kolombiya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kolombiya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2023 Pazartesi

Fernando Botero: “Kolombiyalı sanatçıların en Kolombiyalısı”

21. yüzyılın en çok merak uyandıran sanatçılarından Fernando Botero’nun, 64 yapıttan oluşan kapsamlı sergisi, 4 Mayıs - 18 Temmuz 2010 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde yer aldı. Başarılı resim ve heykel kariyerinin yanı sıra sıcak ve samimi kişiliğiyle de izleyicileri büyüleyen Botero ile sanatının detaylarını konuşmuştuk. Artam Dergisi’nin 6. Sayısında yayınlanan röportajımızı sanatçının anısına tekrar yayınlıyorum. 15 Eylül 2023 tarihinde hayata veda eden Botero ışıklar içinde uyusun.

Röportaj: Ümmühan Kazanç - Olgaç Artam

                                                Fernando Botero, “Rafael’in Ardından” tablosunun önünde.

Pera Müzesi’ndeki serginizle Türk sanatseverlerle ilk kez buluşuyorsunuz. Resimlerinizi İstanbul’da sergilemeye nasıl karar verdiniz?

Türkiye’de Pera Müzesi gibi kurumlar Avrupa ve Amerikan sanatını Türk halkına tanıtıyor. Bu nedenle, Latin Amerikan dünyasında tamamen bilinmeyen, böyle derin bir kültürü olan bir ülkede işlerimi sergilemek benim için çok ilginç. Buna ek olarak, bir sanatçının evrenselliğine, farklı yerler ve kültürler tarafından beğenildiğinde ve anlaşıldığında inanırım.

Beş yıl önce Pera Müzesi benimle iletişim kurduğunda, ben müzenin varlığından bile haberdar değildim. Ancak çok kısa bir süre içinde kendi daimi koleksiyonları, müze programları, Rembrandt, Joan Miró ve Marc Chagall gibi geçici sergileri ile profesyonelliklerinin ve sorumluluklarının derecesini anladım. 2008’in son dönemlerinde, aslen Kolombiyalı, 2007 yılından bu yana Kolombiya Fahri Başkonsolosu olan ve benim kızımın arkadaşı Olga Valencia Apa benimle temasa geçti ve tekrar müzeyi tanıttı. Sonuç olarak, Türk sanatseverlere işlerimi tanıtmak için bu iddialı proje üzerinde yaklaşık bir buçuk yıldır çalışıyoruz. Ayrıca Müze Vakfının kurucusu Suna Kıraç’ın benim bir hayranım olduğunu öğrenmek beni çok mutlu etti. Ne yazık ki, İstanbul’u daha önce ziyaret etme fırsatım olmadı. Bu benim ilk ve çok heyecan verici gezilerimden biri. Orhan Pamuk’un İstanbul adlı romanını okuyarak bu olağanüstü keşif için kendimi hazırladım.


                    Fernando Botero, “Velazquez’in Ardından”, 2006, tuval üzerine yağlıboya, 205x176 cm.


Resimlerinizde ve heykellerinizde Latin Amerikan hayatını anlatıyorsunuz. Pera Müzesi’ndeki serginiz altı bölümden oluşuyor. Bu serginin konseptini nasıl açıklıyorsunuz?

Sergide, son 20 yıldaki işlerimden 64 adet yağlıboya tablo yer alıyor. Boğa güreşleri, sirk, eski ustaların tablolarının yeni yorumları, natürmort ve Latin Amerikan hayatından sahneler gibi farklı konular yer alıyor. Eserlerimde folklorik elementlerle Latin ve Kolombiyalı kimliğim ve aynı zamanda büyük ustaların eserlerinden etkiler benim ilham kaynağımdır. Sirk, boğa güreşi, Latin Amerikan insanları, Latin Amerikan hayatı, natürmortlar ve sanat tarihinin eski başyapıtlarının versiyonları benim kültürümden ve hayatımdan pek çok örnekler içerir. Akrobatlardan matadorlara, dans eden insanlardan çıplak âşıklara, kardinallere, üzgün palyaçolara ve müzisyenlere uzanan farklı bir yolculuktur.


Fernando Botero, “Velazquez’in Ardından”, 2006, tuval üzerine yağlıboya, 205x176 cm.


Kendinizi “Kolombiyalı sanatçıların en Kolombiyalısı” olarak nitelendiriyorsunuz. Neden bu unvanı kullanmaya karar verdiniz?

Bir sanatçı şüphesiz çeşitli formlardan nedenini bilmeden etkilenir. İçgüdüsel olarak bir pozisyon alırsınız ve daha sonra bunu rasyonelleştirirsiniz ya da düzeltmeye çalışırsınız. Ben esasen soyut çalışan bir sanatçıyım; renk, şekil ve oranları içgüdüsel bir estetik düşünce ile seçiyorum. Şu anda yılın sadece bir ayını Kolombiya’da geçirmeme rağmen, kendimi sanat dünyasının uluslararası eğilimlerinden yalıtılmış en Kolombiyalı sanatçı olarak düşünüyorum.


Fernando Botero, “Baş”, 2006, tuval üzerine yağlıboya, 203x170 cm.


Tuvallerinize yansıttığınız “geniş ve şişman insanları” seviyor musunuz ve onlar sanatsal hayatınızın nasıl bir parçası haline geldiler?

Her zaman beni resimlerimdeki hacim ilgilendiriyordu. Genç ve öğrenciyken Floransa’da yaşadım. Floransalı sanatçıların düz bir yüzeyde hacim ve mekân yanılsaması yaptıkları bilinir. Sonuç olarak, başından beri ben hacimsel sanat eserleri yapmaya ilgi duydum. Benim stilistik amacım, ölçüleri genişletmeye uzanır. Bunu yaparak, daha fazla renk kullanmak için daha fazla alan yaratabilirim ve ifade etmek istediğim duygusallığı, zenginliği ve formun şehvet düşkünlüğünü daha iyi iletebilirim.


Fernando Botero, “Otoportre”, 1992, tuval üzerine yağlıboya, 193x130 cm.


Siz ayrıca natürmort ve peyzaj da çalışıyorsunuz. Sirk Koleksiyonunuz ile ilgili bir röportajınızda “Hepsinin ardından basit şeylere dönerim: natürmortlar” demişsiniz. Sade bir hayatı mı tercih ediyorsunuz? Resimlerinizi belirli bir sanat akımına ya da hareketine yerleştirmek kolay değil. Sanatsal pozisyonunuzu nasıl açıklıyorsunuz?

Bir sanatçı asla tam değildir. Sanatları sürekli değişim içinde olmasına rağmen insan olarak onlar asla değişmezler. Sanatta eserlerin “ilkbahar ya da kış koleksiyonu” olamaz. Kişisel tarzını geliştirmek için önemli olan güçlü bir maneviyat ve kararlılık duygusuna sahip olmak gerekir. Sanatta mükemmelliğin ne olduğuna güçlü bir şekilde sizin inanmanız gerekir.

Sizin ne yaptığınızı ortaya koyan ve onu eşsiz ve hatasız olarak damgalayan bir başlangıç vardır. Eğer büyük sanat konusundaki görüşümü değiştirseydim, muhtemelen tarzımı da değiştirirdim. 15. yüzyıl tablolarını yeteri kadar anladığım ve sevdiğim için şanslıyım. Bu işlerime derinlik ve yoğunluk verdi. Bu önemli geçmiş beni besledi ve tez canlılık, araştırma ve kişisel stilimi yaratan sanatta bir güzergâh çizmeme yardımcı oldu.


                                Fernando Botero, “Parkta”, 2004, tuval üzerine yağlıboya, 163x206 cm.

Katolik Kilisesinin Barok tarzı benimsediği Medellín, Antioquia, Kolombiya’da doğdunuz. Çocukluğunuz boyunca geleneksel sanat formlarından izole yaşadınız. Daha sonra matador okulunda okudunuz. Bu tecrübeler sanatsal hayatınızı nasıl etkiledi?

Benim gençliğimin Medellín’i, bugünün genişleyen metropolünden tamamen farklı bir şehirdi. 1930’larda ben hala bir boğa güreşçisi olmanın eğlenceli hayallerini kurarken bile Medellín, pratikte Kolombiya’nın geri kalanından kopuktu. Şehri çevreleyen dağları aşacak yollar yoktu, Medellín’i komşu kasabalara ulaştıracak ekspres yollar yapılmamıştı.

Medellín, yaratıcılığımı körükleyecek, hayal gücümü genişletecek müzelerden yoksundu. Ancak, on beş yaşıma geldiğimde modern sanat ile ilgili bir kitap görebildim, Picasso’yu, izlenimcileri ve diğer sanatçıları keşfettim. Hatta bu şeyin sanat olduğunu bile bilmiyordum. Bu kitabın sayfaları arasında dolaşmak kendimi keşfetmemi, 27 yaşında Avrupa’ya sanat okumaya gitmemi ve sanatın hayatımın amacı olduğunu öğrenmemi sağladı. 

1948’de Medellín’de halka açık bir sergide ilk kez çalışmalarımı sergiledim. 18 yaşında hala öğrenciyken, Medellin’in başlıca gazetesi el Colombiano’nun Pazar eki için resimler çizmeye başladım. Diego Rivera ve José Clemente Orozco gibi başlıca sanatçıların başını çektiği Meksika duvar resimleri, o dönemde benim sanatımın şekillenmesinde önemli rol oynadı.

1952 yılında Madrid’e taşındım ve Academia San Fernando’ya kayıt olduğum. Prado Müzesinde, İspanyol ustalar Velasquez ve Goya’nın eserleriyle karşılaştım. Turistler için büyük ustaların kopyalarını yaparak bütçeme katkıda bulundum. Akademi’de herkes kendi stilini geliştirmeye çalışıyordu ama benim öğrenmek istediğim tek şey teknikti. Madrid’deki ikinci dönemimin sonunda Paris’e gittim, neredeyse tüm zamanımı Louvre’da usta ressamları çalışarak geçirdim.

Sonra 1953’te Floransa’ya gittim ve 18 ay boyunca fresk tekniği tekniğini çalışmak için San Marco Akademisi’nde kayıt yaptırdım.

1955’te Bogota’ya geri döndüm ve 20 resmim Ulusal Kütüphane’de sergilendi. Sergi bir fiyaskoydu. Sonra Mexico City’e taşındım. “Mandolin ile natürmortlar (1957)” üzerine çalışırken aklıma hacimleri abartarak formları değiştirme fikri geldi. Meksika’da resimlerimi satarak geçinebiliyordum.

1958 yılında, 26 yaşındayken, 2 yıl için Bogota Sanat Akademisine resim profesörü olarak atandım. Daha sonra üçüncü kez Kolombiya’dan ayrılarak sınırlı bir bütçe ve zayıf İngilizcem ile New York’a taşındım. Greenwich Kasabası’nda bir tavan arası kiraladım. Birkaç portre yapmış olmama rağmen, direkt model üzerinden çalışmayı sevmiyorum. Onlar benim tarzımı kısıtlıyor ve özgürlüğümü alıp götürüyor. Kendi hayal gücümü izlemek için tamamen özgür olmayı tercih ediyorum.


                        Fernando Botero, “Kız Kardeşler”, 1969-2005, tuval üzerine yağlıboya, 173x204 cm.

Benim ilk büyük Avrupa sergim Ocak 1966’da, Almanya Baden-Baden’deki Staatiche Kunsthalle’de yapıldı. Önümüzdeki birkaç yıl içinde sürekli Kolombiya, New York ve Avrupa arasında dolaştım. Paris’teki ilk sergim Eylül 1969’da Claude Bernard Galeri’de yapıldı.

1984’te, Medellín Antika Müzesi’nde özel olarak inşa edilen salonda heykellerim sergilendi. Sonraki iki yıl neredeyse sadece boğa güreşi resimleri yaptım. En büyük boğa güreşçisi ressamı olmak için çalıştım ve böylece insanlar boğaları düşündükleri zaman otomatik olarak benim resimlerimi düşüneceklerdi.

2000 yılında, Kolombiya’da biri Bogota’da diğeri Medellín’de olan iki müzeye büyük bir sanat koleksiyonu bağışladım. Koleksiyonda 200’den fazla benim tablo, çizim ve heykellerimin yanı sıra Picasso, Monet, Renoir, Pissarro, Degas, Toulouse-Lautrec, Matisse, Chagall, Miró, Klimt, Dalí, Henry Moore, Matta, Rauschenberg, Schnabel, Stella ve diğer sanatçılara ait eserler bulunuyor.


Fernando Botero, “Kâğıt Oynayanlar”, 1999, tuval üzerine yağlıboya, 107x136 cm.


Hiç Türk ressam ve heykeltıraş tanıyor musunuz?

Bu İstanbul’u ilk ziyaretim ve maalesef sadece kısa bir zaman için. Bu kısa süre içerisinde zamanınım çoğunu İstanbul’a ve onun tarihsel anıtlarına hayranlık duyarak geçirdim. Bir sonraki ziyaretimde Türk Çağdaş sanatını yakından keşfetmeye niyetliyim. Şu anda şehir karşı konulmaz!


Fernando Botero, “Duşta Kadın”, 2005, tuval üzerine yağlıboya, 200x122 cm.