4 Şubat 2023 Cumartesi

Hayal İncedoğan’ın “Yalnızlık Çağı Vol.I” İsimli Kişisel Sergisi Düsseldorf’ta Açıldı

 

Hayal İncedoğan, Studio.


Farklı disiplinlerden ilham alan eserleriyle dikkat çeken multidisipliner sanatçı Hayal İncedoğan’ın Almanya’da gerçekleştireceği ilk kapsamlı kişisel sergisi olan ‘Yalnızlık Çağı Vol.I’, Anna Laudel Düsseldorf’ta açıldı. Sergi sanatseverler tarafından 10  Mart 2023 tarihine kadar ziyaret edilebilir.

Ekrem Yalçındağ küratörlüğünde bir araya gelen ve sanatçının tuval resimlerinden sesli videolara, neon yerleştirmelerden cam ve ayna işlere kadar farklı tekniklerden eserlerine yer verilen seçki, motif kavramı çerçevesinde gelişen ve ağırlıklı olarak kavramsal düşüncenin izlerini taşıyan yansımalar olarak bütüncül diyaloglar ile kurgulanıyor.


Hayal İncedoğan, “Yalnızlık Çağı Vol.I”_“The Century of Loneliness Vol. I, Fotoğraf_Photo by Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023.


İki basamaklı bir sergi serisinin ilki olarak tasarlanan ‘Yalnızlık Çağı Vol.I’ ile sanatçı, hem Türkiye hem de dünya tarihinin, 21. yüzyıl başlangıcından bu yana geçirdiği siyasal, ekonomik, sosyolojik ve dolayısıyla insanda yarattığı etkiler itibariyle psikolojik dönüşümlerini göz önüne alarak içinde bulunduğumuz yüzyıla ait farklı bir çağ tasviri öneriyor.

Özellikle edebiyat, müzik ve sinema referanslarının yer aldığı serginin odağında motif, leitmotif ve nostalji kavramlarına dair karşılaştırmalı bir yorum ve bütüncül bir dil göze çarpıyor. Bu diyaloglar çerçevesinde gelişen sergi, ziyaretçileri; bugünden geçmişe uzanan bir pratikle romantik akım, klasisizm, barok müzik, felsefe, edebiyat, estetik ve sanat tarihinin farklı noktalarından ilham alan okumaların mümkün olacağı katmanlı bir araştırmaya davet ediyor.Kişisel olandan kolektif olana ve politikadan psikolojiye kadar geniş bir spektrumdan beslenen sergi, bu yüzyılın ana arterleri sayılan konularının dışında kalan ve göz ardı edilen birçok meseleyi farklı bağlamlar çerçevesinde yeniden gözler önüne seriyor.

İçinde bulunduğumuz yüzyıla ait yeni bir bakış açısı öneren, görsel dil ve alt metinleriyle birlikte ziyaretçilerle disiplinlerarası diyaloglar geliştirmeyi hedefleyen Hayal İncedoğan’ın, güncel eserlerini bir araya getiren ‘Yalnızlık Çağı Vol.I’, 10 Mart 2023 tarihine kadar Anna Laudel Düsseldorf’ta deneyimlenebilir.

Adres: Mühlenstraße 1 40213 Düsseldorf/Germany

annalaudel.gallery | Facebook | Instagram | Twitter

 

Hayal İncedoğan, “Yalnızlık Çağı Vol.I”_“The Century of Loneliness Vol. I, Fotoğraf_Photo by Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023.


Hayal İncedoğan

İzmir doğumlu sanatçı ve akademisyen olan Hayal İncedoğan, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ne lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. Şu an aynı fakültede Sanat ve Tasarım Bölümü'nde sanatta yeterlik sürecini tamamlamak üzeredir. 2005 yılında Türkiye’nin ilk özel müzelerinden biri olan Elgiz Müzesi Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nda yer alan sanatçı aynı yıl dünya çapında gerçekleşen ‘Genç Sanatçılar Avrupa Müzeleri’nde isimli uluslararası proje kapsamında Pera Müzesi’nin seramik koleksiyonuna atıflı bir eser hazırlamış ve koleksiyonla birlikte sergilenmiştir. 2007 yılında Türkiye çapında gerçekleşen bir yarışma ile New York School of Visual Arts Üniversitesi’nin bursunu kazanarak, Türk Amerikan Derneği, Moon and Stars Project ve Mac Art Gallery’nin desteğiyle yeni medya alanındaki ilk sergisini New York’ta göstermiştir.

11-Hayal İncedoğan, “Yalnızlık Çağı Vol.I”_“The Century of Loneliness Vol. I, Fotoğraf_Photo by Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023.


2010 yılında Akbank Sanat tarafından gerçekleştirilen 30. Günümüz Sanatçıları Sergisi'nde başarı ödülüne layık görülmüştür. Aynı yıl ‘Çağdaş Türk Sanatı’nın Son 60 Yılı’ başlıklı uluslararası koleksiyon sergisinde eserleri Almanya’da Osthaus Müzesi’nin ardından 2010 Kültür Başkenti Projesi’nin bir parçası olarak Mönchehaus Museum Goslar ve Pécs’te ardından Macaristan’daki Modern Hungarian Galeri’de sergilenmiştir. 2014 yılında İstanbul Art News Dergisi’nin düzenlediği bir ankette ‘Türkiye Çağdaş Sanatı'nda dikkat çeken 40 yaş altı 40 sanatçı’ arasında gösterilmiştir. 2012 yılında Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Galerisi Operation Room’da ‘Rüzgar Yabanidir’, 2014 yılında Art On İstanbul’da gerçekleştirdiği ‘Leylak Şarabı Vol.I’, 2015 yılında Pera Palas Otel’de sergilenen ‘Sonsuzun Sesi’ ve 2019 yılı sonunda Anna Laudel Galeri’de gerçekleştirdiği ‘Zamanın Gölgesinde’ isimli solo sergileri ses getirmiştir.

Çalışmaları bugüne kadar; Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Avustralya, Finlandiya, İspanya, Macaristan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde çeşitli müze ve kurumlarda sergilenmiştir. İstanbul Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu, T.C Dışişleri Bakanlığı Koleksiyonu, Elgiz Müzesi Çağdaş Sanat Koleksiyonu, Vehbi Koç Vakfı Sanat Koleksiyonu gibi birçok kurumsal ve özel koleksiyonda işleri bulunmaktadır. Çalışmalarını yurtiçi ve yurtdışı projelerle sürdürmektedir.

 

Hayal İncedoğan, “Yalnızlık Çağı Vol.I”_“The Century of Loneliness Vol. I, Fotoğraf_Photo by Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023.


Anna Laudel

Eylül 2021 tarihi itibariyle Gümüşsuyu’ndaki yeni binasında sanatseverlerle buluşan Anna Laudel, yerli ve yabancı sanatçıların eserlerini sergilediği kapsamlı sergilere ev sahipliği yapmaya ve sanatçılarını uluslararası fuarlarda temsil etmeye devam etmektedir. Aynı anda birden fazla sergi ve etkinlik düzenlemeye olanak sağlayan ve yaklaşık 1000 metrekarelik alana yayılan galeri, İstanbul’un önde gelen dinamik güncel sanat merkezlerinden biri haline gelmenin yanı sıra, temsil ettiği sanatçılarla birlikte büyüyerek daha fazla sanatsevere ulaşmayı amaçlamaktadır.

2019’da Almanya’nın Düsseldorf kentinde açtığı ikinci galeri mekânıyla bu alanda yürüttüğü çalışmalarını uluslararası bir boyuta taşıyan Anna Laudel, iki mekânında eş zamanlı olarak Türkiye ve yurt dışından sanatçıların karma ve kişisel sergilerine yer vermektedir.

Galerinin kurucusu Anna Laudel, aldığı eğitim ve içinde büyüdüğü güncel sanat ortamının etkisiyle açtığı galeriler ve yer aldığı fuarlarla sanatçılarına uluslararası imkanlar sunmayı hedeflemektedir. Galerilerin direktörlüğünü Ferhat Yeter yapmaktadır.

Anna Laudel’in Istanbul ve Düsseldorf galerilerinde yer verdiği güncel sergiler, fuar takvimi ve etkinlik programlarını internet sitesi ve sosyal medya kanallarından takip edebilirsiniz:

 

annalaudel.gallery | Facebook | Instagram | Twitter

 

 

 

 

 

 

 

 

Anna Laudel Latin Amerika’nın En Büyük Sanat Fuarı Zonamaco’da

Lal Batman, Lebenskunst, Zonamaco Meksika_Zonamaco Mexico, Ink on on engraving textured paper, sanded wood, aluminum_Gravür dokulu kağıt üzerine mürekkep, zımparalanmış ahşap, alüminyum.


İstanbul ve Düsseldorf galerilerinde yer verdikleri kapsamlı sergiler ile dikkat çeken Anna Laudel, seçkilerini uluslararası sanat platformlarına taşımaya devam ediyor. Anna Laudel, 8-12 Şubat 2023 tarihleri arasında Meksika’da gerçekleşecek dünyanın önde gelen güncel sanat etkinliklerinden biri olarak kabul edilen Zonamaco sanat fuarına Lal Batman’ın fuar için özel olarak ürettiği seçki ile katılmaya hazırlanıyor.

2002 yılından beri her yıl düzenlenen Zonamaco’nun 2023 edisyonu modern sanat, tasarım, antika ve fotoğraf alanında üretim yapan  sanatçıları, Latin Amerika’da düzenlenen en büyük sanat fuarı organizasyonu çatısı altında bir araya getiriyor. 

Lal Batman,  Based, God,  Identities Series, Zonamaco Meksika_Zonamaco Mexico, Ink on engraving textured paper_Gravür dokulu kağıt üzerine mürekkep, 58.5h x 32.5w x 3.5d, cm, 2023.

Dünyanın dört bir yanından sanatçıların katıldığı fuarın Galeriler Bölümü Ana Salon, Sur, Modern Sanat, Ejes dahil olmak üzere 4 kısımdan oluşuyor. Uluslararası bir fuara ilk defa solo bir seçki ile katılacak olan Lal Batman’ın bu fuara özel ürettiği son dönem işleri, fuarın küratoryal projeleri de içeren Sur bölümünde Anna Laudel tarafından temsil edilecek. Lal Batman’ın seçkisinde plastik ve dijital malzemeleri iç içe kullandığı çalışmalarına ek olarak resim, yerleştirme ve interaktif eserler yer alacak. Feminizm ve kadın temalardan ilham alan sanat eserlerinin bir arada olacağı Sur bölümünün küratörlüğünü ise Luiza Teixeira de Freitas üstleniyor.

Seçkide yer alacak eserlerinde, Expose ve Antrakt sergilerinden referansla, “izleme” ve “izlenme” kültürüne ve yaşama sanatının güncel yorumlarına yer verirken, aynı zamanda ortak deneyim yaratarak paylaşmanın ve kitlelerle birlikte düşünmenin önemine dikkat çeken, Anna Laudel sanatçılarından Lal Batman’ın eserleri, Zonamaco sanat fuarı ziyaretçileri tarafından 8-12 Şubat tarihleri arasında Meksika’nın başkenti Mexico City’de görülebilir.

 Fuar hakkında daha fazla bilgi için: zsonamaco.com

annalaudel.gallery | Facebook | Instagram | Twitter


Lal Batman, Hide and Seek II, Zonamaco Meksika_Zonamaco Mexico, Soil and convex mirror_
Toprak ve dışbükey ayna, 48ø, 2022

 

1 Şubat 2023 Çarşamba

Kırk Yıl Sonra Hala Genç, Atak ve Cüretkâr Bir Sanatçı: Balkan Naci İslimyeli

Balkan Naci İslimyeli.


Türk sanatında öncü karakteriyle büyük açılımlar yaratan, çağdaş sanatın özgür ifade olanaklarını ve değer ölçütlerinin sınırlarını zorlayarak sanat alanlarını sürekli yenileyen Balkan Naci İslimyeli, 27 Şubat 2010’a kadar İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde yer alan sergisiyle 40. sanat yılını kutluyor.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ



Balkan Naci İslimyeli, "Çile".


“…Sanatı, o sınırsız düş alanını sonuna kadar hayatımda tutmalı ve onun tam ortasında olmalıydım. O zaman görünür dünyada kapatıldığım yer neresi olursa olsun oradan kaçabilirdim; dosdoğru kendi ülkeme…” sözlerini yıllar önce söylemişsiniz. Dolu dolu 40 yıldır kendi ülkenizde yaşıyorsunuz. Bu 40 yıldan aklınızda kalan en önemli noktalar nelerdir?

40. sanat yılım… Evet, zaman çok çabuk geçiyor. Geriye baktığınızda ‘ne kadar çabuk geçti’ diyorsunuz ama tek tek yaşadıklarınızı hatırladığınızda çok uzun bir mücadeleden geçtiğinizi anlıyorsunuz. Bu sadece sanatsal mücadele değil, Türkiye’nin politik, siyasal ortamında verdiğiniz mücadele de var. Düşünün; üç büyük darbe ve hepsini bizim kuşak yaşadı. O koşullarda sanata devam etmek, edebilmek çok zordu. Bugün Türk modernizmini 1980’lerle başlatmayı düşünenler var, bu çok yanlış. Öncesinde verilen mücadeleyi, Turgut Özal döneminin sonrasındaki liberal açılım sürecinin geniş olanaklarıyla kıyasladığınız zaman ne kadar büyük bir savaş verdiğimiz anlaşılır. Bunun değerinin yeterince kavranabildiğini sanmıyorum. İşte bu kırk yıl içinde aklımda kalan en önemli noktalar, sanatta direnme kararlılığımın hayatımı en çok zorladığı anlar oldu.


Balkan Naci İslimyeli.


Kırk yılda ne kadar sergi açtınız?

Kırk yılda yaklaşık 50 kişisel sergi açtım. Yüzlerce grup sergisine katıldım. Aidiyet duygum yoktur. Bu nedenle süreç içersinde herhangi bir gruba ait olmayı istemedim. Bağımsız kalmak istedim. Kendi deneylerimi, kendi maceramı kendim yaşayayım ve bunun bedelini kendim ödeyeyim istedim. Onun için de sanatımda çok risk aldım, bunun dünyada da örneği azdır. Kendini her sergisi ile yenileyen, hem değişimini sürdürebilen, hem de kendi kalabilen sanatçı… Kırk yıl boyunca bunu sürdürebilmek kolay değil. Ben fiyatlarım ile öğünmüyorum fakat verdiğim mücadeleyi önensiyorum. Bu önemli bir savaşımdı. Kırk yıl böyle geçti. Kuşaklar yetiştirdim. Bugün Türk resminde önemli yerlere gelmiş pek çok sanatçı öğrencim oldu. Ben sanatçının bütün alanlara ilgili, tam bir entelektüel olmasından yanayım. Çünkü bu donanımınız olmayınca yaptığınız sanatta bir şeyler eksik kalıyor ya da çöküyor. Biz aydın olmak zorundayız. Aydın olmanın zorunluluğu ile beraber gelen sorumluluklar da var. Atak olmalıyız, cesaretli olmalıyız, düşündüğümüzü söyleyebilmeliyiz ve yapabilmeliyiz. Ben her zaman yetiştiğim ortamın ve kültürel değerlerinin etkisini de hesaba katmama rağmen sanatçılarımızı genelde ürkek buluyorum. Sanatçılar, toplumun tepkisinden korkan, geri çekilen, küsen, içine kapanan insanlar olmamalı. Bu çok yanlış. Sanat çetin bir mücadele. Sizin yaptığınızı birileri değerlendiriyor. İyi ya da kötü diyor. Bunun çok duygusal çeşitlemelerini görüyorsunuz. Bilim dışı, sanat dışı yaklaşımlar görüyorsunuz. Ahlaksızca, düşmanca yaklaşımlar görüyorsunuz. Bütün bu kiri pası görmezlikten gelerek işimize devam etmek zorundasınız. Öğrencilerime ilk olarak bunu öğretmeye çalışıyorum: ‘Cesaretli olun, dürüst olun, hakiki olun ve dik olun. Kendi tarzınızı yaratın, farklı olun. Moda bağımlısı olmaya çalışmayın, çünkü o yol çok kısa ömürlüdür. Toplum bu tür figürleri kullanıp atar. Kalıcı olmak için ciddiyetinizi, inancınızı, sevginizi, sanata ve izleyenlere saygınızı kanıtlamak zorundasınız.’ Ben ne kazandıysam hep sanata yatırdım. Kendimi hep büyük bir kültürün parçası olarak hissettim. İstedim ki halkımız dünya düzeyinde sergiler izlesin. Ben bunu yapabildiğim ölçekte başarılıyım. Biliyorsunuz sponsorluklar da son birkaç yılda gelişti. Bizim zamanımızda hiç yoktu. Bütün bunları kendi asistan bütçemizle, satabildiğimiz tek tük resim ile başarmaya çalışırdık. Kırk yıl böyle geçti.  


Balkan Naci İslimyeli.


Türk sanatında öncü karakterinizle büyük açılımlar yaratıyorsunuz, çağdaş sanatın özgür ifade olanaklarını ve değer ölçütlerinin sınırlarını zorlayarak sanat alanlarınızı sürekli yeniliyorsunuz. İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde yer alan serginizde izleyicileri ne gibi sürprizler bekliyor?

Tabii ki yenilikler bekliyor. Ama bu yenilikler içinde mutlaka benim geçmişimden, sorunlarımdan, üzerine eğildiğim temel meselelerden izler göreceksiniz. Dünyaya bakışım değişmiyor, ama onu yansıtma biçimlerim değişiyor, bunun malzemeleri değişiyor. Daha önce yine İş Bankası’nda açtığım ve Simavi Ödülü alan sergim altı bölümden oluşmuştu. Mekânın büyüklüğünü düşünürsek bu aslında altı ayrı sergi demektir. Bu sergi de öyle olacak. Çeşitli düzlemlerde İstanbul’a bakış. Beni sanatçı olarak var eden, koruyan, ilham veren, besleyen İstanbul ile dört temel yaşam elementini özdeşleştirdim, şehre tarihiyle, geleceğiyle, bugünüyle bakan bir perspektif oluşturdum. Fakat bu bir İstanbul pitoreski değil. Bu benim bakış açım olacak. Kentin hissedip anlatamadığımız ya da görüp de yansıtamadığımız yanlarını anlatmaya çalışıyorum. Biliyorsunuz çağdaş sanat büyük metropollerin sancılarından ortaya çıkmıştır. Oralarda yaşayan, var olma mücadelesi veren çeşitli düzlemlerden gelen insanların, karşılaşmaların oluşturduğu yoğun elektrik ve tartışmaların sonucunda başarılmış işler. Onun için bu sergi bir İstanbul güzellemesi değil. İstanbul’a bir övgü, teşekkür, bir ithaf ama İstanbul’un görülmeyen yüzleri başrolde olacak bu sergide. Yani bir İstanbul kartpostalının arka yüzü.


Balkan Naci İslimyeli.


Sergi, İstanbul esintisiyle oluşturulmuş beş bölümlük bir bütün: “Hava-Su-Toprak-Ateş ve İstanbul”. Sergiyi, “Benim en büyük hocam”, “En çok İstanbul’dan öğrendim” dediğiniz İstanbul kentine adıyorsunuz. İstanbul’u Balkan Naci İslimyeli farkıyla nasıl somutlaştırıyorsunuz?

Bu sergi bir retrospektif değil. Kırk yılın dökümü değil, son bir yılın işleri. Kırk yıl sonra bir sanatçının hala genç, atak ve cüretkâr olabileceğini kanıtlamak istediğim bir sergi. Bir yılda yaklaşık 200 eser hazırlandı bu sergi için. “Dersaadet” bölümü eski İstanbul öykülerini anlatıyor ve tuval üzerine çalışmalardan oluşuyor. “İstanbul-Anadolu Treni” bölümünde gravürler ile İstanbul’un Anadolu’ya, Anadolu’nun İstanbul’a etkileri anlatılıyor. Bir anlamda İstanbul’un değil, bizim ulus olarak tarihimizin ironik, acı acı güldüren bir öyküsü. “Gölgeler Kenti” serisi, kentteki var olma dinamiğinin fantezilerinden oluşuyor ve İstanbul’un gizemini kolajlarla anlatıyor. Masklar bölümünde ise, İstanbul da varolmaya çalışan, özellikle afrika kökenli göçmen portreleri üzerine geliştirdiğim bir seri var ve bu seriden çıkış yapan bir Video üçlemesi; Kara Yazı, İç Yüzler ve Maskeler… Hepsi de insan bilmecesine içeriden bir bakış…


Balkan Naci İslimyeli.


Sergideki yüz okumalarının üzerlerinde Arap alfabesinden harfler var? Burada vermeye çalıştığınız mesaj nedir?

İstanbul’un ve doğunun kaderi üzerine görsel analizler, bir tür yüz okumaları. Kaligrafi ve hat sanatını çok severim. Babam da hat sanatına tutkundu. Dedem de öyle imiş. Yüzler üzerine çizilmiş kaligrafilerle yüzlere kazınmış geçmişi ve gelecek kaygılarını bugün üzerinden okumaya çalıştım. Yani ‘Alın Yazısı’ eğretilemesi üzerine giderek yüzleri bir tür göstergeler alanına dönüştürdüm. İfadeyi vurgulayacak, derinleştirecek, açığa çıkaracak ya da ters yüz edecek biçimler kullandım. Başka bir deyişle, hattatın eliyle, yüzlere kader haritaları nakşettim. Veya bu haritaları okumaya çalıştım.

Harflerin bir anlamı yok değil mi?

Ben eski Türkçe bilmiyorum. Tamamen harflerle bir mimari kurdum. İstanbul, Edirne ve Bursa’daki camilerde yer alan birçok ünlü hattatımızın başyapıtlarını inceledim. Bunların içinden, yüzlerin anlamlarını derinleştireceğine inandığım istiflerden yararlandım.


Balkan Naci İslimyeli.


Fotoğraflar stüdyo ortamında çekildi sanırım.

Çoğunlukla. Fakat onları bir maske etkisi yaratacak şekilde tamamen değiştirdim. Gözleri bu yüzden yok. Kaşları yok ettim ve röliyef etkisini güçlendirdim. Masklardaki gözlerin yerine seyircinin gözü yerleşşin, içeriden bakış hali yaşansın istedim. İzleyici kendini o maskenin içinde hissetmeliydi. Burada beni harekete geçiren şey, hayranlık duyduğum Afrika maske geleneği oldu. Afrika’nın kadersiz ve güzel halkına, onların acılarına, İstanbul’daki var olma serüvenlerine eski Türkçe yazının derin görsel etkisiyle katılmak istedim. Onlar sayesinde ilk kez saf ve şiddetli renklere doğrudan açılabildim. Bu da konunun hüznünü hafifleten neşeli bir serüven oldu benim için.

Bu seride kadın yüzleri biraz daha ön planda görünüyor. Örneğin bir çalışmanızda kadın ağlıyor.

Kadının acılarına karşılık gelen gözyaşlarını stilize noktalar olarak belirttim. Nokta Arap kaligrafisinde boyutu en küçük fakat işlevi en büyük minimal güçtür. Yani zerre içinde derya. Bu nedenle noktalar, yüzlerdeki acıyı tasvir ettiğinde etkisi de büyüyor. Kadın yüzleri öncelikli oldu. Afrika’nın da Anadolu’nun da en bahtsız kesimi kadınlardır. Erkekler de öyledir ama kadınlar acıları iki kat daha fazla yaşar. Çünkü bu savaşlarda onların hiç suçu yok. Onlar yalnızca hayatı savunuyorlar ama ödül olarak ölümle yüzleşiyorlar.



Balkan Naci İslimyeli.


Sergide video çalışmalarınızın da önemli bir yeri var. Siz çok uzun yıllar önce video sanatı konusunda çalışmaya başladınız değil mi?

1990’lı yılların başında İslam Eserleri Müzesi’nde devasa boyutta bir video enstelasyonu sergisi açtım. İsmi “Sır”dı. Türkiye’deki en kapsamlı video enstelasyonuydu ve önemli sponsor katkılarıyla gerçekleştirildi. Sergi çok yadırgansa da mekânla uyumu tam istediğim ölçekteydi ve benim en sevdiğin sergilerimden biri oldu. Yeni bir şeyler yapmak, onları sanatseverlerle paylaşmak bana heyecan veriyor. Türkiye’de 1960 ve 70’lerden itibaren sanat adına çok ciddi işler yapıldı. 80’lerden sonra yapılan işler daha dışarlıklı izlenimlerle yapılan, daha global etkili çalışmalar oldu. Referans alanları hakiki ve bilinçli olmayan ‘trendy’ işler ortalığı kapladı. Biz Türk’üz. Bunun milliyetçilikle hiç alakası yok. Ama belli değerlerimizi yakından, ta içinden bilmemiz gerekir. Bu değerleri tanımak ve tanıtmak, bunları yaptıklarımızın içinde aleyhte veya lehte göstermek, taşıyabilmek önemli. Bunu hep yapmaya çalıştım. Bu sergide “Çile” kavramını işleyen üç video çalışmam yer alıyor. Bir de benimle yapılmış geniş bir söyleşinin yer aldığı video çalışması var. Videoların temel konusu, yüzdeki kader çizgilerinin birbirine geçmesi. Birbirine bağlanan, birbirini tetikleyen kaderler, insan ilişkileri… Bunlar hep yüzlerin birbirine geçişleriyle, yaklaşıp uzaklaşmasıyla ve bir ritim içinde sürüyor. Diğer video çalışmam da çile konseptiyle çok ilgili olmam sonucu ortaya çıktı. Biliyorsunuz Doğu kültürlerinde olgunlaşmanın, yani kâmil olmanın yolarından biri çile, acı çekmek. Hayatta da, sanatta da bu var. Yani acı çekmeden olgunlaşamıyorsunuz. Kullanıp geçtiğimiz belli sözcüklerin derin anlamları üzerinde hep durmuşumdur. Kapı çalar “Kim o?” deriz. Aslında ne kadar önemli bir sözcük. Karşımızdakinin kim olduğu üzerine düşünmek… Kim? Resimlerimde altlık olarak gördüğünüz sözcükler hep çile kavramıyla ilgilidir: Sabır, tövbe, hep, hiç, kül… Videolarda da bu çile sürecini yorumsuz çektim. Bir yapıtın gerçekleştirimesi sürecinin nesnel bir aktarımı gibi. Doğu efsanelerinde olduğu gibi yazdıklarım ben yazdıkça bir taraftan hep siliniyor. Umarsız bir uğraş, bir çile… Tıpkı sanat gibi…


Balkan Naci İslimyeli.


Ayrıca altında yazan bir cümleyle politik gönderme yaptığınız gravürlerinizden sanırım bu sergide de göreceğiz.

Bu sergide daha önce yaptığım “Tuhaflıklar Tarihi” serisinin hiç sergilenmemiş bir bölümü olan “Dersaadet” ve “İstanbul-Anadolu Treni” başlığı altında yer alan yaklaşık yeni 50 çalışma bulunuyor. Gravürler, İstanbul üzerine farklı bir konsept. Çalışmaların altında yer alan cümleler yoğun bir kara mizah içeriyor. Bizim toplumumuzda mizah olgusu çok gelişmedi. Hâlbuki acı çekmiş toplumlarda, bir savunma olarak mizah gelişir ve incelir. Eleştirinin en yaratıcı biçimidir mizah. Sözlü kültürümüzde sayısız parlak örneğine rastladığımız mizah sanatımızda nedense pek yok. Şaka yaptığınız zaman ‘acaba bunun altında bir hakaret mi var’ diye düşünüyor insanlarımız. Çok rahatsız ve savunmacı bir toplum olduk… Benim babam karikatüristti, onun için mizah bana çok yakındır. Resimlerime ve şiirlerime bakınca beni hep karamsar, karanlık bir adam zannederler. Aslında onu dengeleyen yoğun bir mizah tarafım var. Onlar da bu resimlerde ortaya çıkıyor.

İstanbul’un sizin sanat yaşamınızda çok önemli bir yeri olduğunu tüm söyleşilerinizde ve yazılarınızda belirtiyorsunuz. Sizi İstanbul ile ilgili en çok neler etkiledi? Hangi semtleri seversiniz, hangi kafeleri, parkları sizin için bir sığınaktır?

Ben Cihangir’de yaşıyorum, yazlarımı Burgaz Ada’da geçiriyorum. İstanbul büyüklüğünde bir metropolün hemen yakınında, Marmara’ya can simidi gibi atılmış beş altı adanın olması bir mucize. Oraya ulaştığınızda bambaşka bir atmosfere giriyorsunuz. Ben İstanbul’un bağımlısıyım, her köşesini fakat en çok tarihi yarımadayı seviyorum. Uzun yıllarım boğazda geçti. Tadını doya doya çıkardım. Fakat Tünel’den Karaköy’e oradan köprü aracılığıyla Eminönü’nün cıvıltısına karışmak, Tahtakale’nin hakiki insan dokusu içinden Mercan yoluyla Kapalıçarşı’ya ulaşmak, oradan Beyazıt meydanının eşsiz sahaflar çarşısını gezmek, mola verip Çorlulu Ali Paşa medresesinde Elmalı Nargile çekmek, Kapalıçarşı’nın canım Havuzlu Restoranında yemek yemek en büyük keyfim. Bunu yaz kış haftada bir kez olsun mutlaka yaparım.

Balkan Naci İslimyeli.


Bu kadar duyguları ile yaşayan bir sanatçının şiir yazması sürpriz olmasa gerek. Bu söyleşimizi bir şiir ile tamamlarsak, İstanbul’a hangi şiirinizi hediye ederdiniz?

Ben şiirlerimi resim gibi tuvallerimin üzerine nakşederim biliyorsunuz. Bu sergimde de İstanbul üzerine yazdığım şiirlerin bir dökümü sunuluyor. Tuvallerin arka planında gördüğünüz karmaşık yazılar aslında benim o konular üzerine yazdığım metinler veya şiirler. Bu sergideki konsepte uygun olarak İstanbul şiirlerim panolar üzerinde de yer alacak. Artam Global Art dergisi okuyucularına, sergideki şiirlerimden biri olan “İstanbul Düşü”nü aktarıyorum:

İSTANBUL DÜŞÜ

Gece,

İstanbul yine

Kendisinden soyunmuş

Islak yatağında ve yorgun

Uykuya durmuş…


Geceler,

Bulaşıp her türlü suça

İnlerken kentin kösnül yataklarında

İstanbul gündüzün kirlerini

Unutmaya koyulmuş

Uyumuş...

Okula gidememiş çocuklar

Henüz bilmiyorken kötülükleri

Ve henüz ılıkken havalar

Issız köşelerinde kentin

Güzel rüyalara dalmış

Uyumuş...


Kalbinde, ta kalbinde kentin

Havalar çok soğuk, çok değişken olurmuş

Bir masalın büyüsüyle ona koşanlar

Geceler geceler boyu

Uykusuz, donmuş...


Bir çocuk kaval sesi duyup yatağında

Kalkıp onu bulmaya koyulmuş

Ama ses uzaklaşıp duruyormuş

Sonunda izlemekten yorulmuş

Uyumuş ulaşabildiği yerde

 

Ve düşünde

İstanbul kırmızı bir cennet olmuş...

 

Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Eskiler, “marifet iltifata tabidir” derlerdi. Biz iltifatsız sanat yaptık yıllarca. Artık öyle olmasın. Birileri sanatı korusun, sevsin, sürdürsün. Geleceğimiz, uluslararası saygınlığımız buna bağlı. Bu arada sanat yaşamım boyunca beni destekleyen dostlarıma teşekkür ederim.  Ama en çok da düşmanlarıma şükran borçluyum. Onlar üstümü çizmeye çalışarak, görmezlikten gelerek, aleyhimdeki her türlü çirkinliğe ve saldırıya gönülden katılarak beni bugünlere getirdiler. Tüm okuyucularınıza, sanatı paylaşanlara, sevenlere, ona inananlara mutlu yıllar diliyorum.

24 Ocak 2023 Salı

Tony Cragg Heykellerinin Sırrı

                      Tony Cragg, “Karşı”, 2010, ahşap, 280x295x100 cm., Maybach’ın desteğiyle, (Paris-Salzburg Galerie Thaddaeus Ropac’ın izniyle, Fotoğraf: Antoine Mongodin/Musée du Louvre 2011, ADAGP, 2010).

Tony Cragg, Robert Ayers ile röportajında heykelleri ve malzeme ile olan ilişkisini şu sözlerle açıklıyor: “Heykelin statik, hatta ölü olduğu gibi bir düşünce var. Ben bu düşünceye tamamen karşıyım. Dindar bir insan değilim -kesinlikle materyalistim- benim için malzeme ilginç ve çok yüce. Heykel yapmaya başladığım zaman, malzemedeki inanış sistemlerini ve etikleri arıyorum. Bu malzemenin bir dinamiğinin olmasını, itmesini, hareket etmesini ve büyümesini istiyorum. …Bütün bunların yapım aşamasında olmasını istiyorum, böylece bir heykel nesli bittiği zaman, bir diğer nesil geliyor ve böylece her şey etrafımda büyüyüp gelişiyor. Ben bu işi böyle görüyorum”.


YAZI: ÜMMÜHAN KAZANÇ


Tony Cragg, “Karşı”, 2010, ahşap, 280x295x100 cm., Maybach’ın desteğiyle, (Paris-Salzburg Galerie Thaddaeus Ropac’ın izniyle, Salzburg, Fotoğraf: Antoine Mongodin/Musée du Louvre 2011, ADAGP, 2010).


Daha çok Tony Cragg olarak anılan ünlü İngiliz çağdaş heykeltıraş Anthony Cragg, Louvre Müzesi’ndeki sergisine özel olarak hazırladığı bir grup heykelini, Cam Piramit’in altındaki Marly ve Puget Salonlarında sergiliyor. Bavyera doğumlu Avusturyalı heykeltıraş Franz Xaver Messerschmidt (1736-1783)’in Louvre Müzesi’nde yer alan Fransa’daki ilk retrospektifi ile aynı anda sergilenen Tony Cragg heykelleri, yüzyıllar arasında görsel bir iletişim sunuyor. Messerschmidt’in “karakter kafaları”, daha çok ünlü çağdaş heykeltıraş Tony Cragg’ın çelik heykel çalışması “Mixed Feelings (Karmaşık Duygular), 2010” isimli heykel çalışmasına gönderme yapıyor. Biçim bozmalar, 18. yüzyıl başyapıt öncüleri gibi, çok kesin bir noktadan bakıldığı zaman kesinlikle ifade gücü olan bir insan yüzünü andırıyor.

Anthony Cragg, 2010, Fotoğraf: Anthony Cragg atölyesi.


Tony Cragg’ın Louvre Müzesi’nin Marly ve Puget Salonlarında sergilemek üzere seçtiği farklı ölçü, biçim ve tiplere sahip yedi heykel çalışması, heykeltıraşın geniş malzeme (bronz, çelik, ahşap), renk (beyaz, kırmızı, siyah) ve yöntem (merkez eksen etrafındaki kıvrımlar, lateral-yan düzlem boyunca eğik ve sarkan elemanların yer değiştirmesi, çok ince tabakaların birikimi, yüzeylerin delinmesi) seçimini de gözler önüne seriyor. Aynı tema ile fakat farklı ölçülerde üretilmiş heykeller, ziyaretçilerin ölçü, iki parçalı heykel soruları hakkında -sanatçının “Runner (Koşucu)” heykeli, dolaylı olarak Philippe Magnier (1647-1715)’nin “Lutteurs (Güreşçiler)” heykelini anımsatıyor- bir kez daha düşünmesini amaçlıyor.

Tony Cragg’ın bu sergi için özel olarak hazırladığı heykel, özellikle mimar Ieoh Ming Pei’nin Cam Piramit’inin altında, giriş kolonun üzerinde sergilenmek üzere tasarlanmış. Aslında, ilk yapıldığında büyük tartışmalara yol açan Cam Piramit, Tony Cragg’ın heykelleri göz önüne alındığında, mimarın burayı tasarlarken çağdaş bir sanat eserinin çok iyi sergilenebileceğini ön gördüğünü düşündürüyor!

Heykelin affetmeyen statik ve değişmez vizyonunundan uzak olan Tony Cragg, her zaman, akışkanlık ve geçişin bir savunucusu oldu. Sanatçı bu fikirlerini, insan figürünü ve onun temsillerini -Messerschmidt’in ondan önce yaptığı gibi- keşfederek ortaya koymaya çalıştı. Cragg, öncülerinden farklı olarak, daha geniş anlamda, doğadaki oldukça farklı organik formlara karşı hassasiyetini koruyarak, kendi sanatsal dilini yaratmayı başardı.


Tony Cragg, “Kırmızı Figür”, 2008, ahşap, 208x210x42 cm., (Sanatçı koleksiyonu, Fotoğraf: Antoine Mongodin/Musée du Louvre 2011, ADAGP, 2010).


Cragg, heykel yapmanın sadece biçim ve malzemenin anlamını değiştirmek ile ilgili olmadığını düşünüyor. Bu süreçte kendisinin de bir değişim yaşadığını belirtiyor: “Gördüğünüz ile ilgili olarak sizin duygularınız ve düşünceleriniz de sürekli olarak değişiyor. Şekil ve içeriğin ikili karşıtlıklarının basitleştirilmesi -çirkin ve güzel, soyut ya da figüratif, ifadeci ve kavramsal- özgür bir çözüm içinde çözülüyor ve buradan da yeni anlama sahip biçim belirginleşebiliyor. Bu yöntem heykel yapımı için uygun görülebilir fakat çizim, resim ve yazım için de uygulanabilir. Bütün bu disiplinlerdeki benzerliğin altında sanatçının malzemeyi kendisinin bir uzantısı olarak görmesi ve malzeme ile iletişime geçerek yeni bir şey keşfetme ve yaratma gerçeği yatmaktadır: Şiir… Bazıları yeni bir şey keşfedebilir ya da diğerleri aradıkları neyse ona ulaşabilir. Tabii ki, çok karmaşık işlem ve süreçlerden geçmeden de bir şeyler yapmak mümkün. Sonuç olarak, dünyadaki her şey bu şekilde yapılmıştır, yeni bir şey yaratmadan, fakat iyi işleyen endüstriyel gerçeklerden soğuk kalpli elemanların birleşiminin alınması gibi: bir küp, bir Mickey Mouse, fotoğraf, ölçü, malzeme, renk ve anlam. Modernleşmenin basit biçimsel çözümleri ve teskin edici mesajları aynı zamanda sihirli imalarla, simya, avangart, yarı siyasi ve mistik ile birleştirilmektedir. Mistisizm benim ilgi alanım değil. Ben malzemenin potansiyeli hakkında daha çok bilgi sahibi olmak ve gücü ile ilgileniyorum, benim açımdan bakılırsa kimya, fizik, felsefe veya heykel ile ilgiliyim” açıklaması ile malzeme ile ilişkisini ve heykel yapım aşamasındaki duygularını ortaya koyuyor.


Tony Cragg, “Manipülasyon”, bronz, 250x220x220 cm., (Sanatçının izniyle, Fotoğraf: Antoine Mongodin/Musée du Louvre 2011, ADAGP, 2010).


Tony Cragg’ın 13 Haziran’a kadar Almanya Duisburg’taki MKM (Museum Kueppersmuehle für Moderne Kunst)’de izlenebilecek “Aklımdaki Şeyler” isimli retrospektif sergisinde ise sanatçının kariyerinin anahtar dönemlerine ait 50 heykel, çizimle ve grafik çalışmaları yer alıyor. 1.000 metrekarelik bir alanda açılan sergide, erken dönem çalışmaları, son dönem eserleri ile birlikte sergilenerek sanatçını tüm kariyeri gözler önüne seriliyor.

9 Nisan 1949 Liverpool, İngiltere doğumlu, Londra Kraliyet Sanat Akademisi mezunu Tony Cragg, 1977 yılından bu yana Almanya, Wuppertal’da yaşıyor. Cragg’ın sanat ile ilgilenmeye başlama hikâyesi de oldukça ilginç. Cragg iş hayatına Ulusal Lastik Üreticileri Araştırma Birliği’nde staj yaparak başladı. Sapma ile ilgili çizimler yaparken bir kız arkadaşı sanata biraz zaman ayırmasının iyi olacağını önerdi ve Cragg, kısa bir süre sonra kendini heykel yaparken buldu. Bir diğer kız arkadaşı, yine hayatının dönüm noktalarından biri. Kız Almandı ve 1977 yılında çalışmalarını tamamlamak için Wuppertal’a dönmeye karar verdiğinde, ileride eşi olacak kızın arkasından Cragg da gitti ve o zamandan buyana orada yaşıyor.


Tony Cragg, “Outspan”, 2008, bronz, 190x200x124 cm., (© VG Bild-Kunst, Bonn / Fotoğraf: Charles Duprat).


Sanatçının ayrıca İsveç’e bağlı Tjörn adasında bir stüdyosu bulunuyor. Cragg, heykel denemeleri ile oldukça farklı tipler keşfederek, çağdaş heykel sanatına çok önemli katkılarda bulundu. 1970’lerdeki erken dönem çalışmalarında daha çok atılmış inşaat malzemeleri, kullanılmayan ev araç gereçleri gibi objeleri kullanan Cragg, daha sonraları ahşap, bronz, mermer gibi geleneksel malzemeler tercih etmeye başladı. Fakat biçim repertuarını sürekli yenileyerek, insan vücuduna soyut yaklaşımı hayranlık düzeyine ulaştı. 1988 yılında Turner Prize’a layık görülen Cragg, aynı yıl İngiltere’yi Venedik’te temsil etti. 1994 yılında Kraliyet Sanat Akademisi’ne seçildi. 2002 yılında, iki yılda bir verilen Piepenbrock Heykel ödülünü, 2007 yılında ise heykel sanatına çok önemli katkılarından dolayı “Praemium Imperiale” ödülünü aldı. Cragg, 2008 Eylül’ünde, Wuppertal’da 20 büyük boyutlu eserinin yer aldığı bir heykel bahçesi açtı. Duesseldorf Kunstakademie’de ders veren sanatçı, 2009 yılında bu yana bu akademinin yöneticisi.


Tony Cragg, “Doğru Figür”, 2010, bronz, 185x76x81 cm., (Paris-Salzburg Galerie Thaddaeus Ropac’ın izniyle, Fotoğraf: Antoine Mongodin/Musée du Louvre 2011, ADAGP, 2010).


Tony Cragg, farklı malzeme ya da bitiş kullanarak her heykelinin üç ya da beş eşsiz versiyonunu yapıyor. Örneğin, bir heykeli fiberglas, bronz ya da paslanmaz çelik olabiliyor. Sonuç olarak her heykel versiyonu eşsiz görünüyor. Cragg, 1920’lerde inşa edilmiş tank ve askeri araç gereç onarım garajını stüdyo olarak kullanıyor. Sekiz yıl önce Rudolf Hoppe’nin restorasyonunu gerçekleştirdiği stüdyoda 20 kişi çalışıyor. Beş yönetici asistanının yanı sıra, marangoz, endüstriyel tasarımcılar ve seramikçiler gibi zanaatkâr ve sanatçılar çalışıyor. Cragg, heykellerinin çizimini hazırladıktan sonra, ekibi bu çizimlerin üç boyutlu eserlere dönüşmesinde yardımcı oluyor. Cragg, heykel yapımının her aşamasında yer almayı çok önemli buluyor. “Eğer heykelin yapım aşamasında bulunmazsanız, hissedemezsiniz, malzemeler üzerinden izleyeceğiniz yolu düşünemezsiniz” açıklamasını yapıyor.

Çağdaş sanat müzayedelerinde eserleri rekor fiyatlara alıcı bulan, birçok müze ve özel koleksiyonda eserleri bulunan Tony Cragg, sadece heykel yapmaya konsantre olmayı seviyor ve sanatçıyı Londra’da Lisson Galeri, New York’ta Marian Goodman, Duesseldorf’ta Konrad Fischer ve Paris’te Thaddaeus Ropac temsil ediyor. 

 

Tony Cragg, “Dirsek”, 2008, ahşap, 320x115x395 cm., Maybach’ın desteğiyle, (Paris-Salzburg Galerie Thaddaeus Ropac’ın izniyle, Fotoğraf: Antoine Mongodin/Musée du Louvre 2011, ADAGP, 2010).


TONY CRAGG’IN HEYKELLERİNİN YER ALDIĞI MÜZE VE KOLEKSİYONLAR

Saatchi Koleksiyonu, Londra

Arts Council of Great Britain, Londra

Musée national d'Art Moderne Georges Pompidou, Paris

Centre Reina Sofia, Madrid

Tate Gallery, Londra

Weltkunst Foundation, Londra

British Council, Londra

Union Bank of Switzerland

West Sussex Education Authority, Chichester

Werkstatt Kollerschlag, Viyana

Museum van Hedendaagse Kunst, Gent

Louisiana Museum, Danimarka

Kunsthalle, Zurih

Stedelijk Van Abbemuseum, Eindhoven

Fonds Regional d'Art Contemporain, Bourgogne, Dijon

Leeds City Art Gallery

Fonds Regional d'Art Contemporain, Rhone-Alpes, Lyon

Kunstmuseum Luzern, Lucerne

Nagoya City Art Museum, Nagoya

Art & Project, Amsterdam

Fundacion Caja de Pensiones, Madrid

The Rivendell Collection

 

Tony Cragg, “McCormack”, 2007, bronz, 117x130x75 cm., (Salzburg-Paris Galerie Thaddaeus Ropac’ın izniyle, © VG Bild-Kunst, Bonn / Fotoğraf: Charles Duprat).

KAYNAKÇA:

Robert Ayers, The AI Interview Tony Cragg, ArtInfo, 10 Mayıs, 2007.

Metinler: Tony Cragg, Christoph Brockhaus, Robert Kudielka, Christian Schneegass, Söyleşi: John Wood, “Tony Cragg: In and Out of Material”, Walther König, Köln, 2007.

Tony Cragg, “Cutting Up Material”, (www.tony-cragg.com).

Sarah Thornton, “Artists at work: Herr Cragg, Der sculptor boss”, The Economist, 4 Ağustos 2010.

Roderick Conway Morris, “Inventing a New Visual Language”, International Herald Tribune, 14 Ekim 2010, s.12. 

19 Ocak 2023 Perşembe

Gül Yasa Aslıhan “Mee Kuşağının Sonu” Sergisiyle Galeri ARK’ta

                                    Gül Yasa Aslıhan, “Endişeli Maymun”, Tuval Üzerine Akrilik, 100 x 130 cm.

Gül Yasa Aslıhan’ın “Mee Kuşağının Sonu” isimli sergisi 12 Ocak 2023 – 6 Şubat 2023 tarihleri arasında Galeri ARK’ta izlenebilir.

Gül Yasa Aslıhan’ın “Mee Kuşağı’nın Sonu” isimli, metafor olarak hayvan figürlerini kullandığı kişisel sergisi, toplum içindeki kimliğimizi sorguluyor. Günlük yaşamdaki temel olguları çağdaş grafik anlatımından yararlanarak inceleyen Yasa, oluşturduğu resim dizilerinde tarihsel, politik, dini alegorilerin dolaylı söyleme yolundan uzaklaşarak, toplumsal zihniyetin dönüşümünü metaforlarla betimler.   


                                        Gül Yasa Aslıhan, “Domuz”, Tuval Üzerine Akrilik, 80 x 100 cm.


“Mee Kuşağının Sonu” sanatçının yıllar içerisinde toplumun aynı istikamete doğru gözü kapalı ilerleyen karakterine vurgu yapan koyun metaforunu kullanarak yaptığı tablolarına referans vermektedir. Politikanın özünde olan retorik anlatımın aracı olan metaforlar, bu sergide canlı ve neredeyse kışkırtıcı renkler kullanılarak tasvir edilen hayvan figürleri aracılığıyla bir söylem oluşturuyor. Büyük boyutlarda ve tek başlarına karşımıza çıkan bu figürler, bireyin alanına nüfuz eden toplumsal yapılanmalara karşılık insanların yakın dönemde sergiledikleri toplumsal ve kültürel duruşlarına, tepkilerine ve tepkisizliklerine bir eleştiri sunuyor.

Yap-boz parçalarına ve hafıza kartlarına benzer tekil motif kullanılarak oluşturulan işler,  “ben” olarak farklılaşan ve “biz” olarak ortaklaşan yaşam deneyimlerinden yola çıkarak, sabitlenmeyen kimlik şemalarının kesişiminde toplumsal gerçekliği bulmaya çalışıyor. Toplum içindeki bağımlılık ve uyum kadar anlaşma ve çatışma da tablolardaki metaforik imgelerle araştırılıyor. (Metin: Begüm Berber).




11 Ocak 2023 Çarşamba

Tüm Dünya New York, Louis Vuitton'daki Yayoi Kusama robotunu konuşuyor

 https://youtube.com/shorts/-hLJExMdUHk?feature=share

Yayoi Kusama'ya düşkünseniz, Fifth Avenue'daki Louis Vuitton mağazasının vitrininde sanatçının ünlü noktalarını çizdiğini görebileceğiniz New York'a gitmeye değer. Ama çok heyecanlanmayın, çünkü bu çarpıcı derecede gerçeğe yakın Kusama, Kusama değil… hiper-gerçekçi hareketleri ve yüz buruşturmalarıyla (dudaklar bile yukarı doğru kıvrılıyor) başları döndüren ve trafiği durduran bir robot.

Japon sanatçı ve lüks eşya grubu arasındaki çantalar, kokular ve spor ayakkabılar da dahil olmak üzere 450'den fazla parçayla sonuçlanan yeni ortaklık, bu mega markaların ikinci kez işbirliği yapıyor. "Sanatı, cüretkarlığı ve işçiliği kutlayan Kusama'nın boyalı noktaları, metal noktaları, sonsuzluk noktaları ve psychedelic çiçeği Louis Vuitton evrenini canlandırıyor" diyor çevrimiçi tanıtım yazısı. Bu arada, New York'un Meatpacking semtinde, sanatçının manşetlere çıkan Infinity Room aynalı enstalasyon çalışmalarını yansıtan yerden yere sonsuzluk noktalarıyla kaplı bir pop-up Vuitton alanı da yeni Kusama koleksiyonuna adanmıştır.

Şu anda 90'lı yaşlarında olan ve gönüllü olarak bir psikiyatri hastanesinde yaşayan sanatçının Hong Kong'da büyük bir retrospektifi var. The Art Newspaper ile yakın zamanda yaptığı bir röportajda şunları söyledi: “Her gün resim yapıyorum. Sevginin, barışın ve evrenin tüm mesajlarını kucaklayarak, hayata hayranlıkla bakan bir dünya yaratmaya devam edeceğim.”


New York is dotty about Yayoi Kusama robot at Louis Vuitton

If you’re dotty about Yayoi Kusama, it’s worth heading to New York where you can see the artist painting her famous spots in the window of the Louis Vuitton store on Fifth Avenue. But don’t get too excited as this strikingly lifelike Kusama is not Kusama… but a robot apparently which is turning heads and stopping traffic with its hyper-realistic movements and grimaces (the lips even turn upwards).

The new partnership between the Japanese artist and luxury goods group—resulting in more than 450 pieces including bags, fragrances and trainers—is the second time these mega-brands have collaborated. “Celebrating art, audacity and craftsmanship, Kusama’s painted dots, metal dots, infinity dots and psychedelic flower enliven the universe of Louis Vuitton,” says an online blurb. Meanwhile, a pop-up Vuitton space in New York’s Meatpacking district— covered in floor-to-floor infinity dots echoing the artist’s headline-hitting Infinity Room mirrored installation works—is also dedicated to the new Kusama collection.

The artist, who is now in her 90s and voluntarily living in a psychiatric hospital, has a major retrospective under way in Hong Kong. In a recent interview with The Art Newspaper, she said: “I paint every day. I am going to continue creating a world in awe of life, embracing all the messages of love, peace and universe.”

9 Ocak 2023 Pazartesi

Sarıkamış Şehitleri’ni Birde Ressam Tayfur Sanlıman’ın fırçasından analım…

https://youtube.com/shorts/Ju_ZlSVGkCY?feature=share

Ressam Tayfur Sanlıman’ın (1930-2016) Sarıkamış Dayanışma Grubu’na hediye ettiği, Sarıkamış Harekatını ve burada şehit olan askerleri resmettiği 30 adet resmi gerçekten tüyleri diken diken eden duygu yüklü çalışmalardır. Ünlü ressam Tayfur Sanlıman, ’Sarıkamış Bir Destandır’ adlı serideki eserlerinde, Sarıkamış’ta yaşanan savaş, acı, dram ve kahramanlık konuları muazzam bir yetkinlikle resmetmiştir. 

Kendisini kalp ameliyatı yapan Prof. Dr. Bingür Sönmez aracılığıyla 30 adet resim Tayfur Sanlıman tarafından Sarıkamış Dayanışma Gurubuna hediye edildi. 

RESSAM TAYFUR SANLIMAN’ın, Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez aracılığıyla Sarıkamış Dayanışma Grubu’na hediye ettiği “SARIKAMIŞ BİR DESTANDIR” isimli toplam 30 adet resimden oluşan serisiyle biz de 108. YILINDA SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ. Ruhları şad olsun. Manevi babam ressam Tayfur Sanlıman’ı da özlemle ve saygıyla anıyorum. Çok özlüyorum seni babacığım. 

Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından organize edilen Sarıkamış Şehitleri’ni Anma etkinlikleri, 6 – 8 Ocak 2023 tarihlerinde gerçekleştirilecek. Gençler, üç gün sürecek etkinliklerle 108’inci yıldönümünde şehitlerini anacak. Bakan Kasapoğlu, bu yıl Sarıkamış’a Doğu Ekspresi ile gidecek. 


#tayfursanlıman #sarıkamış #sarıkamışşehitleri #bingürsönmez


Koramiral Ekmel Totrakan, karada, denizaltında paşalar gibi resim yapıyor

https://youtu.be/x6bp1wbcp7k

1939 yılında Karşıyaka/İzmir’de doğan Emekli Koramiral Ekmel TOTRAKAN, 1953 yılında Deniz Lisesi’ne girmiş ve 1958 yılında Deniz Harp Okulu’ndan Asteğmen olarak mezun olmuş, Deniz Harp Okulu’nda iki yıl da subay olarak öğrenime devamla 4 yıllık Deniz Harp Okulu tahsilini tamamladıktan sonra 1960 yılında Donanma’ya katılmıştır. Donanma’da TCG ALANYA, TCG ALPASLAN, TCG GÖLCÜK, TCG ANTALYA, TCG ÇANDARLI ve TCG EREĞLİ’de muhtelif branş subaylığı ve bölüm amirliği görevlerini takiben II. Komutanlık yapmış, sonra Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu Komutanlıklarında sınıf subaylığı ve Bölük Komutanlığı daha sonra TCG NUSRET II. Çarkçılığı, TCG İZMİT ve TCG ZAFER II. Komutanlığı, TCG AKHİSAR ve TCG MUAVENET Komutanlığı görevlerini deruhte etmiştir. Emekli Koramiral Ekmel TOTRAKAN 1969 yılında eğitime başladığı Deniz Harp Akademisi’nden 1971 yılında mezun olmuştur.1975-1977 yılları arasında Napoli’de Güney Avrupa Müttefik Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Güney Vurucu Kuvvet Komutanlığı Karargahlarında Proje Subayı olarak bulunmuş, bunu takiben 1977-1979 yıllarında Deniz Harp Akademisi Komutanlığı’nda Öğretim Üyeliği, 1979-1981 yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreterliği, 1981-1983 yıllarında III. Muhrip Filotillası Komodorluğu ve 1983-1984 yılları arasında Denizcilik Yüksek Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı görevlerinde bulunmuştur.30 Ağustos 1984 yılında Tuğamiralliğe terfi eden (E) Koramiral Ekmel TOTRAKAN, Akdeniz Bölge Komutanlığı, Gölcük Ana Üs Komutanlığı, 1986 – 1988 yılları arasında Deniz Harp Okulu Komutanlığı, 1988-1989 yılları arasında Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulunmuş, 30 Ağustos 1989 tarihinde Tümamiralliğe terfi etmiştir. Tümamiral olarak, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda 1989-1990 yılları arasında Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı, 1990-1992 yılları arasında Sahil Güvenlik Komutanlığı ve 1992-1993 yılları arasında Harp Filosu Komutanlığı görevlerini deruhte etmiş, 30 Ağustos 1993 tarihinde Koramiralliğe yükselmiştir. Koramiralliğe terfiinden sonra 1993-1995 yılları arasında Genelkurmay Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri başkanlığı görevini yapan Koramiral Ekmel TOTRAKAN, 1995-1997 tarihleri arasında Güney Deniz Saha Komutanlığı görevini deruhte etmiştir. 1997 yılında emekliye ayrılan Koramiral Ekmel TOTRAKAN, bayan Öznur TOTRAKAN ile evli olup, iki kız ve bir erkek çocuğu vardır. Emekli Koramiral Ekmel TOTRAKAN, İngilizce bilmektedir.


Ressam Ekmel Totrakan

1977 yılında Güney Deniz Saha Komutanı iken koramiral rütbesinde emekli olan Ekmel Totrakan, Abdülrezzak Kurtuluş’un teşvikleriyle 1980 senesinde resim çalışmalarına başlamış, daha sonra Adnan Turani’den pratik ve teorik dersler almış, Şeref Bigalı ve Nihat Tandoğan ile birlikte çalışmalar yapmıştır. Doğa ve ölü doğa konuları ile ışık ve gölgeyi klasik anlatımla çalışan, Türk Deniz Subayı Ressamları kataloğunda, yurt içi ve dışı resim koleksiyonlarında yapıtları bulunan Totrakan’ın “Amiralin Duygu Denizinden” ve “Dünden Kalan” şiir kitapları da yayımlanmıştır. Şimdiye kadar 20’den fazla kişisel su üstü/sualtı sergisi açan sanatçının, 2005 senesinde İzmir Resim Heykel Müzesi tarafından organize edilen “İzmirli Ressamlar Sergisi” sonunda, bir tablosu Müze koleksiyonuna alınmıştır. Diğer yandan diplomalı Balık adam olan Totrakan, 2005’te sualtı ressamı olan André Leban ile Fethiye’de dalıp resim yaparak dünyada ikinci, Türkiye’de sualtında resim yapan ilk kişi unvanını da almıştır.2018’de Fethiye’de organize edilen “Renklerimiz ve Sualtı Resim Çalıştayı ” etkinliğinde dünyada ilk defa yapılan Sualtı Resim Kursu’nun ve sonunda yine sualtında açılan resim sergisinin hocalığını yapmıştır. Totrakan çeşitli çalışmalara katılmış, birçok ödül almıştır.