|
Devrim Erbil, “İstanbul, Şiirsel İzlenim”, 2016,
tuval üzerine yağlıboya, 110x130 cm.
|
DEVRİM
ERBİL’in 13 Aralık 2017 – 5 Ocak 2018 tarihleri arasında F SANAT GALERİ’de yer
alacak “İSTANBUL’A BAKIŞ” isimli resim sergisi öncesi Etiler Galliard’da düzenlenen
basın kahvaltısında gerçekleştirdiğimiz röportajda Akademide geçirdiği 50 yılı,
Resim ve Heykel Müzesi Müdürlüğü dönemi, 2004 yılında açılan Balıkesir Devrim
Erbil Çağdaş Sanat Müzesi ve kısa bir süre sonra Haliç’te açılacak olan Devrim
Erbil Çağdaş Sanatlar Müzesi gibi 60 yıllık sanat yaşamının kilometre taşlarını
konuştuk.
ozan ünal, heykeltraş, heykel
RÖPORTAJ: Ümmühan Kazanç
1937
doğumlu Devrim Erbil, 80 yıllık hayatına çok şey sığdırmış, yaşamını sanata ve
sanatın geniş kitlelere yayılmasına adamış bir sanat insanı. 1955 yılında
girdiği Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde, Halil Dikmen ve Bedri
Rahmi Eyüpoğlu’nun öğrencisi oldu ve 1959 yılında mezun oldu ve aynı yıl arkadaşlarıyla
“Soyutçu 7”ler grubunu kurdu. 1962 yılında Akademi’ye asistan olarak girdi.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Tollu ve Cevat Dereli atölyelerinde görev aldı. 1963
yılında Altan Gürman, Adnan Çoker, Sarkis ve Tülay Tura ile Mavi Grup’u
kurduktan sonra İspanya Hükümeti’nin sanat bursu sınavlarını kazanarak gittiği
Madrid ve Barcelona’da başladığı sanat araştırmalarına Paris ve Londra’da devam
etti. Türkiye Çağdaş Ressamlar ve Görsel Sanatçılar Derneği Başkanlığı,
1979-1982 yılları arasında İstanbul Resim Heykel Müzesi Müdürlüğü görevlerinde
bulunan Devrim Erbil, 1981 yılında profesör oldu. 1985’te başladığı Mimar Sinan
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Başkanlığını üç yıl
sürdürdü. 1988-1990 yılları arası Yıldız Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde
bölüm başkanlığı yapan sanatçı, 1990 yılında bu kez Mimar Sinan Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi dekan yardımcılığı görevine getirildi. 1991 yılında
Devlet Sanatçısı ünvanını ile onurlandırıldı. 2002 yılında Balıkesir Belediyesi’nce
Devrim Erbil Çağdaş Sanatlar Müzesi adıyla kişisel müzesi açıldı. 2004 yılında
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden emekli oldu. Sanatçı, 2005’te
Doğuş Üniversitesi'nde Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanı olarak göreve başladı
ve halen öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. Ayrıca İstanbul Kemerburgaz
Üniversitesi Mütevelli Heyet üyesidir. Devrim Erbil, akademideki unutulmaz elli
yılını, 2015 yılında Tophane-i Amire’de açtığı “Akademi’de 50 Yıl” sergisiyle
taçlandırdı. 2017 yılında 80. Yaşını yine birçok sergi ve etkinlik ile kutladı.
|
Devrim Erbil Hocamız ile F Sanat Galeri’de.
|
İlk
sergisini daha lise öğrencisiyken Balıkesir Kültür Derneği, Çocuk
Kütüphanesi’nde açtı. Yurtiçinde yaklaşık 160, yurtdışında 50 civarı kişisel
sergi açtı. Katıldığı karma sergiler, sempozyumlar, kaleme aldığı makale,
araştırma ve kitaplar, ulusal ve uluslararası ödülleri de düşünürsek, çok uzun
bir liste çıkıyor karşımıza.
Tüm
bunların ötesinde Resim sanatının tüm tekniklerini kullanıyor. Tuval resminin
dışında özgün başka tekniklerle de eser üretiyor. Sanatı geniş kitlelerle
paylaşmak anlamını taşıyan Gravür ve serigrafi, vitray, seramik, ahşabın
olanaklarını kullandığı marküteri uygulamalar, ışık ve hareket kavramlarına
yeni boyutlar kazandırdığı renkli pleksiglaslar, izleyiciyi resmin içinde
dolaştırdığı Video Art çalışmaları ve tabii ki Devrim Erbil desenlerinin hayat
bulduğu halı tasarımları.
Devrim
Erbil’in, 2016 yılının Ağustos ayında Bodrum’da açtığı “Müzesini Düşleyen
Resimler” sergisi, Devrim Erbil Sanat Eğitim ve Kültür Vakfı’na bağışladığı
resimlerden oluşuyordu. Bu sergi, doğrudan HALİÇ’te açılacak Devrim Erbil
Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin ön gösterimiydi. Devrim Erbil, uzun yıllardır
hayalini kurduğunu müzeyi şu sözlerle anlatıyor.
Yaklaşık 60 yıllık sanat yaşamınızda hem
eğitim hem de üretim konusunda sanatın her alanında aktif olarak rol aldınız.
Uzun zamandır müze açma planınız olduğunu duyuyorduk. Şimdi bu hayaliniz de
gerçekleşiyor sanırım.
2017
yılında çeşitli sergi ve sanat etkinlikleri ile 80. Yaşımı kutladım. İlk olarak
Şubat ayında Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin üç katına da yayılan bir sergi
açtım. 150-200 civarı eser sergiledim. Akademide 50 yıl kaldım, emekli olduktan
sonra dekanlıklar yaptım, hala üniversite ile bağlarımı koparmadım. İnsanın eli
tuttuğu, gözü gördüğü, aklı yerinde olduğu sürece üretmeye devam etmeli. Ne
yazık ki bazı sanatçılarımızın ismi büyük ama ortada eseri yok. Ben bu 60 yılı
dolu dolu yaşadım. Bir koltukta birçok karpuz taşıdım. Bizim zamanımızda
sanatın yan dalları yoktu. Şimdi sanat yönetimi diye bir bölüm var. 60 yıl önce
böyle bir bölüm yoktu. Sanat yönetimi adı altında gerçekleştirilen tüm
faaliyetleri biz kendimiz yapıyorduk ve hala kendimiz yapıyoruz.
Ayrıca
sanatçı derneklerinde çalıştım. Ercüment Kalmık’ın Başkanlığı döneminde Çağdaş
Ressamlar Derneği’nin Genel Sekreterliğini yaptım. Sanatçıların sosyal ve
kültürel hakları için çaba harcayan bir dernekti. Bu vesileyle benden önceki
kuşakları tanıdım. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Tollu, Cevat Dereli, Ali Çelebi,
Nurullah Berk gibi. Ben Bedri Rahmi’nin atölyesinde eğitim aldım. Biz akademinin
ilk asistanlarındanız. Ben yedek subaylığımı yaparken Özdemir Altan ilk asistan
olarak girdi akademiye. Ben askerliğimi bitirdikten sonra 1962 yılının Kasım
ayında akademiye girdim. Yaklaşık üç ay süren, uzun bir sınav sürecinden sonra
akademiye girebildim. Çok ciddi bir lise eğitimi almıştım ve çok başarılı bir
öğrenciydim. Edebiyat ile ilgiliydim. Tüm yazarları tanıyordum. Sınavlara çok
donanımlı olarak girdim. Atölye Hocam Bedri Rahmi o zaman yurtdışında olduğu için,
jüride yer alamamıştı. Ona rağmen açık ara bir başarıyla asistanlık sınavlarını
kazandım. Burhan Toprak Sanat Tarihi hocamdı. Ahmet Kutsi Tecer’den estetik
dersleri aldım. Bedri Rahmi, Cemal Tollu ve Cevat Dereli atölyesinde asistanlık
yaptım. Akademide 60 yılın canlı tanığıyım diyebilirim.
Sanatçı
derneklerinde önce genel sekreterlik yaptım, daha sonra Çağdaş Ressamlar
Derneği’nin Başkanlığını yürüttüm. 1980’lerin başında Görsel Sanatlar
Derneği’nin Kurucu Başkanlığını yaptım. İlk Nejad Melih Devrim sergisini orada
açtım. Bu dernek faaliyetleri sayesinde kendi hoca kuşağımdan önceki kuşakları
da tanıdım. 1954-55 yıllarında İbrahim Çallı’nın derslerine girmiştim. İbrahim
Çallı yeni emekli olmuştu. Akademiye gelip gidiyordu. Hikmet Onat, Feyhaman
Duran, Şeref Akdik, Eşref Üren, Cemal Bingöl, İhsan Cemal Karaburçak’ı tanıma
şansım oldu. Akademi’nin kültür işlerinde de çalıştım. Daha ilk asistan olduğum
yıllarda Türkiye Milli Komisyonu’nun Anadolu’da kültür haftaları olurdu.
Erzurum’a, Trabzon’a, Kayseri’ye o haftalarda müzeden resim sergileri
götürürdük. Topkapı Sarayı’ndan bazı işler gelirdi. Türk ve İslam Eserleri
Müzesi’nden minyatürler gelirdi. Devlet Opera ve Balesi’nden Suna Kan konser
verirdi. Sebahattin Eyüboğlu gibi önemli Tarih hocaları, o toplantılara
giderdi. Anadolu’ya Türk sanatını, kültürünü anlatmak için çaba harcardık. Ben
de çok genç bir asistan olarak akademiyi temsilen bu toplantılara giderdim. Türk
sanatı üzerine konuşmalar yapardım çünkü hem bilgi birikimine sahiptim hem de
bunu anlatabilecek konuşma cesaretine sahiptim. Edebiyatla ilgilenmek, insanın
daha rahat konuşmasını sağlıyor. Lisedeki çok değerli hocam Kadri Kiper’in
yönlendirmeleriyle çok önemli edebi kazanımlarımız oldu. Edebiyat ile yaşam
arasında bağlantı kurmak adına çok önemli yönlendirmeler yaptı.
Akademinin
ve derneklerin sanatsal etkinlikleri, Osman Hamdi Ödülleri sayesinde sanatla, sanatçılarla,
değişik kuşaklarla tanıştım. 1980’li yıllarda akademide Sanat Bayramları
olurdu. Bu sanat fuarlarının ilk örneğini biz açtık. 1983 yılında Atatürk
Kültür Merkezi’nde Galeriler Sergisini açtık. İstanbul’daki yaklaşık 25 galeri
katıldı. Yani günümüzdeki fuarların ilk başlangıcıydı onlar. Akademi’nin 1970
ve 80’lerdeki tüm etkinliklerinde yer aldım. Geçtiğimiz aylarda Salt’tan Vasıf
Kortun ve ekibi geldi. Şimdi iki yıl süreyle benim bütün arşivimi alacaklar ve
kayıt edecekler. Benim sadece sanatçı kimliğim yok. Bir koltukta birçok karpuz
taşıdım. Hem sanatçı örgütleri, akademisyen, ressam, müzeci, kültür
etkinliklerinin içinde olan biriyim. Bunlar kolay bir şey değil ve ben bunların
hepsini çok ciddiye aldım.
|
Devrim Erbil, “İkili Bakış, Süleymaniye Camii”,
2017, tuval üzerine yağlıboya, 120x170 cm.
|
Resme ne zaman başladınız?
Ben
edebiyattan ve şiirden geliyorum aslında. İlkokulda resim görmedim. Müze yok,
sergi yok… Resim ile ortaokul yıllarında tanıştım. Ahmet Uzelli, Ahmet Sırrı
Özbay, daha sonra İrfan Yılmaz, Perihan Ege gibi hocalarım sayesinde resme
girdim ve birden bire sanata yöneldim. Liseyi bitirdiğim zaman birkaç sergi
açmıştım Balıkesir’de. Akademiye çok kararlı olarak gittim. O dönemde
Anadolu’daki çocuklar yatılı olduğu için Gazi Eğitim’e gitmeyi tercih ederdi. Hâlbuki
ben akademide çok çetin bir şey ile karşılaştım. Hayatı kazanmak zorundaydım
çünkü babam memurdu ve üç kardeş de okuyorduk. Ben en büyükleriyim. Akademideki
ilk yılın birkaç ayından sonra hayatımı kazanarak üniversite tahsilimi
bitirdim. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yanında çalıştım, mozaikler dizdik,
eserlerine yardımcı olduk. O zaman İzmir Fuarı’na giderdiki, standların
dekorasyon ve boyasını yapardık. Hatta ilk yılın sonunda Demiryolları’nda saati
60 kuruştan işçilik yaptım. Hayatımı böyle kazanıp geldim bu noktaya. O yüzden insanın
gözü gördüğü, eli tuttuğu, aklı yerinde olduğu sürece çalışabilmesinin büyük
bir mutluluk olduğunu düşünüyorum. Ben her sabah şükrederek kalkıyorum. Bugün
de sağlıklıyım diyorum ve ailem, kendim, ülkem ve insanlık için çalışmalıyım
diyorum. Yani gücüm neyse, bunu ben göstermeliyim. Onun içim tüm hayatımda
inanılmaz bir tempoyla, birçok işi bir arada yaparak bu noktaya ulaştım.
Resim ve Heykel Müzesi’nde çalışmanız
nasıl oldu?
Tüm
bu çalışma tempomu bilen ve beni tanıyan akademisyenler, yöneticiler beni Resim
ve Heykel Müzesi’ne tayin ettiler. 1979-1982 yılları arasında çalıştım. Neden
müze? Bir, akademiye bağlı bir müze. İki, 1937 yılında Atatürk’ün talimatıyla
kurulmuş. Atatürk’ün çok rahatsız olduğu, son dönemleri ve manevi kızı Ülkü
yanında kalıyor. Müzenin açılması için emir veriyor ve bunun düzenlenmesi de Türkiye’de
tek sanat kurumu olan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne bu görevi veriyor. Devlet
Güzel Sanatlar Akademisi’nde de Leopold Levy Fransa’dan gelmiş resim bölümünün
başında. 1933 yılında da D Grubu sanatçıları Paris’ten dönmüş. Nurullah Berk,
Cemal Tollu, Almanya’dan gelen Zeki Kocamemi, Ali Çelebi, Bedri Rahmi, sonra
Sabri Berkel, Elif Naci, Abidin Dino katılıyor onlara. Böyle bir grup var. D
Grubu’nun akademide olan sanatçılarıyla bütün emirler veriliyor. Türkiye’deki
saraylardan, okullardan, nerede varsa resimler isteniyor. Resimlerin büyük bir
kısmı Dolmabahçe Sarayı’nda zaten. Minyatürler, bir Bektaşi tekkesindeki
portreden başlayarak, Mevlevi tekkelerindeki eserler, dini resim, halk resmi
bir araya getiriliyor. Türk Halk sanatı örneği çok fazla yok. Müzeyi ben
yeniden kurgulasam çok farklı bir geriye dönüş ile yola çıkabilirim. Oraya
mezar taşlarından, halk sanatından, minyatürden örnekleri koyarak, ondan o
hassas dönemin geçişini göstermeye çalışırım. Türk resminin Batılılaşma
Dönemi’nin çok önemli bir dönemi var. O dönemi, Abdülmecitleri, sarayı, gidip
gelen ressamları, oryantalistleri çok farklı şekilde kurgulardım ama müzenin
kurgusunu Halil Dikmen yapmış. O zaman o da akademide galeri hocası. Halil
Dikmen müze müdürü olmuş, çok zarif, mükemmel, filozof gibi biriydi.
Mevleviydi. Müzeye gittiğimiz zaman ney çalardı bize. Leopold Levy ile birlikte
gelen resimleri seçiyorlar, bir düzen kuruyorlar. Önce primitifler, Batı ile
temas sırasında Batı etkisini alan yağlıboya resimler, Yıldız Porselen
Fabrikası’nda çalışan bir kısım ressamlar, sonra klasikler dediğimiz Şeker
Ahmet Paşa, Süleyman Seyyit ve Hüseyin Zekai Paşa, Halil Paşa var. Ondan sonra
empresiyonistler, D Grubu, Modern resim diye gidiyor. Bunları düzenliyor ve
müzeyi açılıyorlar. Atatürk geliyor, geziyor. O gün çekilmiş fotoğrafları var.
1979 yılında müzeye müdür olduğumda çok heyecanlanmıştım. Çünkü ben müzeyi hep
kendimle yaşıt görüp, özdeşleştiririm. Çünkü 20 Eylül 1937’de müze açıldı, ben 16
Eylül 1937’de doğmuşum. Aramızda dört gün var yani. Bir de ben çok samimi bir
Atatürkçüyüm. Onun Türkiye için değerini çok iyi hisseden, önemli bulan ve onun
ilkelerinin, devrimlerinin, çağdaşlığının çok doğru bir yöntem olduğunu,
Türkiye’nin bugünkü dünya içerisindeki konuma gelmesinde çok büyük rolü
olduğuna inanıyorum. Bundan sonra daha iyi olması için de onun ilkelerinin her
zaman geçerli olduğuna inanan bir insanım. Müze müdürü olduğum zaman böyle
kutsal bir iş yapacağımı biliyordum ama kapalı bir müzeydi. Benden önceki müze
müdürü Hüseyin Gezer’di. Ondan önce Halil Dikmen vardı. 60’lı yıllarda Halil
Dikmen Güzel Sanatlar Müdürü oldu Ankara’da ve devletin sanat konusundaki tek danışma
kurulu Akademi’ydi. 62 ya da 63 yılında Genel Müdürlük odasında kalp krizi
geçirerek vefat etti. Sonra Nurullah Berk, bir altı ay kadar Sabri Berkel,
sonra Hüseyin Gezer müdür oldu. Hem Atatürk’ün kurduğu hem de bu önemli
sanatçıların müdürlük yaptığı müzede görev almak da çok önemli. Ayrıca müze
kapalı bir müzeydi. Çünkü 1976 yılında müzenin bütçesi yok, müze müdürü
akademideki görevinin yanı sıra bu işi sevdiği için yapıyor, oraya tayin
ediliyor. Hiçbir maddi karşılık almadığınız, almayı aklınıza getirmediğiniz bir
görev. Ama kendinizi vermeniz gereken bir görev. Hüseyin Gezer bir bakıyor
akademide aktif görev almayan, gözü görmeyen, iş göremeyen elemanlar çalışıyor.
Bütçe yok. Daha önceki yıllarda Devlet Sergileri’nden resimler alınır, oraya
yollanırdı. Resim de gelmemeye başladı. Bina Dolmabahçe Sarayı’nın veliaht dairesi
ama tavanı akıyor, her yer su. Hüseyin Gezer bu şartlar altında bir basın toplantısı
yapmış 1976 yılında. Yani şemsiyeler ellerinde, bakın burası bir müze diyor. Böyle
bir müze olur mu diyor. İçini döküyor, döküyor ve müzeyi kapatıyorum diyor. Paris’te
Louvre, İngiltere’de National Gallery’nin kapanacağı duyulsa kıyamet kopar.
Hüseyin Gezer de böyle bir tepki bekliyor. Ama çıt yok. Sonra müze 2-3 yıl
kapalı kalıyor ve ben kapalı bir müzenin başına geldim. Ben müzeci değilim, ilk
olarak kendimi yetiştirmeye çalıştım. Müze nedir, sadece biriktirir mi,
gösterir mi, çağdaş müzeler nasıl yapıyor? Bütün dünya müzelerinden dökümanlar
istedim. Bana yardımcı olmalarını istedim. Güzel dökümalar geldi. Burada da çok
güvendiğim Sanayi Kalkınma Bankası’nda tanıdıklarım vardı. Orada çalışan ileri
görüşlü, iyi eğitimli insanlar vardı. Onları müzeye davet ettim. Onlardan
danışmanlık ve destek istedim. Onlar da seve seve yardımı oldular. Önce müzenin
güvenliğinden başlayarak, bir yıl yoğun çalıştım. O sıra 80 ihtilali oldu. O
dönemde İstanbul’da Tuğgeneral Naci Şekerevvelin Paşa vardı. Ben müze müdürü
olarak bir müze destek derneği kurdum. Sevda Eczacıbaşı, Nurettin Sözen,
Gültekin Elibağ vardı bu dernekte. Biz Naci Paşa’dan randevu aldık ve müzenin
durumunu anlattık. Ülkeye gelen kişiler Topkapı Sarayı’nı geziyor, geleneksel
sanat eserlerimizi görüyor ama çağdaş sanat eserlerimizi göremiyor dedik.
Müzede 3500 eser var dedik. Bun müzeyi ele güne karşı açmak durumundayız dedik.
Paşa bizi destekledi. Tomur Atagök, müze yardımcısı olarak göreve başladı, onun
da enerjisiyle işe koyulduk. Naci Paşa her gün müzeye geldi. Uzun bir süre
çöpler temizlendi ve 81 yılında müzeyi açtık. Müze açıldığı zaman, ben hiçbir
derneğin üyesi olmadım ama Rotary, Leons gibi gruplar destek verdi. Dönemin
Akbank Genel Müdürü Hamit Belli destek verdi. Müzenin kataloğuna Akbank destek
verdi.
Resim
ve Heykel Müzesi’ni benim müdürlüğüm dönemimde 1600 kişi geziyordu. Açtım ve
gezilebilir bir müze haline getirdim. Müzenin Derneğini ben kurdum, orada
kurslar veriliyordu. İlk başkanı İsmail Tunalı’ydı. İkinci başkanı Sevda
Eczacıbaşı’ydı. Yönetim Kurulu’nda Ayşe Kulin, Nurettin Sözen gibi isimler
vardı. Çocuklar için resim kursu yapıldı. 600 çocuk ders alıyordu. Sanatın
toplum içinde yaygınlaşması, gelişmesi adına sürekli projeler üretiyorduk.
50
yıllık akademide kaldım. 1954-2004 yılları arasında. Daha sonra Kültür Üniversitesi’nde
çalıştım. Şimdi kendim bir Güzel Sanatlar Üniversitesi açmayı düşünüyorum.
Bunun için bir vakıf kurdum. Devrim Erbil Kültür ve Sanat Vakfı. Merkezi
Kadıköy’de antikacılar çarşısında. Hem benim eserlerimi korusun hem de eğitime
destek versin istiyorum.
|
Devrim
Erbil, “Mavi Titreşim”, 2017, tuval üzerine yağlıboya, 140x140 cm.
|
2004 yılında T.C. Balıkesir Belediyesi
Devrim Erbil Çağdaş Sanat Müzesi açıldı.
Bu
müzede benim, benim kuşağımdan Adnan Çoker, Özdemir Altan ve benden sonraki
kuşaktan olan Kemal İskender, Neş’e Erdok, Aydın Ayan’ın çalışmaları var. Ben
3-4 yaşlarındayken babam Balıkesir’e Demiryolları’na tayin olmuş. Ben lise son
sınıfa kadar orada okudum. Hiçbir zaman kent ile bağlantımı kesmedim, beni
severler, konferanslara davet ederler, sergiler açarım. Oranın kültürel gelişimiyle
ilgilenirim. 2000 yılında orada müzem açıldı. Vali Utku Acun sınıf arkadaşımdı.
Ben hep ona çağdaş müze ve çağdaş sanatın bir kent için ne kadar önemli
olduğunu anlatınca müze açılmasına karar verildi. Ben resimlerimi verdim. Ama
sadece benim resimlerimin olması içime sinmedi. Öğrencilerimin, arkadaşlarımın,
sevdiklerimin de eserleri olsun istedim. Akademi mezunu, Londra’da yaşayan
kızım ressam Renk Erbil’in de çalışmaları var.
|
Devrim Erbil, “İstanbul, Mor”, tuval üzerine
yağlıboya, 105x105 cm.
|
Şimdi de Haliç’te bir müze açmayı
planlıyorsunuz sanırım.
Müzecilik
çok ciddi bir iş. Özel müzecilik ayrı, kamu yani devlet müzesi çok ayrı bir
alan.
Ayrıca
Lise’deki resim öğretmenimin durumu bana çok şey öğretti. Adnan Turani de ondan
ders almış ve bir kitabın da Sırrı Özbay’ın çalışmalarına yer vermek istedi ama
tek bir eserini bile bulamadık. Varisi yoktu, çalışmaları yok olmuş. Eserlerimim
dağılmasını istemiyorum. Benim kendi seçtiğim, her dönemimden eserlere yer
vermek istiyorum müzemde. Hatta bazen benim bir dönemimi çok iyi temsil
ettiğini düşündüğüm resimlerimi geri satın alıyorum. Kendimin biçimlediği bir
müze, vakfımın kolladığı bir yer olsun istiyorum. Bu eserlerimi vakfıma
bağışladım. Eserlerimin en iyi korunacağı yer müzedir diyorum ve hayattayken bu
eserleri bir araya getirip bir müze açmak istiyorum. Bu yıl, Beyoğlu Belediyesi
Başkanlık Binası Sergi Salonu'ndaki "İstanbul-Şiirsel Bir Yorum" adlı
kişisel sergimin açılış töreninde, Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Beyoğlu
Nişanı takdim etti. Sergi sonrasında müze konusu gündeme geldi ve Beyoğlu
Belediye Başkanı’nın desteğiyle Haliç’te bir bina kişisel müzem için tahsis
edildi.
Bodrum’da
“Müzesini Düşleyen Resimler” diye bir sergi açmıştım. Bu resimler Haliç’te
açılacak müzeye gidecek. Sanatçılar çocuğunun geleceğini düşünmek durumunda
olduğu gibi eserlerinin de geleceğini düşünmek durumunda. Eğer eserlerinize
değer veriyorsanız sahip çıkacaksınız. Sanatçının olduğu kadar, eserin de bir
hayatı var. Eserlerimin geleceğini düşünmek zorundayım. Sırrı Özbay örneğinde
olduğu gibi eserler bir arada olmazsa yok oluyor. Sanatçının bireysel katkısı
kadar belediye, devlet gibi kurumların da çağdaş sanata destek vermesi, müzeler
açması, sanatçıların eserlerini koruması, gelecek nesillere taşıması gerekiyor.
|
Devrim Erbil, “İstanbul, Galata'da Kuşlar”, 2015,
tuval üzerine yağlıboya, 85x150 cm. |