heykel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
heykel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Nisan 2024 Çarşamba

Urart: Binlerce Yılın Estetik Birikimini, Üstün Tasarımlarıyla Günümüze Uyarlıyor

Anadolu'nun ve Orta Asya’nın kültürel ve estetik mirasını özgün ve çağdaş dokunuşlarla 52 yıldır kusursuzca sentezleyen Urart’ın en önemli misyonu Anadolu'nun kültürel mirasının devamlılığını sağlamak. Ünü dünyaya yayılmış Urart tasarımlarını, Urart Yönetim Kurulu Başkanı ve Kreatif Direktörü Erol Sağmanlı ile konuştuk.

Söyleşi: Ümmühan Kazanç


Erol Sağmanlı.


Sayın Erol Sağmanlı, Urart, 52 yıldan bu yana bu masal ülkesinin kültür ve sanat mirasını benzersiz mücevher ve objelere dönüştürüyor. Bu başarılı çizginin güçlenerek devam etmesinin sırrını öğrenebilir miyiz?
Urart’ın sırrı, geleneksele saygı duyan yenilikçi vizyon, yüksek nitelikli el işçiliği, çoğu uzun süredir bizimle olan 35 kişilik Urart ailesinin, firmamıza olan bağlılıkları ve  Urart dostlarının yarattığı sinerji…
 
Esin kaynağınız neler oluyor?
Binlerce yıldır mücevher ve objeler, sadece görsel değil efsaneler, mitler ve evrensel sembollerin, etkileşimlerin de nesnesi… Ruhu yücelten, iyi hissettiren, yaşamın içinden her ayrıntı yaratıcılığın parçası… Anadolu ve Ön Asya’nın kültür mozaiği ve zenginliği, hiç bitmeyen bir olasılıklar şöleni…

 
Siren telkari kolye.


Anadolu kültüründen hangi motifler Urart tasarımlarında hayat buluyor?
Yaşadığımız topraklar, geçmiş ile bugünün harmanlandığı özel bir coğrafya… Sayısız uygarlığın güçlü izleri var. Urart, bu eşsiz hazinenin, zamana bağlı olmayan unsurlarına yeniden hayat veriyor.
Bunlar aynı zamanda kutsal öyküleriyle bir güç ve koruyuculuk simgesi… İlk günden bu yana Urart logosu olan, Urartu uygarlığından stilize edilen kanatlı varlık Sirenler, göğe yakın olmayı, yaratıcıdan gelen esini de simgeliyor örneğin…

 
Siren Siyah Çanak.


Urart, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve İstanbul Arkeoloji müzesinin hazinelerini açtığı tek marka… New York Metropolitan Museum, Londra Royal Academy ve Toronto Aga Khan Museum için ürün tasarlayan ilk ve tek Türk mücevher markası… Bu ulaşılması güç bir başarı. Bu müzeler neden sizi tercih ediyor?
Urart'ın en önemli misyonu Anadolu'nun kültürel mirasını korumak. Urart, 1989 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin kapılarını açtığı ilk ve tek mücevher firması... Gün ışığı görmemiş hazinelerin ikonik parçalarını Urart dokunuşuyla güncellendik. Zamansız, özgün ve çağdaş tasarımlar müze yöneticilerinin de beğenisini karşıladığı için, daha sonra NY Metropolitan Müzesi, Londra Royal Academy ve Toronto Aga Han Museum gibi farklı kültür ve sanat iş birlikleri gerçekleştirdik.

 
Yalı Çapkını Mermer Heykel.


Aynı zamanda ulusal ve uluslararası sayısız kültür ve sanat festivaline destek oldunuz ve tasarım yarışmalarında ödüller aldınız. Burada Urart’ı farklı kılan unsurlar nelerdir?
Urart, kültürler ve nesiller arasında bir köprü kuruyor. Tasarımlar, bir sanat formu olarak güç, güzellik ve asalet simgesi... Uzun yıllardır bir arada olan ekibin üstün tasarım gücü, yüksek nitelikli el işçiliği, titiz araştırmacı vizyonu, Urart dostlarının sadakati… Urart tarzı olarak adlandırılan özgün çizgisi ile Urart artık bir kült…
 
Mevcut koleksiyonlarınızın yanı sıra 50 yıla yayılan Urart arşivi, 10.000'in üzerinde model içeriyormuş. Bu gerçekten ciddi yüksek bir rakam. Bir anlamda bir müze oluşturacak bir tasarım arşiviniz var. Bu tasarımların ne kadarı üretildi?
Arşivimiz, üretilmiş parçaların modellerini içeriyor… Evet, 50 yılda 10.000’den fazla model, 40.000’den fazla parça ürettik. Her biri zaman içinde bir kez değil, çok kez güncellenerek üretildi.

 
Serengeti serisi.


Erol Bey, siz aynı zamanda bir resim koleksiyonuna sahipsiniz. Bu koleksiyonunuzda hangi eserler var, kaç adet eser var? Urart’ın tasarım odaklı marka anlayışını bu resim koleksiyonu nasıl destekliyor ya da besliyor?
İyi bir koleksiyon hem kişi ile hem birbirini tamamlayan eserlerden oluşur… O eserle bir duyguda buluşmak önemli… Çağdaş sanatçılar ve yeni ifade arayışları ilgimi çekiyor.
Sanat koleksiyonumun ilk parçası, 1984 yılında Burhan Doğançay'ın kağıt üzeri karışık teknik çalışmasıydı. Ardından Erol Akyavaş, Yavuz Tanyeli, Murat Morova, Çağrı Saray… kavramsal sanatın ustası Joseph Kosuth… 1987 yılında Beylerbeyi’nde, atölyemize taşındığımızda, Erol Akyavaş’ın Urart için yaptığı, ikonografik eser, ilk ve tek vitray çalışması… İlk aklıma gelenler…
Bugün iyi bir gözle iyi bir koleksiyon sahibi olduğumu düşünüyorum.
Resim, heykel, mücevher ve obje tasarımı… Sanatın, güzellik ve estetik arayışlarının ifadesidir.
Özgün yaratımlar için sanat ile iç içe bir yaşam “olmazsa olmaz”dır.

 
Siren Taşlı Kolye.


Son olarak 2024 yılında ne gibi sürprizler bekliyor Urart tutkunlarını?
Erenköy mağazamızı açtık. Yeni sürprizler için de hazırlanıyoruz. Yaşama anlam katan yaratıcılıklar ile farklı doku ve kentlerde buluşuyoruz. Son olarak Ankara Platform A Sanat galerisinde Bekir Kıraç ExPercepta sergisinde bir araya geldik. Tasarımların öyküleriyle zamanda yolculuk yaparken “şimdi ve burada” olmanın keyfini yaşayan Urart dostları için tasarlamaya, yaratmaya devam ediyoruz.











6 Aralık 2023 Çarşamba

Halil Altındere: A Brief History of My Last Three Years

Halil Altındere.


Pilot Galeri, 23 Kasım 2023 - 13 Ocak 2024 tarihleri arasında Halil Altındere’nin son üç yılda ürettiği heykel, video, tuval ve halılarından oluşan “A Brief History of My Last Three Years” başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatçının popüler kültür, gelenek, gelecek, sınır ötesi siyasetin meşruiyeti, savaşların, sanatın ve paranın insansızlaştırılması, sanatın da içinde olduğu yapıların iktidar çözümlemelerine odaklandığı yirmiden fazla eseri 13 Ocak’a dek Pilot Galeri’de görülebilir.

Altındere, son 3 yıla odaklanan sergisinde, siyaset, teknoloji, militarizm, kripto sanat, kültür-sanat kurumları, kamusal-özel alan kavramlarını sorguladığı 3 ana aks üzerinde şekillenen bir dizi eser üretiyor. Yaşamı ile sanatı arasında neredeyse filtresiz bağlar kuran sanatçının üretimlerinde, dünyayı sarsan pandemi kadar, bireysel yaşamındaki yeni “baba” rolü de eserleri üzerinden okunabiliyor. Pandemi etkisindeki üretimleri, “mekan” ve “sanatın dolaşımı” üzerinden hayatı/sanatı yeniden düşünmeye ve yeni yollar (kısa videolar, bronz heykeller, halılar vb.)  aramaya kapı açarken, “baba” rolü, Star Wars kahramanlarının, kaykayların ve bilumum hayvanların sanatına sızdığı yeni bir döneme işaret ediyor. Sanatçının son yıllardaki geleneksel sanatlara özellikle “minyatür” sanatına ilgisi, yapay zekâ teknolojisini kişisel asistan olarak kabul edip işlerinin üretim sürecinde aktif rol vermesiyle sonuçlanırken, 1 dakikalık videoları, online platformların “stream”lerine sızıyor, sanatın deneyim alanlarını çeşitlendiriyor. Sanatçının savunma/saldırı araçlarına ve bu araçların görev tanımlarının ötesinde taşıdıkları anlamlara ilgisi de bir dizi eserde görünür oluyor; “Müzik Benim Silahımdır”, sanatın kurşunlardan daha etkili bir silah olduğunu imlerken, “Revolver Gun” (2021)Invisible Bullet” (2021) nesneleri, sanatçının 4 tetikli tabancası ile birlikte, gücün sahibiyle dolambaçlı – mutlak iktidarın imkansız ilişkisine odaklanıyor.


Halil Altındere.


1970’li yılların sonlarından beri savaşın gölgesinde yaşayan Afgan kadınlarının savaşta kullanılan top, tüfek, el bombası gibi silahları ördükleri halılara yansıtmasını referans alan ve başta Bayraktar TB2 olmak üzere Anka, Akıncı, Karayel ve Aksungur dronlarının ön planda yer aldığı Turkish Military Drones Rug (2023) halıları günümüz toplumunun silahları nasıl normalleştirdiğine odaklanıyor. Star Wars: Royal Hunt (2023)’ta ise, ava çıkmış Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman ve Osmanlı motifleriyle süslü üniformalar giyen Star Wars karakterleri görülüyor. 21. yüzyılın yapay zeka teknolojisi, 16. yüzyılın minyatür tekniğiyle birleşerek yeni bir ‘gerçeklik’ yaratılıyor. Pandemi dönemiyle birlikte kripto değer ve kripto sanatla ilgilenen Altındere, Time (The Prince of Crypto) (2022) ve Forbes (Crypto King) (2023) başlıklı iki çalışmasında kripto dünyasını yaratan iki önemli figürü ön plana çıkarıyor. Sanatçı, kripto para birimi ethereumun yaratıcısı Vitalik Buterin ve kripto para borsası Binance’nın kurucusu CZ’nin yer aldığı dergi kapaklarını kullanarak bu iki ismin zamanı belirleyen kişiler olduğunu hatırlatır.

 

Halil Altındere.


Halil Altındere Hakkında

Altındere, 90’lı yılların ortalarından itibaren ürettiği video, heykel, enstalasyon, fotoğraf, performansların yanı sıra hazırladığı sergiler ve yayınlarla, alt kültürler, toplumsal cinsiyet rolleri, popüler kültür, gündelik hayatın sıradan mucizeleri, sanat-içi-iktidar mücadeleleri gibi konular üzerinden güç ve baskı karşısındaki direniş yöntemlerine odaklanır. Türkiye’ye mülteci olarak sığınan astronot, trans-balık-kızı ya da alışılmışın dışındaki güvenlik görevlileri sanatçının hem dünyada hem Türkiye’de yankı uyandıran çalışmalarının konuları arasındadır. Eserlerinde tarihin kitleler üzerine püskürttüğü ‘saçma’ ama hakiki detaylara büyüteçle yaklaşan Altındere, mucize ile devrim, kriz ile rutin, düş ile kâbus arasındaki nazik dengeyi, ‘oyun’, ‘oyuncak’, ‘anıt’, ‘kahraman’, toplum nezdinde ‘arızalı’, ‘günahkâr’ veya ‘öteki’ görülmüş her nevî doküman, sembolleşen figür ve nesne ile araştırmaya devam eder.

Halil Altındere'nin eserleri bugüne dek, MoMA, Centre Pompidou, MAXXI ile MAK Müzesi ve Madrid’teki CA2M’in yanı sıra Toulouse’da yer alan Les Abattoirs gibi birçok önemli müzede, kişisel ve karma sergilerde izlenerek, bu kurumların pek çoğunun kalıcı koleksiyonlarına girdi. Altındere şimdiye dek, Moderna Museet, Maat, ACC Gwangju, Secesssion, Mambo, Academy of Arts, CCBB Rio, Andrew Kreps Gallery, n.b.k. gibi kurumlardaki sergilerinin yanı sıra Documenta ve Manifesta gibi prestijli sergilere, Venedik, Sao Paolo, Berlin, İstanbul, Sharjah ve Gwangju gibi önemli bienallere de katıldı.

Halil Altındere.


Halil Altındere.


21 Mayıs 2023 Pazar

Sesil Beatris Kalaycıyan’ın Kalıplaşmış Anlatıları Sorgulayan Heykelleri

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Sesil Beatris Kalaycıyan, MSGSÜ Heykel bölümünde lisans eğitimini birincilikle tamamladıktan sonra aynı bölümde yüksek lisans yapmıştır. 2022 sonunda MSGSÜ Heykel bölümünde Sanatta Yeterlik eğitimini tamamlamıştır. Halen İstanbul’daki atölyesine çalışmalarına devam etmektedir. 

 RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sevgili Sesil Beatris Kalaycıyan, atölyeni bizlere açtığın için çok teşekkür ederiz. Öncelikle seni yakından tanımak isteriz. Heykel okumaya nasıl karar verdin? Heykel hayatına nasıl girdi?

Öncelikle ben teşekkür ederim, sizleri ağırlamaktan mutluluk duydum. Güzel Sanatlar okumaya çocuk yaşta karar vermiş olsam da üniversiteye girene kadar hangi bölüm üzerinde uzmanlaşacağıma dair net bir fikrim yoktu açıkçası. Tekstil okuyabilirim diye düşünüyordum çocukken. Yetenek sınavını kazandığımda puanım Endüstri Ürünleri Tasarımı ve Geleneksel Türk El sanatları bölümlerine yetiyordu. Kendim için en doğru kararı verme sürecim işte okula başladığım ilk senede tüm bölümleri yakından tanıyarak oldu. Heykel bölümünü yakıdan tanıdığımda bu ifade aracının beni çok heyecanlandırdığına, kendimi en iyi ifade edebileceğim alan olduğuna karar verdim. Ve tekrar sınava girerek heykel bölümüne geçtim. İki sene üst üste birinci sınıf okumuş olsam da bunu kayıp bir

Aslında eğitim sisteminin bir açığı bu diyebiliriz, sınava hazırlanan adaylar bölümleri yeterince tanımıyor çünkü bu alanlarda önceden pratik yapma fırsatları olmuyor. Bu noktada adayların çoğunluğunun tercih ettiği bölümlere ilgi duyuyor ya da puanları yettiği bölümlere kaydoluyorlar. Ben iyi ki birinci sınıftayken diğer bölümleri gezdim, atölyelerinde çalışma fırsatı yarattım kendime diyorum. Böylece kendim için en doğru kararı verdim.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Mimar Sinan Heykel Bölümünü birincilikle bitirdikten sonra yine aynı bölümde yüksek lisans ve sanatta yeterlilik yapmışsın. Bu süreç seni hayata nasıl hazırladı?

Akademik araştırma sürecini seviyorum öncelikle. Beni beslediğine, dönüştürdüğüne inanıyorum. Eğitim hayatım boyunca her yazdığım tez sonrası çalışmalarımda, fikirlerimde büyük kırılmalar yaşadım diyebilirim. Yenilenmeyi seviyorum, çalışmalarımın temel motivasyonunu oluşturuyor. Çok şey deniyorum, her bitirdiğim projeye dönüp baktığımda daha neler yapabilirim diye soruyorum. Kuramsal ya da formsal ifadelerim açısından yaptıklarıma hep eleştirel bir gözle yaklaşmaya çalışıyorum. Bu yaklaşımım sonucu ortaya çıkanlar genel beğeniye seslenir, başarılıdır demiyorum. Ben kendimi dönüştürmeyi seviyorum, bu sayede yaptığım işe daha fazla bağlı kalabiliyorum. Akademik araştırmalarda bu nokta da beni dönüşüme iten birer güç olmuştur diyebilirim.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Heykellerini yaparken nelerden ilham alırsın? Senin sanatını neler besler?

Aslında yaklaşık 20 yıla yakın bir süredir heykel yaptığım için o kadar çok şeyden beslendim ki, bu soruya en iyisi son dönem çalışmalarım üzerinden cevap veriyim. Son dönem çalışmalarımda hem sanat tarihinin hem de içinde yetiştiğim yakın çevrenin geleneklerine ait göstergelerini referans alarak, yeniden yorumlamak ve evrensel ölçekte yaygınlaşmış anlatılara yönelik izlenimlerimi gündeme getirmeye çalışıyorum. Hem kendi yaşamım hem genel olarak kadınların yaşamı içinde özgürlük alanlarını daraltan ve sorgulanmasına bile izin verilmeyen düşünce ve kuralları yansıtan nesneleri yeniden üreterek, karşı çıkışlarımı bazen örtük bazen de açık bir ifade biçimi ile görselleştiriyorum.

Otobiyografik referanslar, ikonografik göstergeler son dönem çalışmalarımda ilgimi çeken alanlar olmuştur. Ancak onlardan ilham almaktan ziyade onları kullanarak ve dönüştürerek eleştirel söylemlerimi ortaya koyabileceğime inanıyorum. Benim için bir nevi araçlar. İlham aldığım alanlar o kadar geniş ve değişken olabiliyor ki bazen. Bu sadece plastik sanatların bir dalı olmak zorunda da değil. Mesela son dönem çalışmalarımın oluşma süreci 2019 yılana kadar uzanıyor. O dönem izlediğim Parajanov’un “Narın Rengi” filmi beni çok etkilemişti. Filmdeki ikonografik dilin kullanım şekli projelerim için önemli bir ilham kaynağı olmuştu diyebilirim.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Mezun olur olmaz çok önemli sergilere ve etkinliklere katılmışsın. Eserlerin bugüne kadar birçok önemli koleksiyona girmiş. Bu başarının altında yatan sırlar nelerdir?

Evet, güzel projelerin içinde yer almak, önemli koleksiyonlara girmek tabi ki motive edici. Aynı zamanda görünürlüğünüz içinde önemli diyebilirim. Ama çalışırken bunların hiçbirini düşünmüyorsunuz. Birçok şey deneyebilecek kadar cesur olmayı seviyorum, çalışmalarım içinde tutarlı bir şekilde ilerleyen serilerim olsa bile, onları da dönüştürerek geliştirmeye çalışıyorum. Bu durum beni, bir şeyleri kendi içimde başarmış hissettiriyor.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Heykellerinde çok farklı malzemeler kullandığını görüyoruz. Poliüretan, polyester, porselen, kompozit, mine ve daha birçok şey. Hangi malzemeyi kullanacağına nasıl karar veriyorsun?

İlk başta farklı malzemeler keşfetmeyi seviyorum. Denemeye başladığım her yeni malzeme benim için yeni bir serüven oluyor. Tercihlerim ise yaratmak istediğim etkiyi ifade edebilecek en doğru malzeme çerçevesinde şekilleniyor. Kullandığım materyalin doğası, rengi tamamıyla çalışmalarımın sözü ile bir bağ kuruyor. Uyguladığım malzemeler arasında bilinçli olarak tercih ettiğim kuyumculuğa dair dokunuşlara ayrı bir parantez açmak isterim.

Bazı uygulamalarım içerisinde kullandığım kuyumculuğa dair öge ve metotlar hem değerli olanı gösterirken, mevcut anlatıların çarpıklığına işaret eden ironik bir anlatım oluşturmaktadır. Ayrıca asırlardır bir iş kolu olarak kuyumculuğun Ermeni kültürü ile bağdaştırılmasını ilk başta üzerime yapışan bir etiket olarak görmeme karşın, şimdi kendi özgün uygulamalarımda eleştirel bir düzlem oluşturmak için ele aldığım bir alana dönüşmüştür.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Bize bir heykeli oluşturma aşamalarını anlatabilir misin? Sanırım önce desen çiziyorsun? Heykel son şeklini alana kadar hangi aşamalardan geçiyor?

Evet, ilk olarak çalışma sürecim bir desen ile başlıyor, ihtiyaç duyduğumda ayrıca heykelin maketini de yapıyorum. Genellikle üretim sürecim de oluşturduğum ilk taslağa sadık kalıyorum. Tabi malzeme ile çalışırken bazı spontane değişiklikler de olabiliyor.

Birçok farklı materyalle çalıştığım için, her birinin üretim süreci de farklı oluyor. Kil çalışmalarımda modelleme bittikten sonra kalıbını alıyor ve döküm yapıyorum. Ama porselen kili ile yapılan çalışmalarım direk fırınlanarak tamamlanıyor. Metal gibi farklı maden çalışmalarım tasarıma göre bazen direk madenden şekilleniyor, bazen de mum modellemesini yapıp döküme gidiyor.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Heykel ve resimlerinde altın da kullanıyorsun. Bunun özel bir anlamı var sanırım değil mi?

Evet, altın varak kullanımımın özel bir anlamı var. İkonografik dile bir gönderme yapmayı düşünerek bu malzemeyi kullanıyorum. Özellikle İncil resimlemelerimin bir parodisi olarak başladığım resim serisinde altın varak kullanmayı tercih ediyorum. Bazı heykellerimde ise minimal ölçekte altın kullanarak, bedenin bir bölümünü perdeliyor, kapatıyorum. Değerli materyal tercihi ile o değerin arkasındaki baskın sisteme yönelik bir eleştiri yer alıyor. Genel olarak tüm çalışmalarımdaki tavrım eleştirmek istediğim her ne ise, onu kendi göstergelerini, dilini kullanarak hedef haline getirmek.

Sesil Beatris Kalaycıyan.


İlk serin olan “Kültür İnşası Üzerine Bir Hikâye”, hem sanat tarihi hem de yakın çevrene ait geleneklere dair çok şey anlatıyor. Bu serinin hikayesini senden dinleyebilir miyiz?

Uygulamalarım içerisindeki ilk seri olan Kültür İnşası Üzerine Bir Hikâye”, bebekliğin tersine çocukluğun biyolojik bir kategori değil, toplumsal bir kurgu olduğu fikri üzerine inşa edilmiştir. Bireyin toplumsal bir aktör olarak şekillendirilmesi sürecine odaklanır. Referans aldığım temel unsurlar ise çocukluk dönemime ait kıyafet ve ayakkabıların bir yeniden yorumlanmasıdır.

Kültür İnşası Üzerine Bir Hikâye” serisi genel anlamda benim ve ailemdeki benden önceki iki kuşaktan kadının, çocukluk dönemlerinden itibaren başlayan, kültürel kodlar içerisinde kayıp ve eksik hissetme duygusuna odaklanır.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Bedeninin bir kısmı olmayan, ayakkabılarıyla ön plana çıkan heykeller gerçekten çok etkileyici. Ayakkabının bir sanat nesnesi olması konusunda neler söyleyebilirsin?

Ayakkabılar ile yaptığım kompozisyonlarım ise yine Kültür İnşası Üzerine Bir Hikâye” serisine ait diyebilirim. Kullandığım ayakkabılar ise benim ve annemin çocukluk dönemine ait, aynı yaş aralığında giymiş olduğumuz ayakkabılardır. Ayakkabılar bedenimizin izi, mevcudiyetimizi gösterir gibidir. Tekrar ürettiğim ayakkabıları natürmort mantığı ile düzenledim. Bu natürmortda yer alan ayakkabılar bedeni temsil eden, ayakkabı ve parmakların karışımı ile oluşturulmuş hibrit bir formdur. Yastık ise hem eve dair konfor alanı çağrıştırırken hem de üzerine yerleştirilen nesne için bir teşhir alanıdır. Bir kız çocuğunun büyüme evresinde yönlendirildiği kadınlık rollerinin göstergelerinden biri olarak kullanılır. Bu yüzden de onu çevreleyen kültürel kodlar içerisinde natürmortun bir parçası olan ama görünmeyen figür, aynen natürmort geleneğinde kullanılan nesneler gibi metaforik olarak cansızdır.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


“Kara Tarih Anlatıları Üzerine Bir Yorumlama; Ötekini Görünür Kılmak” serisinde, natürmortlarım içerisindeki bazı uzuvlarla yaptığın kompozisyonlar, sanat tarihindeki kadın bedeni temsilleri üzerine bir sorgulama yapıyor.

Kara Tarih Anlatıları Üzerine Bir Yorumlama; Ötekini Görünür Kılmak” serisinde gene, ikonografi içerisinde gizli kalmış cinsiyetçi söylemleri görünür kılmayı amaçlamaktayım.

Natürmort gibi simgesel anlamları yoğun olarak içerisinde barındıran bir resim türünden yola çıkarak oluşturduğum seri, görünenin ötesindeki bir gerçekliğe işaret etmeyi hedeflemektedir. Natürmort geleneği içerisindeki nesnelerin kurgusu aslında “egemen olanın” kimliği ve onun değerlerini sembolize etmek için kullanılan birer araç olarak temsil edilmesine dayanır. Natürmortlar içinde yer alan, değerli eşyaların, nadide bitki veya hayvanların resmedildiği görkemli resimler kimlik inşasına dair alt kodlar da barındırmaktadır.  Bu yapıtların içerisinde benim için en can alıcı nokta egemen kimliğin temsili için ötekinin varlığına, ötekinin tanımlanmasına hatta bu tanımın küçümseyici bir anlayışa dayandırılmasıdır.

Benim natürmortlarımda ise “öteki olan” egemen olanı ifade etmek için bir araç olarak teşhir edilmeyi kabul etmez. Kendileri için vardırlar, kendilerini ve üzerlerine yapışan “Kara Tarih Anlatıları”nı görünür kılmak, anlatıları sarsmak için vardırlar.

Kompozisyonlarımdaki natürmort ögeleri ile birleştirdiğim uzuvlar, beden kesitleri, bedenin bütünlüğünün bozulması, bedeni parçalara ayırma ve onu bir nesneye dönüştürme anlayışına gönderme yapmaktadır. Parçalanmış beden kimliksizdir, nesneleşmiştir. Benzer bir nesneleştirme, kadın bedeni üzerinde ataerkil bakıştan kaynaklanır. Bu bakış açısı bedeni bacak, kalça, göğüs gibi parçalara ayırarak bireyselliğinden koparır. Ancak projemdeki beden kesitleri ataerkil bakışın, bireyselliğinden koparılmış kadın kavramına ait göstergeler olmanın ötesinde, bireyi bir nesneye indirgeyen bakışı eleştirmektedirler. Bu seri içerisinde seçmiş olduğum simgesel elemanların, farklı ve tuhaf, rahatsız edici şekilde bir araya gelmesini; kalıplaşmış anlatıların dışına çıkmasını amaçladım.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Aynı zamanda el ve göğüs temsili arasındaki ilişkiyle, örtünme adı altında kadını erotik bir nesneye indirgeyen anlayışı bozmayı amaçlıyorsun değil mi?

Bu seri içesinde sanat tarihindeki belirli bir yapıta direk gönderme yaptığım iki çalışmam var. Bu gönderme aracılığıyla sanat tarihindeki kadın bedeni temsilleri üzerine bir sorgulama yapmayı amaçladım.

Güzel avrat otu (Bella dona) ile natürmort” adlı heykelimde Agnolo Bronzino’nun “Venüs, Cupido, Ahlaklık ve Zaman” ya da “Capitolino Afroditesi” gibi sanat tarihinin kimi başyapıtlarında sıklıkla gördüğümüz kadının bedenini narin bir el hareketiyle örtmesi ile vurgulanan cinsel bir obje olarak konumlandırılmasını ele almaktayım. Bu yapıtlardaki el ve göğüs temsili arasındaki ilişkiyi tekrar yorumladığımda çok daha şiddetli bir harekete dönüştürerek, örtünme adı altında kadını erotik bir nesneye indirgeyen anlayışı bozmayı amaçlamaktayım.

“Kakımlı kadın” alegorisi adlı heykelim ise Leonardo da Vinci’nin Milan Dükü Ludovico Sforza’nın metresinin portresi olan “Lady With An Ermin” in bir yeniden yorumudur. Kürkünü kirletmemek adına avcılardan kaçmak için çukurlarda saklanmaktansa ölmeyi tercih eden kakım, her ne pahasına olursa olsun saflığını koruması gereken kadını temsil etmektedir. Saflık, temizlik ve asalet simgeleri üzerine oluşturulan ikonografi ile oynayarak, kadın bedeni üzerine yapıştırılan kirlenmemişlik dayatmasını sorgulamayı hedeflemekteyim.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Eserlerindeki bitki kullanımının da ayrı bir anlamı var. Bu konuda neler söyleyebilirsin? Hangi bitki neyi temsil ediyor?

Uzuvlar ile birlikte kurguladığım çiçekli natürmortlarımdaki çiçekler zehirli ve ölümcül bitkiler olmalarının yanı sıra bitki bilimlerindeki adlandırmalarıyla kadın bedeni üzerindeki cinsiyetçi söylemleri de görünür kılmaktadır. Botanik içerisinde en ölümcül bitkilerin kadına dair göndermelerle adlandırılması, kadın kimliği üzerine yapıştırılan tehlikeli, şeytani, dünyaya kötülük yayan bir varlık olarak tanımlayan mitlerin bir uzantısı olarak da görülebilir. Mitlerdeki şeytani varlık aslında egemen anlatıya karşıt, düzen bozucu olduğu için bu yönde tanımlanır. Çoğunlukla ikonografide kullanılan bitkiler bedenin saflığını sembolize etmeyi amaçlarken, benim tercih ettiğim bitkiler düzen karşıtı olarak damgalanan bedenin ötekileştirilmesini göstermek amacıyla kullanılmıştır.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


“Yastık Altı Hikayeleri” ismini verdiğin serin neleri anlatıyor?

“Yastık Altı Hikayeleri” diye adlandırdığım seride kullandığım uzuvlar ve natürmort ögelerinin yanında yastık hem benim için eve dair, sıcak, konfor alanı etkisi yaratırken hem de üzerine yerleştirilen nesne için, onu yutan bir teşhir alanı gibi konumlanmaktadır. Yani yastıkların benim için çift anlamı vardır; bir konfor alanı yaratmasına karşın kendine ait en özel alanda dahi toplumsal baskıyı hisseden bedeni sembolize etmektedir. Egemen anlatıların bedenimizi şekillendiren yaptırımları, bize en yakın olan çevreden, doğduğumuz andan itibaren başlamaktadır. Yastıklar ile beraber kurguladığım göstergeler, dişilik üzerine oluşturulan ikonografilerden de faydalanarak bir sorgulama yapmaktadır.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Resim de yapıyorsun. Resim senin için ne ifade ediyor? “Hiçbir Zaman Saf Olmadım, Olmak da İstemedim” isimli resim serin nasıl ortaya çıktı?

Bu seri aslında Kültür İnşası Üzerine Bir Hikâye” serisine ait heykelleri yaparken eş zamanlı olarak çıktı.

“Hiçbir Zaman Saf Olmadım, Olmak da İstemedim” başlıklı resim serisi, İncil resimlerinin güncel bir parodisidir. İçerisinde, birçok sembol bulunmaktadır. Tüm resimlerdeki ortak nokta her resmin merkezinde yer alan yüzü altın varakla kaplı kız çocuğu figürleridir. Kendini ayırt edici, tanımlayıcı olacak bir yüze ihtiyaç duymamaktadır. Altın varak ile kaplı bir portre figürün kutsallığını vurguladığı gibi, tasvir geleneğinin yani her tür kişiselleştirmenin yasak olduğu ve her figürün bir şablon üzerinden yaratıldığı anlayışına da gönderme yapmaktadır. Kutsal kuş, balık, nar ağacı gibi etnik kimliğime ait ögeler ile otorite figürleri, metropol sahneleri beraber kurgulanmıştır. Resimlerimde etnik kökene sahip motifler ile günümüz insanın toplum içindeki konumunun gerçek üstü görüntüleri yer almakta, günümüz insanını kuşatan kodlardan arınmayı arzulayan küçük kız çocuğu doğaya, içinde yaşattığı saf doğal olana dönme arzusuyla temsil edilmektedir.

 

Sesil Beatris Kalaycıyan.


Son olarak yakın zamandaki projelerini öğrenebilir miyiz?

Kimlik inşasına dair sorgulama çerçevesinde şekillenen bir seri üzerine çalışmaktayım. Şu ana kadar üzerinde çalışmış olduğum tüm serilere ait verileri de aynı potada birleştiren, daha geniş, birleştirici bir seri olma yolunda ilerliyor diyebilirim. Bu yüzden de yeni heykellerimde kimlik inşasına dair sorgulamalarımı gündeme getirdiğim daha çok veri, daha geniş, kalabalık kompozisyonlar görebileceksiniz. Aynı zamanda bu heykellere eşlik edecek olan bir resim serisi üzerinde de çalışmaktayım. Bu uzun soluklu çalışmayı kişisel sergi hazırlığı olarak da değerlendirebiliriz.

8 Ocak 2018 Pazartesi

OZAN ÜNAL “DÜŞ BOZUMU” HEYKEL SERGİSİ

Boşluğa eskiz, 106x48x34 cm.
Bir “yanılgı” üzerine kuruluyor olabilir mi yeni dünya? İnsanın bir hevesle başladığı modernite serüveni; önünü alamadığı, başa çıkamadığı, güçlenmeyi beklerken yokolmaya başladığı bir aciziyete mi dönüşüyor? “tek ve biricik” olduğu pompalanırken bir yandan, tinsel ve bedensel olarak “uyum” halinde silinip gidiyoruz kendi “öz” hayatlarımızdan.

Verdikçe aldığını gördük mü hayatın bu haliyle. Kendi ellerimizle –nedense bile isteye- teslim ederken başrolü; kırılgan bedenimizi korumanın derdine düştü güdülerimiz; sardıkça sardı “tin”imizi dokunmatik “akıllı” dünyaya karşı demirden zırhlarla. Artık biliyoruz ki “düşbozumu” bu korkunun, bu hayalkırıklığının adı.  Ve demirden zırhlarımız artık yeni “ten”imiz. Ve “demir” artık yeni “ben”imiz.

Ozan Ünal'ın "Düş Bozumu" ismini verdiği heykel sergisi 12 Ocak - 4 Şubat tarihleri arasında Galeri Selvin'de izlenebilir.


Rüzgara karşı, 190x120x50 cm.

GALERİ SELVİN   
Arnavutköy Dere Sok. No:3 
Arnavutköy, Beşiktaş İstanbul
Tel: 212.263 74 81

www.galeriselvin.com


Hakikat kapısı, 220x60x70 cm.

22 Kasım 2016 Salı

JAUME PLENSA BRINGS “THE WHITE FOREST” TO GALERIA SENDA

Jaume Plensa, White Forest (Duna), 2015, bronze with White patina, 196x103x103 cm, ed: 2/5.

Galeria Senda will present the work of one of the maximum advocates in the current sculpture scene. The sculptor from Barcelona presents a work of friendly confrontments: between dark and light, between the imprints of the past and the opening towards the future, between nature’s formations and man’s creation, and between the immensity of noise and the most intimate realms of silence. After more than five years without exhibiting in a gallery in Barcelona, Jaume Plensa presents his work at Galeria Senda for the first time with the solo show “El Bosc Blanc” (“The White Forest”), coinciding with the gallery’s 25th anniversary.

Besides being one of the maximum advocates in the current sculpture scene, Jaume Plensa is
known internationally for his dedication to art in public spaces. His works, which are found all over the world, vary between anthropomorphic sculptures, inanimate objects, and animalistic or organic forms. Some of his most interesting and distinguished projects are Crown Fountain (2004) at the Millennium Park in Chicago, and Breathing (2008), the memorial which decorated the outside of the BBC Broadcasting Headquarters in London.


Jaume Plensa, White Forest (Lou), 2015, bronze with White patina, 196x103x103 cm, ed: 2/5.
The solo show “El Bosc Blanc” exposes some of Plensa’s works with a different aesthetic and a smaller scale than what he usually crafts. These sculptures are the faces of young girls, molded in wood and then filled with bronze. This allows Plensa to demonstrate the texture of wood to bronze, and play with the fusion between what is organic and what man creates. The faces are then completed with a wooden base and finally, the sculpture is covered with a white patina, turning them into softer, calmer pieces with an air of purity. The artist will accompany these sculptures with an action of graphite drawings of young faces directly on the wall.


Jaume Plensa, View From White Forest exhibition.
 
Plensa’s sculptures are based on real faces. The young girl, whose nature is austere, thinks of
the past but also of the future, with an allusion to what is timeless. “They are always girls between 8 and 14 years old,” explains the artist, “that is when beauty changes at an incredible speed. They are in transit. They are not girls anymore, but they are not women yet”. The faces have their eyes closed to transmit spirituality and introspection more clearly. Therefore, it is understood that the interior – the wooden mold, bronze, or polished basalt – is the most organic, pure, and primordial part of the human being. “My intention has been to integrate untouchable concepts such as light, poetry, sound, and interiority, into something physical and palpable, capable of being caressed,” confesses the artist.

FURTHER INFO
Galeria Senda
Trafalgar, 32. 08010 Barcelona
+34 633 66 49 09
www.galeriasenda.com

@galeriasenda


Jaume Plensa, View From White Forest exhibition.

JAUME PLENSA’NIN “BEYAZ ORMAN” SERİSİ GALERIA SENDA’DA
Galeria Senda’nın Barselona’daki mekanında 17 Kasım 2016-21 Ocak 2017 tarikleri arasında günümüz heykel sanatının en güçlü isimlerinden Jaume Plensa’nın “Beyaz Orman” (El Bosc Blanc -The White Forest) serisi görülebilir.

Barselonalı heykeltıraş birbiriyle dost karşıtlıkları sunuyor: karanlık ve ışık, diziniz geçmiş izleri ve geleceğe yönelik açılış, doğanın formasyonları ve insan yaratımı, gürültü enginliği ve sessizliğin en mahrem krallıkları arasındaki ilişki… Barselona’da beş yıldan fazla bir süredir sergi açmayan Jaume Plensa, Galeria Senda’nın 25. Kuruluş yıldönümü nedeniyle “Beyaz Orman” serisini galeri mekanına taşımış.  


Jaume Plensa, View From White Forest exhibition.
1955 Barselona doğumlu Jaume Plensa, Llotja School of Art and Design ve Sant Jordi School of Fine Art’ta eğitim almış. Heykel sanatının en güçlü isimlerinden Jaume Plensa, özellikle kamusal alanda sergilediği heykelleriyle uluslararası bir üne sahip. Dünyanın farklı köşelerinde karşılaşabileceğiniz heykeller, antropomorfik heykeller, cansız nesneler ve hayvansı veya organik formlar gibi geniş bir çeşitliliğe sahiptir. Chicago Millennium Park’taki “Crown Fountain” (2004), Londra’daki BBC Merkez Binasının önünde yer alan “Breathing” (2008) öne çıkan ilginç çalışmalarından bazıları.


Jaume Plensa, View From White Forest exhibition.
Sanatçı, Barselona Galeria Senda’daki “Beyaz Orman” sergisinde faklı bir estetiğe sahip ve daha küçük boyutlu çalışmalarını sergiliyor. Genç kız yüzlerinin ele alındığı heykeller, önce ahşap kalıp ile hazırlanıp, bronz ile doldurulmuş. Plensa, böylece ahşabın dokusunu, bronz ile gösterebiliyor; organik ve insan yapımı malzemelerin karışımıyla istediği şekilde oynayabiliyor. Daha sonra yüzler, ahşap bir kaide üzerine yerleştiriliyor, daha sonra beyaz patina ile kaplanan heykeller daha yumuşak, saf bir atmosfere sahip sakin parçalar haline geliyor. Plensa’nın heykellerinin temelini gerçek yüzler oluşturuyor. Sergide heykellere, genç yüzlerin, duvardaki Grafit çizimleri eşlik ediyor.

BİLGİ İÇİN
Galeria Senda
Trafalgar, 32. 08010 Barcelona
+34 633 66 49 09
www.galeriasenda.com
@galeriasenda


Jaume Plensa, “Isabella”, 2014, Basalt.