolayısıyla Cumhurbaşkanlığınca ‘Devlet Sanatçısı’ unvanı ile onurlandırıldı. Eserleri yurtiçi-yurtdışı müze ve koleksiyonlarda yer almaktadır. Akdeniz’in Türk Sanatı ve sanatçılar üzerine yayınlanmış dört kitabı ve katalog yazıları, çok sayıda bilimsel yayın, araştırma, bildiri ve makaleleri ile birlikte hakkında yayınlanmış dört kitabı ve ayrıca eserlerinin yer aldığı çok sayıda sanat kitabı ve katalog bulunmaktadır.
Sanatın her biçimine gösterilen ilgi, Ofis Sanat Merkezi’ndeki çeşitlilikle gözler önüne serilmektedir.  Sanat, çok kültürlü ve evrensel bir şehirde, ondan herkesin ilham alabileceği bir yerde görülmelidir. Değerli sanatçı Halil Akdeniz’in “Kültür İmleri” sergisi, Anadolu’nun ev sahipliği yaptığı medeniyetleri, günümüze modern formlarla taşıması bakımından önemlidir. “Kültür İmleri” şehre sanatsal bir heyecan katacaktır.

İLETİŞİM
Selma Uğur
Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı
Kültür Sanat Şube Müdürlüğü

Ofis Sanat Merkezi
Semerciler Mh. Gökçe Sk. No.61 Adapazarı/SAKARYA

Tel: 0535 483 15 17 - 0264 274 95 87       


10 Mart 2015 Salı

“TÜRKİYE’DEN YENİ NESİL GENÇ ÇAĞDAŞ SANATÇILAR” YARIŞMA SERGİSİ

Merve Denizci, “İsimsiz”, 2014,
tuval üzerine yağlıboya,
140 x 100 cm.
Sainte Pulcherie Fransız Lisesi sanat galerisi Od’A-Ouvroir d’Art bu yıl, İstanbul’un en eski çağdaş sanat galerilerinden biri olan Maçka Sanat Galerisi ile birlikte “Türkiye’den Yeni Nesil, Genç Çağdaş Sanatçılar” adlı yarışmayı başlattı. Yarışmaya başvuru, 18 Haziran-12 Aralık 2014 tarihleri arasında yapıldı. Sarkis, Emre Baykal, Evrim Altuğ, Seyhun Topuz, Serhat Kiraz, Fransız Kültür Merkezi Müdürü Bérénice Gulmann ve Sainte Pulchérie Lisesi Okul Müdürü Alexandre Abellan’dan oluşan seçici kurul, başvuruları titizlikle değerlendirdikten sonra eserleri sergilenecek finalistleri belirlediler. 

Eserleri sergilenen sanatçılar:
Ayşegül Turan
Beril Gür
Burcu Yağcıoğlu
Eda Emirdağ
Eda Gecikmez
Gamze Taşdan
Gökçen Dilek Acay
Göksu Gül
Gülsün Öykü Doğan
İrfan Dönmez
Kubilay Mert Ural
Meliha Sözeri
Merve Denizci
Naciye Danış Akbıyıkoğulları
Neslihan Koyuncu
Özge Topçu
Serhat Koçak
Serpil Tuğçe Aytürk
Tuğba Yüksel

Serhat Koçak, “Beyaz 1”, 2014,
tuval üzerine yağlıboya, 130 x 130 cm.
Yarışmayı kazanan sanatçı, Cité internationale des Arts Paris’te, bir sanatçı rezidansı ile ödüllendirilecek. Cité internationale des Arts Paris’te 3 Temmuz - 27 Ağustos 2015 tarihleri arasında sanatçı rezidansı ile ödüllendirilecek olan sanatçı ise, sergiye katılacak sanatçılar arasından yapılacak ikinci bir değerlendirme sonucunda belirlenecek. Sanat çalışmalarını kolaylaştırmak amacıyla, kendisine bir sanatçı atölyesi de tahsis edilecek. Geçmişte, Komet, Hüseyin Sermet, Utku Varlık, Selda Asal, İdil Biret, Handan Börüteçene, Fikret Atay ve İnci Eviner gibi önemli Türk sanatçıları da burada konuk edilmiş.

23 Mart - 7 Nisan 2015 tarihleri arasında sunulacak olan “Türkiye’den Yeni Nesil Genç Çağdaş Sanatçılar” Yarışma Sergisi vesilesiyle 25 ve 35 yaş arasındaki 19 genç sanatçı, izleyicileri kendi dünyalarına doğru bir yolculuğa davet ediyor. Farklı perspektifler; toplumu, onun örf ve adetlerini, başkaldırıyı, hayatı, ölümü, günlük yaşamı ve duyguları deşifre etmekteler. Böylelikle, enstalasyonlar, heykeller, resimler ve çizimler eserler ile fikirler arasında bir diyalog oluşturarak Od'A-Ouvroir Sanat Galerisi'ndeki yerlerini alıyorlar.

Meliha Sözeri, “Direniş Nesneleri - 7 renk / resistance objects - 7 colors”, 
2014, paslanmaz çelik delikli tel, tel, 190 x 90 x 30 cm.
Ayşegül Turan, “İsimsiz”, 2014, Çelik, Curuf, Mıknatıs, 65 x 45.5 x 29.5 cm.
Yarışma hakkında daha fazla bilgi için:
www.sp.k12.tr/yarisma

Yarışma; Cité internationale des Arts Paris, İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Simit Derneği ve Pirgi İnşaat’ın katkılarıyla düzenlenmektedir.

Galerie Od'A-Ouvroir d'Art
Sainte Pulchérie Fransız Lisesi
Çukurluçeşme Sok. No: 7 Küçükparmakkapı Beyoğlu-İstanbul

İletişim:
İris Gökçaylı
iris.gocayli@sp.k12.tr

Tel: 0212 244 25 36

6 Mart 2015 Cuma

KUAD NIGHT SEMINARS

APRIL – MAY – JUNE 2015
KUAD GALLERY is opening a seminar of local and international art lectured by Suzanne Frijling. She is an art historian, born in Netherlands and currently living and working In Istanbul. Keynote speaker of the seminar opening is Beral Madra.
The seminar has the intention to Make an introduction to Modernism, Post-Modernism and Contemporary Art; Present the concepts and impacts of crucial art movements with their renown artists; Introduce a method of appreciation of Contemporary Art in an interactive way;
Cover the content and concept of global prestigious museums and collections.
The language of the seminar is in English.


You can download our attendance form the link below;
http://kuadgallery.com/Dosyalar/Seminer_Form.doc

Dates of the Seminar: 8th, 15th, 22nd, 29th April 2015 – 6th, 13th, 20th, 27th May 2015 – 3rd of June
Time: Wednesdays 19:00 – 21:00
Location: KUAD GALLERY

For any further information: info@kuadgallery.com
Deadline for application and payment: 7th of April 2015
The seminar will be realized, only when more than 7 people have registered.
One lesson: 140 TL
All 9 seminar lessons: 1100 TL

Kuad Gallery
Süleyman Seba Caddesi No: 52 Akaretler, 34357 Beşiktaş Istanbul
+90 212 227 00 08
www.kuadgallery.com

info@kuadgallery.com

DOĞANÇAY MÜZESİ 11. ORTAOKULLAR RESİM YARIŞMASI

Konu: “Serbest”

Doğançay Müzesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve sponsor firmalarla işbirliği içinde 2005’ten bu yana temel eğitim okullarında jürili sanat yarışmaları düzenliyor ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşıyor. Her yıl 1500 okuldan, 8-14 yaşlarında ortalama 7 bin öğrenci bu etkinliğe katılıyor. Birinci gelenler 2006’da dört günlük Paris ve 2007’de bir haftalık Londra gezileriyle ödüllendirildi. Müze, eğitime sanat üzerinden destek vermeyi amaçlayan bu yarışmayı 2015 yılında da devam ettiriyor.

Yarışma Koşulları
1.Doğançay Müzesi 11. Orta Okullar arası resim yarışması 5. 6.7.8. sınıflar arasında İstanbul genelinde yapılacaktır.

2.Birincilik, ikincilik, üçüncülük, 5 adet mansiyon ve 42 adet sergileme ödülü, 50 adet başarı sertifikasının yanı sıra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından eğitime katkı olarak para ödülü ve sponsorlarımız tarafından sürpriz hediyeler verilecektir.

3.Öğrenciler, tema sınırlaması olmaksızın serbest çalışmalarıyla yarışmaya katılabileceklerdir. Resimler öğrencinin kendisine ait olacak, grup çalışmaları yarışma dışı kalacaktır. Malzeme seçimi serbesttir. Eserlerin ebatları 50x70 cm. den daha büyük olmayacaktır.

4.Resimler 8 Mayıs 2015 tarihine kadar, yarışmaya iştirak eden her okul adına toplu bir dosya içerisinde ya da bireysel olarak Doğançay Müzesi’ne kargo yolu ile veya elden teslim edilecektir. ( Doğançay Müzesi Balo Sokak No: 42 Beyoğlu - İstanbul Tel: 0212 244 77 70 – 71) Karşı ödemeli ve alıcı ödemeli kargo gönderileri kabul edilmeyecektir.

5.Her resmin arkasına; resim sahibi öğrencinin adı, soyadı, yaşı, sınıfı, okul adı, irtibat numaraları (okul ve ev/cep telefon numarası) okunaklı, silinmeyecek ve düşmeyecek şekilde yazılmalıdır.

6.Dereceye giren 50 resimden oluşan serginin açılışı, katalog dağıtımı ve ödül töreni 28 Mayıs Saat: 13.00'te Cemal Reşit Rey Konser Salonunda yapılacaktır.

7.Resimler, sergi bitiminden sonra 27 Haziran 2015 tarihine kadar Doğançay Müzesi’nden teslim alınmalıdır. Teslim alınmayan resimlerden İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Doğançay Müzesi sorumluluk kabul etmeyecektir.

Büyük Jüri
Adnan ÇOKER (Ressam)
Beral MADRA (Küratör, Sanat Eleştirmeni)
Vasıf KORTUN (Araştırma ve Programlar Direktörü SALT)
Mehmet Lütfi ŞEN (Küratör)
Bergin AZER (Doğançay Müzesi Müdürü)

Yarışma Düzenleme Komitesi
Mehmet Lütfi ŞEN, Bergin AZER, Gülşah ÖZBEK, Cumali AĞIŞ, Ömer AYDIN

Bilgi İçin: Doğançay Müzesi Balo Sk. No:42 34435 Beyoğlu/İstanbul/Türkiye

Tel: 0212 244 77 70 / 71 info@dogancaymuseum.org

5 Mart 2015 Perşembe

“GEORGES BRAQUE 1924-26” SERGİSİ KRAMPF GALLERY’DE

Georges Braque, “Pomme et Banane”, 1926, 
panel üzerine yağlıboya, 16.3x22 cm.
“1924-26 Yıllarında Georges Braque” isimli sergide, sanatçının 1924-26 yıllarına ait eserlerinden örnekler sergileniyor. Aynı zamanda İstanbul’daki ilk Georges Braque sergisi olma özelliğine de sahip.

Krampf Gallery
Kemeraltı Cad. No: 41 Tophane 34425
Istanbul
Turkey
P: +902122939314 - +902122939315 F: +902122939316


Georges Braque, “Poire, Pomme et Couteau”, 1926, panel üzerine yağlıboya, 17.5x26,5 cm.

“DADA MUTFAK BIÇAĞIYLA KES…”

DADA’nın 100.Yılı için Bir Sergi
Kuad Gallery, 18 Mart - 2 Mayıs 2015

Esra Carus; Ahmet Vehbi Doğramacı; Fırat Engin; Özge Enginöz; Erol Eskici; Eda Gecikmez; Murat Gök; Şakir Gökçebağ; Hakan Gürsoytrak; Naci Güneş Güven; Yahya M. Madra; Meltem Sırtıkara; Esin Turan ve Eric Andersen ile Canan Beykal katılımlarıyla 18 Mart - 2 Mayıs 2015 tarihleri arasında “DADA MUTFAK BIÇAĞIYLA KES…” sergisi Kuad Gallery’de izlenebilir.

Sergi, günümüz sanatının söylem, biçim ve estetik açıdan altyapısını oluşturan Dada akımının ünlü kadın sanatçısı Hannah Höch’ün, dönemin Weimar yönetimini eleştiren “Dada Mutfak Bıçağıyla Son Weimar Bira - Göbekli Almanya Kültür Çağını Kes” başlıklı kolajına gönderme yapan bir başlıkla sunuluyor. Dada akımı o dönemin aydınları ve sanatçıları için disiplinlerarası etkileşim ve işbirliği ifade ediyordu, ama asıl 1915-1923 arasında savaş karşıtı bir akım olmasının altını çizmek gerekiyor. Özellikle de toplumun savaşı kutsallaştıran ya da kaçınılmaz kılan geleneksel savaş anlayışını yıkmaya yönelik söylemleri içermesi açısından, değişik içerik, biçim ve estetiklerle uygulanıyor olsa da günümüzde sürmekte olan savaş durumuna yanıt vermeye devam eden bir akım.

Dada, 1916’da savaşın ortasında ortaya çıktı ve ilk andan başlayarak Avrupa ruhunun kapsamlı bir manifestosu görünümündeydi. Savaş öncesinde, toplumsal ya da bireysel olarak insan varlığının anlam ve değerleri üstüne sorular açılmış bunlar kesin yanıt bulmamakla birlikte, Modernizmin eşiğindeki insana bazı doyumlar vermişti. Savaş, bu doyumları da silip götürdü ve yerine bir boşluk bıraktı. Dada, sanki bütün yerleşmiş ahlaki, estetik ve toplumsal değerleri baş aşağı ederek, arta kalan ütopyaları da silmeyi amaç edinmişti. Bunların içinde en önemlisi sanatı ulusal kültür ögesi olmaktan çıkarıp, sanayii toplumunun deneyselliğe dayalı büyük kent fenomenine dönüştürmektir. Dada, sanat ve yaşam arasındaki sınırın ilk ortadan kalkışıdır; sanatçılar işlerini toplumun ortasında gerçekleştiriyor ve günlük yaşamın izini sürüyorlardı. Bu özellik ile Dada ile günümüzdeki İlişkisel Estetik arasındaki bağlantı belirgindir.

Dada yapıtlarını dört ana grupta toplamak olasıdır; bu grupların bugün bilimsel ve teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklarla sürdürüldüğünü izleyebiliriz. Kolâjlar, Asemblajlar, Malzemeli Resimler; Tipografik Montajlar, Fotomontajlar; Mekano-Dada, Meta-Makinalar, Mekanik Mankenler; Toplumsal alanda gösteriler.

Dada, her yöne açık bir sanatı savunduğu için yazın, müzik, resim, heykel, performans, dans, hitabet gibi alanlardaki üretimlerle karşılaşılır; kısacası bu akım, bugünkü anlamıyla disiplinlerarasıdır. Dada'da rastlantısallık önemli bir ögedir. Yazınsal, müziksel, resimsel üretimlerde bu rastlantısallık belirgindir. Dada belgeseliğe dayanır. Dergiler, afişler, broşürler, kataloglar, el ilanları, mektuplar, posta kartları, notlar ve taslaklar Dada'nın icat ettiği ve kullandığı yayılma yöntemleridir. Dada, tıpkı şimdi olduğu gibi, modern kentin enerji ve dinamizminin kendini sanat yoluyla dışa vurmasıdır: Merkezler Zürih, Berlin, Paris, New York, Hannover, Köln ve Amsterdam'dır. Bu özellikleri günümüz sanatında izliyoruz.

Dada, 1920'de Berlin'de yapılan Dada Fuarı ile doruk noktasına ulaştı ve tarihsel olarak 1923'de sona erdi; ne ki etkileri ve yarattığı sanat yapma türleri günümüz sanatının temelini oluşturuyor. Kuad Galeri 2013-2014 döneminde John Cage’in 100.Yılına ve Dada sanatçısı Duchamp’ın Hazır Nesne söyleminin 100.yılına gönderme yapan “Mutsuz Hazır Nesne” sergilerini düzenlemişti. Bu sergiyle Kuad Galeri 20.yy sanat akımlarına gönderme yapan sunumlarını sürdürüyor.

Kuad Galeri
Süleyman Seba Cad. No:52 Akaretler 34357 Beşiktaş İstanbul
T: +90 212 227 0008
F: +90 212 227 0009
www.kuadgallery.com

info@kuadgallery.com

BAHÇE VAR AMA DOMATES YETİŞTİRMEK YASAK!

Superpool’dan
Selva Gürdoğan ve Gregers Tang Thomsen.
New York MoMA’da 10 Mayıs 2015 tarihine kadar izlenebilecek “Düzensiz Büyüme: Genişleyen Mega Kentler için Taktiksel Şehircilik” sergisi için, altı küresel metropolde -Hong Kong, İstanbul, Lagos, Mumbai, New York ve Rio de Janeiro- yeni mimari olanakları incelemek için, araştırmacılar ve uygulayıcılardan oluşan disiplinlerarası ekipler bir araya geldi. Her ekip sergiden on dört ay önce bir dizi atölye çalışması yaparak, belirli bir şehir için öneriler geliştirdiler. İstanbul’da faaliyet gösteren uluslararası mimarlık firması Superpool ve Paris’ten atelier d’architecture autogeree, İstanbul için geliştirdiği önerilerle sergide yer alıyor. Sergi ile ilgili sorularımızı Superpool’dan Selva Gürdoğan ve Gregers Tang Thomsen yanıtladı.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sayın Gürdoğan ve Thomsen, MoMA’da yer alan serginin tanıtım metninde bir felaket senaryosu okuyoruz: ‘2030 yılında, dünya nüfusu şaşırtıcı bir şekilde 8 milyar olacak. Bu nüfusun üçte ikisi şehirlerde yaşayacak. Çoğu fakir olacak. Sınırlı kaynaklar ile bu düzensiz büyüme dünya genelinde toplumların karşılaştığı en büyük zorluklardan biri olacak. Gelecek yıllarda, şehir yetkilileri, kent planlamacıları ve tasarımcılar, ekonomistler ve diğerleri, önemli sosyal ve ekonomik felaketleri önlemek için güçlerini birleştirmeleri gerekecek, bu genişleyen mega şehirleri yaşanabilir kılmak için birlikte çalışacaklar.’ Durum gerçekten bu kadar kötü mü yoksa hala umut var mı?
Aslında bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyoruz ve bu yüzden soruyu sürekli gündemde tutmamız gerekiyor. Birçok eski gelenekte dünyanın, insanın dengede olması, dengenin bozulmaması derdi vardır... Yin-yang gibi. Çevreciler dengenin bozulma eşiğinde olduğunu, geri dönülemeyecek bir noktaya gelinmek üzere olduğumuzu söylüyor. Çevreci dediğimizde kuşlardan, böceklerden ibaret başka bir dünyanın savunucuları anlaşılıyor bazen. Oysa hepimiz dünyaya verdiğimiz tahribatı oturduğumuz yerden yani şehirlerden yapıyoruz. Hem ekolojik, hem sosyolojik olarak dengesi bozulmak üzere olan şehirlerimiz ve bir dünyamız var. MoMA için Paris’ten atelier d’architecture autogeree (aaa) ile beraber hazırlanan çalışmanın da derdi, kişilerin bu konuda yapabileceklerinin bir kataloğu aslında.

İstanbul: Post-Kentsel Dönüşüm Taktiksel Eylemler. 2014. KİTO perspektifi, (© Superpool).
Sorularımızı detaylandırmadan önce Superpool ve ekibini tanıtabilir miyiz? Bugüne kadar hangi sergi ve projelerde yer aldınız?
Superpool 2006’da Gregers Tang Thomsen ve Selva Gürdoğan tarafından başlatılmış bir mimarlık ofisi. İstanbul’u ve şehirleri anlamaya hep meraklı olduk. İlk haritalama çalışmamız ‘Dolmuş ve Minibüs Haritası’ oldu, sonrasında ‘Mapping Istanbul / İstanbul’u Haritalamak’ adlı bir kitap üzerinde çalıştık. Audi Urban Future Initiative 2012’de İstanbul trafiğinin yakın geleceği üzerine bir çalışmamız oldu. Aynı zamanda TailorCrete adlı dört sene süren ve inşaat endüstrisinde karmaşık geometrilerin yapımında robot kullanımının arttırılmasını amaçlayan bir araştırma projesi içinde yer aldık. Superpool’un yanı sıra Columbia Üniversitesi Mimarlık Fakültesine ait Studio-X Istanbul’un yürütücülüğünü de yapıyoruz.

Superpool’un bugüne kadar yer aldığı sergilere ve katıldığı projelere baktığımız zaman, bu sergide yer alması şaşırtıcı değil. Türkiye’den sadece siz mi davet edildiniz? Süreç nasıl gelişti? Son sergileme aşamasına gelene kadar ekipler nasıl çalıştı?
MoMA’daki serginin küratörü Pedro Gadanho, İstanbul Modern Müzesi’nin YAP programı için burada olduğu zaman sanırım birkaç ekip ile görüştü. Sonrasında sergide yer almamızı istediğini öğrendik. Çalışılan her şehir için biri yerel biri de farklı bir şehirden iki ekip eşleştirildi. Ekolojik sürdürülebilirlik konuları üzerine çalışan ve aktivist bir yapısı olan atelier d’architecture autogeree (aaa)’in kurucuları Constantin Petcou, Doina Petrescu ile çalıştık. Tüm ekipler New York, Shenzen ve Viyana’da bir araya geldi. Ancak bu aslında pek de yeterli olmadığı için aaa ile İstanbul’da da buluştuk ve işlemek istediğimiz konularda mutabık kalıncaya kadar konuştuk, tartıştık. Serginin kataloğunda da yer alan ortak bir metin oluşturduk. İş bölümü sonrasında biz, Superpool’un hazırladığı video için Memed Erdener ile beraber çalıştık. Bu da bizim için çok güzel bir deneyim oldu.

Sergiye konu olan altı şehir de -Hong Kong, İstanbul, Lagos, Mumbai, New York ve Rio de Janeiro- gerçekten hem nüfus hem de kentsel gelişim açısından oldukça problemli. Tabii ki bizim ilgi alanımız İstanbul. Sizin İstanbul için önerilerinizi hangi açıdan ele aldığınızı öğrenebilir miyiz? Sergilenen projenizi detaylı olarak anlatabilir misiniz? TOKİ’ye karşı KİTO (Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu) oldukça ilginç bir yaklaşım.
‘Düzensiz Büyüme’nin genel çerçevesi kentte yoksulluğa ve gecekondulara (slum areas) gönderme yapıyor. Ancak İstanbul’un Lagos, Mumbai ya da Rio de Janeiro gibi bir gecekondu alanı kalmadı. İstanbul’un çoğu semti, post-gecekondu dediğimiz yasallaştırılmış ve iyi kötü bir alt yapısı sağlanmış yerler. Yoksulluk yok demeyeceğim ancak ‘İstanbul’da kontrolsüz bir şekilde ne büyüyor?’ diye sorulduğunda bizce cevap, orta sınıf için tüketici bir hayat tarzı ve bu hayatın mekansallaştığı TOKİ ve benzeri siteler. Kilometrelerce uzanan yüksek katlı tek tek blokların olduğu bir şehir hızla büyüyor. Bu neredeyse ekmek almak için bile alışveriş merkezine arabayla gitmeye mecbur bırakan bir yerleşim. Bahçesi var ama domates ekmek yasak. Ev, araba ve iki çocuk ile televizyon önünde biten bir yaşam hayali hızla alternatiflerini yok sayıyor.
Gelişmekte olan ekonomilerin şehirleri, kendi ‘informalite’lerinden neredeyse utanır. Oysa ‘informalite’ bir yandan da kişilerin inisiyatifini kullanabilmesi demektir. Burada üzerinde düşünülmesi gereken ince bir çizgi var. 
KİTO (Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu), TOKİ’nin bizce sembolü haline geldiği ‘ıslah edilmiş’ şehrin 20 yıl sonrasını hayal ediyor. Hayal bu ya, İstanbul’un mahalle, yardımlaşma, sosyal girişim kültürü TOKİ koşullarında bile yeşermiş, TOKİ sakinleri sitelerini çevreleyen o sıkıcı duvar yerine atölyeler, dükkanlar açmışlar...

KİTO (Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu) Projesi’nin nasıl çalıştığı konusunda daha detaylı bilgi alabilir miyiz?
TOKİ gelişimleri, küresel kapitalizmin içinde dünya çapında bir durumu yansıtan, İstanbul’da egemen sınıf olarak yeni bir orta sınıfın ortaya çıkmasına paralellik gösterir. Bizim önerimiz, bu orta sınıfın, ekolojik ve sosyal maliyetlerine rağmen, tüketim ve rahat yaşam isteğinin düzensiz gelişmesine işaret ediyor.
Kitle iletişim araçlarında sürekli yer alan reklam kampanyaları da Türk ailelerine örnek oluşturacak bir rüya inşa ediyor: bir otomobil sahibi olmak ve rahat dekore edilmiş ve en son teknolojik ev eşyalarıyla donatılmış bir apartman dairesi sahibi olmak! Ödeyecekleri fiyat hayattan izole olmak, çalışmaya gitmek için uzun yollar kat etmek, trafikte ve yoğun alışveriş merkezlerinde saatler harcamak, yüksek servis ve bakım ücretleri ve uzun dönem borçluluğa rağmen bir TOKİ dairesi, bu hayali gerçekleştirmenin ilk adımı.
Yunanistan, İspanya, Arjantin ve küresel krizden etkilenen diğer birçok ülkede görüldüğü gibi, bu son derece borçlu orta sınıf, bir durgunluk döneminde en savunmasız sosyal gruptur. Derinleşen yakıt tüketimi ve kaynak kıtlığıyla, Türkiye’deki olumlu ekonomik eğrinin aynı şekilde aşağı doğru çekmeye başlayacağını hayal edebilirsiniz, iklim değişikliği gibi küresel dinamiklerle yaklaşan sorunları da işin içine katmak gerek. Bu şartlar altında, mevcut tüketici yaşam tarzı çökecek ve bugünün orta sınıfı, yarının fakiri haline gelecektir. Büyük borç, büyüyen işsizlik, yükselen enerji, yakıt, yiyecek ve hizmet fiyatları ile karşı karşıya kalındığı zaman, TOKİ sakinleri güçlükleri yenmek zorunda kalacak.
Bizim önerimiz olan Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu (KİTO), bir post-kentsel gelişim ajansı ve TOKİ komplekslerinin geleceği için alternatif bir pozitif senaryo öneriyor. Mevcut TOKİ toplu konutlarının açık kaynak ile canlandırıldığı, vatandaş odaklı bir dönüşüm hayal ediyoruz. KİTO farklı ölçeklerde çalışacak ve çok katmanlı çabuk toparlanma hareketi sağlayacak. Bu iyileştirilmiş alanlarda, ekipmanlarda, hizmetlerde ve kurumlarda bir dizi ortak üretim yapacak.
KİTO’nun toplu etkileşim ve iletişimi, online ağ aracılığıyla kolaylaştırılacak -KİTO’da- alternatif bir ekonomi yaratacak, yerel eylemlere değer katacak ve insanlara yapmak, vermek, paylaşmak ve enerji, ürün, bilgi ve beceri tasarrufu yapma konusunda yetki verecek, güçlendirecek. Motivasyonu artırmak ve daha fazla sivil hareketi kolaylaştırmak için yeni bireysel ve kolektif profiller ortaya çıkacak: şehri tüketmek yerine, sakinler artık güçlükleri yenerek ortak-üretim yapacak.
Farklı ölçeklerde farklı stratejiler ya da taktikler önerdik. Bunların bir kısmı aaa’nin önerisiyle Avrupa’nın değişik kentlerinde uygulanmış.
Bölge ölçeğinde yeşil ve mavi altyapı hazırlamak için kent çiftlikleri yaratılacak: meralar, ormanlar, balıkçılık için göletler, nehirler, kanallar, güneş ve rüzgar çiftlikleri... Toplum arazi ortaklıkları, kredi birlikleri ve yerel kalkınma bankaları gibi ortaya çıkan bir dizi ortak kurum ve kuruluşlar, vatandaşların bu tesisler ve hizmetler için toplu yatırımcılar, yöneticiler ve hissedar olarak hareket etmesini sağlayacak.
Site ölçeğinde TOKİ’nin mevcut kapalı duvarları ve çitleri, kendi kendine yeten hizmet alanlarına dönüştürülecek. Yeni tesisler 3-D baskı yoluyla bölgenin sakinleri tarafından inşa edilecek ve sosyal işletmeler, zaman bankaları, yerel mağazalar, marketler, atölyeler ve yerel radyo gibi üretim, hizmet ve dağıtım faaliyetlerine ev sahipliği yapacak.

Bu acil taktiksel kentleşme formlarının ya da önerilerinin pratikte uygulanabilirlik şansı var mı yoksa bir ütopya mı?
Pratikte şehir her zaman taktik geliştiriyor, hele İstanbul. Biz bu taktiklerin hepsini ‘ıslah etmeye’ çalışıyoruz toplum ve yönetim olarak. 

Sergide biraz da ironik bir yaklaşım var. Disiplinlerarası ekipler, mega kentlerde yaşanan sorunlara çözüm önerileri sunarken, aslında mega kentlerde yaşanan sorunların başında bugüne kadar uygulanan mimari, kentsel planlama hatalarına da gönderme yapmış oluyor. Bu durumda; mimarların, şehir planlamacılarının potansiyel rollerindeki değişiklikler neler olmalı?
Çok doğru bir soru. Ekonomisini inşaat sektörü üzerine kuran yerlerde, daha fazla inşaat ekonomik büyüme için iyidir ve bundan da mimarın ne şikayeti olabilir? Büyük projeler yapılacaksa iyi mimarlar tarafından yapılmaları daha iyi değil midir? Bunlar hep çelişkili sorular. Ameliyat yaparak para kazanan hastanenin hastaya yaklaşımındaki gibi mimarın konumu da çelişkiler içeriyor. Burada genç, yeni kurulmakta olan ofislerin daha idealist olmak için manevra kabiliyeti var. Herkes için Mimarlık ya da Sokak Bizim gibi oluşumlar heyecan verici.

İstanbul’a daha önceki birçok projeniz ve KİTO ile farklı açılardan baktınız. Hala bu şehirde yaşamaktan mutlu musunuz?
Evet, galiba.